28 Ekim 2018 Pazar

"Çok Akıcı Bir Üslubun Var!"

İlkokul dördüncü sınıfa geçtikten sonra yaz tatili bitimi okula gittiğimde dersimize bir başka öğretmenin geldiğini görünce sınıfcak şoke olmuştuk. Çünkü üç yıl boyunca dersimize giren, bize ilk okumayı öğreten öğretmenimiz yoktu. O bizim her şeyimizdi. Tayin isteyip gitmişti ya da tayin istemek zorunda kalmıştı.

4. ve 5. sınıflarda sayısını unuttum dersimize giren öğretmenin. O zamanlarda bilmediğim kah ücretli öğretmen girdi dersimize, kah geçici biri. Bazı zamanlar iki sınıfı birleştirerek okul müdürü girdi. 5.sınıfta da bir başkası. 5.sınıfta dersimize girenden aklımda kalan şeyler: Öğrencilerin kulağını çektiğinde kulaklarından kan geldiği. Bir de bir güzel döğdüğü. 4.sınıfta dersimize giren öğretmenlerden aklımda bir şey kalmadı.

İlk üçü okutan öğretmenimden çok şey kaldı aklımda. Farklı bir öğretmendi. Hem okumayı öğrendim ondan hem de namaz kılmayı. Baktım cuma namazına gidiyor, ardından ben ve bazı arkadaşlarım da giderdi. Saz eşliğinde söylediği "Çırpınırdı Karadeniz" hala kulaklarımda. Bazen bir hikayeden bölümler okurdu. Hikayedeki kahramanlardan "Hayri Dede" hala aklımda. Şairdi kendisi. Beldemizle ilgili yazdığı şiiri baştan sona ezberlemiştim. 

Benim ve arkadaşlarımın yanında ayrı bir yeri vardı ilk öğretmenimizin. 1974 yılında kaybettiğim öğretmenimle ilk irtibatım 43 yıl sonra oldu. Cep numarasını buldum aradım. Ardından ziyaretine gittim. Emekliliğinin ardından yıllar geçmiş olmasına rağmen şiir yazmaya devam ettiğini öğrendim. Telefonla da olsa zaman zaman ararım. Ben geliştirirsem de sağ olsun beni arar.

Dün hocam beni aramadan ben arayayım halini hatırını sorayım, hayır duasını alayım istedim. Telefonda şiirlerinin iki kitap halinde yayıma hazır olduğunu söyledi. Hatta kitaplarının isimlerini bile koymuş. Maşallah heyecanından hiçbir şey kaybetmemiş, yazmak ve okumaktan uzaklaşmamış. Görüşmemizin sonlarına doğru bana "Ramazan! Sen bir yerde yazı mı yazıyorsun" dedi. Evet dedim. Nerede yazıyorsun dedi. Yazdığım yerlerin adını, ayrıca "dilin kemiği yok" adında bir blogum olduğunu söyledim. "Bana bir ara benim oğlan senin bir yazını getirdi. Bu Ramazan Yüce senin öğrencin mi dedi, evet dedim. Yazını okuduk. Çok akıcı bir üslubun var, sıkmıyor, sürükleyici" dedi. Kendisine çok teşekkür ederim. Sayenizde dedim.

Öğretmenimle görüşmeyi bitirdim. İçim içime sığmadı. Nasıl sığsın ki sevinç ve mutluluktan dört köşe oldum. Her ne kadar zaman zaman yazılarımı okuyanlardan "Çok farklı bir üslubun var...konuşma diline benziyor...çok akıcı yazıyorsun...çok farklı konulara değiniyorsun" şeklinde değerlendirmeler duyduğumda memnun olsam da ilkokul öğretmenimin söylemesi beni fazlasıyla mesrur etti. Hocamdan geçer not almıştım ne de olsa.

Not:Son paragrafta kendimi biraz övdüm mü yoksa bana mı öyle geldi? Sanırım övdüm. İnsan kendini övmezse çatlar ölür dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Siz ne dersiniz bilmiyorum ama gördüğünüz gibi akıcı bir üslubum varmış!




Adalet Duygusunu Zedelememek Lazım!


