2 Aralık 2015 Çarşamba
Böyle Ev Sahibi Herkes Başına...
-Hiç kirada oturdun mu?
-13 yıl.
-Kaç ev değiştirdin?
-6 defa.
-Ev sahipleri mi çıkardı?
-Hayır.
-Sebep?
- 3 il gezdim. İlk kiraladığım evleri ilk bir yılın sonunda genelde küçük geldiği için değiştirdim.
-Ev sahiplerinden çok çektin mi?
-Hayır hiç birinden çekmedim. Hepsi iyilerdi Allah razı olsun. Neden sordun?
-Genelde kiracılar ev sahiplerinden, ev sahipleri de kiracılardan şikayetçi oluyor da onun için sordum.
-Allah herkese başını sokabileceği bir ev, ev sahiplerine iyi kiracı, kiracılara da iyi ev sahibi versin. Hele Adana'da bir ev sahibim vardı. İyi demek eksik kalır. İyinin iyisi.
-Sana ne yaptı ya da yapmadı da iyi diyorsun?
-Adana'da kiralar yıllık ve peşin biliyorsun. Bana, "Benim evdeki kiracının tayini çıktı, ev boşaldı, sen otur" dedi. "Evin mevkisi, konumu itibariyle tam bana göre. Ama hocam biraz hukukumuz var. Alavere yapınca insanlar genelde bozuşuyorlar. Ben tutmayayım" dedim. "İşimizi sağlam yaparsak niye bozuşalım" dedi. "Bana kirayı aylık ver ve çıkan kiracının bedelinden öde. Bir yıl sonra da kirayı sen belirleyeceksin." Dedi. Tutmaya karar verince bir kontrat getirdi. Kuralları yazdı. Birlikte imzaladık. Ardından bir de tahliye formu çıkardı. Onu da imzaladık. Kontrat neyse de daha oturmadan tahliye kağıdını görünce biraz şaşırmıştım. Ama en doğrusu da buydu. Her ay kirayı verdiğimde de hep utana sıkıla aldı. Almamak için her yolu denedi.
-Niye ki?
-"Hocam bu ay odun-kömür ayı. Kira kalsın" derdi. Eylül ayı gelir. "Hocam bu ay okullar açılacak çocukların kitap-defterini al, dursun" derdi.
-Eee, kira vermez miydin?
-Zorla verirdim. Diğer aylar için söyleyeceği hiç bir şey bulamazsa, " hocam bu böyle olmaz, sana bir ev almak lazım" der. Utana sıkıla kirayı alırdı.
-Yav böyle ev sahibi olur mu?
-İnan böyleydi. Hatta benden aldığını eve harcamak için uğraşırdı. " Hocam, Konya'ya tayin istemeyeceksen güneş enerjisi taktırayım" derdi.
-Sen ne dedin ya?
-Ben de "Hocam ben tayinciyim. Konya'ya gidemediğim için Adana'ya geldim. Fırsatını bulduğum zaman gideceğim, enerji falan kalsın" derdim. 2,5 yıl evinde oturdum. Ama çivi bile çakmadım duvarlarına.
Konya'ya tayinim çıktı. Dostlarımdan borçlanarak bir de ev sahibi olmuştum. Son kirayı vermek için gittim yanına. Kirayı verdim, vedalaştım. Ev aldığıma da çok sevindi. Ayrıldıktan 10 dakika sonra aradı. Verdiğim kiranın üzerine bir miktar daha para koyarak "borçlarını ödemede yardımcı olsun. Çam sakızı, çoban armağanı" dedi. Olmaz dedimse de ısrarı karşısında almak zorunda kaldım. Bir kaç ay sonra da verdiği miktarı hesabına yatırdım.
-Gerçekten iyi bir ev sahibi imiş. Bir daha görüştünüz mü hiç.
-Görüştük elbet. Çocuğum Ankara'da bir okul kazandığı zaman bir yıl boyunca oğlu, burs verdi.
-Durumu iyiydi o zaman.
-Çok da iyi değildi. Tek maaşlı biri.
-Ne iş yapardı ev sahibin?
-Öğretmendi.
-Valla, helal olsun. Bu devirde böyleleri de var demek ki.
-Peki sen ona hiç iyilik yaptın mı?
-Çam sakızı çoban armağanı. Bazı iyiliklere sebep oldum.
-Allah senin ev sahibinden razı olsun. Herkesi iyilerle karşılaştırsın. İyi kiracı, iyi ev sahipleri versin.
-Amin....
Ramazan YÜCE 02/12/2015
Kamu Malı: Yetim Malı
Dışarıya çıkıp otobüs
duraklarına, elektrik trafolarına, su depolarına, okul duvar ve sıralarına bir
göz attığımız zaman karalanmadık yer göremezsiniz. Tuvaletleri saymıyorum bile.
Çoğu yazılar ise bir başka yerde konuşulurken insanın yüzünün kızaracağı cinsten.
