4 Temmuz 2025 Cuma

En Büyük İsraf Kaynağımız *

Bu ülkede israf çoktur. Say say bitmez. En büyük israf da insan kaynağıdır. Milyonlarca insanımızı şu ya da bu şekilde heba ediyoruz.

5 yıl olan zorunlu eğitimi önce 8'e sonra 12'ye çıkararak okumak isteyeni de okumak istemeyeni de okumak zorunda bırakıp herkesi lise mezunu yaptık. Hiçbir vasfı ve mesleği olmadan herkes masa başı iş aradı. Böyle bir iş için milyonlarca lise ve ön lisans mezunları KPSS sınavında ter döktü. Sayılı az sayıda lise ve ön lisans mezunu yerleşti ama milyonlar yine boşta kaldı.

Lise mezunlarına iş yok. Liseyi bitirdikten sonra bari üniversite okuyalım. Atanma şansımız daha çok olsun diyerek her liseyi bitiren üniversite sınavına girdi.

Lise mezunlarını üniversite mezunu yapmak için bol üniversite ve istihdamı olmayan bölümler açmak suretiyle, gençliği geleceği olmayan bölümlerde umut aramaya ittik.

O kadar üniversite ve istihdam imkanı olmayan o kadar bölümler açtık ki 18'inde genç işsizler kadrosuna katılacak genç işsizlerin işsizliğini 4-5 sene daha uzattık.

İstihdam imkanı olmadığından çoğu bölümlerin kontenjanları dolmayınca iki ve dört yıllık fakülte tercih barajı olan 150 ve 180 barajını kaldırdık. Üstelik açılan üniversite ve fakültelere o kadar akademisyen alındı. Bunlar boş boş mu duracaktı. Bari barajı kaldıralım da bu bölümlere yolunu şaşıran gelsin ve okusun dendi.

Bu tür bölümlerden ve iyi bölümlerden mezun olanların çoğu mezuniyetin ardından atanmak için kaç yıl boyunca KPSS'ye giriyor. Sayı fazla, alınacak az olduğundan çoğu atanamıyor. Bakıyorlar ki olmayacak, çoğu mezun olduğu bölüm dışında başka alanlarda çalışmaya başlıyor.

İstihdam imkanı olan bölümleri de yok etmek için çok uğraştık. Aşağı yukarı her bölümün ikinci öğretimini açarak bir fabrikanın seri üretimi gibi mezun verdi bölümler. Sonunda tıp fakülteleri dışında fakültelerden mezun olan her bir öğrencinin on binleri bulan alternatif mezun oluşturduk.

Kısaca sonu ve istihdam imkanı olmayan her bölüm genç işsizler ordusunun sayısını artırdı.

Her işsiz kalan hayattan umudunu kesti.

Burada sanayide, şurada, burada eleman aranıyor. Gitsinler orada çalışsınlar. Bizimkiler çalışmadığı için buralarda Suriyeli ve Afganlar çalışıyor. Bizimkiler iş beğenmiyor. Çalışmak isteyene bu ülkede iş var denebilir. Sanayide eleman arandığı doğrudur. Yalnız üniversite mezunu gidip buralarda çalışmaz. Çalışmak istese de sanayici üniversite mezununu almaz. Çünkü 24-25 yaşına kadar okul sırası dışında bir şey görmeyen gençlik sanayide verimli olamaz.
Ülkede iş bulamayan onca üniversite mezunu başka ülkelere gitmenin yolunu arıyor.

Kısaca üniversite mezunu enflasyonu, istihdam yollarını neredeyse tıkadı. Bu da beyin göçünü beraberinde getirdi. Yolunu ve imkanını bulan kalifiye insanımız soluğu dışarıya gitmekte buldu.

Gelecek vadetmeyen maarif sistemimizin bu yıllarda yaptığı en güzel proje, Mesleki Eğitim Merkezlerinde okumak isteyen öğrencilere işyeri desteği vermesidir. Sanayi ve esnafın yanında ara eleman kalmayınca devlet buna mecbur kaldı. Ortaokuldan sonra okumada gözü olmayan öğrencilere imkan sundu. Teşvikle birlikte şimdilerin en gözde okulları eskinin çıraklık eğitim merkezi olan bugünün MESEM'leridir. Buralarda haftada bir gün okuyup sair günlerde işyerlerinde meslek ve zanaat öğrenen öğrenciler, sanayinin ara eleman ihtiyacını doyurdu. Bu okullarda okuyarak ustalık belgesi alan öğrenciler aynı zamanda lise mezunu oluyor. Bu öğrenciler üniversiteden mezun olan çoğu öğrenciden daha şanslı. Çünkü ileride sanayi dahil her sektörde çalışırlar ve iş bulurlar. Yalnız bu güzel projeye geç geçildi. Çok zaman kaybedildi. Dün 8 ve 12 yıllık zorunlu eğitimle köküne kibrit suyu döktüğümüz çırak ve kalfalığı yeniden diriltme için devlet üste para veriyor. Bu para da bütçeden karşılanıyor.

