25 Haziran 2025 Çarşamba

Bahtıma Yanayım *

Çarşıda tanıdığım bir esnaf var. Zaman zaman uğrayıp çayını içerim. Ben uğramayı uzatırsam, sağ olsun, neredesin, haydi gel, bekliyorum diye telefon açar.

Bir başka esnafın yanında iken dün yine aradı, neredesin diye. Hem esnafı hem de birlikte buluşup çay içtiğim arkadaşı da alarak esnafın yanına uğradık.

Çaylarımızı içtik.

Birlikte geldiğimiz esnaf, çayın ardından müsaade alıp gitti. Biz iki arkadaş oturmaya devam ettik.

Laf lafı açtı. Kalkalım derken ikindi ezanı okundu.

Ezan okununca işini bırakıp camiye giden esnaf, “şu önümdeki işi bitireyim de namazı birlikte kılalım” dedi.

İkindi namazı kılındıktan ve cemaat dağıldıktan sonra esnaf işini bitirdi. “Haydi namazımızı kılalım” dedi. Birlikte çarşı içindeki mescide girdik.

Abdesti taze olan arkadaş imamlığa geçti. Biz iki kişi arkasında saf tutarken aynı çarşıda çalışan bir esnaf da katıldı cemaate.

Tekbir almadan önce alnımı koyacağım halının temiz olmadığı gözüme ilişti. Kaç gündür ya da kaç haftadır temizlenmiyorsa artık.

Halının temiz yerlerine alnımı koymama rağmen halıdaki küllük alnıma yapıştı.

Namaz kıldığımız yer imam odasının ön tarafı idi. Biz namaz kılarken yanındaki biriyle konuşarak imam çıkıp gitti.

Tesbihatı yaptıktan sonra yanımdaki çarşı esnafına, caminiz çok kirli. Şu halıya bakar mısın? Hiç bakan eden yok mu dedim. Sadece ben değil, o anda bulunan dört kişi de caminin kirli olduğu konusunda hemfikirdi.

Esnaf, "İmam gitti az önce. Caminin temizliğinden biz de şikayetçiyiz. Çarşı esnafı olarak camiyi temizleyecek birini bulduk. İmama, şu gün saat 09.00'da gelip temizlikçinin başında duruver" dedik. "Erken olur, o saatte kalkıp gelemem dedi beyefendi. Hasılı caminin temizlik işi kaldı" dedi.

Garip bir durum vardı orta yerde. Hem caminin temiz olmaması garip hem de imamın "O saatte kalkıp gelemem" demesi garip. Beyefendi o vakitte kalkıp gelemezmiş.

Gelemem diyen kişi fahri olarak görev yapan biri değil. Diyanet'in kadrolu imamı.

Gariplik bu kadarla sınırlı değil. Tarihi çarşıdaki mescide kadrolu birinin verilmesi. Burada tek garip olmayan, esnafın ya da müşterilerin namazlarını kılacağı bir yerin mescit olarak tahsis edilmesi.

Ben bir camide özellikle bu çarşı camiinde görevli olacağım. Mahalleli ya da çarşı esnafı bir temizlikçi bulacak. Ben gelmeyeceğim. Camide yatarım temizlikçi gelecek, camim tertemiz ve pırıl pırıl olacak diye. İmamın böylesine de pes doğrusu.

Bahsettiğim çarşı mescidinde öğle ve ikindi olmak üzere günde iki vakit namaz kılınıyor. Belki kışın kısa günlerinde akşam namazı da kılınıyordur. Ama yazın sadece öğle ve ikindi namazları kılınıyor. Yani iki vakit kıldırması için Diyanet buraya kadrolu birini görevli atıyor. Ben böyle bir camide görev yapacağım. İnanın, bırakın temizlikçi bulmayı camiyi kendim temizlerim.

İki vakit mesai yapan bu görevli, emsal meslektaşlarından daha düşük bir maaş mı alıyor? Bildiğim kadarıyla beş vakit namaz kıldıran diğer imamlarla aynı maaşı alıyor.

Burada eğri oturup doğru konuşmak lazım. Yirmişer dakikadan ibaret toplamda kırk dakikalık bir mesai için dünyanın hiçbir yerinde kadrolu bir görevli ataması yapılmaz. Eğer iki vakit namaz için bir görevli atanıyorsa, bu görev kebap bir görev olur.

