27 Ekim 2018 Cumartesi

Çözüm Yerine Sorun Üreten Siyasetimiz *

Ülke yönetimi diyebileceğimiz siyasetin görevi sorun çözmektir, sorun olmak değil. Sorunu çözemiyorsa bile en azından sorunu yönetmeyi bilir, sorun üretmez. Çünkü her türlü sıkıntıya çözüm üretme gibi bir misyonu vardır siyasetin. En azından ben böyle görmek istiyorum. Dünyada nasıldır bilmiyorum ama bizim ülkemizde siyaset her şeye bir çözüm üreteceği yerde maalesef durmadan sorun üretiyor. Çünkü kendisi sorunun kaynağı. Bu durumu gördükçe bırakın bir sorunu çözmeyi, sorun olmasınlar yeter diyorum.

Bizde siyaset problem üretme yeri gibi çalışıyor. Bu işi deruhte edenler nasıl beceriyorlarsa ellerini attıkları her şey problem olup çıkıyor. Konunun iç veya dış siyasetle ilgili olması fark etmiyor. Biri kara diyorsa diğeri ak der. Bir şeyin doğru olup olmaması önemli değil. Önemli olan karşı kulvarda yer almak, aynı karede yer almamaktır. Bir konuda aynı düşünseler varlık sebeplerini inkar etmiş olurlar. Tüm hesap seçmene mesaj vermek sanki. Seçmene mesaj vermek amacıyla yapılan açıklamalar halkı kutuplaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Belki siyasetimizin en başarılı olduğu alan bu. Halkı ne kadar gerersek bu işten daha çok ekmek yeriz düşüncesinde olmalılar. İşin garibi kahir ekseriyeti aynı dili konuşuyor.

Çözüm yerine hep sorun üreten siyasetimizin hiç iyi yönü yok mu derseniz olmaz olur mu? İsterseniz biraz beyin jimnastiği yapalım. Siyasetimizin en başarılı olduğu alanlar:

●Özlük haklarını koruma ve iyileştirme konusunda bir ve beraberler. Aralarında asla tartışma çıkmaz. Çıkarılması gereken mevzuatı bir gece de çıkarırlar.

●İstisnasız hepsi iyi bir demagogdur. 

●Görevleri hep birbirini eleştirmektir.

●Kendi partilerine asla toz kondurmazlar.

●Liderleri için canlarını verirler.

●Her konuda söyleyecek sözleri vardır. Mazeret üretmede, bahane ve gerekçe bulmada üstlerine yoktur.

●Yapsın veya yapamasın seçim zamanlarında vaat üstüne vaat vermede kimse ellerine su dökemez.

●İktidara hangisi gelirse gelsin işe adam alımında kayırmacılık yapılır. Kısa yoldan kadrolaşma yoluna gidilir.

●Hepsi iyi bir niyet okuyucusudur. Senin ne dediğin değil, onların ne anlamak istediğidir önemli olan.

●Çamur atmada mahirdirler.

●Dün söylediklerini bir çırpıda revize edip “u” dönüşü yaparlar.

●Hepsinin kırmızıçizgileri vardır. İzledikleri çizgilerinin yanlış olduğu ortaya çıksa bile o kırmızıçizgiyi devam ettirirler. Bu konuda bir istikrar abidesidirler.

●Seçimi kaybederlerse genelde ya halkı suçlu bulurlar ya seçimde şaibe var derler ya da istatistiklere boğarak kendilerini başarılı gösterirler.

●Hiçbirinde uzun vadeli bir siyaset yoktur. Günübirlik yaşarlar. Günlük veya seçimlik kazanımı kazanım sayarlar.

●Kendi icraat ve yapacaklarını anlatacakları yerde rakibini kötüleyerek çamur atarak oy avcılığına soyunurlar.

●Yaptıkları erdem, fazilet siyaseti değil, algı siyasetidir.

●Hepsi için her seçim ölüm kalım meselesidir, en önemli seçimdir.

●İktidar veya memleket rakibinden kurtarılması gereken bir olgudur.

●Çoğu, asla bir öz eleştiri yapmaz. Çünkü hata yaptığını kolay kolay kabullenmez.