Herhangi bir eve ve iş
yerine ziyaret için gittiğimde her yeri
pırıl pırıl görüyorum. Duvarlarda, masa ve sehpalarda herhangi bir karalama ve
çizik göremedim. Dışarıda sahipsiz
alanlardaki karalama ve kirletmeyi, zarar vermeyi insanımızın evinde de görsem
eyvallah, bu bizim kültürümüz diyeceğim. Başkasının malına, eşyasına, özellikle
devletin malı ve malzemesinin hor kullanıldığına şahit oluyorum. Bu kişilik
bozukluğunun tıpta adı var mı bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, böylesi
insanlarla aynı ülkenin havasını teneffüs etmek bile bana zül geliyor. Hepimiz şunu bilmeliyiz
ki, devlet malı, kamu malıdır. Yetim malıdır. Vatandaşa hizmet olarak yapılan
her şeyde 74 milyonun hukuku vardır. Ar damarı çatlamış bu tipler ileride
helallaşmak isterlerse 74 milyona nasıl ulaşacaklar merak ediyorum. Hoş onların
özür dileme gibi bir niyetleri de yok. Çünkü
suçlu olduklarını da kabul etmiyorlar zaten.
Birkaç yıl önce sınav
için gözde bir okulda görev aldım. Görevli olduğum sınıfa girdiğim zaman
duvarlara sınıfın öğrencileri isimlerini yazmışlar altına da bizi unutmayın
ilave etmişler.
Herhangi bir okula
gidelim, o değilden sıralara bir bakalım. Karalanmadık, yontulmadık sıra göremezsiniz. Güya eğitim
yuvası. Bunu yapanlar vatan hainliğiyle eş değer bir iş yapıyorlar. İleride
ülkeyi yakıp yıktıklarında hiç kimse nasıl oldu demesin. Kendi malına çizik
atmayan nesil, iş; okulun, devletin malı olunca horca kullanabiliyor.
Biz bırakalım öğretimi
de önce bu nesle insanlığı öğretelim. Devlet malına, başkasının malına zarar
vermemeyi öğretelim. Bu şekil yetişenler TEOG’da, YGS’de en yüksek puanı
alsalar ne olur, adam olamadıktan sonra.
Bir Çin atasözü vardır:
“Önce ahlaklı ol, daha sonra bilgili” diye. Eskiden bizde de böyleydi.
Öğretmenliğimin ilk yıllarında dersleri zayıf olan veli, toplantıya geldiği
zaman utana sıkıla, “Efendim dersi zayıf ama, gerçekten çok beyefendi çocuğunuz
var” dediğimde velinin yüzü güler. “ Hocam varsın efendi olsun, önemli olan bu”
derdi. Şimdilerde bizler, “Önce bilgi
sonra ahlak” noktasına geldik. Tüm hedefimizi çocuğumuzun bilgiyle donatılıp en
iyi yere gitmesine odaklanmak oldu.
Bence canavarlaşıyoruz,
robotlaşıyoruz. Memlekete hizmet etmek artık ilk 10 önceliğimize girmiyor.
Kur’an Cum’a süresi 5.ayette; “Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel
etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir.” der.
Bilgiyle donatılmış fakat yaşamayan İsrailoğullarını Allah, kitap yüklü merkebe
benzetir. Sakın ola ki merkebe benzetilenler İsrailoğulları diye düşünüp
üzerimize almamazlık etmeyelim. Yazı yazanlar, yontanlar ve karalayanlar 12-18
yaş arası daha çocuk diyebileceğimiz yaşta çocuklarımız. Bunlar yarın
büyüyecekler. Karalama ve yontma da tatmin etmeyecek kendilerini; araba
yakacaklar, bankamatiğe bomba koyacaklar, özel ve kamuya ait işyerlerine zarar
verecekler, çöp bidonunu yakacaklar. Çünkü doyumsuzluğun sınırı yoktur. Bunlar
macera peşindeler. Sonunda da canlı bomba, intihar komandosu olur çıkar.
Abarttığımı düşünebilirsiniz. Haklısınız hepsi böyle olmaz. Bir tanesi böyle
olsa zaten Türkiye’nin altını üstüne getirir. Aslında bu konuda sadece
çocuklarımız suçlu değil. Büyüklerin de payı var diye düşünüyorum. Örnek mi
istersiniz. Buyurun:
2009 yılında bir lisede görev
yaparken okula gelen yeni sıralarla birlikte eski sıraları da zımparalatıp
vernik yaptırdım. Hurda diyebileceğimiz sıralar yepyeni olmuştu. Derslik sistemine
geçtik. Öğrencilere “Oturduğunuz sıralarda herhangi bir karalama görmeyeceğim,
karalayan maddi bedelini ödeyecektir” dedim. Bir öğrencimiz sırasına ismini
yazmış, tespit ettik. Öğrenci yaptığını itiraf etti. Öğrenciye “50.00 TL. getir”
dedim. Bir hafta sonra öğrencinin babası geldi. “Dün okula geldim. Okul
kapalıydı. Niye yoktunuz” dedi. “Amca dün pazardı biliyorsun. Pazar günleri
okul açık olmaz” dedim. “ Çocuğumun naklini falan ilçeye alacağım” dedi. “Tamam
naklini vereceğim, sebebi nedir? Bir de çocuğunuz sıra karalamaktan okula 50
lira getirecekti. Haberin var mı?” dedim. “Var. Siz benim çocuğumu jurnalleyene
ceza vermiyorsunuz. Benim çocuğa ceza veriyorsunuz, bu yüzden çocuğumu
alacağım” dedi. Diyeceğim çocuğunun naklini aldı gitti. Olayı yorumsuz bir
şekilde insaflarınıza havale ediyorum. Şimdi burada çocuk mu suçlu, çocuğunu
koruyan baba mı? Çocuğum yanlış yapmış dese gerçekten gam yemeyecektim. Niyetim
para cezasından ziyade okul eşyasını temiz kullanma ve hor kullanmama
sorumluluğunu vermek, okul eşyasını kendi evimizin eşyası olarak kabul edilmesi
bilincini yerleştirmekti.