Nice zamandır görüşmediğim bir arkadaşımla whatsapp aracılığıyla yazıştım. Yazdıklarıma verdiği cevaplardan ben gerçekten eski tanıdığım kişiyle mi yazışıyorum? Çünkü verdiğin cevaplar benim tanıdığımın verdiği cevaplara benzemiyor diye yazdım. "Son olaylar böyle olmama sebep oldu" diye cevap verdi. Nedir senin derdin, son olaylar nedir dedim. Kısaca anlattığı şu idi:

“Sene başındaki öğretmenler kurulu toplantısında bana okulu münazaraya hazırlama görevi verildi. Münazaraya katılacak öğrencileri seçtim, onları hazırladım. Münazara konusuna göre diğer meslektaşlarımdan zaman zaman yardım aldım, görüşlerini aldım. Yapılan münazaralarda rakiplerimizi geride bırakarak ilçeyi ilde temsil etme hakkı elde ettik. Çocukların başında ilin münazaralarına katıldık. İlde yapılan yarışmada okulumuz ikinci tura kadar yükseldi.  Okulumuzun gösterdiği bu başarıyı duyurmak için yazdığım metni de gazeteye göndermek suretiyle elde ettiğimiz bu başarımızdan kamuoyunun bilgilendirilmesini sağladım. Nice sonra duydum ki elde edilen bu başarıdan dolayı bir başarı belgesi gelmiş. Ama bana değil, bir başka meslektaşım adına düzenlenmiş. Belgeyi alma gerekçesi de ‘Münazarada elde ettiğiniz üstün başarıdan dolayı’ olduğunu öğrendim. Derdim başarı belgesi almak değil, bir başka arkadaşa verilmesine de değil. Burada garip olan sorumluluğunu üstlendiğim, emek sarf ettiğim bir yarışmadan dolayı belgenin bana değil de bir başkasına verilmiş olması. Hak ve adalet bunun neresinde anlayamadım. Hak, içinde senin olmadığın kararlardan ibaret adalete deniyor sanırım. Tüm bunlardan dışlandığımı, sevilmediğimi, ayrımcılığa tabi tutulduğumu hissediyorum. Niçin böyle oldu soruma ‘Kendilerinin böyle uygun gördüğünü, hem senin daha önceden alınmış bir başarı belgen olduğu için’ cevabını aldım. Bu konuda hakkım varsa helal etmiyorum. İşte moralim buna bozuk. Kırgınlığım da bu.” dedi. Geçmiş olsun dedim kendisine.

Geçmiş olsun dedim ama geçti mi geçmez. Başımdan geçmemesine rağmen benden geçmediğine göre eşekten düşen biri olarak bu psikolojiden kurtulması oldukça zor. Çünkü arkadaşım dertli mi dertli idi. Keşke sadece dert olsa bir müddet sonra derdine derman bulunur. Aynı zamanda alınmış ve kırılmıştı. Kırılmanın kolay kolay telafisi olmaz. Hele bir de beklemediği kişilerden böyle bir muameleye maruz kalmışsa kırılganlık daha da derinleşir.

Aslında vuku bulan olay küçük bir olay. Tıpkı sineğin küçük ama mide bulandırdığı gibi! Burada verilen bir belge. Yanlış adrese gidiyor. Bir hak yenme, hakkın çiğnenmesi olayı söz konusu. Zira hak, birine hakkını tastamam vermektir. Sanırım dostumun zoruna giden de bu. Bu durum sadece bu arkadaşın değil, herkesin zoruna gider. Zira bu toplum her şeye eyvallah, olabilir der ama işin ucunda adalet ve hakkaniyet varsa bu değerler yerini bulmaz ve doğru adrese teslim edilmezse orada sosyal barıştan bahsedilemez. Çünkü sosyal barışın köküne dinamit konmuş olur.

Arkadaşımı tek taraflı dinledim. Kesin bir yargı için karşı tarafı da dinlemek lazım. Eğer durum bu şekil cereyan etmişse -ki arkadaşımın olanı olduğu şekilde anlattığına inanırım- mide bulandıran bu durumun savunulacak bir tarafı yok. Bu anekdottan, değişik kurum ve kuruluşlarda görev yapan yöneticilerin hak konusunda daha dikkatli olmaları gerektiğini çıkarıyorum. Eğer yaptıkları işte adil olamayacaklarsa sapla-samanı karıştıracaklarsa bu tür görevleri üstlenmemeleri daha yerinde olur. Bir saniye bile o koltukları işgal etmemeleri gerekir. Çünkü daha sonradan belgeler verilse de gönüller alınsa da bu itilmişlik ve dışlanmışlık hissi kolay kolay geçmez. İnsanın içinde bir ukde olarak kalır. nin olmadığın kararlardan ibaret adalete denir.