●Hepsi ülkeyi kurtaracağım, uçuracağım, memleketime ve insanına hizmet edeceğim diye gelir, bir daha gitmemek üzere çabalar, giderken de gelene enkaz devreder.

●Hepsi kendisini olması gerekenle değil, kendinden öncekiyle kıyaslar.

●Demokrasi, özgürlük, fikir ve vicdan hürriyeti diye iktidara gelenlerin yaptığı ilk iş, gücünün yettiği herkese gözdağı vermektir.

●Parti liderleri başarılı olsa da olmasa da özellikle başarısız olduğu durumlarda kendi istemediği müddetçe kurultay yoluyla asla değiştirilemez. Çünkü lider, seçimi kazanmaktan ziyade ilk önce delege ve üye yapısıyla oynayarak parti içinde hakimiyetini pekiştirir.

●Çoğunun memleket sevgisi kedinin ciğeri sevmesi gibidir. Önce canan değil, candır. Siyaset halk için değil, kendileri içindir.

●İktidara gelen kendi zenginini oluşturur.

●Tabanını tutmak için hepsi gerilim siyaseti izler, ortamı gerer, halkı kutuplaştırır.

●Siyasete giren kolay kolay bırakmaz. Orada tutunmak için her yol denenir. Çoğunun gönlünde mezarda emekli olmak vardır. Çünkü bizde siyaset bir meslek gibi görülür. Kim deruhte ettiği mesleği bırakabilir ki...

●Siyasetin hangi kademesinde olursa olsun siyasetçinin ihya olmayanı yoktur. Kendi köşe olduğu gibi çoluğu-çocuğu ve akrabaları da ihya olur...

Gördüğünüz gibi ülkemizde izlenen siyasetin kendisi başlı başına bir problem olsa da bu tür siyasetin başarılı olduğu alanlar da epey varmış. Bu kadar başarı beklemiyordum. Bizdeki bu siyasetin istisnası yok mu? Var diyorsan vardır, yok diyorsan yoktur. Nereden, nasıl baktığına ve kimi tuttuğuna bağlı.

*01/11/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

 


26 Ekim 2018 Cuma

Beddualar değişiyor artık!


Suudi Konsolosluğu aranmasına rağmen Cemal Kaşıkçı olayı hala gizemini koruyor.  Resmi bir açıklama olmayınca Kaşıkçı hakkında “öldürüldü, cesedi parçalandı, cesedi Suud’dan getirilen özel bir makine vasıtasıyla içine asit dökmek suretiyle ceset yok edildi, Konsolosluğun içinde bir kuyu bulundu; Kaşıkçı’nın önce parmakları koparıldı, ardından kafası kesildi, cesedi parçalara ayrıldıktan sonra getirilen uçakla kaçırıldı…” iddiaları yazılıp çiziliyor günlerce. Garibimin başına geleni ancak Konsolosluğun içindekiler biliyor. Konuşurlarsa ne ala. Konuşmazlarsa kayıp ceset olarak tarihe geçer. Eğer Kaşıkçı öldürülmüşse Konsolosluktan birileri bunu üstlenebilir ve konu bu şekilde kapatılabilir. Bunu da zaman gösterecek. Bekleyip göreceğiz.

Kaşıkçı olayı gizemini korurken net olan durum Kaçıkçı’nın Konsolosluğa girdikten sonra bir daha çıkmadığıdır. Savcılarımız istihbaratımız feci olayı araştıra dursun ben bu olaydan zamanla yeni beddualar ortaya çıkabilir diye düşünüyorum. Ben bunun üzerinde duracağım. Çünkü bu olay dünyada eşi ve benzeri görülmemiş bir olay olarak tarihe geçecek. Kişiler nefret ettiği, görmek istemediği kişileri Konsoloslukla ilişkilendirebilir. 

