28 Aralık 2024 Cumartesi

Belediyeler Ayrı Birer Cumhuriyet midir?

Bu yazımda belediyeleri ele alacağım. Yazıda belediyelerin;
Sık sık başvurduğu ve yap boz, boz yap kaldırım ve tretuvar hizmetine değinmeyeceğim.
Kavşak düzenlemesini yaptıktan birkaç ay sonra aynı kavşağı tekrar düzenlediği üzerinde de durmayacağım.
Suya sessiz sedasız zam yapmasını, su zammını otomatiğe bağlamasını, yapılan zamlarla faturaya yansıyan su fiyatlarının elektrik bedelini sollayıp geçtiğinden bahsetmeyeceğim.
Sosyal belediyecilik adı altında sosyal kültürel etkinlik yapacağım diye olur olmaz etkinliklere yer verdiğine, milletin parasını çarçur ettiğine değinmeyeceğim.
Fahiş fiyata sanatçı getirip sahneye çıkarılan sanatçılara yüklü ödemeler yaptıklarını da ele almayacağım.
Vatandaşa uygun yemek vereceğim diye lokanta açıp zararına yemek vermesinden de geçtim.
Devlete olan SGK prim borçlarını zamanında yatırmayıp başka alanlara para aktarmaya kalkmalarını da konu edinmeyeceğim. Zaten ele alsam da anlaşılacak bir konu değil. Çünkü devletin kurumlarının devlete borç takmasını hiç anlamıyorum. Alacaklı da borcunu nasıl tahsil edeceğinin yolunu bilmiyormuş gibi ekranlarda borçlu belediyelerden bahsetmesini de hiç anlamıyorum. Çünkü bildiğim kadarıyla belediyeler aylık İller Bankasından para alıyor. Borcunu tahsil etmek isteyen devlet önce alacağını keser, kalan parayı belediyeye aktarır. Böylece borçlu belediye de kalmaz. Devlet de alacaklı olmaz. Kimse de bunu siyasi malzeme olarak kullanmaz.
Biz yine belediyelerin hangi hususları üzerine yazmayacağım konusuna dönelim.
Belediyelerin huzur hakkı adı altında şube müdürlerine, daire başkanlarına aylık para ve imkan vermesini de ele almayacağım.
Belediyelerin devletin farklı kurumlarına sponsor olarak onların otel ve yemek masraflarını çekmesi üzerinde de durmayacağım.
Çocukları namaza başlatmak, onlara bana alışkanlığı vermek üzere belli yaş grubunu teşvik etmek amacıyla bisiklet, laptop türü hediye vermesini de ele almayacağım.
Vakıf ve cemaatlerin düzenledikleri yarışmalarda sınavda sorumlu tuttukları kitabı belediyenin matbaasından veya belediye kaynağı ile basılması, yarışmada dereceye girenlerin hediyelerini temin etmesi üzerinde de durmayacağım.
Belediyelerin normalinden fazla işçi, memur, taşeron eleman çalıştırmasından da bahsetmeyeceğim.
Belediyelerde belediye el değiştirince veya aynı partinin farklı adayı başkan olunca belediye çalışanlarını aşağıdan yukarıya hallaç pamuğu gibi sallamasını da es geçeceğim.
İşçi memur duyurusu yapılmadan el altından işçi, memur, sözleşmeli eleman, açıktan atama yapmaları da konum değil.
Belediye ihalelerinin belirli ellere ihale edilmesini de ele almayacağım.
Kışın kar yağınca çoğu belediyenin sınıfta kaldığı üzerinde de durmayacağım.
O değil, bu değil, neyi ele alacaksın derseniz, sadede geleyim.
Belediyeler (belki de hepsi) EYT ile emekliliği hak eden işçi ve memuru emekliliğe zorluyor. 60 yaşına gelenlere emekli olun baskısı yapıyor. Niye böyle yapıyor? Eleman mı fazla da sayıyı azaltıp daha az elemanla yoluna devam edecek? Eğer böyleyse tasarruf yapacaklar derim. Hepsini tebrik ederim. Yalnız EYT'si gelenleri gönderelim de yerlerine yenisini alalım, böylece istihdam sağlamış oluruz, söz verdiklerimizin çocuklarını işe alırız diye bu yola giriyorlarsa bilsinler ki bu yaptıkları ihanetten başka bir şey değil. Devlete artı bir yüktür bu. Çünkü hem emekli olan emekli maaşı alacak, yerine alınana da maaş ödenecek.
Eğer böyleyse devletin SGK'sinin köküne kibrit suyu dökmüş olurlar. Çünkü 2024 sonu itibariyle bu ülkedeki emekli sayısı 18 milyona ulaştı. Sayı bu kadar çok olunca devlet emeklisine yeterince imkan sunamıyor. Durum bu iken bu sayıyı daha da çoğaltmak, ülkesini düşünen, ülkeye hizmeti düstur edinmiş siyaset erbabına bu yakışmaz. Kendi elimizle devletin altını oymak demektir bu. Seçim öncesi, bu sayede ne kadar kişiyi istihdam edersek kar mantığı, ülkeyi düşünmek değil, kendini düşünmektir. Bırakın çalışmak isteyen, işinde verimli olan emekli olmasın. Çünkü ne kadar geç emeklilik ülkenin hayrınadır. Yoksa siz bu ülkenin hayrını düşünmüyorsunuz da biz mi bu ana kadar bilmiyorduk? Yoksa siz belediyeler (istisnalar hariç) bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti'nden ayrı bir cumhuriyetsiniz de bizim mi haberimiz yok?