27 Ekim 2018 Cumartesi

Cumhuriyet Bayramı Sadece Öğrenci ve Öğretmenlerin Bayramı mıdır?*


Bayramlar bir milleti ortak değerler etrafında buluşturan kıvanç ve mutluluk günlerimizdir. 29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs, 15 Temmuz, 30 Ağustos gibi milli, ramazan ve kurban gibi dini olanları vardır. İster milli ister dini olsun her ikisi de bu milletin bayramlarıdır: Kutlanmalıdır ve kutlanmaktadır.

Gözlemlerime göre dini bayramlara katılım milli bayramlara oranla halk nezdinde daha önemli bir yere sahip. Eskiye oranla dini bayramları kutlamada bir azalma söz konusu olsa da yine de bir bayram havası oluşmaktadır. Milli bayramlara katılım ve kutlama ise sönük geçmektedir. Yeterince halkın katılımı sağlanamamaktadır. Dini bayramlarda yediden yetmişe bir bayram havası oluşurken milli bayramlar merkez ve taşra teşkilatında protokolün katıldığı devlet töreninin ötesine geçememiştir. Sanki halk ile devlet arasında “Dini bayramları kutlamak benim, milli bayramları kutlamak senin görevin” şeklinde adı konmamış bir anlaşma var gibi.

Protokolün yanında milli bayramları kutlayan bir kesim daha var: Öğretmen ve öğrenciler. Yani okullar kutluyor. Salonu olan salonda, salondan mahrum kalanlar ise okul tören yerinde ayakta kutlama yapıyor. Kutlanan bayram ister şehir meydanında, ister okullarda olsun buralarda halk yok denecek kadar azdır.

Bayramlar bizim için bir anlam ifade eden kıvanç günlerimiz olması gerekirken çoğunluk için bayramlar özellikle milli bayramlar “tatil” ifade ediyor. Adana'da lisede çalışırken bir Cumhuriyet Bayramı haftasında konuyu bayrama getirdim. Bayram sizin için ne ifade ediyor dediğimde aldığım cevap “tatil” oldu. Tatil diyenlerin sayısı sınıfın çoğunluğunu oluşturduğunu gördüm.

Cumhuriyetin 95.yılını kutladığımız bu günde bu bayramı kutlayanlar protokol, öğrenci, öğretmen ve kutlama programında görev alan çocuğunu izlemek için gelen az sayıda veli. Bayrama katılanların çoğu da zorunluluktan dolayı katılıyor. Gerisi tatil yapıyor. Merak ettiğim bu bayram, bu Cumhuriyet sadece öğrenci ve öğretmenlerin bayramı mıdır? Halk bu işin neresinde? Bugünlerde tatil keyfi yapan devlet memurları nerede? 

Burada niyetim milli ve dini bayramları karşılaştırmak değil. Zira her ikisinin de yeri ayrıdır. Pekâlâ, bugünde “Cumhuriyetimiz ilan edileli 95 yıl oldu, yüzüncü yılına doğru emin adımlarla doludizgin gidiyor, herkes sevinç ve kıvanç içerisinde, bu bayram başta okullar olmak üzere yurdun değişik yerlerince coşkuyla kutlanıyor” şeklinde hamasi bir yazı da yazabilirdim. Böyle yazmak yerine bir özeleştiri yapmayı tercih ettim. Zira herkesin bildiği ama dillendirmediği bu realiteyi Cumhuriyetin 95.yılını kutladığımız böyle bir günde dile getirmeyi uygun gördüm.

Bir yönetim şekli olan Cumhuriyetin anlamına uygun bir şekilde devlet yönetiminde, TBMM’de içselleştirilmesini ve hayata geçirilmesini arzu ettiğimi ifade etmek istiyorum. Bugün itibariyle 95.yılını kutladığımız Cumhuriyet Bayramının hayırlı olmasını temenni ediyorum.

