13 Aralık 2024 Cuma

Şam'ın Fethi ile Mekke'nin Fethi

Diyanet'in bu haftaki (13.12.2024) hutbesi Mekke'nin fethi üzerine idi. Şaşırdım mı hayır. Çünkü Diyanet belirli gün ve haftaları takip ediyor.

Hutbeyi dinlerken belirli gün ve haftalardan ve günlerden de epey uzak kalmışım. Diyanet konu edinmese Mekke'nin Fethinden de haberim yok diye hayıflandım.

İçimden Mekke'nin Fethi ne zamandı diye sordum. Bildiğim kadarıyla 10-11 Ocak olmalı dedim.

Sonra kolumdaki saatten takvime baktım. Bugün 13 Aralık idi. Neredeyse bu Fethe bir ay vardı.

Acaba hicri takvime göre Diyanet Mekke'nin Fethini kutluyor olmasın dedim.

Çarşı pazar dolaşıp geldikten sonra Mekke'nin Fethinin hangi ayda olduğuna baktım. Hicri 630'un 8 Ramazanı fethedilmiş Mekke.

Bir an için Ramazan ayında mıyız diye düşündüm. Daha üç aylar bile başlamadı. Ramazana daha var dedim.

O zaman bayram değil, seyran değil, bu Fetih hutbesi neyin nesi şimdi dedim. Acaba Diyanet, alternatif gün olsun diye Mekke'nin Fethini her yıl miladi takvime göre on gün öncesinde yani yılbaşı gecesinde kutlayan AGD'lilere (Anadolu Gençlik Derneği) özenmiş olabilir mi dedim. İyi de daha yılbaşı gecesine bir on beş gün daha vardı.

Acaba Diyanet konu sıkıntısı mı çekti de Fethi öne aldı dedim.

Böyle kendi kendime sorular soruyor, her soruya cevap veriyorum. Ama verdiğim cevaplar içime sinmedi. O zaman bu neyin nesi dedim.

Belki gündeme dair bir hutbedir bu dedim. Ülkenin gündemi sık değişse de son günlerde olup biten, hala sıcaklığı devam eden ne gündem var dedim. Ana len, tabii ya dedim. Gündemde Suriye var, Esed rejiminin düşmesi var, HTŞ önderliğindeki muhalif grubun 12 gün içerisinde Şam'ı ele geçirmesi var dedim. İşte şimdi kafam dank etti. İnşallah amma da geri zekalı imişsin demezsiniz. Zira alınırım.

Belli ki Diyanet muhalefet tarafından Şam'ın alınmasını fetih olarak görüyor. Bu fethi de Mekke'nin fethi ile irtibatlandırıyor. Mekke'nin Fethi de böyle zordu. Nasıl ki Mekke'nin Fethinde kimsenin burnu kanamadıysa, Şam'ın fethi de böyle oldu demeye getiriyor. Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır ayetinin mealini de veriyor bu arada. Hutbeyi de Nasr süresinin mealini vererek sonlandırıyor.

Bu hutbe, basbayağı Şam'ın fethini Mekke'nin Fethine benzetiyor. Akif'in, Çanakkale mücadelesini Bedr'in aslanlarına benzettiği gibi hutbede de "Zulümden dolayı Şam'dan, Hama'dan, Humus'tan ve Halep'ten çıkarılan Suriyelilerin yeniden memleketlerine dönmesi, Şam'daki zalim iktidarın saltanatına son vermesi de tıpkı Mekke'nin Fethine benziyor" dense, adı üzerinde teşbih yapılmış, teşbihte de hata olmaz diyeceğim. Ama böyle demiyor. Şam'ın adını vermeden zımnen Mekke'nin Fethi ne ise Şam'ın zaferi de budur demeye getiriyor.

