17 Aralık 2017 Pazar

17-25 veya Bozacı-Şıracı Davası

Nasıl bir ülkede, kimlerle yaşadığıma hayret ediyorum bazen. Ne kadar haini bol bir ülkeymişiz. Yedirip içirmişiz, devlette görev vermişiz. Karşılığında bize hizmet yerine başkasına hizmeti vazife edinmişler.

Toprağımızdan mıdır, suyundan mıdır, bizim yetiştirmemizden midir bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var. İnsan sarrafı değiliz. Çok safız. Kimdir, necidir demeden gelenle-gidenle iş tutmuşuz. Normal devlet görevlisi değil üstelik bunlar. Kimi polis, kimi asker, kimi savcı, kimi hakim.

Yolgeçen hanı bu ülke. Devletin kılcal damarlarına kadar girmelerine izin vermişiz. Mahrem kalması gereken bilgileri onlar eliyle saklamışız. Onlarla operasyon yapmışız. Devleti bunlara teslim etmişiz.

Devlet adına iş tutan bu hainler, ne zamanki gerçek yüzleri ortaya çıkınca bir yolunu bulup soluğu dışarıda aldılar. Daha önce bizden görünüp bizim adımıza iş yaptığını sandıklarımız; şimdi ABD’nin, Batı’nın kucağına oturmuş, bizim aleyhimize tanıklık yapıyor.

Son güncel olay ABD’de görülmekte olan sözde yargılamada kendini gösterdi. İş adamı kılığındaki Zarrap, sanık kürsüsünden tanık kürsüsüne terfi etti. Kime, nasıl rüşvet verdiğini, nasıl iş tuttuğunu anlatıyor.  Zarrap’ın verdiği uçuk-kaçık bilgiler yeterli olmamış olmalı ki ABD yargısı, şimdi de 17-25 Aralık operasyonlarında görev almış -bozacının şahidi, şıracı misali- bir polis müsveddesini tanık kürsüsüne çıkardı. 17-25 Aralık sürecinde aynı zihniyet ve meşrepteki polis-savcı ve hakimin, kendilerinin çalıp kendilerinin oynadığı senaryo belgelerini Türkiye’den kimden aldığını, nasıl kaçırdığını anlatıyor şimdi.

FBI’dan 50 bin dolar alan, oturduğu evin kirası ABD savcılığı tarafından ödenen, ayrıca kendisine aylık 900 dolar verilen Hüseyin KORKMAZ, aynı zamanda bir bylock kullanıcısı. 17-25 olayları sonrasında gözaltına alınmış, ardından tutuklanmış bu Amerikan ve para sever polis müsveddesi,  17 ay tutuklu kaldıktan sonra her ne hikmetse bizden görünen hakim ve savcılar tarafından salıverilmiş. Darbeden sonra da topladıkları herzeleri yanına alarak elini ve kolunu sallayarak bu ülkenden çıkmış ve soluğu ABD’de almış. Şimdi de bülbül gibi ötüyor. Polis emeklisi diyorum adam, komiser yardımcılığı yapmış bu ülkede.

Niyetim Zarrap ve Hüseyin KORKMAZ’dan bahsetmek değil. Zaten bunlar hakkındaki bilgiler günlük çarşaf çarşaf yayımlanıyor. Dikkat çekmek istediğim nokta, FETÖ’nün tam emrinde çalışan bu adam tutuklandıktan sonra nasıl çıkarıldı? Haydi bir yanlışlık oldu diyelim. Yurtdışına nasıl çıktı? Gerçi bu kaçış bize darbenin bir numarası görünen Adil ÖKSÜZ’ün gözaltına alınıp ardından nasıl serbest bırakıldığını, sonra nasıl sırra kadem bastığını hatırlatıyor.