Sadaka Rasülullah

Daha önce, hutbelerde okunan hadisten sonra "Sadaka rasülullah. Fîmâ kâl, ev kemâ kâl" (Rasülullah bu sözde doğru söyledi veya bunun gibi söyledi) kısmını ele almış, eğer birden fazla hadis okunmayacaksa "ev kemâ kâl" kısmının söylenmemesi gerektiğini, çünkü bu tür bir ilave, okunan hadise şüphe getireceğine dair bir endişemi dile getirmiştim.

24 Kasım 2018 tarihinde ele aldığım, (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2018/08/fima-kal-ev-kema-kal.html) bu yazı çok okundu ve çok yorum aldı: Hak veren olduğu gibi niçin söylediğine dair açıklama yapıldı, eleştiren de oldu. Şu var ki yapılan yorumların çoğunu ikna edici bulmadım.

Yazım çok okunup yorum almasına ve hala okunmaya devam etmesine rağmen belki de dil alışkanlığından belki de zamanında öyle ezberlediklerinden ya da bir bildikleri olsa gerek, hatiplerimiz ilk hutbenin bitiminde yine "ev kemâ kâl" demeye devam etti. Her okunuşta da kulağımı tırmalamaya devam etti.

*

25.12.2024 günü cuma için yine mahallemdeki camiye gittim. Kış günleri cuma ve diğer vakit namazları caminin alt katında kılınıyor. Alt kat birden fazla oda görünümüyle, cami dışında başka bir amaç için düzenlenmiş.

İmamın namaz kıldırdığı bölüm dolu olduğu için yan taraftaki odaya geçtim.

İlk sünnetin ardından hutbe okuyanı görmesem de her zamanki hatibin sesinden farklı idi. Ya müezzin olmalı ya mahalle sakinlerinden biri ya da imam izinli olduğu için müftülüğün görevlendirdiği biri olmalı.

Hatip ilk hutbede hamdele, salvele ve şehadete yer verdikten sonra hutbe konusuna uygun ayeti okuyunca, hutbenin tövbe üzerine olacağını anladım. Ardından bir hadis okudu. Hadis de tövbe üzerine idi.

Türkçe metni okumaya başlamadan, okunan hadisten sonra hatibin hadisi nasıl bağlayacağına kulak kabarttım. Nedendir bilinmez bu hassasiyetim.

Hadisin ardından hatip, "Sadaka rasülullah" (Rasülullah doğru söyledi) diyerek hutbenin ilk kısmını bağladı. "ev kemâ kâl" demediği gibi "fîmâ kâl" kısmını bile okumadı ve en doğrusunu yaptı.

Pek görmeye alışık olmadığım bu hutbe iradını daha bir dikkatli dinledim. Dinledikçe, işinin uzmanı, ne yaptığını bilen ve okuduğu Arapça metnin ne anlama geldiğini bilen hatibin hutbesinden ve üslubundan memnun kaldım. Hah şöyle. Benim üzerinde bir zamanlar durduğum bu hassasiyeti, sayısı bir olsa da yerine getiren oldu. Helal olsun dedim. Ne diyeyim, sayıları çoğalsın.

Suriyeliler Giderse Sanayi Çöker mi? (2) *

Bir önceki yazımda Suriyeliler giderse sanayimiz çöker mi üzerinde durmaya çalışmış, Suriyelilerle bu ülke insanının hem gider hem de konfor yönünden farklı olduğunu izah etmeye çalışmıştım. Suriyelilerin çalıştığı işlerde bizim insanımızın çalışmak istememesinde bir başka sebebin de geçmişten günümüze izlenen maarif politikası olduğunu söyleyerek yazıyı bitirmiş, bir sonraki yazımda da maarif politikamızı ele alacağımı söylemiştim.

