30 Eylül 2025 Salı

Meğer Kaan Motoru Bizim Değilmiş!

Dış İşleri Bakanı Sayın Hakan Fidan: “İki NATO müttefiki ülke arasında, birbirlerinden alım yapmayı engelleyen yasal kısıtlamanın olması büyük bir problem. Almayı beklediğimiz F-35 ve KAAN’ın motorları ABD Kongresi’nde bekletiliyor. Motorların gelmesi lazım ki KAAN’ların üretimi başlayabilsin” açıklamasında bulundu.

Bu beyan gösteriyor ki Sayın Bakan açıklamasa, yıllardır % 100 yerli ve milli dediğimiz savaş uçağımız Kaan meğer yüzde yüz yerli ve milli değilmiş.

Meğer Kaan Motoru ABD menşe imiş.

Meğer motor da ABD’nin bize uyguladığı diğer yasaklara takılmış.

Meğer motor gelmediği için semalarda uçurduğumuz Kaan seri üretim yapamıyormuş.

Meğer çoğu teknolojide olduğu gibi her şeyimizle ABD bizim elimizi kolumuzu bağlamış.

Bu ABD kongresi denen şey neymiş ki her şey onların alacağı karara bağlı. Aceleleri de yok gördüğüm kadarıyla.

Kurtulamadık gittik şu CAATSA yasasından.

Bilmeyenler için söyleyeyim. Bu yasanın açılımı, “Amerika’nın Düşmanlarına Yaptırımlarla Karşı Koyma Yasası” imiş.

İsme bak, hizaya gel. “Düşmanlarına karşı koyma”. Düşman da biz oluyoruz.

Bu yasa da İran, Kuzey Kore, Rusya ve Türkiye’ye uygulanıyor.

Hele İran, Kuzey Kore ve Rusya’yı anladım da Türkiye’nin bu yasaklar ve yaptırımlardan nasibini alması anlaşılmaz.

Bir taraftan düşman kabul ediliyoruz, diğer taraftan dostuz. Anladım ise harap olayım.

Güya stratejik ortağız.

Güya ikimiz de NATO ülkesiyiz.

Görüşüyoruz. Güya dostuz. Öve öve bitiremiyor bizi Trump. Üst düzey bir karşılama ve ağırlama yapıyor. Biz de itibar kazandık diye ayaklarımız yere değmiyor.

Bir diğer anlamadığım, bir şeyin motoru ithal ise ne diye yerli ve milli deniyor? Tamam, motoru yapamayabiliriz. Başka ülkeden ithal edebiliriz. Biz de diğer aksamını yaparak savaş uçağı yapabiliriz. Bu durumu da halkın bilmesi gerek.

Bu arada bir uçağı uçuran, uçağın en önemli aksamı motorudur. Motor dışarıdan ise o uçağı yerli ve milli kabul etmek, böyle açıklamak, kişinin ya da devletin kendini olduğundan farklı göstermesi demektir. Bunun adına ne denir bilmiyorum ama olsa olsa eziklik psikolojisidir.

ABD bizi mücadele edilmesi gereken hasım devlet gördüğüne, geçmişten günümüze eften püften gerekçelerle bize yaptırım uygulamaktan kaçınmadığına göre başka ülke yerine, niye ABD gibi bizi hasım gören ülkeden motor alma anlaşması yapıyoruz?

Bu arada açıklamasıyla bilgi sahibi olduğumuz Hakan Fidan bence hiç konuşmasa daha iyi. Çünkü bugüne kadar pek konuşmayarak halkın nezdinde bir itibarı var. Konuşmasın ve bizi hayallerimizle baş başa bıraksın. 

Bir diğer husus, Demokles’in kılıcı gibi ABD kongresi her işimize maydanoz oluyorsa, kötü komşu mal sahibi yapar deyip kendi motorumuzu kendimizin yapma zamanı gelip geçmedi mi hâlâ? Gerçekten neyi bekliyoruz? Bildiğim kadarıyla bu ülke insanına imkan verilsin, motoru da yapar, uçağı da. Yeter ki bu tür insanlarımızı korumayı bilelim. Çoğu şüpheli ölümle kaldırılmasın.

Mal Müşteriye Satılır

Zaman zaman bazı esnaflarla alavere yaparken muhabbet ettiğim de olur. Edindiğim izlenime göre esnafların çoğu, kendini insan sarrafı olarak görüyor.