Milletçe kamu malını kendi
malımız gibi koruyup kollayacağımız günler inşallah yakın olur. Kim bilir? 02/12/2015
Milli Meselemiz: Eğitim
Devlet-millet, anne-babalar, eğitimciler geçmişte olmadığı
kadar öğretime önem verdiğimiz bir süreci yaşıyoruz. Bu kadar bileşenlerin
istediği verimli bir eğitim ve öğretim maalesef ortaya çıkmamaktadır.
Bir yerde başarı-başarısızlık varsa suçu tek tarafa
yıkmaktan ziyade eğitim ve öğretimin içinde ve dışında tüm paydaşların az veya
çok bir etkisi/katkısı vardır. Başarının sahibi çoktur. Fakat başarısızlığın
sahipleneni maalesef yoktur. Toplum olarak başarısızlığa kılıf bulmada, gerekçe
hazırlamada ve suçlu bulmada yine üstümüze yoktur. Bu konuda hiçbir millet
elimize su dökemez. Mazeret bulma sadece o an için egomuzu tatmin etmeye
yöneliktir. Başkasını ikna ettik derken aslında kendimizi kandırıyoruz. Yukarıdan
aşağıya bir suçlama, aşağıdan yukarıya bir suçlamadır gidiyor maalesef. Keşke
suçlamayla birlikte başarı gelseydi gam yemezdim gerçekten. Suçladığımız
insanların onurlarıyla oynarız. Onuru incinen insandan hiçbir zaman verim
beklenemez. Suçlanan insan hata üstüne hata yapmaya başlar.
Toplumda yine bir furyadır gidiyor. Herkes bulunduğu yerde
kendisini bulunmaz Hint kumaşı sanıyor. Kendisini vazgeçilmez görüyor. Hep
başka meslek erbabını kötülüyor. Konuşmaya başlarken “Ne iş yapıyor ki” diye.
Ne demek istediğimi şu diyalog daha iyi anlatır sanırım: -Ne iş yapıyorsun?
-Öğretmenim. -Siz ne iş yaparsınız. -Pazarcıyım. Hiç sevmem öğretmenleri.
-Niçin? -Bir de polisleri. -Niye ki? -Ne yapıyorlar ki?! Görüldüğü gibi bir
pazarcı “ne iş yapıyorlar” diye sevmediği iki meslek grubunu aynı anda sayıyor.
Dinime küfreden bari Müslüman olsa. (Bu arada ben pazarcıları çok severim.)
90’lı yıllarda Konya’nın bir ilçesinde Kaymakam okul
müdürlerine bir toplantıda “Bu çocukları nasıl yetiştiriyorsunuz, şöyle
kötüler, böyle kötüler, davranışları iyi değil. Ben olsam şöyle yaparım, siz
eğitimciler tam olarak görevinizi yapmıyorsunuz,”sadedinde bir konuşma yapar.
Gel zaman git zaman bir genel lisenin, İngilizce öğretmenine ihtiyacı olur. Lise
müdürü Kaymakam’a giderek “Kaymakamım! İngilizce'm iyi, ihtiyaç olursa girerim
demiştiniz. Bizim okulda İngilizce derslerine girer misiniz?" Kaymakam
kabul eder, heyecanla derse girer girmez, sınıf "Hoşgeldiniz Keltoş Amca!
"diyerek Kaymakamı karşılar. Kaymakam dersi güç bela bitirir. Okul
müdürünün odasına gelerek “Bu çocuklar ne biçim çocuklar böyle yahu ” diye dert
yanar.
