26 Ekim 2021 Salı

İlçelerin İlleriyle İmtihanı *

Uzak veya yakın, bir ilçede mi görev yapıyorsun. Baştan söyleyeyim, yandın demektir. Çünkü ayağındaki çarık seni sıktıkça sıkacaktır. Bağlı bulunduğun ve sorumlu olduğun il müdürlüğünün istekleri bitmez.  Yazı, çizi, bilgi ve doküman istese öp başına koy. Bunları oturduğun yerden, masa başında hazırlar gönderirsin DYS üzerinden. 

Ama ilin senden, ilçeniz için hazırlanmış;

*Şu kadar kitap var; şu saatle şu saat arası falan depodan alınması,

*Bu kadar tabletiniz var; bu saate kadar müdürlüğümüzden falan kimseden alınması,

*Şu evrakı ıslak imzalı 12.00'a kadar istiyorum; hemen getirilmesi,

*Eksik kitaplarınızın falan ilçeni şu deposundan şu gün şu saate kadar giderilmesi,

*Fazla kitapların şu saate kadar getirilip falan depodaki falan kimseye teslim edilmesi,

*Sınav evrakının falan depodan şu gün şu saatte alınması, almaya gelinirken araçla gelinmesi ve beraberinde iki eleman getirilmesi,

*Sınav yapıldıktan sonra optiklerin istiflenerek falan yerdeki falana imza karşılığı teslim edilmesi,

*Şu şu elemanlarınız ödül törenine katılmamıştır. Ödüllerin falan yerden falan tarihe kadar alınması, ilgililere tebliğ-tebellüğ edildikten sonra ıslak imzaların şu tarihe kadar gönderilmesi,

*İmza eksiğiniz var, şu gün şu saatte gelerek imzalanması,

*Şu şu sınıf öğrencilerine yönelik tatil kitabı gelmiştir; şu saate kadar alınması ya da aldırılması...

Başka bir emriniz var mıydı efendim?

Gördüğünüz gibi istek bitmiyor. İlçedesin. Nasıl gider, nasıl aldırırsın. Aracın yok ki gidip alıp gelesin. Olan araca da araç demeye bin şahit lazım. O mu seni götürür yoksa sen mi onu götürürsün, tartışılır. Haydi, eldeki araçla alıp geleyim dedin.  Yazık değil mi birkaç parça evrak için yakıt yakmaya. Bu durumda ne yapacaksın? İlçeye ilden gidiş-geliş yapanları araştırıp bulacaksın. Aman kardeşim, ne olur, şunu bir alıver diyeceksin. Alttan girip üstten çıkıp onları ikna edip aldıracaksın. Ama bu durum bir değil, iki değil, beş değil. Aşağı yukarı her hafta böyle angarya çıkar. Bir insana kaç defa rica da bulunabilirsin. Bu durumda iş başa düşüyor: Ya erken çıkıp alacaksın ya geç gelip alacaksın ya ilden birine aldırıp bir yere koydurup akşam varınca alacaksın ya birine görev yazacaksın, gidip o alacak ya hastaneye giden birine muayeneden sonra şunları ile veriver ya da ilden alıver diyeceksin. Diyeceksin oğlu diyeceksin. Kime yük yüklersen yükle, her bir işi yapmak için kuruma veya belirtilen yere gitmek için özel aracınla gideceksin, park yeri bulacaksın, mesai bitmeden gidip poşeti, koliyi alacaksın, aracına kadar taşıyacaksın, aracına koyup ertesi günü işyerine getireceksin. Sonra da planlama yapıp dağıtacaksın.

İşin garibi il, ilçelerin imkanlarının olmadığını, imkansızlıkların içinde boğuştuğunu, eleman sıkıntısı çektiğini bilir. İlçelere göndereceği evrak, kitap, tablet ne ise bunları kargo vasıtasıyla gönderse fena mı olur? Bakanlık ile, senin ilin için şu kadar kitap vb   hazırladım. Kamyon getir, bunları götür mü diyor. Ankara sana nasıl gönderdiyse sen de ilçelerine öyle göndersen kıyamet mi kopar? Maalesef il bunu yapmıyor. Bunu yapmadığı gibi empati de yapmıyor. İl kusura bakmasın ama esas kıyamet; al, şunu götür dendiğinde kopuyor.

Aslında ili yola getirmenin yolu, ilde görev yapanları bir müddet ilçelerde görevlendireceksin. İlçelerdekini de ilde. İlçeden ile geçen; ilçedekine alın, götürün, şu saatte alın diyecek. O zaman anlarlar yaptıkları ayıbı.

*12/11/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Dağın Evliyası ve Şehrin Evliyası

Asgari ücretle çalışan, evinin geçimini güç sağlayan bir tanıdığım vardı. Bir kızı lisede okuyordu. Bir gün kendisine, okula nasıl gidiyor dedim. Servisle dedi. Durumun belli. Al kendisine bir abonman. Toplu taşıma ile gidip gelsin dedim. “Kız çocuğu. Onu otobüsle göndermem. Ortamı biliyorsun” dedi. Kendin bilirsin ama otobüsle gidip gelirken insanları tanır, hayatı öğrenir dedimse de ikna edemedim.