* 29/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Çözüm Yerine Sorun Üreten Siyasetimiz *

Ülke yönetimi diyebileceğimiz siyasetin görevi sorun çözmektir, sorun olmak değil. Sorunu çözemiyorsa bile en azından sorunu yönetmeyi bilir, sorun üretmez. Çünkü her türlü sıkıntıya çözüm üretme gibi bir misyonu vardır siyasetin. En azından ben böyle görmek istiyorum. Dünyada nasıldır bilmiyorum ama bizim ülkemizde siyaset her şeye bir çözüm üreteceği yerde maalesef durmadan sorun üretiyor. Çünkü kendisi sorunun kaynağı. Bu durumu gördükçe bırakın bir sorunu çözmeyi, sorun olmasınlar yeter diyorum.

Bizde siyaset problem üretme yeri gibi çalışıyor. Bu işi deruhte edenler nasıl beceriyorlarsa ellerini attıkları her şey problem olup çıkıyor. Konunun iç veya dış siyasetle ilgili olması fark etmiyor. Biri kara diyorsa diğeri ak der. Bir şeyin doğru olup olmaması önemli değil. Önemli olan karşı kulvarda yer almak, aynı karede yer almamaktır. Bir konuda aynı düşünseler varlık sebeplerini inkar etmiş olurlar. Tüm hesap seçmene mesaj vermek sanki. Seçmene mesaj vermek amacıyla yapılan açıklamalar halkı kutuplaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Belki siyasetimizin en başarılı olduğu alan bu. Halkı ne kadar gerersek bu işten daha çok ekmek yeriz düşüncesinde olmalılar. İşin garibi kahir ekseriyeti aynı dili konuşuyor.

Çözüm yerine hep sorun üreten siyasetimizin hiç iyi yönü yok mu derseniz olmaz olur mu? İsterseniz biraz beyin jimnastiği yapalım. Siyasetimizin en başarılı olduğu alanlar:

●Özlük haklarını koruma ve iyileştirme konusunda bir ve beraberler. Aralarında asla tartışma çıkmaz. Çıkarılması gereken mevzuatı bir gece de çıkarırlar.

●İstisnasız hepsi iyi bir demagogdur. 

●Görevleri hep birbirini eleştirmektir.

●Kendi partilerine asla toz kondurmazlar.

●Liderleri için canlarını verirler.

●Her konuda söyleyecek sözleri vardır. Mazeret üretmede, bahane ve gerekçe bulmada üstlerine yoktur.

●Yapsın veya yapamasın seçim zamanlarında vaat üstüne vaat vermede kimse ellerine su dökemez.

●İktidara hangisi gelirse gelsin işe adam alımında kayırmacılık yapılır. Kısa yoldan kadrolaşma yoluna gidilir.

●Hepsi iyi bir niyet okuyucusudur. Senin ne dediğin değil, onların ne anlamak istediğidir önemli olan.

●Çamur atmada mahirdirler.

●Dün söylediklerini bir çırpıda revize edip “u” dönüşü yaparlar.

●Hepsinin kırmızıçizgileri vardır. İzledikleri çizgilerinin yanlış olduğu ortaya çıksa bile o kırmızıçizgiyi devam ettirirler. Bu konuda bir istikrar abidesidirler.

●Seçimi kaybederlerse genelde ya halkı suçlu bulurlar ya seçimde şaibe var derler ya da istatistiklere boğarak kendilerini başarılı gösterirler.

●Hiçbirinde uzun vadeli bir siyaset yoktur. Günübirlik yaşarlar. Günlük veya seçimlik kazanımı kazanım sayarlar.

●Kendi icraat ve yapacaklarını anlatacakları yerde rakibini kötüleyerek çamur atarak oy avcılığına soyunurlar.

●Yaptıkları erdem, fazilet siyaseti değil, algı siyasetidir.

●Hepsi için her seçim ölüm kalım meselesidir, en önemli seçimdir.

●İktidar veya memleket rakibinden kurtarılması gereken bir olgudur.

●Çoğu, asla bir öz eleştiri yapmaz. Çünkü hata yaptığını kolay kolay kabullenmez.

