1 Aralık 2024 Pazar

Gar-Kampüs Arası Yürüyüşüm

2020, 2021 ve 2022 yılları günlük ve rutin yürüdüğüm yıllar. 

Yürüyüş demişsem, tempolu ve km'si fazla yürüyüşler.

İşe gidiyormuş gibi çıkıyordum evden. 

Her gün farklı güzergah olacak şekilde uzun yürüyerek terimi atıp geldim. 

Bazen güzergah belirlemeden çıktım evden bazen de güzergah belirleyerek. 

Aklımda SÜ Kampüsüne gitmek de vardı. Ha bugün ha yarın derken takvimler 01.12.2022 Perşembe gününü gösterdiğinde ver elini SÜ Yerleşkesi diyerek Konya Gar'ından çıkmıştım yola. 

Bir 40 dakika yürüdükten sonra Adakale Caddesinde bulunan bir tanıdığımın işyerinde giderek bir çay içimi kadar lafladım. İki bardak çay içtikten sonra İstanbul Caddesine çıkarak yürüyüşüme devam ettim. Yolun sağında bulunan yaya yolunu takip ederek Buzlukbaşı durağı civarındaki bir caminin WC'sinde lavabo ihtiyacımı gidermek için durdum. Yerleşkenin içindeki SÜ Selçuklu Tıp Fakültesi binasına varınca yürüyüşümü sonlandırdım. 

Yürüyüş bittikten sonra elimde taşıdığım hırkayı giyerek tramvaya bindim. Zafer'e kadar tramvayla geldim. Zafer'den de eve yine yürüdüm. 

Bu yürüyüşümü sosyal medyada paylaşmışım. Seneyi devriyesinde karşıma çıkınca, o günü tekrar gözümün önüne getirdim. İstedim ki bu Gar-Yerleşke yürüyüş maceram blogumda yer alsın ve bu hatıramı taçlandırayım. 

Çıkmadan önce Haritalara bakmıştım. Gar ile Yerleşke arası 19 km gösteriyordu. 

Telefonumdaki adımsayara göre yürüyüşüm, 3.36 saat sürmüş. 15 km yapmışım. 26301 adım atmışım. 1181 kalori yakmışım. Vay be... 

Şimdilerde kısa mesafeleri temposuz yürüyorum. Bahsettiğim yıllardaki yürüyüş tempomdan çok uzağım. Günlük 8 bin-12 bin arası yürüsem de hamlaştığımı düşünüyorum. Bugün yürümeye kalksam, aynı sürede bu kadar yolu tepemem. Ayrıca bu kadar km yapmayı da gözüm kesmez. O zamanlar bir km'yi dokuz dakikada alıyordum. Bugün herhalde km'yi 12 dakikada kat edebilirim.

Ah gençlik, vah gençlik!

30 Kasım 2024 Cumartesi

Bisikletli Canavarlar

Bisiklet sürmeyi bilsem de çok sürmem. Ne kadar sağlığa faydalı dense de hiç sürme hevesim olmadı. Hoş, sürmek istesem bile evde bisiklet yok. Çocuklar için alınanları da sağa sola dağıttım. 

Araba sürmede de hiç merakım olmadı. Evin önünde ayağımı yerden kessin diye bekliyor. 

Belki de bisiklet de olsa araba da olsa ayağımı yerden kestiği için yani 2-4 teker üzerinde gittiğinden midir benim için en uygunu yürümek. Olmadı toplu taşıma kullanmak. 

Ara ara mecburiyetten araba sürsem de yılların şoförü olmama rağmen hala acemiyim. Bisiklet sürüşüm de öyle. 

Bisiklete binsem tir tir titrerim. 

Lisede iken Rahmetli Hasan Hüseyin Gürses'in bisikletini alıp çarşıya gitmiştim. Tam Şems Caminin önüne gelmiştim ki karşımda bir araba belirtmişti. Yolun sağında da seyyar satıcılar vardı. Seyyardan alışveriş yapan birine arkadan vurmuştum. Özür diledim. Adam, özür diledin ama öldüreceksin, haydi git şuradan demişti. Hasılı bisikletle tek tecrübem bundan ibaret. 

Ben böyleyim ama ne bisiklet sürenler görürüm zaman zaman. 

Bisiklet sürerken ellerini direksiyondan bırakıyor. Ön tekeri kaldırıyor. Tek eli direksiyonu tutarken diğer elini kulağına götürerek telefonla konuşuyor. Sigara içiyor. Elinde paket taşıyor. Karşılaştığı tanıdığına elini kaldırarak selam veriyor. 