Siz bu hutbeyi ve benzetmeyi nasıl buldunuz bilmem ama yanlış bir benzetme bana göre. Mekke'nin Fethinde, o şehrin asli unsurlarının memleketlerine dönmesi vardır. Üstelik Medine'de kurdukları devlet eliyle Mekke'yi fethetmişlerdir. Fetheden bellidir. HTŞ önderliğindeki muhalif gruplar devlet değildir. İçinde onlarca muhalif grubu barındıran bu yapının aralarında anlaşıp anlaşamayacakları belli değildir. Arkalarında yani bunlara hangi devletler destek vermiştir sorusu net değildir. Hareketin arkasında ABD, İsrail, İngiltere ve Türkiye olduğu söyleniyor. Nasıl bir zafer ise bu devletlerden hiçbiri arkasında biz varız şeklinde açıkça bir izharda bulunmuyor. Sahi biz var mıyız, yok muyuz? Varsak, cephedeki bu kazanım yarın masada aleyhimize döndürülemez mi? Çünkü savaş sadece cephede değil, masa başında da kaybedilebiliyor. Bizi Suriye'nin geleceği konusunda masaya alacaklar mı ayrıca? Bu konuda İsrail, ABD ve İngiltere'ye ne derece güvenebiliriz? Onlarla ortak veya asgari müştereklerde anlaşabilir miyiz?

Hülasa, bu Şam zaferinin Mekke'nin Fethi ile yakından uzaktan bir alakası yoktur. Üstelik Şam rejiminin yıkılması tek başına zafer olamaz. Esas zafer Suriye'nin geleceği konusunda söz sahibi olmaktır. Ki söz sahibi olup olmayacağımız için vakit çok erken. Zira neyin ne olduğu belli değil, flu bir alan var. Sorular sorular ve endişeler var.

Sonuç olarak Şam'ın fethini Mekke'nin Fethi ile aynı görmesem de okunan bu hutbeyi yanlış bulsam da Suriye'nin yeniden yapılandırılmasında ülkemin baş rol oynamasını, halihazırda yaşadığımız sevinç halinin hüsrana dönüşmemesini temenni ediyorum. Unutmayalım ki bir mevzi kazanmak bir zafer elde etmek, bir yeri fethetmek önemlidir. Ama daha önemlisi o mevzide kalıcı olmaktır. Yani ilk gülen değil, son gülen olmaktır. Bilmem anlatabildim mi cemaati Müslimin?

Her Şey İsrail'in Güvenliği İçin *

Görünen o ki Osmanlının tarihten silindiği I. Dünya Savaşının ardından, Ortadoğu bu yüzyılda yeniden şekillendiriliyor.

Bu yeni şekillendirmede atılan her adım ve alınan her sonuç, İsrail'in güvenliğine yönelik adımlardır.

Bunu anlamak için İsrail'e potansiyel tehlike olan devletlerin istikrarsızlaştırılması dikkatlerden kaçmıyor.

Saddamlı Irak, Mursili Mısır, Kaddafili Libya, İran ve Suriye destekli Lübnan Hizbullah'ı İsrail için potansiyel bir tehlike idi.

Bu potansiyeli bertaraf etmek için sadece Saddam'ın gitmesi yeterli görülmedi. Bölünmesi de gerekiyordu. Çünkü yeniden güç toplayabilirdi. Nitekim Irak bölündü.

Kaddafi'nin de gitmesi yeterli görülmedi. Libya da bölündü.

Hamas'ın belinin kırılması için Lübnan Hizbullah'ının ne kadar lider ve potansiyel lideri varsa hepsinin öldürülmesi gerekiyordu. Bu da yapıldı. Böylece bir daha toparlanamayacak şekilde Hizbullah'ın beli kırıldı.

Zaman zaman füze saldırıları ile ve başkenti Tahran'da Hamas liderini öldürerek İran'a ayar verildi.

Ardından bak sıra sana geliyor denerek İran'ın Beşşar Esed'e verdiği desteğin çekilmesi sağlandı.

Esed'e destek veren Rusya'ya ne vaadi verildi ya da ne tehdidi yapıldı bilmem. Belki de Ukrayna Savaşını uzatır da uzatırız. Aklını başına al, gel şu Esed'e desteği bırak dendi. Belki de İsrail için yaşamıyor muyuz? Çekil ki şu Suriye’de de burayı da bölüp parçalayalım dendi. O da kabuğuna çekildi.

2011'den beri en kolay gitmesi gereken Esed sonrası, Suriye'yi ne şekilde bölüp nasıl şekillendireceklerinin kararını veremedikleri için Esed'i ayakta tuttular. Sonunda bir planda anlaştılar ki Esed'e yol verildi.

Esed Saddam ve Kaddafi'ye göre torpilli idi. Çünkü Saddam ve Kaddafi'ye görülen reva Esed'den esirgendi. Belki de Rusya, desteği çekerim çekmeye ama Esed'e dokunmamak şartıyla dedi. Nitekim Rusya'nın himayesinde şimdi Esed.