●Hepsi ülkeyi kurtaracağım, uçuracağım, memleketime ve insanına hizmet edeceğim diye gelir, bir daha gitmemek üzere çabalar, giderken de gelene enkaz devreder.

●Hepsi kendisini olması gerekenle değil, kendinden öncekiyle kıyaslar.

●Demokrasi, özgürlük, fikir ve vicdan hürriyeti diye iktidara gelenlerin yaptığı ilk iş, gücünün yettiği herkese gözdağı vermektir.

●Parti liderleri başarılı olsa da olmasa da özellikle başarısız olduğu durumlarda kendi istemediği müddetçe kurultay yoluyla asla değiştirilemez. Çünkü lider, seçimi kazanmaktan ziyade ilk önce delege ve üye yapısıyla oynayarak parti içinde hakimiyetini pekiştirir.

●Çoğunun memleket sevgisi kedinin ciğeri sevmesi gibidir. Önce canan değil, candır. Siyaset halk için değil, kendileri içindir.

●İktidara gelen kendi zenginini oluşturur.

●Tabanını tutmak için hepsi gerilim siyaseti izler, ortamı gerer, halkı kutuplaştırır.

●Siyasete giren kolay kolay bırakmaz. Orada tutunmak için her yol denenir. Çoğunun gönlünde mezarda emekli olmak vardır. Çünkü bizde siyaset bir meslek gibi görülür. Kim deruhte ettiği mesleği bırakabilir ki...

●Siyasetin hangi kademesinde olursa olsun siyasetçinin ihya olmayanı yoktur. Kendi köşe olduğu gibi çoluğu-çocuğu ve akrabaları da ihya olur...

Gördüğünüz gibi ülkemizde izlenen siyasetin kendisi başlı başına bir problem olsa da bu tür siyasetin başarılı olduğu alanlar da epey varmış. Bu kadar başarı beklemiyordum. Bizdeki bu siyasetin istisnası yok mu? Var diyorsan vardır, yok diyorsan yoktur. Nereden, nasıl baktığına ve kimi tuttuğuna bağlı.

*01/11/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

 


26 Ekim 2018 Cuma

Beddualar değişiyor artık!


Suudi Konsolosluğu aranmasına rağmen Cemal Kaşıkçı olayı hala gizemini koruyor.  Resmi bir açıklama olmayınca Kaşıkçı hakkında “öldürüldü, cesedi parçalandı, cesedi Suud’dan getirilen özel bir makine vasıtasıyla içine asit dökmek suretiyle ceset yok edildi, Konsolosluğun içinde bir kuyu bulundu; Kaşıkçı’nın önce parmakları koparıldı, ardından kafası kesildi, cesedi parçalara ayrıldıktan sonra getirilen uçakla kaçırıldı…” iddiaları yazılıp çiziliyor günlerce. Garibimin başına geleni ancak Konsolosluğun içindekiler biliyor. Konuşurlarsa ne ala. Konuşmazlarsa kayıp ceset olarak tarihe geçer. Eğer Kaşıkçı öldürülmüşse Konsolosluktan birileri bunu üstlenebilir ve konu bu şekilde kapatılabilir. Bunu da zaman gösterecek. Bekleyip göreceğiz.

Kaşıkçı olayı gizemini korurken net olan durum Kaçıkçı’nın Konsolosluğa girdikten sonra bir daha çıkmadığıdır. Savcılarımız istihbaratımız feci olayı araştıra dursun ben bu olaydan zamanla yeni beddualar ortaya çıkabilir diye düşünüyorum. Ben bunun üzerinde duracağım. Çünkü bu olay dünyada eşi ve benzeri görülmemiş bir olay olarak tarihe geçecek. Kişiler nefret ettiği, görmek istemediği kişileri Konsoloslukla ilişkilendirebilir. 