Şimdi günümüzde hala kullanılmakta olan beddualar şu şekilde değişebilir:
●Gidişin olsun da dönüşün olmasın→ Suud Konsolosluğuna gidesin.
●Burası Kadıköy! Buradan çıkış yok→ Burası Suud Konsolosluğu!
●Eceli gelen cami duvarına işer→ Eceli gelenin yolu Suud Konsolosluğuna düşer.
●Canına susadın galiba!→ Seni Suud Konsolosluğuna gönderelim.
●Cesedin kurtlara ve kuşlara yem olsun!→ Suud Konsolosluğunun eline düşesin.
●Cesedin kim vurduya gitsin→ Suudluların eline geçsin!
●Allah belanı verecek senin→ Son durağın Suud Konsolosluğu olsun!
●Bir mezarın bile olmasın!→ Suud Konsolosluğuna teslim edilsin.
●Kimsenin başına gelmeyen senin başına gelsin!→ Suud Konsolosluğunun eline düşesin.

Uyarı amaçlı da kullanılabilir:
Dikkat, içeri girmek tehlikeli ve yasaktır!→ Dikkat, Suud Konsolosluğu!





MEB'in Önceliği Nedir?

—Sana bir soru: MEB'in önceliği nedir?
—Bunu bilemeyecek ne var! Eğitim ve öğretim tabii ki!
—Bilemedin.
—Dalga geçme!
—Dalga geçtiğim falan yok. Keşke öyle olsaydı.
—Eee o zaman?
—Ben sana önceliğini sordum.
—Adamı deli etme! Önceliği de eğitim ve öğretim olur. Başka ne olabilir.
—Tamam sinirlenme. Eğitim ve öğretim MEB'in asli görevleri arasında ama önceliği değil. MEB'in önceliği öğretmenlere yönelik kurs, seminer, konferans, toplantı vb. etkinliklerdir.
—Şaka yapıyor olmalısın!
—Hiç şaka yapıyor tarafım var mı? Çocuğun var mı okula giden?
—Olmaz olur mu? Hem de kaç tane!
—Hiç sordun mu çocuklarına günde özellikle bazı günlerde kaç saat dersinin boş geçtiğini?
—Oluyor bazı zamanlarda. Öğretmenlerin mazereti vardır.
—Öğretmen hastadır, raporlu olabilir veya mazereti vardır, izinlidir. Böylesi durum fazla değildir. Ama genellikle görevli izinli olur.
—Ne demek görevli izinli olmak?
—Kendi iradesi dışında öğretmenin okul dışında görevlendirilmesidir.
—Ama dersi var o saatte.
—Dersi olsa da şayet bir kurs, seminer, toplantı vb. etkinlik düzenlenmişse öğretmen bu tür aktivitelere katılmak zorundadır. Şayet katılmazsa mevzuat gereği suç işlemiş olur. Hakkında inceleme ve soruşturma açılır, savunması alınır. Geçerli bir mazeret sunamazsa disiplin cezası alır.
—Seminere gitmeyip derse girse de mi?
—Evet!
—Ama olmaz ki! Ders ne olacak? Çocukların dersi boş geçecek.
—Ama olmaz ki deyip durma bana! Sana iki saattir ne anlatmaya çalışıyorum ben? MEB'in önceliği eğitim ve öğretim değil. MEB öğretmenlere kurs, seminer vb bir etkinlik yapmayı kafaya koysun, istersen çocuğun kaç dersi boş geçerse geçsin; dersleri boşaltır, öğretmeni seminere alır.
—Olur mu öyle şey?
­­----Olur, hem de bal gibi!
----Ders dışında yapamaz mı bunu?
----Ders dışında yapmaya kalksa ayyuka çıkıyor, angarya görülüyor. Bu yüzden eğitim ve öğretim sezonunda yapıyor bu işi. Yani bir şeyi yaparken diğer bir şeyi yıkıyor. Yıkıyor, yapıyor. Bu, hep böyle.
----Bu işin başka yolu yok mu? Çocuklarımız mağdur oluyor.
----Var aslında. Öğretmenlerin iki hafta haziran, iki hafta da eylül döneminde seminer/mesleki çalışma takvimi var. Pekala bu tür kurs vb aktiviteler bu zaman diliminde olacak şekilde planlanabilir. Böyle olursa ne öğrenci mağdur olur ne de eğitim ve öğretim aksar. Çocukların dersi boş geçmez. MEB öğretmenini eğitmiş, öğretmenler de zamanı daha verimli kullanmış olur.