3 ay önce Bera Otelinde katıldığım bir istişare
toplantısında yetkili ağızdan biri “öğretmen kalitesini nasıl artırabiliriz”
diye bir soru sordu. Söz alarak kendisine şu cevabı verdim: ”Öğretmenler
kaliteli olmaya kaliteli. İş kalitenin ortaya çıkmasını
sağlamadadır. Bunun çözümü de eğitim ve öğretimde tam gün
eğitim yasasını getirmektedir. Öğretmenler halen
doktorların “tam gün yasası “ çıkmadan önceki pozisyonunu
yaşıyorlar. Tam gün yasası çıkmadan önce özellikle Devlet Hastanelerinden verim
alınamıyordu. Doktorların çoğunun özel muayenehaneleri vardı. Hastanelerde
yapılan muayenelere karşı hastalarımızda bir güvensizlik vardı. İlgi, alaka
yoktu. Tabir yerindeyse hepimiz hastanelerden kaçıp soluğu -parayı
bastırarak- özel muayenelerde veya özel hastanelerde alıyorduk. Ne zaman ki
“Tam Gün Yasası” çıktı. Özel muayeneler kapandı. Doktorlara 08.00—17.00
saatleri arasında hastanede bulunma zorunluluğu getirildi. Hastanelerimize
kalite geldi. Doktorlara güven geldi. Akabinde ilgi, alaka kendini
gösterdi. Hastaneler aynı hastaneler, doktorlar aynı doktorlar. Bugün kimse
özel hastane, özel muayene peşinde koşmuyor. Çünkü ihtiyaç olmaktan çıkarıldı.
Bunun için eğitimcilere de “Tam Gün Eğitim Yasası” gelmelidir.” dedim.
Öğretmenler fakültelerini bitirdikten sonra KPSS sınavına
girerek arkadaşlarını geride bırakarak yüksek puanla atanan kişilerdir.
Yetenekli olmaya yetenekliler. Bu kadar yetenekli insanın bulunduğu yerde
beklenen kalitenin ortaya çıkmamasının nedeni mutlaka araştırılmalıdır. Her
şeyden önce toplum olarak öğretmenlere bakış açımızı değiştirmemiz
gerekmektedir. İki söz vardır “ Marifet iltifata tabidir”, ”Müşterisiz met’a
zayidir” şeklinde. Şu bilinmeli ki herkes beklediğinin karşılığını alır.
Verdiğimiz değer kadar değer görürüz. KPSS sınavında atanacak kadar puan
almayan nice eğitimci geçmişte dershanelerde, özel okullarda çalışarak başarı
göstermişlerdir. KPSS’de iyi puan alıp atanan öğretmenler niçin başarı
gösteremiyor? Burada Rahmetli Recep YAZICIOĞLU’nun anlattığı bir fıkrayı
aktarmak istiyorum. Efsane Vali Konya’da özel bir holdingin gecesine konuşmacı
olarak çağrılmıştı. Sunucu Ümit AKTAN, ”Değerli devlet adamı ve siyasetçi olan
Recep YAZICIOĞLU’nu konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum” diye
kürsüye çağırdı.. Vali kürsüye gelerek mikrofonu eline aldı. ”Öncelikle ben
siyasetçi değilim. Devlet adamıyım. Devlet adamını da ben size bir fıkra ile anlatayım:
Günde 40 Kg süt veren bir ineğe devlet, ’ biz seni devlet üretim çiftliğine
alalım. İyi süt veriyorsun’ demiş. Devlet üretim çiftliğine geçen inek günde 4
Kg süt vermeye başlamış. Yetkililer, ’İnek ne oldu sana. 40 kilo sütten 4
kiloya düştün’ deyince inek, ’Ben kadrolu oldum artık’ demiş. Bu anekdotu
anlatınca sakın ola ki kastım sadece öğretmenler değildir. İş garantisi olan,
devlete sırtını dayadığı zaman işini yapsa da yapmasa da kadrolu olmaya devam
eden tüm kamuda çalışanlar akla gelir. İşini yapan tüm devlet görevlilerini
tenzih ederim. İstisnalar kaideyi bozmaz. Sepetteki çürükler iyilere sirayet
edip diğer sağlamları da hastalandırıyorsa devlette çalışan çürüklerdeki iş
garantisi olduğu müddetçe çürüklük diğerlerine de geçecektir. Ahiretin olacağına
inanan insanlar olarak biz ne yaparsak yapalım Allah Teala bize Cennet
garantisi verse hangimiz işimizi düzgün yaparız?
Veliler açısından olaya bakarsak hangimiz okullardan
bir verim bekliyoruz. Çocuğumuzda hafif bir ışık görmüşsek son sınıfta paraya
kıyıp özel okulların, temel liselerin yolunu tutmuyor muyuz?
Öğrenciler açısından olaya bakarsak, hangimiz
okullarda ders yapılmasını istiyoruz? Bir çok öğrenci tarafından en iyi
öğretmen dersini ders dışı işlerle geçiren, fazla sıkmayan öğretmen değil
midir? Öğretmen bir derste askerlik anılarını anlatsa, ders boyunca maç kritiği
yapsa, ders boyunca espri yapsa kaç öğrenci “hocam derse ne zaman geçeceğiz”
der. Ama aynı öğrenci dershane, etüt merkezi, kurs vb yerlerde aynı tip öğretmenle
karşılaşsa “hocam niye ders işlemiyoruz, biz boşu boşuna niye para veriyoruz”
demez mi? Milli Eğitimde çalışan bir çok öğretmen bir çok öğrencisinden
“hocam yav, ders işlemesek” dediğini duymuştur. Mevzuatta, ders
saatlerinde ,programda sık sık değişikliklerin yapılması da ayrı bir sorun
olarak düşünülebilir.