Bir yıl sonra kızımız liseyi bitirdi. Bir duydum ki kızımız internette tanıştığı başka şehirden birine kaçmış. Birkaç ay sonra da kızı, gece vakti şehirlerarası yola bırakıvermişler. Gece vakti bir başına yol kenarında bekleyen bu kızı, yoldan geçmekte olan bir kamyon ya da tır şoförü, babasının ikamet ettiği şehre kadar getirivermiş.

*

Son sınıf bir kız öğrenci, lavaboda düşüp bayılmış. Ambulans çağrılarak hastaneye götürülür. Kızımız bir kutu hap içmiş. Midesini yıkarlar. Kızımız kendisine geldikten sonra nedir derdin, seni intihara götüren sebep ne dendiğinde, bir sevgilisi varmış. Araları bozulmuş. Çareyi intihara kalkışmada bulmuş. Kimmiş bu uğruna intiharı göze alacak şanslı eniştemiz, tanır mıyım dendiğinde; yok, tanımazsın. Kendisi şehirde kepçe operatörlüğü yapıyor denir. Nasıl tanıştınız sorusuna, bir arkadaş vasıtasıyla der ilçede oturan kızımız.

Okul bittikten sonra diplomaları hazırlamak için mezunların kimlik bilgilerini sorguladığımda, kızımızın soyadının değişmiş olduğunu gördüm. Evlerini aradım. Yeni soyadı doğru idi. Ablam evlendi dedi erkek kardeşi. Ne zaman evlendi? Baban okula bir gelsin dedim. Baba, “Okulun son günü karne almaya gidiyorum diye evden çıkan kızımız, karne almaya gitmemiş. Eve gelmeyince aradık taradık. Kızımız daha önce uğruna intihara kalkıştığı kişiye kaçmış. Şu anda falan şehirde. Rızamız ve bilgimiz dışında gelişen bu olayın ardından gidip kızımızı getirdik ve hemen düğünlerini yaptık” dedi.

Bildiğim kadarıyla kızımız bu evliliğin ardından baba ocağına döndü. Uzun süre ayrı kaldılar. Çocuğunu da baba evinde doğurdu ve büyüttü. Sonra yeniden bir araya geldiler. Şimdi evlilikleri nasıl gidiyor bilmiyorum. 

Bu iki örnek çocuklarımızın ya İnternet ya da arkadaş aracılığıyla tanıştıkları kişilerle kaçarak evlendiklerine ve evliliklerinin devam etmediğine bir örnektir. Bu demek değildir ki bu yollarla evlenenlerin evlilikleri yürümüyor. Bu yolla evlenip de huzurlu bir şekilde evlilikleri devam edenler de olabilir. Birbirini tanıyarak evlenenler arasında bile geçim olmayabiliyor. Çünkü evlilik kapalı bir kutudur. Bazen iki iyi insan bile doku uyuşmazlığından evliliklerini sonlandırabiliyor.

Burada değinmek istediğim husus, kız olsun, erkek olsun, çocuklarımızın hayatın her türlü zorluğuna göğüs gererek yetiştirilmesi. Onları korumak amacıyla uçan kuştan korumak, kendi yapabilecekleri şeyleri yapmak, onları hiçbir yerle temas ettirmeden okula bırakmak, okuldan almak, okula servisle göndermek, toplum kötü diye onları çarşı-pazardan uzak tutmak ve sorumluluk vermemek tüm iyi niyete rağmen doğru değildir. Çocuklar, toplumun içinde kötülükleri görerek büyümezlerse kendilerine kötülüğün nereden, kimden, ne şekilde geleceğini bilemezler. Bir iki tatlı söze çabuk kandırılırlar. Anlatmak istediğim, dağda ayakları yere basmayan evliya yetiştirmekten ziyade şehirde iki ayağı yere basan, bastığı yeri ve ne yaptığını bilen normal insan yetiştirmek gerek. Yani dağda evliya olacağına şehirde evliya olmak en güzeli. Çünkü toplumu tanımadan dağda evliya olmak en kolayıdır. Bu evliyalık şehre kadardır. Çünkü dağın evliyalığı şehirde biter. Şehrin evliyalığı ise dağ, bayır, şehir, ülke devam eder. (İlgili hikayeyi okumak için bakınız: https://www.yenibursa.com/dagdaki-evliyayla-sehirdeki-evliya-makale,153303.html)

25 Ekim 2021 Pazartesi

Çocukları Hayatın İçinden Yetiştirmek

Çocuk yetiştirmede oturmuş bir kıstasımız yok. Ki olmaması da lazım. Çünkü bir insan yönetimi diyebileceğimiz çocuk yetiştiriciliği de başlı başına bir alandır. Küçük olsun, büyük olsun, insanın olduğu yerde formüller bir işe yaramaz. Çünkü her çocuk veya insan keşfedilmeyi bekleyen kapalı bir kutudur.  