25 Ekim 2018 Perşembe

2023 Eğitim Vizyonu Andımız Kadar Gündem Oluşturmadı *

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk bakanlık koltuğuna oturur oturmaz üç yıllık bir yol haritası belirlemek amacıyla kendisine bir ev ödevi verdi. Bunun için “Problemimiz nedir? Çözüm önerileriniz nelerdir” şeklinde sorular sormak suretiyle teşkilatındaki çalışanlardan ve kamuoyunda ilgili ve ilgisiz kişilerden görüş alma yoluna gitti.  Üç aylık bir uğraşın ardından ev ödevine hazırlanmış bir şekilde kamuoyunun karşısına geçerek “Güçlü Yarınlar İçin 2023 Eğitim Vizyonu” başlığı ile bir sunum yaptı. Her bir cümlesi üzerinde bir emek sarf edilerek hazırlanan bu “2023 Eğitim Vizyonu” 140 sayfadan oluşuyor.

Hazırlanan eğitim vizyonunun dolu dolu olduğu, eğitim-öğretimdeki birçok probleme parmak basıldığı ve çözüm önerilerinin sunulduğu görülecektir. Üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde eğitim vizyonunda yazılanların hepsinin uygulamaya konulması zor görünüyor. Yine kısaca değinilen bazı konuların altının ne şekilde doldurulacağı konusu net değil. Ancak uygulama imkanı bulduğu zaman aksayan yönlerini görmemiz mümkün olacaktır.

Burada niyetim 2023 Eğitim Vizyonunun maddelerini ele almak, içeriğine girmek değil. Zaten sayfamız da tüm bunları değerlendirmek için yeterli olmaz. Konunun uzmanlarından detaylı görüşlerini açıklamalarını bekliyoruz. Eğitim vizyonu başarılı olur veya olamaz. Ama verilen emek ve gösterilen iyi niyet takdire şayandır. Beni fazlasıyla memnun eden ortaya konan felsefesidir. Satır aralarına bakıldığı zaman hazırlanan bu yol haritasının insanı merkezine aldığı görülecektir. Sayın Bakanın “Bizim bir gayemiz, amacımız var ve bu amacımız göz aydınlığımız olan çocuklarımızı geleceğin dünyasına hazırlamakmana ve maddeyi kuşatan çift kanatlı bir perspektiften hareket etmekbizden ama bizden farklı olan çocuklar yetiştirmek.” sözü eğitim vizyonunun felsefesini göstermesi bakımından önemlidir. Bakanın bu açıklamasından tek tip öğrenci yetiştirilmeyeceğini, çocukların kökeni itibariyle bu toprağın çocuğu olacağını fakat bizden farklı olmaları gerektiğini hedeflediğini görüyoruz.  

Sunum esnasında siyasi iradenin ve devletin de yer alması bu vizyon belgesinin güçlü bir desteği arkasına aldığı anlaşılıyor. Hazine Bakanının “Mesele eğitimse biz her türlü kaynağı buluruz. Hiç merak etmeyin” demesi desteğin sadece sırtı sıvazlamaktan ibaret kalmayacağını da göstermektedir. Yine hazırlanan bu metinde bir ideoloji, bir dayatma yok. Olması gereken de bu idi zaten.


Burada bir üzüntümü dile getirmek istiyorum. Herkesin “Ne olacak bu eğitim ve öğretimin hali” dediği bir ortamda Sayın Bakan’ın açıkladığı eğitim vizyonu -belki de yoğun gündemden olsa gerek- kamuoyunda yeterince ilgi görmedi. Sık sık değişen ve yoğun gündeme rağmen 2023 Eğitim Vizyonu üzerine bir gündem oluşturup tartışamadık ama Andımız bolca tartışıldı, hala da tartışılmaya devam ediyor, yakın zamanda biteceğe de benzemiyor. Benimki de iş mi yani? Tartışmak için ilk önce 140 sayfalık metni okumak ve anlamak için kafa yormak lazım. Kim okuyacak? Zaten okuma özürlüyüz. Andımızı okumak için emek sarf etmeye gerek yok. Çünkü Andımız hem kısa hem de kutuplaştırması yüzde yüzdür. Kutuplaştırma yapmayan ve yapmayacak 2023 Eğitim Vizyonunu ne yapalım biz?