Verilen örneklerden anlaşılacağı gibi velisinden,
öğrencisine, öğretmeninden idarecisine, milli eğitimden iç ve dış paydaşlara
varıncaya kadar başarısızlıkta az veya çok payımız vardır. Amacım kimseyi
suçlamak değildir. Örnek verirken de tüm öğretmenleri, tüm veli ve öğrencileri
suçlama gibi niyetim asla yoktur. Ben bir durum tespiti yapmaya çalışıyorum.
Peki ne yapılmalı?
1.Milli Eğitim Bakanlığı açısından:
a-Haftalık ders
saatleri 25 saat olarak belirlenmelidir. Bazı dersler dönemlik olmalıdır.
b-Ders çeşitleri
azaltılmalıdır. Aynı branşın okutacağı dersler tek ders çatısı altında
birleştirilmelidir. Çatı dersin içerisinde farklı ders ayrı bir ünite olarak
yer almalıdır. (Örnek: Din Kültürü,Temel Dini Bilgiler ve Hz Muhammed’in Hayatı
isimli dersler Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin içerisinde ünite olarak
verilebilir.)
c-Kazanım sayısı
basitten zora, azdan çoğa doğru orantılı olmalıdır. Konular azaltılmalıdır.
d-Öğretmenin toplum
gözünde itibarını sarsacak söylemlerden yetkililer sakındırılmalı.
e-Fiziki şartlar
başta olmak üzere eğitim ve öğretim materyali imkanının olabileceği şekilde
kampus okullar açılmalıdır.
f-Ders
kitaplarını sahasında uzmanlaşmış, sahada çalışmış öğretmenler
hazırlamalı, ya da bunlardan görüş alınmalı. Öğretmen kendi kitabını,
materyalini zümre kararıyla kendisi seçebilmelidir. Ders kitapları maliyetine
öğrenciye ücretiyle verilmelidir. Fakir, ihtiyaç sahibi öğrencilerin eğitim ve
öğretim malzeme, materyal, giyim, kuşam ve ders kitabı devlet tarafından
karşılanmalıdır.
g-Her okulun mutlaka
bir bütçesi olmalıdır. Hazırlanan bütçe Ağustos 15’den itibaren okulların
hesabına düşmelidir.
h-Öğretim
programları hazırlanırken rehber öğretmen, psikolog, sosyolog ve sahada çalışan
öğretmenlerden mutlaka görüş ve dönüt alınmalıdır.
2.Öğretmen Açısından:
a- Tam gün eğitim yasası getirilmelidir. Yöneticiler
08.00-17.00, öğretmenler 08.30-16.30 saatleri arasında okulda görevinin başında
olmalıdır.
b.Ek ders karşılığı derse girme kaldırılmalıdır.
c-Taban maaş belirlenmeli. Objektif kriterlerle ölçülebilir
bir performans sistemiyle öğretmenin başarı durumuna göre maaşında artış
yapılmalıdır.
d-İlk atamanın dışındaki her türlü nakiller başarı durumuna
göre verilecek puanla olmalıdır.
e-İlk atamanın dışındaki her türlü nakil vb atamalar haziran
ayında bir defa yapılmalıdır. Öğretmen görev yerine en geç temmuz 15’de
başlamalıdır.
f-İlk atamalar ise Temmuz ayının son iş günü itibariyle
yapılmalıdır. Ataması yapılan öğretmen ağustos 15’de görevine başlamalıdır.
g-Eş durumu, sağlık vb özürler dikkate alınarak yapılan
atamalar sonucunda bir yerde göreve başlayan öğretmen 4 yıl aynı okulda görev
yapmalıdır.
h-İstenen başarı durumunu yakalayamayan öğretmen ilk yılın
sonunda bir başka okula görev yeri değiştirilmeli. İkinci yerinde de başarı
kriterini yakalayamayan öğretmen hizmet içi eğitime alınmalı. Tekrar başarı
gelmediği takdirde bir alt birimde görev verilmelidir. (İstenen başarı
gelmediği takdirde maaşında artış yapılmayabilir.)