Çocuk yetiştirmede izlediğimiz yolların bir kısmını kısaca ifade etmek isterim:

1. Aşırı korumacılık: Her istediğini yapmak, her imkanı sağlamak, onu el-bebek gül bebek büyütmek, sorumluluğunu üstlenmesi için yaşına uygun iş vermemek, uğruna saçımızı süpürge etmek; ben çektim, çocuğum çekmesin demek, elini sıcak sudan soğuk suya değdirmemek…Bu çocuğumuzdan tek istediğimiz okumasıdır. Okuyup kendini kurtarması. Bunun için en iyi okul en iyi öğretmen en iyi etüt merkezini seçeriz ve en iyi yardımcı kaynakları alırız. Bir veya birkaç dersten eksiklikleri varsa gerekirse özel dersler aldırırız. Çocuğumuz okuyacak ve emsallerine fark atacak, derece yapacak ve okul bittikten sonra yüksek maaşlı, iş garantisi olan ve kendini yormayacağı bir işte çalışacak. Bir de çalışan eşi oldu mu, tamam. Daha ne isteriz. Çoğu anne ve babanın uyguladığı bu tür çocuk yetiştiriciliğinde murat edilen, çocuğun bir bordro mahkumu olmasını sağlamak. Sınav odaklı çocuk yetiştirmedir bunu adı. Bunlara test çocuğu da diyebiliriz. Çocuk ne kadar çok soru çözer ve ne kadar fazla net bırakırsa o çocuk gelecek vadeden iyi bir çocuktur. Hayattan kopuk bu çocuk yetiştiriciliğinde çocuğun meskeni ev, okul ve etüt üçgenidir.

2.Saldım çayıra, Mevla’m kayıra mentalitesiyle çocuğu kendi haline bırakmak. Çocuk okumuştur, okumamıştır, kırmıştır, dökmüştür. Problem değil. İçeride, dışarıda, her yerdedir bu çocuk. Bu ilgisiz aile çocuğu, kendi kurallarını kendi koyar. Okulda dersleri iyi değildir ve sınıfın düzenini bozma potansiyeli vardır. Çocuğun kırdığı yumurta kırkı geçerse, çocuğu terbiye etmek için ailenin başvurduğu tek terbiye yöntemi dayaktır. Önceleri dayaktan korkan bu çocuk tipi, bir müddet sonra “Nasılsa yiyeceğim iki tokat. O da yemediğim bir şey mi” diyerek gününü gün etmeye çalışır. Baskıcı aile diyebiliriz buna.

3.Çoğu parçalanmış aile çocukları. Bunlar iki arada bir derede kalmış kesimdir. Çocuk duygularını ya içine atar, içine kapanır ya da dışa vurur. Bu tip çocukların iç dünyası farklıdır. Hayata küsebilir, isyanlara da oynayabilirler.

Çocuk yetiştirme bu yazdıklarımdan ibaret değil. Zira her ev ayrı bir okul ayrı bir dünyadır. Niyetim kısaca değinmekti. Gördüğünüz gibi üç madde ile sayfamı doldurdum. Yazımın bundan sonraki kısmında çocuk yetiştirmede ne yapabiliriz, bunun üzerine kafa yoracağım. Hangi aile tipi olursak olalım, çocukları hayata hazırlamayı esas almamız lazım diye düşünüyorum. Bildiğiniz gibi zorunlu öğretimin 12 yıla çıkarılması ile birlikte çocuklarımız ilköğretimi örgün, liseyi de örgün, çıraklık veya açıktan okumak zorunda. Hayata hazırlamak derken kastım, çocuğumuzu ister örgün ister yaygın şekilde okutalım, onları eğitim ve öğretimin her safhasında hayata hazırlamak lazım. Çünkü hayat okuldan ibaret değil. Dışarıdaki hayat okuldan çok farklıdır. Çocuklarımızı tek yönlü yetiştirmekten ziyade birden fazla seçenekli yetiştirelim. Ne demek istiyorum? Çocuğumuz okurken aynı zamanda hafta sonları ve yaz tatillerinde onlara sorumluluk verelim. Bir esnafın yanında getir-götür işi yapabilir; mendil, simit, mısır vb satabilir, önüne koyduğu baskül ile gelip geçeni tartabilir. Örnekleri çoğaltabiliriz. Çocuğumuza bu tür işleri yaptırırken çocuk para kazansın, aile bütçesine katkıda bulunsun niyetinde değilim. Gerekirse aile bütçesine katkıda da bulunabilir, kendi el harçlığını da çıkarabilir. Böyle yapmakla çocuklarımız hayatı öğrensin, hayatın okuldan ibaret olmadığını, hayatın zorluğunu yaşayarak öğrensin istiyorum. Okul bittikten sonra herhangi bir yere atanamazsa veya atandı, atandığı yerde tutunamadı ya da bu işini yapmak istemiyor diyelim. Çocuk işsizim, bu yaşta ben ne yapacağım diye düşünmez. Küçükken ufak tefek şeyleri satarak toplum içine çıkan ve öz güveni olan çocuk her nerede olursa olsun, ekmeğini taştan çıkartır. Yeter ki okurken onların hayata dönük yetişmesine imkan verelim.