* 27/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

24 Ekim 2018 Çarşamba

Çocuklarımın Anası

Düğünümüze gelen eş ve dostun “Allah başa kadar sürdürsün ve aynı yastıkta kocayın” temennileri gereğince 1988 yılında aynı yastığa baş koyduğumuz evliliğimizin üzerinden bugün itibariyle bir otuz yıl geçmiş. Dile kolay! Çeyrek asırdan bir beş sene daha fazla! Yarım asra doğru yol alıyoruz.

İki yabancı idik, dinin yarısı denen evliliğimizle bir araya geldik. Bir aile olduk. Zaman zaman birbirimizi üzdük, kırdık, sevindik; üzüntü ve mutluluğumuzu paylaştık tıpkı ekmeğimizi paylaştığımız gibi. Kol kırıldı, yen içerisinde kaldı. Evimizi ev, eşimizi eş bildik. Gözümüzü birbirimizde açtık. Temennimiz aynı evde, aynı yastıkta kocamak ve kimseye yük olmadan bu dünyayı terki diyar eylemek. Zira pamuk ipliğine bağlı değil evliliğimiz.

Öğrenci iken başlamıştı evliliğimiz. Yokluk en büyük imtihanımızdı. Okulum bitinceye kadar şu iş, bu iş demeden öğrencilikten arta kalan zamanlarda bulabildiğim en iyi işim vasıfsız bir işçi olarak inşaatlarda çalışmak oldu. Kendi kendimize yettik. Zira ayağımızı yorganımıza göre uzattık, aza kanaat getirdik.

Ben baba, eşim de anne olma duygusunu evliliğin 9.ayında tattık. Biz onu büyütelim derken “Bu işi toptan halletseniz daha iyi olur” dercesine ilk çocuğun ardından ikizlerimiz oldu iki buçuk yıl içerisinde. “Nasıl bakacaksınız” diyenlere aldırış etmeden büyüdüler. Bugün en büyüğü 29, ardından gelen ortancalar 27 yaşında. Ortanca diyorum, ikiz ağabeylerinden 12 yıl sonra kambersiz düğün olmaz diyerek evin en küçüğü de geldi. O da büyüdü, boylandı, hepsini bastırdı. Lise 3’de okuyor şimdi.

Büyüdüler ama anneleri de onlarla beraber büyüdü. Özellikle ilkin bakıma muhtaç olduğu bir durumda ardından gelen ikizlerle beraber üçüz büyüttük dense yeridir. Bunu annelerine sormak lazım. Şimdiki gibi hazır bez ya yok, ya da çok lüks idi. Varsa da biz bilmiyorduk. Zira evimize girmedi. Anneleri üçüne birden bez hazır etmek ve bağlamak için durmadan bez yıkadı durdu banyoda her gün. Yemek yeme zamanları gelinceye kadar en büyük gıdaları sütle veya suyla karıştırılarak yapılmış pirinç unu idi. İlk üç Amerikan bezi ve pirinç unu ile büyürken küçükleri bunlardan mahrum kaldı. O hazır bez gördü ve mama ile beslendi. Anlayacağınız sona kalan dona kalmadı. Hazıra kondu, hazır büyüdü. İlk üçe kıyafet alırken birkaç sene giysinler diye bol ve uzunca aldık. Dediğimiz gibi kıyafet ihtiyacı olmadan yıllarca giydiler. Ama sonuncu ağabeylerinin hıncını aldı benden. Masrafsa masraf! Çünkü son tekne kazıntısı tam vücuduna göre aldı hep. Giydiği mevsimlik oldu neredeyse. Zira boylandıkça kilo aldıkça yenisini aldık. İlk üçü bez, pirinç unu ve bol elbise derken bedavaya geldi.