I-Öğretmenin yaz tatili 1,5 ay ile sınırlandırılmalı. 1 temmuz
ile 15 ağustos arası olmalıdır.
i-Ağustos’un 15’inde görev yerinde olan öğretmen bir
hafta önceki yılı değerlendirmeli. 2.haftada ise yeni öğretim yılının
planlamasını yapmalıdır. Zümre, yıllık plan vb planlar bu hafta içerisinde
hazırlanmalıdır. Ağustos 15’de öğretmenin gireceği ders yükü ve sınıflar belli
olmalıdır.
j-Öğretmenin ölümcül hastalık dışında yapacağı
devamsızlıktan dolayı maaşından her gün için 1/30 kesinti yapılmalıdır.
k-Devletin her sınıf seviyesinde belirlediği kazanımlara
göre öğretmen ders materyalini kendisi seçmelidir.
l-Öğretmenin yapacağı planlama merkezi sistemin yapacağı
sınava kadar olmalıdır. Sınav bitiminden diğer sınava kadar yeni planlama
yapmalıdır.
m-Okul dersi dışında öğretmenin bir başka işle uğraşmasının
önüne geçilmelidir. Öğretmen hafta sonu, hafta içi ders bitimi ders vermesi,
dershane, etüt merkezlerinde çalışması, özel ders vermesi caydırıcı
yaptırımlarla çözülmelidir.
n-Her bir öğretmenin okulda zümre yapabileceği, öğrencisine
rehberlik yapabileceği ayrı bir odası olmalıdır.
o-Teori olarak verilen dersin mutlaka pratiğinin uygun
ortamlarda yapılabilmesi için imkanların ortaya çıkarılması sağlanmalıdır.
ö-Öğretmenlik hedefinden uzak, heyecanı kalmamış
öğretmenler eğitim dışında değerlendirilmelidir.
p-Öğretmen sınav yapmamalıdır. Merkezi sistem sınav
sonuçlarına göre öğretmen değerlendirilmeye tabi tutulmalıdır.
3.Öğrenci açısından:
a- İlkokul kısmında
oyun ağırlıklı bir öğretim programı uygulanmalıdır.
b-4 yıl boyunca
okuma, yazma ve basit Matematik işlemi öğretilmelidir.
c-Davranışa önem
verilmelidir. Öğrenciye 4 yıl boyunca temizlik, giyim, kuşam, oturma, oynama,
oyun kurma, liderlik özelliği, becerileri vb. yanında doğruluk, dürüstlük,
paylaşma, birlikte oynama ve yaşama, yerlere kağıt atmama, devlet malına zarar
vermeme vb özellikleri kazandırma esas olmalıdır.
d-Öğrencileri daha
ilk yılda ödev vererek başka sınıflarla yarıştırarak okumaya geçirmeye çalışan
öğretmenler için mutlaka tedbir alınmalıdır.
e-Kayıt alanına göre
bir ortaokula kayıt olan 5.sınıf öğrencileri haziran ayının son haftası
seviye belirleme sınavına alınarak her okulun her şubenin dersler bazında
puan/net ortalaması,taban puanı belirlenmeli. O sınıfın dersine giren
öğretmen sınıfın seviye ve hazır bulunuşluk durumuna göre hazırladığı
yıllık/dönemlik plana göre çalışma planı yapmalı. Sene başında yapılan seviye
belirleme sınavı temel olmak üzere eğitim ve öğretimin içerisinde öğrenci
6 dersten merkezi sınava alınmalı. (kasım-ocak, nisan,-haziran ayları olmak
üzere yılda 4 defa merkezi sınav yapılır. Yıl sonunda seviye tespit sınavına
göre başarı çıtasını yükselten branş öğretmeninin maaşı yükseltilmelidir.
Seviyesi aynı kalan dersin öğretmenine o okulda bir öğretim yılı daha şans
verilmeli, maaşı aynı kalmalı, seviyeyi koruyamayan öğretmenin görev yeri bir
başka okula değiştirilmeli. Sene başında 1, sene içerisinde her dönemde 2’şer
defa olmak üzere yılda 4 defa yapılan sınav öğrencinin 4 yılının aritmetik
ortalaması olmalı. Bu puan öğrencinin lise’ye yerleşmesi için temel alınmalı.
Puan ortalamasına göre bir liseye kayıt yaptıran öğrenci sene başında yapılacak
olan seviye belirleme sınavı ile okulun/sınıfın puan/net durumu tıpkı
ortaokuldaki gibi yapılmalı. Merkezi olarak yapılan sınavların aritmetik
ortalaması ile öğrencinin üniversite tercihi yapabilmesine imkan verilmeli.
f-Teog sınavında
sorumlu tutulan 6, YGS ve LYS’de sorumlu tutulan derslerin sınavları merkezi
olarak yapılırken diğer geriye kalan dersler puanla değerlendirilmeyip
başarılı/başarısız kriteri getirilmelidir.
g-25 saati
geçmeyecek şekilde hazırlanan haftalık ders programı günlük sabahleyin 5 saat
işlenecek şekilde öğrenci 09.00-13.00 arası ders işlemeli. Diğer dersler
öğleden sonra 14.00-16.00 saatleri arasında olmalıdır. Öğleden sonraki zaman
diliminde öğrenciye ilave ders, etüt, etkinlik, ödev yapma/yaptırmanın yanında
Resim, Müzik, Beden Eğitimi, Teknoloji Tasarım, Kur’an-ı Kerim vb dersler
işlenmelidir.
h-Ortaokuldan
itibaren eğitimin her kademesinde kalma/eleme usulü mutlaka getirilmelidir.
Kalan öğrencinin devlete maliyeti gibi rakamlar öne çıkarılmamalıdır. Kalan
öğrenciyi cezalandırmadan ziyade geçen iyi öğrencileri kurtarmak gerekmektedir.