2000 öncesi 28 Şubata gelinceye kadar bu ülkenin sanayi, işletme, fabrika, tekstil, inşaat sektöründe çalışan insanı vardı. Çünkü aileler, ilkokulu bitirdikten sonra okul ve okumada gözü olmayan çocuklarını uygun bir işe çırak vererek önce kalfa sonra usta olmasını sağlarlardı. Bu yol ile yetişen çocuklar askere kadar işini öğrenir, askerlik sonrası ya kendi işini açar ya da bir başkasının yanında ücretli çalışırdı.

Yine bu dönemde hem ara eleman ihtiyacını karşılayan hem de teknik eleman yetiştiren bir işlevi yerine getiren meslek liseleri vardı.

Hem usta çırak hem de meslek liseleri yoluyla insanımız hem meslek öğreniyor hem de meslek öğrendikten sonra işine uygun işte çalışıyordu. Bu yol ile tüm sektörlerin eleman ihtiyacı yoktu.

Ne zaman ki 28 Şubat ile birlikte ilköğretimi 8 yıl kesintisize çıkardık, meslek liselerine kat sayı uygulamasını getirdik. İşte o zaman sanayinin ara eleman ihtiyacına büyük zarar verdik. Usta çırak ilişkisi içerisinde giderilen ihtiyaç bıçak gibi kesildi. Bu yanlıştan nasıl dönülür hesabı yapılıp ara eleman ihtiyacı giderileceği yerde zorunlu eğitimi sekiz yıldan 12 yıla çıkararak ara eleman ihtiyacını üzerine kibrit suyu döktük. Her ne kadar bu süreçte kat sayı mağduriyetleri giderilse de meslek liseleri bir daha belini doğrultamadı. Her ne kadar ikinci kademeden sonra açık lise tercihi yaparak aile içinde az sayıda usta çırak ilişkisi sürdürülmeye çalışılsa da bu sayı hiç yeterli gelmedi.

Sanayici kan ağlarken liseyi bitiren üniversite okumaya yöneldi. Çünkü üniversiteleri de o kadar çoğalttık ki ana sınıfından başlayan, hiç kalmadan ve ara vermeden üniversiteyi bitirdi.

Çocuğumuz üniversiteli. Ama sahasında iş yok. Sanayide iş çok ama çalışacak eleman yok. Çünkü 24-25 yaşında üniversiteyi bitiren biri gidip sanayide çalışmaz. Çalışmak istese de sanayici onu işe almaz. Alsa da mühendisliği bitirse bile bizim sanayicinin vereceği ücret asgari ücreti pek geçmedi.

Sonunda sanayi, inşaat, tarım, hayvancılık, imalat, tekstil ve üretimdeki eleman ihtiyacı başta Suriyeli ve Afganlı olmak üzere yabancılara kaldı. Bunlar ne iş buldularsa az veya çok ya da zor demeden çalıştı. Bizim üniversiteli ise masa başı iş bekledi.

Devlet bu süreçte meslek liselerine teşvik için büyük yatırımlar yaptı. MESEM'lere ağırlık verdi. Üzerine MESEM okuyanlara 2024 rakamlarıyla en az 5.100 lira teşvik verdi. Sınıf yükseldikçe teşvik miktarı arttı. Şartları tutan esnaf ve işletme işyerinde MESEM öğrencisi çalıştırmaya başladı. Haftada bir gün okula gelen öğrenci diğer günler işyerinde meslek öğrenmeye başladı. Bu yolu seçen öğrenciler 11.sınıfın sonunda kalfa, 12.sınıfın sonunda usta oldu. Öğrenciler bu yol ile hem lise mezunu oldu hem meslek öğrendi hem de para kazandı.

Devletin MESEM'lere verdiği bu teşvik ne kadar devam eder bilmiyoruz ama Suriyeli ve Afganlılar gitse bile sanayici ve üretim yerlerinin ihtiyacı bu MESEM öğrencileri ile giderilir. Çünkü birçok sektörde verilen bu teşvik birçok sektörün çırak, kalfa ve usta ihtiyacını giderecek. Bu kurumlardan mezun olanlar ya kendi işini kuracak ya başkasının yanında çalışacak ya da işiyle ilgili olmasa da bu tür sektörlerin birinde çalışacak.

Hasılı devlet zamanında yanlış maarif uygulamasıyla sanayici ve imalat sektörünün eleman ihtiyacını yok etse de şimdilerde üzerine para vererek sektörlerin eleman ihtiyacını gideriyor. Durum bu iken Suriyeliler giderse sanayi çöker endişesine gerek yok. Yersiz bir endişe çünkü.

*03.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.