Ortadoğu'nun yeniden şekillendirilmesi için verilen ayarlarda Mısır'a torpil geçildi. Mısır, Irak, Libya ve Suriye gibi bölünmedi. Sanırım güçlü figür, darbeci Sisi'ye güvenleri tam. Bir de Lübnan bölünmedi. Zaten bölmeye gerek yok. Çünkü Hizbullah yoksa Lübnan'ın esemesi okunmaz.

Şimdi hızlı bir şekilde Esed sonrası Suriye'nin yeni aktörlerle şekillendirilmesi var. Bölünme ve yeni yönetim gelmeden önce Suriye, askerî yönden toparlanamasın diye İsrail tarafından Suriye’de kadar stratejik öneme sahip yerler ve cephanelikler varsa imha edildi.

Yine bu yeni şekillendirme yapılırken Saddam'ın ve Libya'nın güçlü ordusunun ülkelerini savunmaması, zayıf da olsa Esed’in ordusunun direnç göstermemesi, bu bölgedeki orduların kimin elinde ve kimin emriyle görev yaptıkları da düşündürücü. Çünkü ne Irak ne Libya ne de Suriye ordusu adeta tek kurşun atmadı ve ülkelerini savunmadı. Bu da İslam ülkelerinin sahip oldukları ordularının ne derece milli oldukları hakkında bize bir bilgi vermekte.

Bölge bir başta öbür başa bu şekil dizayn edilirken, Suriye sonrası sıranın İran'da olduğunu bilmeyen yok. İran da bunu biliyor. Herhalde pek yakında İran'ın içi de karıştırılır. Sonrası bölünür mü, rejim mi yıkılır, bunu da görmemiz yakın.

Gazze'yi söylemeye gerek yok. Zaten oraya ayar verildi. Gazze tamamen işgal edildi. Filistinliler Gazze'den arındırılacak. Gazzeliler mülteci olarak Mısır ile Türkiye arasında pay edilebilir. Temenni etmem ama böyle bir planın olabileceğini düşünüyorum. Hazır Suriyelilerin memleketlerine dönerken boşalan yerler niye doldurulmasın.

İçeride ve sınırlarında güvenliği sağlayıp bir tehdit kalmayınca İsrail'i kim tutar ondan sonra.
Hasılı Ortadoğu’da olup bitenler, yapılan dizaynlar ve yeniden karılan kartlar hepsi ve daha fazlası İsrail’in güvenliği ve daha fazla genişlemesi içindir.

*20.12.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

12 Aralık 2024 Perşembe

Son Gülen Olabilecek miyiz? *

Ömrüm hep ilk gülen olmakla geçti. Nedense bir türlü son sevinen olamadım. Bahtımdan mıdır, olayların perde gerisini görememekten midir, aynı deliğe defalarca girmeye çalıştığımızdan mıdır bilmiyorum. Hep önce seviniyorum. Sonrası mı? Üzülüyorum.

Örnek mi istersiniz?

Daha neyin ne olduğunu bilmediğim, -hoş şimdi de bilmiyorum- yaşlarda, büyüklerimden duymuştum. Mısır'da bir zalim vardı: Enver Sedat. Firavundu gözümüzde. Nihayet Halid İslanbuli adında bir yüzbaşı tarafından öldürüldü. Yerine kimin geçeceğini düşünmeden dünya bir zalimden kurtuldu diye sevinmiştim.

Ardından Enver Sedat'ı aratmayan Hüsnü Mübarek geldi Mısır'ın başına. Haliyle sevincimiz kursağımızda kaldı.

Gün geldi Hüsnü Mübarek istifa etmek zorunda kaldı. Söylemeye gerek yok. Yine bir sevinç. Yerine de seçimle Mursi gelince, sevincimiz katlandı. Çünkü Mısır makus talihini yenmiş ve Müslüman Kardeşler ilk defa iktidar olmuştu.

Mursi'nin ömrü uzun sürmedi. Kendi atadığı genel kurmay başkanı eliyle darbeyle indirildi. Yerine, darbeci general Sisi başkan oldu. Bizim sevinç boğazımızda düğümlendi. Rabia Rabia demeyi bıraktık artık.