Alın size iki örnek:

Esnaf çay ocağı çalıştıran birine bir arkadaş sordu. Gelen müşterileri tanır mısın diye. “Gelenin kaç çay içeceğini gözünden, gelişinden şıp diye bilirim” dedi.

Bir başkası, “Şuna bakayım, buna bakayım. Şu kaç lira, bu kaç lira” diye soran birine yeterince ilgi göstermedi. Yerinden bile kalkmadı. İstediği şeylerin bazısını oturduğu yerden gösterdi, bazısını da eliyle uzattı. Müşteri onlara bakarken kendisi başka işlerle uğraştı. Az sonra müşteri çekip gitti. Halbuki bu esnaf çoğu müşteriye samimi ilgi gösteren biri idi. Esnafa, adamla niye ilgilenmedin? Yoksa almayacağını biliyor muydun dedim. “Aynen öyle. Dükkana adım atan birinin alıcı olup olmadığını bilirim. O yüzden alaka göstermedim” dedi.

Esnaf olmadığım için bu işin künhünü bilmiyorum. Demek ki esnaf olmak da ayrı bir sanat ve meziyet imiş.

Bu demektir ki ayağına kadar gelen yağlı müşteriyi esnaf kolay kolay bir şey almadan göndermez. Müşteriye güven verdi mi, biraz içten konuştu mu biraz ilgi ve alaka gösterdi mi, bu iş tamam. Alttan girer, üstten çıkar, gerekirse çay, kahve hatta yemek bile ikram eder. En azından teklif eder. Nasılsa az sonra satışını yapacak. İkramı da içinde bir fiyat verecek. Müşterinin bir de gözü kapalı ise bayılır böyle esnafa. Ne de olsa mal müşteriye satılır. Ne de olsa müşteri, başka yerde görmediği ilgiyi burada görüyor. Arada biraz da muhabbet olursa, müşteri pazarlık bile yapmaz. Kazara fiyatını sorsa, “ayıp oluyor ama ne fiyat sorup duruyorsun? Sen beğen yeter ki. İstersen para verme. Size öyle bir fiyat vereceğim ki hiçbir yerde bu fiyata bu malı alamazsın. Çünkü sen yabancı değilsin” türünden yağlamalar da eksik olmaz.

Adıyaman’da çalışırken böyle bir esnafla tanışmıştım. 8-10 arkadaş bir araya gelerek farklı okullarda okuyan ihtiyaç sahibi öğrencilere ayakkabı alalım istedik. Belirlenen öğrencilerin ayakkabı numaralarını da tespit ederek birkaç esnafa girip çıktık.

Çeşidi bol, diğerlerine göre daha büyük esnaf, “Hocam, sizler bizim çocuklara sahip çıkıyorsunuz. Bizimkilerin yapmadığını yapıyorsunuz. Size ben de ikram edeceğim. Uyguna vereceğim” dedi. Bu esnaftan aldık. Çocuklara ayakkabıları giydirdik.

Gel zaman git zaman ağzı laf yapan bize gaz veren bu esnafa, kendi çocuklarımız için de alışverişe gider olduk. Çocuklarla varınca, şunlara beğendikleri iyi bir ayakkabı ver diyoruz. O da ayakkabı kolay. Önce ne içeceksin. Bir şey içmeden olmaz. Hatta açsanız yemek söyleyeyim” demesi hoşumuza gidiyordu. Çünkü çoğu esnafta görmediğimiz ilgi, iltifat ve taltif bunda vardı.

O kadar dost olmuştuk ki aldığımız ayakkabıların fiyatını da sormaz olduk. Çocuk beğenirse, kaç lira günahımız derdik. Şu kadar ver, tamam derdi. Sevine sevine evin yolunu tutardık. Başka esnafa o değilden fiyat sormaya bile gereksinim duymadık.

Samimiyet o kadar arttı ki adı üzerinde dost olduk. Hatta cümle arasında bize laf sokuşturmaya bile başladı.

Zaman zaman caddede gördüğünde, “hocam, niye gelmez oldunuz. İlla bir şey alacağınız zaman mı geleceksiniz. Bakın dükkan sizin. Borcunuz artıyor” derdi.