I- Ortaokulu bitiren öğrencilerden 5-8.sınıf ortalaması 50
puanın altında kalan öğrencilerin açık lisede okuma dışında bir
seçeneğinin olmaması.
i-Örgün eğitimde başarı kriterini yakalayamayan öğrencinin
açık liseye kaydırılması.
j- Belirli bir sınıf okunduktan sonra hedefi olmayan
öğrencilerin öğrenim hayatına örgün eğitimin dışında açık lise, çıraklık eğitim
vb. yerlerde devamının sağlanması.
k-Okul dersinin
dışında öğrencinin dershane, etüt, özel ders, takviye kurs vb yerlerde ilave
ders almasının önüne geçilmesi.
4.Veli açısından:
a-Veliler “Benim
çocuğum aslında çok zeki, ama çalışmıyor”, “Okul iyi değil”, öğretmende iş yok”
övünme/yerinmesinden vazgeçmelidir.
b-Her veli çocuğunun
kabiliyet ve yeteneğini öğrenmekle işe başlamalıdır.
c-Okul/öğretmene
güven duymalıdır.
d-Çocuğunun takibini
yapmalıdır.
e- Çocuğuna karşı
okul ve öğretmenin disiplinsizlik/ödev yapmama/dersin ahengini bozma konusunda
okul paydaşlarıyla koordineli çalışmalı. Tedbir amaçlı yaptırımlarda veli
okul/öğretmene destek vermeli.
g-Davet edildiği
zaman okula gelmeyen, toplantılara katılmayan velilere karşı maddi açıdan
cezayı müeyyide uygulanmalı.
h-Okul ve öğretmenin
her istediği konuda okul idaresine destek olan ve çocuğuna sahip çıkan
veli okula ve öğretmene hesap sorabilmeli.
Görüldüğü gibi MEB
açısından, öğretmen açısından, Öğrenci ve veli açısından yapılması gerekenlerin
bir kısmını yukarıda sıraladık. Getirilen önerilerde aksayan yönler olabileceği
gibi pedagojik olmayan öneriler de olabilir. Tartışmaya açık önerilerdir.
Bu önerilerden daha farklı, güzel, orijinal öneriler de olabilir. Hepimizin
ortak görüşü eğitimde sıkıntıların olduğudur. Amacımız kimseyi ya da belirli
bir kesimi suçlamak değildir. İşin garibi Milli Eğitim’inden, okulundan,
velisinden, öğretmenine ve öğrencisine kadar herkes eğitim konusunda samimi
çaba içerisindedirler. Fakat bunca iyi niyetten iyi bir eğitim çıkmamaktadır.
Tüm okulun iç ve dış
paydaşları olarak birbirimizi suçlamadan taşın altına elimizi koymalıyız.
Hep beraber özgür akıl sahibi, öz güven sahibi, gelecekten umudunu kesmemiş
nesiller yetiştirmek ortak çabamız olmalıdır. 03/11/2015
Bu Dünyanın Ötesi de Var
Rabbim! Suçlu-suçsuz demeden terör yoluyla masum insanların canına kıyan insanlıktan hiç nasibini almamış kan içici vampir kulların bu ülke insanının yüzünü hiç güldürmedi.Hep bizi ağlattı.Gün geçmiyor ki cenazemiz olmasın.Bunlar ne dünya da ne de ukbâ da huzur bulmasın.Bu insan azmanları bir gün huzuruna çıkacak.Onlara hiç merhamet etme.Hiç bir insana göstermeyeceğin eza ve cefanı bunlardan esirgeme.Ateşin her türlüsünü tatsınlar.Ayrıca ahiret insanının gelip geçeceği yerde bu mahlukları bulundur.Gelen geçen yüzlerine tükürsün.
Bu millete de birlik,dirlik ve huzur ver.
Karanlık gecelerin nurlu sabahını gönder...Amin
Karanlık gecelerin nurlu sabahını gönder...Amin
Ortadoğu'da Fillerin Tepişmesi
(Satranç oyunu)
Satrancı iyi bilen bir taraftan oyun kurarken diğer taraftan da rakibinin oyunlarına karşı tedbir alır. Anlık plan yapmaz. Daima bir kaç hamle sonrasını planlar. Eğer bir kaç hamle sonrasının planını yapmaz ve rakibin hamlesine göre hamlelerini revize etmezse oyunu sürdürmesi ve oyunda kalması söz konusu olamaz. Sonunda hezimete uğrar ve mat olur. Hamle yapan gerisini muhkem etmezse çabuk dağılır, ne olduğunu, nasıl olduğunu bilemez.