Şimdi günümüzde hala kullanılmakta olan beddualar şu şekilde değişebilir:
●Gidişin olsun da dönüşün olmasın→ Suud Konsolosluğuna gidesin.
●Burası Kadıköy! Buradan çıkış yok→ Burası Suud Konsolosluğu!
●Eceli gelen cami duvarına işer→ Eceli gelenin yolu Suud Konsolosluğuna düşer.
●Canına susadın galiba!→ Seni Suud Konsolosluğuna gönderelim.
●Cesedin kurtlara ve kuşlara yem olsun!→ Suud Konsolosluğunun eline düşesin.
●Cesedin kim vurduya gitsin→ Suudluların eline geçsin!
●Allah belanı verecek senin→ Son durağın Suud Konsolosluğu olsun!
●Bir mezarın bile olmasın!→ Suud Konsolosluğuna teslim edilsin.
●Kimsenin başına gelmeyen senin başına gelsin!→ Suud Konsolosluğunun eline düşesin.

Uyarı amaçlı da kullanılabilir:
Dikkat, içeri girmek tehlikeli ve yasaktır!→ Dikkat, Suud Konsolosluğu!





MEB'in Önceliği Nedir?

—Sana bir soru: MEB'in önceliği nedir?
—Bunu bilemeyecek ne var! Eğitim ve öğretim tabii ki!
—Bilemedin.
—Dalga geçme!
—Dalga geçtiğim falan yok. Keşke öyle olsaydı.
—Eee o zaman?
—Ben sana önceliğini sordum.
—Adamı deli etme! Önceliği de eğitim ve öğretim olur. Başka ne olabilir.
—Tamam sinirlenme. Eğitim ve öğretim MEB'in asli görevleri arasında ama önceliği değil. MEB'in önceliği öğretmenlere yönelik kurs, seminer, konferans, toplantı vb. etkinliklerdir.
—Şaka yapıyor olmalısın!
—Hiç şaka yapıyor tarafım var mı? Çocuğun var mı okula giden?
—Olmaz olur mu? Hem de kaç tane!
—Hiç sordun mu çocuklarına günde özellikle bazı günlerde kaç saat dersinin boş geçtiğini?
—Oluyor bazı zamanlarda. Öğretmenlerin mazereti vardır.
—Öğretmen hastadır, raporlu olabilir veya mazereti vardır, izinlidir. Böylesi durum fazla değildir. Ama genellikle görevli izinli olur.
—Ne demek görevli izinli olmak?
—Kendi iradesi dışında öğretmenin okul dışında görevlendirilmesidir.
—Ama dersi var o saatte.
—Dersi olsa da şayet bir kurs, seminer, toplantı vb. etkinlik düzenlenmişse öğretmen bu tür aktivitelere katılmak zorundadır. Şayet katılmazsa mevzuat gereği suç işlemiş olur. Hakkında inceleme ve soruşturma açılır, savunması alınır. Geçerli bir mazeret sunamazsa disiplin cezası alır.
—Seminere gitmeyip derse girse de mi?
—Evet!
—Ama olmaz ki! Ders ne olacak? Çocukların dersi boş geçecek.
—Ama olmaz ki deyip durma bana! Sana iki saattir ne anlatmaya çalışıyorum ben? MEB'in önceliği eğitim ve öğretim değil. MEB öğretmenlere kurs, seminer vb bir etkinlik yapmayı kafaya koysun, istersen çocuğun kaç dersi boş geçerse geçsin; dersleri boşaltır, öğretmeni seminere alır.
—Olur mu öyle şey?
­­----Olur, hem de bal gibi!
----Ders dışında yapamaz mı bunu?
----Ders dışında yapmaya kalksa ayyuka çıkıyor, angarya görülüyor. Bu yüzden eğitim ve öğretim sezonunda yapıyor bu işi. Yani bir şeyi yaparken diğer bir şeyi yıkıyor. Yıkıyor, yapıyor. Bu, hep böyle.
----Bu işin başka yolu yok mu? Çocuklarımız mağdur oluyor.
----Var aslında. Öğretmenlerin iki hafta haziran, iki hafta da eylül döneminde seminer/mesleki çalışma takvimi var. Pekala bu tür kurs vb aktiviteler bu zaman diliminde olacak şekilde planlanabilir. Böyle olursa ne öğrenci mağdur olur ne de eğitim ve öğretim aksar. Çocukların dersi boş geçmez. MEB öğretmenini eğitmiş, öğretmenler de zamanı daha verimli kullanmış olur.