Yine bir zaman uğradık yanına. Ne içersiniz dedi. Çay olsun dedik. Başka bir şey için dedi. Yok yok çay olsun. Seni fazla masrafa sokmayalım deyince, “Ne masrafı hocam, çay içseniz de ayran içseniz de kahve içseniz de kola iseniz de hepsi zaten sizden çıkacak. Az masraflı olursanız alaverede ona göre ekleriz, çok masraflı olursanız, onu da ona göre ayarlarız dedi. Şaka yapıyor diye gülünce, ne gülersiniz, realite bu dedi. Baktık ki hiç olmadığı kadar ciddi. Biz de kulaklarımız varan ağzımızı topladık.

Bu realite hiç hoşumuza gitmedi. Ondan sonra bir daha ne uğradık ne de alışveriş yaptık. Öyle ya realite bu olsa da esnafın kendi sırtımızdan ağalık yapmasına fırsat vermemeliydik.

O yüzden esnafın yaptığı ağalıktan hep korkmuşumdur.

Anladığım kadarıyla esnaf, müşterinin gözünden alıcı olup olmadığını anladığına göre malı müşteriye satıyor. Bir de tüccar kafası varsa, bilin ki o müşteri yanmıştır. Müşteri de yaptığı masrafı kendi cebinden ödemeyecekse, amme adına iş yapıyorsa, alan ve satandan ziyade amme düşünsün. Ya Rabbi, ne günahımız vardı diye.

29 Eylül 2025 Pazartesi

İtibara Doyduğum Kurban Bayramı

Fi tarihinde bir akrabam, "Kurbanı ne yaptın" dedi. Daha bakmadım dedim.

"Bir arkadaş var. Kendi malı. Dağda yayılmış. Bunun eti çok lezzetli olurmuş. Kişi başı 60 kilo et düşermiş. Ortak arıyor. Kendisi de ortaklar arasında olacak. Ben buraya gireceğim. Bizimle ortak olmak istersen gidip kurbanlığa bakalım" dedi. Nerede kurbanlık dedim. "Buraya 90 km uzaklıkta" dedi.

Adamı tanıyor musun? Güvenilir biri mi dedim. "Evet, arkadaşım. Güvenilir, sözünün eri" dedi.
Madem kendisi de ortak olacağına göre bir de güvenilir diyorsun. Bu durumda kurbanlığa bakmaya gerek yok. Ne de olsa arkadaşınmış. Madik atacak, yamukluk yapacak değil ya. Ne de olsa o da kurban ortağı. Tamam ben de gireyim dedim.

Doğru, yanlış bir karar vermiş, görmeden kurban ortağı olmuştum. En azından kafam rahatlamış. Nerede, kiminle keseyim ikilemi de kafamdan gitti.

Bayram günü 90 km uzağa kurban kesmeye gidecektim ama doğal beslenmiş, eti çıtır çıtır olan et yiyecektim. Üstelik o kadar da besiliymiş. Üstelik 60 kilo paylaşacağız. Bu kadar uzağa gitmeye değerdi. Çünkü etin kasaptaki kilosu o zamanlar 30 lira idi. Bu demektir ki et bize sudan ucuza gelecekti. Matematiğim pek olmadığı için böyle dedim. Hesabıma göre kilosu 15 liraya falan gelecekti. Çünkü kurbanlığı canlı kiloyla almadık. Biz buna pazarlık usulü diyelim.

Yıllardır kurban etinde pek yüzüm gülmemişti. Gün bugün. Demek ki beklemem gerekiyormuş. Kana kana nihayet talih kuşu başıma konmuştu. Çoluk çocuk bu sene bol et yiyecek. Üstelik dağda yayılmış, doğal beslenmiş bir kurbanlık. Hem de şehrin hava kirliliğinden uzak havadar bir alanda kurbanımızı kesecektik. Pişirmeden çiğ çiğ yemeyi bile düşünmüşümdür.

Gel zaman git zaman sayılı gün bitti. Kurban bayramı geldi çattı. Çoluk çocuk çıktık yola. Kesim yerine 15 km kala baba ocağında çoluk çocuğu bıraktım. Bastım arabaya. Vardım kurban keseceğim köye.

Kurban ortağım olan kurban yerini bilmiyorum. Telefona davrandım. Hay aksi. Çekmiyordu burada. Bereket fazla aramadım. Birkaç yöne saptıktan sonra kurban yerini buldum. Kurban ortaklarımızla tanıştım.