Devletin kırk dakikalık bir mesai için sair imam ve müezzinlere verdiği kadar maaş vermesi hiç hakkaniyete sığmaz. Ki bu çarşı camiine görevli atamaya bile gerek yok. Namazını cemaatle kılmak isteyen çarşı esnafı pekala çarşıya yakın camilere gidip cemaatle namazınu kılabilir. Namazını cemaatle kılmak isteyip diğer camilere gitmek istemeyen esnaf arasından biri de imam olabilir. Çünkü eskisi gibi değil, şu anda namaz kıldırmayı bilen insanımızın sayısı az değil. Cemaatle namaz için illa kadrolu ve resmi bir görevlinin olması şart değil. Devlet kadroları şişirerek ihtiyaç veya değil, herkese, her yere böyle kadro tahsis etmesi gibi bir lüksü olmamalı. İlla bir görevli verecekse, çarşılarda dahi görevli atayacaksa pekala böyle yerlere iki vakit namaz kıldıracak ücretli imam görevlendirebilir.

Bu arada yanlış meslek seçmişim. Bugünkü aklım olsaydı, bu çarşı veya iki vakit mesaisi olan herhangi bir camide görev almak ve burada emekli olmak isterdim. Öğleye kadar yatar, öğle namazına doğru çarşıya çıkar, öğle namazını kıldırır, namaz sonrası ikindiye kadar çarşıdaki işlerimi halleder, eşle dostla çayımı içer, ikindi namazından sonra ertesi gün öğleye kadar haydi bana eyvallah deyip evimin yolunu tutardım. Emekli olduktan sonra da şu kadar yıl hizmet ettim derdim. Vay be! Ne görevler varmış da benim haberim yokmuş. Bahtıma yanayım.

*03.07.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Kaldırım Canavarı BinBinler *

Millet Bahçesinin önünden Anıt'a doğru kaldırımdan yürüyorum.

Kaldırım geniş ve insan yoğunluğu bakımından seyrek bir yer. Tek tük gelip geçen insanlar oluyor.

Larende Caddesine doğru mu yürüyeyim yoksa Zafer tarafına mı derken Zafer'e doğru yöneleyim dedim.

Ardımdan gelen ses yok. Kimsenin önünü de kesmeyeceğim. Yoldan karşıya geçeyim diye içimden geçirdim.

Daha yönelmeden jet hızıyla solumdan bir Scooter, namı diğer BinBin geçti.

Sesten eser yoktu BinBin'de. Adeta sessiz tayyare.

Yanımdan rüzgar gibi geçen de bir çocuk falan değil, basbayağı büyük biri.

Kaldırım tenha, nasılsa arkamda kimse yok diye yöneliverseymişim, o hızla sol ayağımı kırdığı gibi iki seksen uzanıp yüzü koyun yere kapaklanmam hiçten değildi. Yüzüm ve kafamı taşlara çarparak kan ter içinde kalmam garanti idi.

Gencin de bana çarpmamak için altındaki zıkkımı sağa sola kırarak manevra yapması mümkün değildi.

Hiç bozuntuya vermeden yürümeye devam ettim ama gelin onu siz bana sorun. Adeta dizlerimin bağı çözüldü. Koku almayan burnum ölüm kokusunu aldı desem abartmış olmam. Ölmesem de beni süründürmek için epey yatağa mahkum ederdi.

Bu Scooter zıkkımı kaç km hızla gider diye İnternete baktım. Saatte 25 km'ye kadar hız yapabiliyormuş.

Kıl payı kurtulduğum bu kaza riskinin ardından, gideceğim menzile varıncaya kadar kaldırım boyu içimden şunlar geçti:

Bulacak bir şey bulamamışlar gibi bu BinBin'i icat edeni, yapıp piyasaya süreni, satış ve dağıtımına onay vereni, satışını yapanı, inip bineni, kaza riskine rağmen bu BinBinlere bir şey yapmayanı, bizi Scooter sürücüsüyle burun buruna getireni vb. Allah bildiği gibi yapsın.

Şu bir gerçek ki bu Binbin canavarlarından dolayı kaldırımlarda yürüyen yayaların hiçbirinin can emniyeti yok. Canımız Allah'a emanet ve Binbin sürücüsünün insafına kalmış bir şekilde kaldırımlarda arzıendam ediyoruz.

Hiçbir kural tanımayan, yayaların canını tehlikeye atarak yol, kaldırım, sokak, yaya yolu vs. her yerden biten bu Scooter canavarlarına dur diyecek bir merci yok mu şu âlemde? Bu canavarların nereden, nasıl, ne şekilde, kaç süratle çıkacağını bilmeden kelle koltukta kaldırımlarda yürümeye devam mı edeceğiz? Yetkililerin harekete geçmesi için kaldırımlarda kaç insanın Scooter sevdasına kurban gitmesi gerekiyor?

Bu Binbinlerin denetimi var mı? Varsa kim yapıyor? Bugüne kadar kaç Binbinciye ceza kesildi? Bunları bilmiyorum ama herhalde trafik polisini ilgilendirmesi gerek. Trafik polisi de yukarıdan talimat gelmeden Scooter avına çıkmaz.

Bu durumda kelle koltukta yürümeye devam.