Birken iki, ikiyken üç, üçken beş, sonra altı kişi olmuştuk. Kalabalık bir aile idik artık! Zaman geldi kalabalık aileyi dağıtmaya başladık. Çünkü işlerini aldıktan sonra dinlerinin yarılarını tamamlamaları gerekiyordu. Önce 2014 yılında ilk göz ağrımız, 2017 yılında da ikizlerimiz evlenerek -sanki kız çıkarır gibi- evden uçup gittiler. İlkinden ilk torunumuz dünyaya geldi 2015 yılında. İlk çocuğumuz ve gelinimiz tıpkı bizim 1989’da tattığımız babalık ve annelik duygusunu tattılar. Böylece eşim babaanne, ben de dede oldum bu arada.

Bu yaştan sonra karı-koca olarak en büyük isteğimiz çocuklarımızın ve eşlerinin de babalık ve annelik duygularını tatmaları. En büyük dileğimiz onların evliliklerinin de tıpkı bizim evliliğimiz gibi uzun ömürlü, huzurlu ve mutlu, hayırlı ve bereketli olması. Mutluluk ve üzüntülerini paylaşmaları, bir yastıkta kocamaları! Asrımızın hastalığı diyebileceğimiz pamuk ipliğine bağlı evliliklere inat evliliklerini ömürleriyle taçlandırmaları. Darısı 4 numaramız tekne kazıntısına!

30.evlilik yılına mahsus ne mi yaptım? Lahmacun ile ucuzundan hallettim bu işi. 

Nice yıllara inşallah hem bana, hem de çocuklarımın anasına!