MESEM'ler, çocuklarımıza gelecek vadetse de liselerde okuyan milyonlarımız var ve bu milyonlar üniversiteyi bitirdikten sonra kolay kolay iş bulamıyor. Anlatmaya çalıştığım bu durum, insan kaynakları yönünden iyi bir planlama yapamadığımızın bir göstergesidir. Bu da en büyük israf kaynağımızdır. Nedense bu müsriflikten bir türlü vazgeçmiyoruz.

Unutmayalım ki gençliğine sahip çıkamayan ve insan kaynağını verimli kullanamayıp heba eden bir ülkenin iyi bir geleceği olamaz.

*07.07.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

3 Temmuz 2025 Perşembe

Trump'ı Sizden Önce Tanıdım

Kaç yıllardır görmediğim, zamanında birlikte olduğum zaman da pek teşriki mesaim olmayan biri ile bir arkadaşın düğünümde karşılaştım.

İçini bilmem ama görüntüsü havalı bir tip idi. Konuşmasına da yansımıştır bu hava. Oldum olası içim ısınmaz böyle tepeden bakan kişilere.
Haliyle hal hatır, ne var ne yok yok türünden konuştuk. Ne yapıp ne ettiğini sordum. Kısa cevaplar aldım ama verdiği cevaplar net değildi. Hep ikircikli idi.

Bir gözümüz kızı ne zaman çıkaracağız iken diğer gözümüz de başka tanıdıklarda oldu. Ama görünen o ki ne kızın çıktığı var ne de gelen tanıdık. Mecburen konuşacağız. Daha doğrusu ben soracağım o da cevap verecek. Formatımız bu şekilde.

Yalnız konu bulmam lazım.

O değilden çoluk çocuk var mı dedim. Vara sormaz olaydım. "Neden sordun" dedi. Hiç, öylesine dedim. "Çoluk olabilir de olmayabilir de" dedi. Nasıl dedim. "Evli olabilirim de evli olmayabilirim de" dedi. Ardından "Çocuk olabilir de olmayabilir de" dedi.

Zikrettiğim kişiden makul ve mantıklı cevaplar beklemiyordum ama bu kadarına da pes doğrusu. Bir insan uğraşsa böyle cevaplar veremezdi. Ya Rabbi, nereye düştüm, bu işkenceden nasıl kurtulurum demeye başladım. Çünkü az daha devam etsek küçük dilimi yutacaktım.

Bereket, diğer arkadaşlar da geldi. Bu büyük işkenceden kurtuldum.

Bu arada gelen de düğün sahibine iletilmek üzere para verdi bana. Hepsini zarfın içine koydum. Kim ne kadar verdi ise miktar ve ismini bir kağıda yazdım. Başka gelip de para veren olursa diye bekliyorum. Çünkü adetimiz düğün sahibine zarf içerisinde toplu vermek. Bu kendini beğenmiş, evli ve çocuk sahibi olup olmadığını öğrenemediğim arkadaş da az bir miktar para verdi. Zarfın içerisine onu da koydum. Ama durdurmadı. İkide bir haydi geline parayı takalım dedi durdu. Kardeş, biz geline para takmıyoruz. Düğün sahibinin cebine zarfı indiriyoruz dedim ise de döndü döndü haydi takalım, ne duruyoruz dedi durdu. Bu inada inat ettim. Parayı takmadım geline. Düğün sahibine hayırlı olsun derken takdim ettim.

Bu anekdot yıllar öncesinde başımdan geçti. Bu anekdotu bana yıllar sonra yeniden hatırlatan dostumuz Trump oldu. Hani İsrail'in İran'a saldırmasıyla başlayan, karşılıklı füzelerle 12 gün devam eden danışıklı döğüş savaşı kastediyorum. Hatırlarsanız bu savaşta Trump, "İran'a saldırabiliriz de saldırmayabiliriz de", "Savaşa girebiliriz de girmeyebiliriz de" türünden açıklamalarıyla gündeme oturmuştu. İşte dostumuz Trump'ın bu ikircikli cevapları bana bu arkadaşın "Evli olabilirim de evli olmayabilirim de. Çocuğum olabilir de olmayabilir de" sözlerini hatırlattı.