Ev sahibi ve aynı zamanda kurban ortağım olan mal sahibi ev sahibimizdi. Selam, kelam, hal hatır, hoşbeş gırla gitti. Ev sahibim azami ilgi gösterdi. İlgi o biçimdi diyeyim anlayın. Altıma sandalye çekti diyemiyorum. Çünkü köy yerinde sandalye ne arasın. Ama bilin ki hiç olmadığı kadar saygı ve itibar gördüm.

Ayakta bekleşirken bizim dağda yayılmış kurbanlık ufukta göründü. Biri çekip geliyordu. Beni ortaklığa alan yakınım, "Bak, kurbanlığa" dedi. Baktım. "Nasıl" dedi. En işte dedim ama içim cız etti. Bu kurbanlıktan dediğin et çıkmaz dedim. "Niyetini bozma" dedi. Tamam dedim ama nedense herkesin niyeti iyi. Bir niyeti kötü olan benim.

Biz kenarda seyrederken kurbanımız kesildi. Birbirimize bereketli ve hayırlı olsun dedik. Ardından ev sahibimiz, aynı zamanda malın sahibi ve kurban ortağımız, "Çocuklar kurbanı hallede dursun. Biz eve kahvaltıya geçelim" dedi. Hep birlikte eve geçtik.

Kuş sütü hariç mükellef kahvaltı sofrası bizi bekliyordu. Ne vardı ne yoktu unuttum ama petek balı vardı aklımda kalan. Petek balında ev sahibinin anlattığına göre hiç şeker yok. Tamamen doğal bal idi. Ara ara da "haydi hocam, buyurun, karnınızı doyurun" diyerek ilgi ve alakasını eksik etmedi.

Nihayet biz kahvaltımızı yaptık. Bu arada kurban işi de bitmiş. Onlar mı paylaştırdılar yoksa biz inince mi paylaştık, tam hatırlamıyorum. Bildiğim bir şey varsa 60 kilo beklediğim hissemin 30 kilo kadar çıktığı. Dağ fare doğurdu desem yeridir.

Ama şu var ki her ne kadar etimiz 60 kilo çıkmasa da bir 60 vardı orta yerde. Kasapta 30 lira olan eti 60 liraya yediğimiz. Adeta rakamlar yer değiştirdi anlayacağınız. 90+90 km yol tepmek, yakıt yakmak da cabası oldu.

Hasılı bir kurban hikayem daha hayal kırıklığıyla son buldu. Halbuki ne ummuş ne bulmuştum. Bana ne vaat etmişlerdi ne çıktı. Ama bir gerçek var ki kurban ortağım kendi hissesini bedavaya getirdiği gibi bize de bu kurbanlığı satarak fahiş bir kâr elde etmişti. Hep kaybeden biz olurken sadece kazanan o oldu. Ama hakkını yemeyeyim, ev sahipliği, ilgisi, itibarı, kahvaltıda ağzımıza bir parmak bal çalması da diğer akılda kalan oldu. Belki umduğum olmadı. Kazanç elde edeceğim derken bir kez daha kaybeden oldum ama çoğu kimseden görmediğim itibarı kurban ortağım ev sahibi fazlasıyla gösterdi. Öyle ya para dediğimiz nedir ki. İnsan itibarı için yaşar. Bak bugün bile aradan yıllar geçmesine rağmen yediğim kazığı unutmadığım gibi bana verdiği itibarı ve taktiri de unutmadım. İnsan itibarı için yaşar değil mi?

Sonra mı? Bu kurban sahibi, kurban ortağım ve de bize ev sahipliği yapan kişiyle o gündür bugündür, kaç kurban geçti. Ne o beni aradı ne ben onu. Niye arasındı ki? Bize malını pazarlayarak köşeyi dönmüştü. İtibar da o zaman dilimiyle sınırlı idi. Bizimle işi bitmişti cambazın. Malını bize bir güzel pazarladı. Biz de bir güzel havada kaptık. Kendisini ben de aramadım bir daha. Niye arayayım ki. O kurbanda beni kurban ettiğin yetmez, gel bir de beni kurban et diyemezdim. Gerçi ben bir sefayla kurtuldum. O ise o cambazlığıyla kendisine başka yeni ortaklar bulmuştur. Belli ki kafası tüccar kafası.

Pişman mıyım? Ne alaka. Gülüşü, ilgisi, taltifi, bakışı, ağırlayışı yeter. Kanamaya gelince, para zaten benim değildi. Devlet bana vermişti. Ben de ona vermiş oldum. İtibara doyduğum da bana kâr kaldı.