Güçlü Yarınlar İçin 2023 Eğitim Vizyonu ***


---Eğitim ve öğretimle ilgili 3 yıllık yol haritası diyebileceğimiz 2023 eğitim vizyonu nihayet açıklandı.
---Başlığı bile çarpıcı: “Güçlü Yarınlar İçin 2023 Eğitim Vizyonu.”
---Açıklanan bu vizyon hakkında ne dersin?
---Öncelikle şunu söyleyebilirim. Sayın Bakan geldiği andan itibaren önümüzdeki üç yılın bir yol haritasını belirlemek için kamuoyundan biraz süre istemişti. Bu zaman zarfında “Bir milyon öğretmen, bir milyon fikir” başlığı adı altında öğretmen camiasından eğitim ve öğretimin problemleri ve çözüm önerileri ile ilgili fikirlerini aldı. Sadece öğretmenlerle yetinmedi; tüm kamuoyundan görüş istedi. Eğitimin iç ve dış paydaşlarını bu sürece dahil etmesi güzel her şeyden önce.
--- Açıklamanın ardından gelen yorumlar “Hep -cek, -cak ile dolu” şeklinde.
---“cek, cak” ile alıp veremediğimiz nedir? Önümüzdeki üç yılı kapsayan bir yol haritası açıklanan. Elbette -cek, -cak olacak. Başka türlü nasıl açıklanır? Adı üzerinde bir plan ve program ortaya konmuş. Merak ediyorum mişli zaman kipi olan -miş mi diyecekti? Burada kısa bir zaman zarfı içerisinde bir emek sarf edilmiş. İlgili-ilgisiz herkesten alınan görüşler okunduktan sonra 140 sayfalık bir vizyon belgesi hazırlanmış ve bir irade ortaya konmuştur. Her şeyden önce verilen emeğe saygı gösterilmesi gerekir.
---İçerik hakkında görüşün nedir?
---İçerik hakkında konuşabilmek için 140 sayfayı bir iyi okumak lazım. Yalnız ilk etapta açıklanan bu eğitim vizyonunu –beklentilerin altında olsa da- genel hatlarıyla olumlu buluyorum. “Müfredatın yeniden düzenlenmesi, zorunlu ders saati ve çeşitlerinin azaltılması… Sözleşmeli öğretmenlerin görev süresinin 3+1 yıla indirilmesi, okul yöneticilerinin; yetki ve sorumluluklarının artırılması, özlük haklarının iyileştirilmesi, yönetici atamada ehliyet ve liyakatın esas alınacak olması… Okullara bütçe verilecek olması… İlkokullarda not yerine beceri temelli değerlendirme yapılacak olması, liselerde ders saatlerinin yarıya yakın azalacak olması, alan seçiminin 9.sınıftan itibaren başlatılması, mesleki eğitime önem atfedilmesi, farklı meslek liselerinin açılacak olması” gibi maddeler kulağa hoş geliyor.
---Peki başarılı olabilecek mi? Ortaya konan plan ve program üç yıl içerisinde sonuç verir mi?
---Eğitim ve öğretim uzun soluklu bir maratondur. Bugünden yarına bir sonuç vermesi mümkün değil. Burada takdir edilmesi gereken ortaya konan iradedir. Ben bu iradede bir iyi niyet görüyorum. Halihazırda birçok şey genel hatlarıyla soyut şekilde ifade edilmiş. Altı dolduruldukça ve uygulandıkça eğitim vizyonunun başarılı olup olmadığı görülecektir.
---Siyasi irade Bakan’ın ardında duracak mı?
---Bakan, hazırlamış olduğu eğitim vizyonunu sunarken siyasi iradenin orada olması, birlikte açıklama yapmaları desteğin olduğunu gösteriyor. Hem de devlet desteği!
---Okullara nasıl bütçe ayrılacak? Ülkenin mali durumu belli!
---Hazine Bakanı “Mesele eğitimse biz her türlü kaynağı buluruz. Hiç merak etmeyin” demiş.
---Bakan’ı nasıl buldun? Sence başarılı mı?
---Ne yapacaksın, Bakan’ı iyi bulmadım desem beni Bakan mı yapacaksın?
---Yok öylesine sordum.
---Sayın Bakan konuşmasına başlarken “Bana çantadan tavşan çıkaracakmış gibi bakmazsanız sevinirim…bu işi birlikte başaracağız” dedi. Şu cümlesi bile Bakan’ın neyi hedeflediğini gösteriyor: “Bizim bir gayemiz, amacımız var ve bu amacımız göz aydınlığımız olan çocuklarımızı geleceğin dünyasına hazırlamak, mana ve maddeyi kuşatan çift kanatlı bir perspektiften hareket etmek, bizden ama bizden farklı olan çocuklar yetiştirmek. Burası da önemli çünkü bizim gibi olduklarında zaten gelecek tasavvurlarını da kısıtlamış oluyoruz.” Açıkçası Bakan ne yapmak istediğini biliyor, ev ödevine iyi hazırlanmış. İyi bir liderlik özelliği sergiliyor. Bilgi ve donanımıyla birlikte samimiyet ve tevazuunu da ortaya koyuyor. Tüm bu hazırlık ve iyi niyetlerin boşa gitmemesi için eğitimin iç ve dış paydaşlarının aynı iyi niyeti taşımaları, sorumluluklarını üstlenmeleri ve verilen/verilecek ev ödevlerine iyi hazırlanmaları gerekiyor. Yoksa plan ve hedeflenen amaçlar kadük kalır, ölü doğar.
---Ne diyelim, hayırlı olsun 2023 Eğitim Vizyonumuz!

*** 25/10/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

21 Ekim 2018 Pazar

Burnumuza Gelen Kokuları ancak Kral Giderir *


Günlerdir Suud Konsolosluğunda kaybolan Suudlu Gazeteci Cemal Kaşıkçı ile yatıp kalkıyor bizim basın. TV’ler ilk haberlerini merhum gazeteci ile başlatıyor. Merhum diyorum nihayet 18 gün sonrasında Suud Hanedanı “Konsoloslukta çıkan bir arbede sonucu Kaşıkçı’nın öldüğünü” duyurdu tüm dünyaya. Daha doğrusu dünyaya lütuf bahşetti.

Suud'un bu lütuf bağışlaması dünya kamuoyunda bıyık altında gülüşmelere sebebiyet verirken Mısır, BAE, Yemen, Filistin, Cibuti, Ürdün, Bahreyn ve Arap Birliği açıklamayı yeterli görüp destek açıklaması yaptı. Bozacının şahidi şıracı misali Suud'un yanında yer aldıklarını söyleyen bu ülkeler, nasıl ikna olduklarını dünyaya bir açıklasalar çok iyi olacak. Bir açıklama yaparken adaletten ne anladıklarını da bir zahmet açıklasalar dünyayı büyük bir dertten kurtarmış olacaklar.