Nedense bu ülke gerçekten yolgeçen hanı. Güvenliğimizden sorumlu bazı polis ve askerinin yanına besmeleyle yaklaşacaksın, kimi hakim ve savcısının yanına varırken eûzü ile varacaksın. Adamlar zinciri oluşturmuşlar. Hepsi kendilerinden. Biz de saf saf bunlar Yüce Türk adaleti-Türk Milleti adına iş yapıyorlar diye ağzı açık bakıyoruz bunlara.

Bu ülke nasıl bir ihanet şeması ile örülmüşse ne kadar tedbir alırsan al, dikiş tutmuyor gerçekten. İçinde akademisyen ve doktorların bulunduğu 32 kişi Yunan makamlarına iltica talebinde bulunmuşlar. Bu da gösteriyor ki her bir kurumumuzdan irin akıyor. Sahil güvenliğimiz de uyuyor veya uyur numarası yapıyor. Aslında uyuyan bu ülkenin saf insanı ve devlet görevlileri.

Kim kaçar bu ülkeden? Suçlular kaçar. Göz göre göre kaçıp başka bir ülkeye sığınıyor. Bir ara oluşturulan algı ile Ergenekon ve Balyoz davaları açıldığında hakkında tutuklama kararı verilen ne kadar asker varsa yurtdışında bile olsa gelip teslim oldular ve içeride 5 yıl kadar yattılar. Hiçbiri fırsat bu fırsat deyip kaçma yoluna gitmedi. Gerçekten temiz aile çocuğuymuş bunlar.

FETÖ’den aranan ne kadar savcı, hakim, asker, polis, NATO’da görevli varsa ABD ve Batı ülkelerine iltica talebinde bulundu. Şimdi var güçleriyle ekmeğini yedikleri bu ülkenin aleyhine çalışıyorlar. Tanık kürsüsüne çıkıyorlar. Yazıklar olsun! Bu hainlerin yüzüne tüküreceğim ama tükrüğüme acırım.

Yanarım da bu ülkenin durumuna yanarım. Gerçekten bu kadar haini bünyesinde barındıran hiçbir ülke belini doğrultamaz. Rabbime şükürler olsun ki, sayısız haine rağmen bu ülke hala dimdik ayakta.

Türkiye’yi yönetenlere düşen iş; kiminle iş çevirdiklerini iyi bilmeleri, bu ülkede sonradan oluşmuş hainleri bir bir temizlemeleri… alt kesimden kaçmayan FETÖ’cülerle uğraşmaktan ziyade bizi satacak, aleyhimize çalışacak üst düzey hainlerin peşine düşmesi, gırtlağına yapışması. Temizlik işine alttan değil, üstten başlamaları. Çünkü suyun başında hala onlar var. Allah bu ülkeye zeval vermesin.

Bu ülkeye dört yıl önce 17-25 kumpas davası açanlar inşallah, bu davanın altında kalırlar. Bozacı ve şıracı davası ayaklarına dolanır. Bu vesileyle bu süreçte pisliğe bulananlar için iç hukuk işletilir, kamu vicdanını rahatlatacak cezalar verilir ve hak yerini bulur. 17/12/2017 Ramazan YÜCE

Düzgün olmaya herkes kendinden başlamalı

İki  âmâ üzüm yerken biri diğerine üzümleri "çifter çifter yeme "demiş. Diğeri, "Kardeş! Sen âmâsın, nasıl gördün çifter yediğimi" deyince, diğer âmâ, "Ben de çifter yiyorum" demiş. (iyi kopye çeken kopye çekeni hemen yakalar; çalan, çalanı bilir...