Kaldırımdan gidiyor. Ters yola giriyor. Yürüyüş parkurunda bisiklet sürüyor. 

Akan, yoğun trafiğin içinde son surat bisiklet sürüyor. 

Hasılı gördüğüm bisikletçilerin çoğunun iki elinde on marifet var. Say say bitmez ve bu sessiz tayyarelerin ne zaman nereden çıkacakları hiç belli olmuyor. 

Yürüyüş için bazen Karatay Terminali civarına giderim. Yürürken Yeni Larende Caddesinin sol kaldırımını tercih ederim. Bu kaldırım iki kişinin yan yana gidemeyeceği şekilde dar. 

Bu kaldırımı sadece ben değil, aynı zamanda bisiklet sürücüleri de kullanıyor. Sanki sürüş için başka uygun yer bulamamışlar gibi. 

Bu kaldırımda giderken ikidir bisiklet sürücüleriyle burun buruna geliyorum. Gençten biri ardımdan jet hızıyla yanımdan geçip hop dayı, iyisin değil mi dedi. Görüyorsunuz aramızdaki samimiyet ve iletişimi. Üslup zaten o biçim. 

Bir başka gün yine yürüyorum aynı kaldırımda. Kaldırımdan inip ara yoldan karşı kaldırıma geçeceğim. Sağımda araba var. Sağ elime de telefonu almıştım bu ara. Ardımdan sağ koluma biraz sert bir dokunma oldu. Geriye dönüp baktım. Yine bir bisikletli. Ellili yaşlarda biri. Ne yaptın dercesine yüzüne baktım. Tamam geç dedi beyefendi. 

Bana vurmasından geçtim. Sağımdaki arabayla aramda neredeyse yarım metrelik bir mesafe var. Solumda o kadar geniş mesafe varken bu daracık yerden geçmeye çalışması gerçekten garip. Genç olsa macera peşinde bu genç diyeceğim. Yaşını başını almış bu kişi de herhalde macera peşinde değildir. 

Sözün özü, kimsenin sürdüğü bisiklette değilim. Sürsünler varsın. Arabasıyla çarşıya çıkanlardan iyidir bisikletler. Toplu taşıma dertleri yok, masraf da etmiyorlar. Arabalar gibi havayı da kirletmiyorlar. 

Yalnız yerinde ve yolunda sürmek şartıyla.

Kaldırımda ne işleri var bisikletçilerin? Haydi araba sürücüleri kendilerini ciddiye almadığı ve canları tehlike arz ettiği için kaldırımı tercih ettiler. Bari bisikletlerine bir zil taktırsınlar. Arkadan gelirken çarpma yerine zil çalsınlar. 

Sahi bu kaldırımları işgal eden, tehlike saçan, yayaları hiçe sayan bu kaldırım işgalcilerine dur diyecek yok mu? Bu kaldırım işgalcileri yolda giderken arabalar bizi hiç sayıyor, biz de kaldırımdaki yayaları hiç sayalım diye mi düşünüyorlar? Hiç mi empati yapmazlar bunlar? Bazı araç sürücülerine bisikletlere saygısızlığını hıncını yaralardan mı çıkarmaya kalkıyorlar? 

Merak ediyorum, lise son sınıfta iken bisikletiyle ters yola girdiği için ceza yiyen daha reşit olmamış çocuğum gibi kurallara uymadığı için ceza yiyen bisikletçi var mı? Bu ceza ilk ve son olarak sadece benim çocuğuma mı uygulandı? 

Hasılı, bisiklet sürücüleri, ayıp ediyorsunuz ayıp.

Sözüm kurallara uyan az sayıdaki bisiklet sürücülerine değil. Zira onlar takdiri hak ediyor. 