Dış politika ve diplomasi de tıpkı satranç gibidir. Siyaset yapanlar, dış politikada söz sahibi olmak isteyenler ilmî siyasetin yanında mutlaka iyi bir satranç öğrenmelidir. Ayrıca konuşmasında hep diplomatik bir dil kullanmalıdır. İçimizden geldiği gibi konuşmamaktır. Amaca ve hedefe ulaşmak için gücü elde etmeden erken ötmemektir. Dişini göstermemektir. Köre kör dememektir. Sonuca giderken de rakiplerinin planından haberdar olmaktır.Satrançta yapacağın hamleyi rakibin hissettiği anda B planına, hatta C, D planlarına geçebilmektir. Yoksa haklı olduğun yolda hezimet kaçınılmaz olur. Fillerin ve atların tepişmesinde ise olan piyonlara olur maalesef. 12/10/2015
Tarih Tekerrürden İbarettir
II.Abdülhamid hükümdarlığı döneminde her kesim tarafından eleştirildi, suçlandı. Hürriyeti yok etmek ve istibdad ( baskı ) ile ülkeyi idare etmekle itham edilen II.Abdülhamid bütün kötülüklerin sorumlusu ilan edildi. Bunun da bir neticesi olarak birbirinden farklı kesimler ( Batıcı, Türkçü, İslamcı,Sosyalist,Müslim, gayrimüslim ) zaman içerisinde II.Abdülhamid’e ve onun yönetimine karşı birleştiler. Yurt dışına kaçan meşrutiyet yanlısı aydınlar Abdülhamid rejimine yönelik muhalefetlerini dışarıdan sürdürdüler.
II.Abdulhamit'e karşı çıkan,istibdatçı diyen,memnuniyetsiz ne kadar aydın varsa ha'l edildikten kısa bir zaman sonra ülkenin içine düştüğü durumu görünce pişmanlıklarını dile getirmişlerdir.
Hayatlarını Abdülhamit düşmanlığı üzerine idame ettirenler hep birlikte onu indirerek ülkeyi yok ettiler.Ama son pişmanlık fayda vermedi maalesef.
Tarih yine mi tekerrür ediyor ne?
13/10/2015
13/10/2015
BİR KORE GAZİSİ
Otobüse bindim.Şoför mahallinin sağ en önünde bir kişilik boş yerin dışında boş yer yoktu.Arka tarafa ilerlemiş ayakta duran insanlar vardı.Bu koltuğa niye oturulmadı derken baktım ki,bizim gazi var diğer koltukta.Yüzü ise her zamanki gibi tebessümden uzak bir haldeydi. Anlaşılan kimse cesaret edip oturamamıştı yanına.Çünkü bizim gazi,ön koltuklara oturan kimseleri binince “kalk burası gazilerin yeri” diyerek kaldırırdı.Bana işaret ederek yanına oturmamı söyledi.Korkarak gittim yanına.
-Önüne gelen oturuyor ön koltuğa, kaldırıyorum ben de.Ben gaziyim.
-Ne gazisi?
-Kore
-Yaran varmıydı?
-İki yerden:Boynumdan ve kolumdan...Takım komutanıydım ben.
-Kaç tane gazi var Konya’da?
-25 tane, bir kısmı köylerde
-Tevellüt kaç?
-1340’lıyım.
-Dinç görünüyorsun maşaallah.Maaşın nasıl?
-Söylemeyeyim,nazar değersin.Şaşırırsın. İyi para alıyorum.Ama yine de söyleyeyim.4200 TL..Fakat şanssız birisiyim.
-Niye ki?
-Benimle beraber olanların ya hanımları öldü,ya da boşandılar ben hala tek hanımla yaşıyorum.
-Bunun neresi şanssızlık.Eşin hala yaşıyorsa ve boşanmamışsan daha iyi değil mi?Eşinizin sağlığı nasıl?
-O da 85 yaşında iyi olsa ne olacak,ben de 92 yaşındayım,heriflik kalmadı artık.
-Allah gecinden versin,huzur versin.
-Sen ne iş yapıyorsun?
-Öğretmenim.
-Ne öğretmeni?
-Din Kültürü
- Paşa’ya “dinsiz” derler.Bir gün yanımızdakine “paşa nerede “dedim.”Namaz kılıyor “ dediler.”Namaz kılar mı” dedim.”Hiç namazını geçirmez.Savaşta bile ima yoluyla namazını kılar sen ne diyorsun” dediler.
-Paşa kim?
-İsmet İnönü
-Savaşta Korelilere baktım,hepsi okur yazar,biz de ise okur yazar o kadar değil.Adamlar ilerledi gitti.Kız çocuğun varsa mutlaka okut.Ben ineceğim yere geldim,burada iniyorum.Sana iyi akşamlar.
Amca ile hasbihalim sona erdi.Amca göründüğü kadar da sert yapılı değilmiş.Hayatta hiç bir şey yaralanmanın ölmenin bedeli ve karşılığı olamaz.1950-1953 yılında yapılmış bir savaşta gazi olanlara 62 yıl geçmiş olmasına rağmen devlet bugün itibariyle 4200 TL para veriyor.Hayret ki hayret...Maaşını beğenen ender kişilerden birisini görmüştüm.Sosyal devlet bu olsa gerek.Darısı sosyal devletin tam ulaşmadığı alanlara olsun,devletimize de zeval vermesin. 13/10/2015
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)