İran devrimi olmuştu. Ülkenin adını da İran İslam Cumhuriyeti koymuşlardı. İslam adını görünce hah dedik. İslam dünyası uyanıyor. İran iyi bir model olacak. Sonra arkası gelecekti ve dünyada zulüm bitecekti. Öyle ya biz sevinmeyelim de kim sevinsin.

Derken efendim, İran'ın bir mezhep devleti olduğu, mezhebine yaymaya çalıştığı, Müslümanlar içerisinde bir çıbanbaşı olduğu ortaya çıkınca sevincimiz hüsrana dönüştü.

Pakistan'da iyi gelişmeler oldu. Başta Ziya ül Hak vardı. İslam İslam, İslam anayasası deyip duruyordu. Haliyle sevindik. Bir de kardeş ülkeydi bizim için.

İran'ın ardından Pakistan'da da iyi şeyler olmaya başlayınca heyecanımız arttı. Meydanları doldurduk. "İran, Pakistan, sıra sende Müslüman" sloganlarıyla meydanları inlettik. Öyle ya İslam gelince, "Hak gelip batıl zail olacak", zulüm bitecekti.

Ardından Afganistan mücahitleri Sovyetler tarafından işgal edilen ülkelerini Ruslardan temizleyip birlikte bir koalisyon hükümeti kurdular. Meydan sloganlarımıza Afganistan'ı da ekledik. Şöyle ki: "İran, Pakistan, Afganistan, sıra sende Müslüman".

Çok geçmedi ki Rusları ülkelerinden def eden mücahitler kurdukları koalisyonu yürütemediler. Epey bir iç savaş yaşadılar. Ardından Taliban geldi. Onların arkasından ABD işgali geldi. Uzun bir işgalin ardından tekrar Taliban yönetimi geldi. Ülkelerinde huzur bulamayan Afganlılar Türkiye, İran başta olmak üzere başka ülkelere sığındı. 1979 yılında başlayan işgal, iç savaş durumları dolayısıyla Afganistan’ın yüzü hiç gülmedi. Haliyle Sovyet işgaline son veren Afganistan'ın ilk hali bizi sevince boğarken sonrası gelişmeler bizi hüzne gark etti.

Uzatmayayım, Saddam devrildi. Sevindik. Sonu hüsran. Çünkü Irak huzur bulmadı. Bugün etkisiz eleman bir devlet.

Kaddafi devrildi. Sevindik. Bugün burada da huzur yok. Burası da kolay kolay iflah olacağa benzemiyor.

Bu hengamede Libya ile denizcilik anlaşması yaptık. Sevindik. Günbegün gündemde tuttuk. Sonrasında Libya mahkemesi bu anlaşmayı iptal etti. Üzülemedik bile. Çünkü bu iptal hiç gündeme gelmedi. Yalnız işler istediğimiz gibi gitmedi ki Libya bugün gündemimizde değil.

Gazze'de Hamas, 7 Ekim 2023'de İsrail'in savunma sistemi Demir Kubbeyi delip geçince sevindik. Sonrası felaket. Çünkü Gazze diye bir yer kalmadı.

İsrail Gazze ile de kalmadı. Lübnan, Suriye, İran bombaladı durdu.

Son sevincimiz, HTŞ önderliğindeki Suriyeli muhalifler 12 gün içinde İdlip, Halep, Hama, Humus derken Şam'ı ele geçirerek zalim Esed rejimini sonlandırdı. Esed gibi bir zalimin devrilmesine kim sevinmez. Haliyle sevindik.

Şimdi beni bir düşüncedir aldı. Esed sonrası Suriye Esed'i aratacak mıydı? Esed de aranır mı demeyin. Çünkü Saddam sonrası yeni Irak Saddam'ı, Kaddafi sonrası yeni Libya Kaddafi'yi arattı. İsrail'in akbabalar gibi Golan Tepelerine girmesi, Şam'a doğru ilerlemesi ister istemez düşündürüyor.

Önceki ilk sevinçlerimin hüsrana dönüştüğü gibi Suriye'deki yeni durum da hüsran olur mu? Daha buradaki filmin sonunu görmesek de acaba hep ilk gülen olduktan sonra son gülen olmadığımız gibi burada da ilk gülen olduktan sonra son gülen olmayacak mıyız? İnşallah Suriye'de hem ilk gülen hem de son gülen oluruz. Suriye'de de ilk gülen olarak kalırsak bilin ki yine hüsran olur bizim için. O zaman vay halimize...

*18.12.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.