Aşağı yukarı her yol ve caddeye belirli aralıklarla radar koyarak hız kontrolü yaptıran ve hız sınırını ihlal ettin diye ceza yazdırmak suretiyle sürücülere göz açtırmayan devlet, bu Scooterler için herhangi bir tedbir ve önlemi niçin düşünmez?

Vatandaş olarak devletten acil önlem ve tedbir almasını bekliyoruz.

*27.06.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

23 Haziran 2025 Pazartesi

Hayal Kırıklığı

İçimizde, istediği veya umduğu gerçekleşmediği için üzülen, bu üzüntüyü bir türlü üzerinden atamayan insanların sayısı çoktur. Buna hayal kırıklığı deniyor. Eski tabirlerle ifade edersek, inkisarıhayal ve sukutuhayale uğramak demektir.

Hayal kırıklığı tek taraflı olmaz. Eğer bir kişi hayal kırıklığına uğruyorsa o kişiyi hayal kırıklığına uğratan vardır. TDK bunu hayal kırıklığı yaratmak şeklinde ifade etmiştir.

İçimizde ne kadar sukutuhayale uğrayan vardır? Bunu bilmek mümkün değil ama bu durumu yaşayan insanımızın sayısının az olduğunu düşünmüyorum.

İnsan niçin inkisarıhayal yaşar ya da bunu ne oranda yaşar? Tüm mesele beklentilerden ibaret. Bu beklenti ne kadar yüksek tutulursa, beklenti gerçekleşmediği oranda hayal kırıklığı da yüksek olur.

Mesela, çocuklarından büyük beklenti içerisinde olan aile, umduğunu bulamayınca,

Destek verdiği, adına dava dediği siyasi partisi kırıp döktüğünde, zararı faydasından daha çok olmaya başlayınca,

Gittiği cemaati beklentilerini karşılamaktan uzak kalınca,

İnandığı ideolojinin mensupları yaptıkları ve yapmadıklarıyla tel tel dökülünce,

Dürüst bildiği ve kendine güvendiği, "kendime güvenmem buna güvenirim" dediği birinin ihanetiyle karşılaşınca,

Zor duruma düşüp "bu işimi şu halleder" diye kapısını çaldığı evden eli boş dönünce,

Yaşı ilerlemiş, bakıma muhtaç duruma düşünce ve hayatın kocaman bir hiç ve boş olduğunu anlayınca vs.

Kişiyi hayal kırıklığına uğratan örnekleri çoğaltabilir isem de bu kadarla yetiniyorum.

Hayal kırıklığına uğrayanlar tek düze değil. Kimisi içine kapanır Kimisi hep eleştirmeye ve dert yanmaya yönelir. İster sussun ister konuşsun. Her iki tip de farklılaşır, fikri ve zikri değişmeye başlar, ayrışır. Hele birden fazla hayal kırıklığına uğrarsa, insanlara yabancılaşır, hayattan ve kimseden bir beklentisi kalmaz. Çünkü tuttuğu hep elinde kalmıştır. Bu tipler insanlar tarafından fark edilir ve "Çok değişti" denir.

Hayal kırıklığının çözümü ya da tedavisi var mı? Belki bazıları üzerinden atabilir ama çoğunun atlatabileceğini sanmıyorum. Bildiğim kadarıyla tedavisi olmayan bir hal. Adı üzerinde sukutuhayal durumu söz konusu.

Çoğu hayal kırıklıkları neyse de özellikle beraber yol yürüdüğü zihniyetinin, yaptığı yanlışlardan dolayı her geçen gün, gözü önünde gözden düştüğünü gördüğü için hayal kırıklığına uğradığından eleştiri yolunu seçen kişilere, fikirlerine katılmasa bile çevresindekilerin, eski günlerin hatırına saygı duymasında yarar görüyorum. En azından eski dostlarına ve yol arkadaşlarına içini boşaltmış ve rahatlamış olur. Der ki "Eleştirmeme rağmen mahallem beni dinledi, dışlamadı" der. Mahallesinde kendini yabancı hissetmez ve aidiyet duygusunu koparma. Bu durum o kişiyi anlamak demektir. Böyle yapılmayıp hain, nankör, muhalif muamelesi yapmak o kişiyi tamamen kendilerinden uzaklaştırmak demektir. Genelde de bu yapılıyor maalesef.

Bu arada hayal kırıklığına uğramayan yok mu? Uğrasa da dert edinmeyen yok mu? Var ve bunların sayısı da çoktur. Bu tiplerin çoğu düne göre bugünkü hallerine şükredenlerdir. Olup bitenlere vardır bir hikmeti, vardır bir bildiği diyenlerdir. Bir de korkudan dolayı sığındıkları limandır. Bu liman gidip başka bir liman gelirse halleri nice olur değil mi?