Nasıl mı bilir? insan kendini tanımaz mı? (Kim bilir belki de tecrübe konuşuyordur) "Ey İman edenler! Siz kendinize bakınız.(kendinizi düzeltiniz) Şayet siz doğru yolda iseniz başkalarının sapıklığı size zarar veremez. Hepinizin dönüşü  Allah'adır. O zaman Allah size yaptıklarınızı haber verecektir.Maide 135
17.12.2014

16 Aralık 2017 Cumartesi

Çocuklarının Dümen Suyuna Giren Ebeveynler

Günümüz anne ve babaları çocuklarının köleleri, onların emir erleridir diye düşünüyorum. Çocuklarımız için yaşıyor, onları memnun ve mutlu etmek için varımızı yoğumuzu ortaya koyuyoruz. Tarihte hiçbir anne ve baba günümüzdeki gibi çocuklarının dümen suyuna bu şekilde girmemiştir. Görüşüme katılır veya katılmazsınız. Ben durumumuzu böyle okuyorum.

Çocuklarımızın üzerine titriyor, onları himaye üstüne himaye ediyoruz. Onlara hiçbir sorumluluk vermiyoruz. Daha doğmadan çocuğumuzun geleceğini endişe etmeye başlıyor, doğmamış çocuğa don biçiyoruz. Odasını hazırlıyor, eşyalarını alıyoruz. Oyuncağın her türlüsüyle odasını dolduruyoruz. Daha hayatı bilmeden eline tablet vererek başlıyoruz işe. Cep telefonunun en iyisini alıyoruz. Giyim-kuşam alırken tam vücuduna göre beğeniyoruz. Birkaç ay içinde gelişince daraldı veya modası geçti diye ya birine veriyor, ya evde bekliyor, ya da çöpe koyuyoruz. Menüde ne varsa değil, çocuğumuz neyi seviyorsa sofraya onu koyuyoruz. 

Okula yazdıracağımız zaman kılı kırk yararak okul ve öğretmen arıyoruz. Göndermek istediğimiz okul, kayıt alanımızın dışındaysa ya evimizi taşıyoruz, ya da sahte adres alarak çocuğumuzu kayıt yaptırıyoruz. Çocuğu okula ya kendimiz getirip götürüyoruz, ya da hemen servise veriyoruz. Ondan tek istediğimiz var. Sınavlarda başarılı olması. Bunun için gerekirse etüt merkezlerinde veya özel derste ya da özel okulda soluğu alıyoruz. Kazara çocuğumuz istediğimiz başarıyı gösteremezse okul ve öğretmen suçludur. Zira çocuğumuz çok zeki. Başarmaması için hiçbir neden yok. Çünkü ne istediğiyse yaptık, ne lazımsa aldık. Hiçbir eksiği yok, tüm imkanları ayağına getirdik.

Çocuğumuzun başına kazara okulda bir şey gelirse ailecek okulu basıyor, sorumlulara haddini bildiriyoruz. Gerekirse şikayet mekanizmalarını sonuna kadar kullanıyoruz.

Çocuğumuz bir taraftan okumaya çalışırken daha doğrusu biz okumaya çalışırken bir taraftan da çocuğumuzun ileride oturacağı evini satın almaya kalkıyoruz. İleride kirada oturmasına asla gönlümüz razı olmaz. Düğününü yapacağımızda iğneden ipliğe her şeyini alırız. Ayakları yere basmasın, yürümesin diye altına bir araba çekeriz, gücümüz yetmiyorsa onlar gelirken giderken onları taşırız. Dolmuşa, otobüse bindirmeyiz. Çünkü kıyamayız onlara. 

Esen rüzgardan, uçan kuştan korur, kol-kanat gereriz onlara. Yeter ki mutlu olsunlar. Başka ne isteriz ki? Zaten onlar için yaşamıyor muyuz? Yeter ki bizim geçmişte çektiğimiz sıkıntıyı çekmesin. Bakıma muhtaç hale gelirsek de onlara yük olmayız. Gerekirse bize bakacak birini bulur, ya da soluğu huzur evinde alırız.

Sonuç, nur topu gibi hazır yiyici bir nesil yetiştirmiş oluruz. Hiç ağlayıp sızlamayalım. Hepimize hayırlı olsun. 16.12.2017 Ramazan YÜCE