Son yazısında Arap ülkelerinde fikir hürriyeti yok, en özgürü Tunus diyen yazar bu topraklarda fikir hürriyetinin olmadığını bedeniyle ödedi. Bundan sonra Ortadoğu’da biri devletine rağmen bir fikir serdetmeye kalkarsa akıbetim Kaşıkçı gibi olur şeklinde düşünmesinde fayda var. Fikrini izhar edecekse kellesini koltuğuna almalı. 

Kaşıkçı muhalif olmasının, devletine rağmen olaylara eleştirel yaklaşmasının bedelini bedeniyle ödedi. Ödedi ama orta yerde ceset yok. Adam sırra kadem bastı. Olan da bizim Türk polisine ve savcımıza oldu. Günlerdir Kaşıkçı ile ilgili ne olduğu üzerine inceleme yapan; delil toplayan polis, tanıkları dinleyen savcı şimdi de cesedi arıyor. Nereye baksalar ceset yok.

Cesedin nerede olduğunu en iyi Suudî yetkililer biliyor ama açıklamıyorlar maalesef. Suudi yetkililer dünya kamuoyuna bir lütuf daha bahşetseler de polisimizi, savcımızı ve devlet yetkililerini bu dertten bir kurtarsalar. 

Suud yetkililerinin bu gizemli aymaz tavrını görünce aklıma bir hikaye geldi. Hikayeyi anlatmaya çalışacağım izninizle. Köyde oturan yeğen şehirde oturan amcasını ziyarete gelir. Yatma vakti gelir. Herkes odasına çekilir. Gece yeğenin tuvalet ihtiyacı gelir, fakat bunu söyleyemez ve kendisine tahsis edilen odanın dışına çıkamaz. Ne yapayım, ne edeyim derken yeğen güç-bela da olsa odada büyük çişini yapar. Rahatladı rahatlamaya ama orta yerde bir vukuat var. Bunu ne yapacaktı? Sonunda akıl eder, kakasını pencerede duran çiçek saksısının içine doldurur ve üzerini toprakla örter. Ertesi gün kendisi için yaptıklarından dolayı amcasına teşekkür ederek ayrılır yeğen.

Yeğen gitmiştir ama evde bir koku var. Amca evdeki kokuya bir türlü çözüm bulamaz. Evden olsa gerek deyip kaç defa oturduğu evi değiştirir. Ama nedense ev değişiklikleri evde var olan kokuyu gideremez.

Sonunda amca yeğenini aramış son çare olarak. “Yeğenim! Kaçtır ev değiştirip duruyorum ama evdeki koku bir türlü gitmedi. Gel Allah’ının aşkına şu pisliği nereye gömdün bir söyle” der. Yeğen suç aletini çiçek saksısının içine gizlediğini nihayet amcasına söyler ve amca da çiçek saksısını çöpe atarak hem kokudan hem tekrar tekrar ev taşımaktan ve sürekli kara kara düşünmekten kurtulur.

Kaşıkçı olayının üzerinden yazıyı yazdığım bugün itibariyle 20 gün geçti. Hala burnumuza pis kokular gelmeye devam ediyor. Olayın üzerindeki sır perdesi hala kalkmadı ve düğüm çözülemedi. Şükür ki 18.günde öldürüldüğünü öğrendik. Açıklamanın arkası gelmediği için biz hala saksının içine saklanan ve etrafı kokutan suç aletini arar gibi Kaşıkçı’nın naşını arıyoruz. Biz böyle aramaktansa tıpkı amcanın son çare yeğenini aradığı gibi Suud Kralı'nı veya Veliaht Prens'i arasak sanırım sorunu çözer, iyi bir oh çekeriz. Bence kesin çözüm bu! Çünkü Kral'ın tuzu kuru. Kokuyu o çekmiyor, biz çekiyoruz tıpkı yeğenin pisliğini yeğenin değil; amca ve ev halkının çektiği gibi. 

* 24/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.