25 Ekim 2018 Perşembe

2023 Eğitim Vizyonu Andımız Kadar Gündem Oluşturmadı *

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk bakanlık koltuğuna oturur oturmaz üç yıllık bir yol haritası belirlemek amacıyla kendisine bir ev ödevi verdi. Bunun için “Problemimiz nedir? Çözüm önerileriniz nelerdir” şeklinde sorular sormak suretiyle teşkilatındaki çalışanlardan ve kamuoyunda ilgili ve ilgisiz kişilerden görüş alma yoluna gitti.  Üç aylık bir uğraşın ardından ev ödevine hazırlanmış bir şekilde kamuoyunun karşısına geçerek “Güçlü Yarınlar İçin 2023 Eğitim Vizyonu” başlığı ile bir sunum yaptı. Her bir cümlesi üzerinde bir emek sarf edilerek hazırlanan bu “2023 Eğitim Vizyonu” 140 sayfadan oluşuyor.

Hazırlanan eğitim vizyonunun dolu dolu olduğu, eğitim-öğretimdeki birçok probleme parmak basıldığı ve çözüm önerilerinin sunulduğu görülecektir. Üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde eğitim vizyonunda yazılanların hepsinin uygulamaya konulması zor görünüyor. Yine kısaca değinilen bazı konuların altının ne şekilde doldurulacağı konusu net değil. Ancak uygulama imkanı bulduğu zaman aksayan yönlerini görmemiz mümkün olacaktır.

Burada niyetim 2023 Eğitim Vizyonunun maddelerini ele almak, içeriğine girmek değil. Zaten sayfamız da tüm bunları değerlendirmek için yeterli olmaz. Konunun uzmanlarından detaylı görüşlerini açıklamalarını bekliyoruz. Eğitim vizyonu başarılı olur veya olamaz. Ama verilen emek ve gösterilen iyi niyet takdire şayandır. Beni fazlasıyla memnun eden ortaya konan felsefesidir. Satır aralarına bakıldığı zaman hazırlanan bu yol haritasının insanı merkezine aldığı görülecektir. Sayın Bakanın “Bizim bir gayemiz, amacımız var ve bu amacımız göz aydınlığımız olan çocuklarımızı geleceğin dünyasına hazırlamakmana ve maddeyi kuşatan çift kanatlı bir perspektiften hareket etmekbizden ama bizden farklı olan çocuklar yetiştirmek.” sözü eğitim vizyonunun felsefesini göstermesi bakımından önemlidir. Bakanın bu açıklamasından tek tip öğrenci yetiştirilmeyeceğini, çocukların kökeni itibariyle bu toprağın çocuğu olacağını fakat bizden farklı olmaları gerektiğini hedeflediğini görüyoruz.  

Sunum esnasında siyasi iradenin ve devletin de yer alması bu vizyon belgesinin güçlü bir desteği arkasına aldığı anlaşılıyor. Hazine Bakanının “Mesele eğitimse biz her türlü kaynağı buluruz. Hiç merak etmeyin” demesi desteğin sadece sırtı sıvazlamaktan ibaret kalmayacağını da göstermektedir. Yine hazırlanan bu metinde bir ideoloji, bir dayatma yok. Olması gereken de bu idi zaten.


Burada bir üzüntümü dile getirmek istiyorum. Herkesin “Ne olacak bu eğitim ve öğretimin hali” dediği bir ortamda Sayın Bakan’ın açıkladığı eğitim vizyonu -belki de yoğun gündemden olsa gerek- kamuoyunda yeterince ilgi görmedi. Sık sık değişen ve yoğun gündeme rağmen 2023 Eğitim Vizyonu üzerine bir gündem oluşturup tartışamadık ama Andımız bolca tartışıldı, hala da tartışılmaya devam ediyor, yakın zamanda biteceğe de benzemiyor. Benimki de iş mi yani? Tartışmak için ilk önce 140 sayfalık metni okumak ve anlamak için kafa yormak lazım. Kim okuyacak? Zaten okuma özürlüyüz. Andımızı okumak için emek sarf etmeye gerek yok. Çünkü Andımız hem kısa hem de kutuplaştırması yüzde yüzdür. Kutuplaştırma yapmayan ve yapmayacak 2023 Eğitim Vizyonunu ne yapalım biz?

* 27/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.