28 Kasım 2024 Perşembe

Yeni Versiyon Dilenciliğimin Semeresi

Bu yıllarda kaç okulda çalıştığımı aklımda tutmama gerek kalmadı. Çünkü  her öğretmenler gününde Bakan'dan gelen tebrik mektubunda kaç il, kaç okulda çalıştığım yazıyor. Sağ olsun benim adıma sayıyor her çalıştığım şehir ve okulu. Dört şehir on dört okul olmuş Bakan'ın verdiği bilgiye göre. 
Yeni yani 14. okulumdayım bu sene. Gördüğümüz gibi 10.köyü pardon okulu geride bırakmışım. 
Yeni okulumda pek bir kimseyi tanımıyorum. Pek azının ismini bir kısmını da simaen tanıyorum. 
Okul hem öğrenci hem de öğretmen yönünden kalabalık olunca, tanışsak bile çoğunun ismi aklımda kalmıyor. İmdadıma hocam yetişiyor. İyi ki var şu hocam hitabı. Değilse ne yapardım bu yaşımda. 
Kendi halimde girip çıkıyorum derslere. 
Teneffüsleri, elime çayımı alıp sırtımı binaya vererek okulun önünde ve ayakta değerlendiriyorum. Diğer elimde de bir şey var ama ne olduğunu merak edin diye söylemeyeceğim.
Okulun dışında teneffüs arası çayımızı yudumlarken daha yakın tanıştığım müdür yardımcısı da birkaç arkadaşı ile birlikte bir elinde çay ve diğeri olmasa da muhabbet ediyorlar.
Antalya'dan avakado satın almış. Tanesi 40 liradan 40 adet sipariş vermiş.
Âdet ve fiyatı duyunca bir başka öğretmen 1600 lira yapıyor. Vay be dedi.
40'ı duyar duymaz ben de hocam, branşım itibariyle araya giriyorum. 40 adet alıyorsanız, bir tanesini zekât olarak vermeniz gerek dedim. Elbette dedi gülüştük. Ardından yeni versiyon dilencilik bu dedim. Buna da gülüştük. 
Aradan bir hafta geçmişti ki cepten aradı, hocam görüşebilir miyiz diye. 
Teneffüse çıkınca odasına vardım. Gördüğünüz iki adet avakodayı poşetin içine koymuş. Hocam, biraz daha yumuşaması gerekir. Buyurun afiyet olsun dedi. Ne şekilde yememiz gerektiğinin tarifini de verdi. Hocam, şaka yapmıştım ama mahcup oldum. Çok teşekkür ederim dedim ama kırmızı yüzüm kıpkırmızı oldu.
Eve getirip hanıma verdim. Avakoda mı aldın dedi. Benim avakoda ile hiç işim olur mu? Yeni versiyon dilenciliğimin semeresi. Müdür yardımcımıza şaka yapmıştım. Üstelik iki tane birden getirmiş, cömertliğini fazlasıyla gösterdi, sağ olsun dedim.
Şakayla başlayan muhabbet bu şekilde ciddiye bindi. Bu vesileyle market ve pazarda gördüğüm ama avakoda olduğunu bilmediğim, daha önce tatmadığım bu meyvenin adının da avakoda olduğunu öğrenmiş oldum.
Daha neler öğrendim neler... Avakodanın yazılışını ve okunuşunu ve tane ile satıldığını da. Tane ile satıldığını öğrenince biz de olduk bir Avrupalı dedim kendi kendime. Öyle ya Avrupalılar meyveyi tane tane alıyorlar diye duyardım da ülkemde satıldığını bilmiyordum. Pek çok konuda Avrupa’dan geri olsak da avakodanın tek satışıyla onları yakaladığımızı söyleyebilirim.
Başka bir şey daha öğrendim. Avakodayı görünce hanım heyecanlanıp şaşırmadı. Meğerse daha önce oğulları almış kendisine. Benim yeşilliklerle aram olmayınca karşımda yemiş ama benim haberim yok. 
Şimdi öğreneceğim son bir şey kaldı. O da hediyemizin iyice olgunlaşmasını bekliyorum. Bir de tattım mı, dışı yeşil olan bu meyvenin tadının nasıl olduğunu öğreneceğim bu yaşımda. Bir de beğenirsem, gitti altmış yılım boşa diyeceğim.
Ana len. Ya bir de tadını beğenirsem... Faydası say say bitmeyen bu meyveyi sık sık almam gerekecek ki bu da yandığımın resmi olacaktır. 
Gördünüz mü başıma açtığım işi. Ne çekiyorsam bu dilimden çekiyorum. Bildiğimiz gibi bu dilimden yazıya dökülenler bazen başıma iş açsa da faydası da oluyor gördüğünüz gibi. 
Yazıma son verirken izzet ve ikramından dolayı müdür yardımcımız hoca hanımın kesesine ve ömrüne bereket, geçmişlerine rahmet diliyorum ve her şeyin gönlünce olmasını temenni ediyorum.