Şimdi düşünüyorum da bu ikisi de aynı familyadan. Ha bizimki ha Trump. Hava zaten ikisinde de var. Kibir zaten o biçim. Dedim kendi kendime, daha Trump ortada yokken ben Trump'ın daha doğrusu Trump familyasına dahil birini tanıyormuşum da haberim yokmuş dedim. Hem de yanı başımda imiş.

Trump’ı ekranlardan tanıyorum. Bir de yakından görmek istiyorum derseniz, bir telefon kadar yakınım. Sizi buluşturabilir, hasret gidermenize yardımcı olurum. Çünkü ha Trump ha bizimki. Adeta şıp demiş burnundan düşmüş. Tek bilemediğim, hangisi hangisinin burnundan düşmüş olduğudur. 

Enayi aranıyor

YouTube'da tefsir sohbetleri yapan bir akademisyenle karşılaştık. Yanımdaki arkadaş, "Hocam, yaptığın tefsirleri dinleyen var mı" diye bir soru sordu. Yanlış duymadı isem, "Her zaman bir enayi bulunur" dedi tefsir yapan kişi. Soruyu soran arkadaş "Eşim sizi takip ediyor bu arada" dedi.

Açıkçası böyle bir cevap beklemiyordum. Hele ki bir enayi bulunur demesi garibime gitti. Beklerdim ki "Hocam, insanımız eskisi gibi camiye gidip vaaz dinlemiyor. Ezan okunurken cumaya giriyor. Her devrin bir anlatım aracı, yol ve yöntemi olur. Bu devirde herkes sosyal medyayı kullanıyor. Biz de çağın bu iletişim aracını kullanalım istedik. Herkese oturduğu yerden cep telefonu marifetiyle Allah'ın kelamını duyurmayı yol edindik. Olur ki bir kişi de olsa belki dinleyen çıkar. En azından irşat görevimizi yapmış olurum" türünden bir şeyler söylesin ya da "Öyle deme. Bak ben Hanya'dayım. Sen ise Konya'dasın. YouTube aracılığıyla konuştuğumdan haberdarsın. Bak eşin dinliyormuş" diyebilirdi. Gel gör ki "Her zaman bir enayi bulunur" demeyi uygun buldu.

Bu yazıyı yazmaya koyulduğumda, acaba "bir enayi bulunur" derken konuşmacı olarak kendisini mi kastetti diye düşünmeye başladım. Eğer böyle ise kullandığı enayi kelimesine bir şey demem. Tevazuunu gösterdi derim. Kafamda bir tereddüt kalmasın diye teyit için soruyu sorana sordum. O da benim anladığım gibi anlamış diyemiyorum. Çünkü o da neyi kastettiğini çözememiş. Sonrasında çay içerken bu enayi kelimesini bir daha kullanmış. Neyi kastettiğini sormak istemiş ama ortam müsait olmamış. Şu var ki sorulan soru ile verilen cevabı karşılaştırdığımda siyak ve sibaktan dinleyiciyi enayi yerine koyması daha uygun gibi görünüyor. 

Akademisyenin ya da din adına tefsir türünden sohbet yapanların iç hallerini bilmem.

İçlerinde bildiğini anlatmak için çırpınanları vardır.

Bir şeyler yapmış olmak ve dostlar alışverişte görsün türünden anlatanlar vardır.

Şöhret olmak için yapanlar vardır.

Din adına ne yapıyorsunuz diyenlere Youtube'da tefsir sohbetleri yapıyorum demek için konuşanları vardır.

Her ne sebeple Youtube'da program yaparlarsa yapsınlar ama dinleyenleri enayi görmek hiç masum olmasa gerek.

Hiç kimse kendi sattığını yiyecek bir enayi aramasın.

Cevap verirken de argo bir sıfat olan enayi kelimesini ağzına almasın. Çünkü başkasına enayi yaftası yakıştırması tefsir sohbetleri yapan bir ilahiyatçıya hiç yakışmaz. Bu yola girmiş, bu yolun yolcusu olan birine daha güzel bir üslup yakışır. En azından vatandaş öyle bekler.