9 Mayıs 2021 Pazar

Ekonominin Şakası Yoktur *

Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalip ile ilgili hepimizin bildiği bir anekdot anlatılır: Kabe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin kolluk kuvvetleri, Mekkelilere ait çevrede ne varsa yağmalayıp Ebrehe’ye getirirler. 100 devesine el konulan Abdulmuttalip, Ebrehe ile görüşür ve develerinin geri verilmesini ister. Ebrehe, “Ben sandım ki Kabe’yi yıkma, ricasıyla geldin. Görüyorum ki sen, develerinin derdindesin” deyince Abdulmuttalip, “Ben develerin sahibiyim. Develerimi istiyorum. Kabe’nin sahibi başkadır. Orayı da o sahibi koruyacaktır” cevabını verir.

Bu anekdotu anlatan ve bilen herkes, Abdulmuttalip’in verdiği cevaba dair övgülerini dile getirir. Çünkü o, develerin sahibidir. Yani Abdulmuttalip maişet derdindedir. Üstelik el konulan develeri, bugün için bile bir servet mesabesindedir. Bu develer tüm Abdulmuttalipoğullarının geçim kaynağıdır. Develer gitti mi tüm aile aç be aç kalacak demektir. Açlık ve maişet sıkıntısı çekmek kimsenin istediği bir imtihan değildir. Üstelik develerinin peşinden giden Abdulmuttalip bu tercihiyle Kabe önemsiz, yıkılırsa yıkılsın demedi. Sahibine işaret etmekle kalmadı aynı zamanda Ebrehe’nin yanından ayrıldıktan sonra Kabe’ye giderek evini koruması için Rab Teala’dan yardım istedi.

Günümüze gelirsek, kişinin evini geçindirmek, daha iyi imkanlarda yaşamak için bir mücadele vermesi ayıplanacak bir şey değildir. Çünkü işin ucunda evine ekmek götürememek ve namerde muhtaç olmak var. Hasılı tıpkı geçmişte olduğu gibi ekonomi, geçim derdi, servet, mutfak bugün için de önemlidir. Evinin geçimini sağlamakla yükümlü bir aile reisinin hayat pahalılığından dert yanması da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Halkın bu derdini yani maişet kaygısını bilen siyasi partiler de hayat pahalılığı denen enflasyonla mücadele için halktan onay isterler. Halk hangi partinin ekonomi politikasını ve bu politikayı yürütecek ekibi yeterli görürse onu iktidara getirir. İktidara gelen siyasi parti de ekonomide başarılı olduğu, halkın alım gücünü artırdığı ve mali disiplinden ödün vermediği müddetçe halk onu değiştirme yoluna gitmez. Ne zaman ki enflasyon çift haneli rakamlara çıkar, halkın alım gücü azalır, fiyatlar el yakmaya başlamış ise, iktidar da buna bir çözüm getiremezse, halk o iktidardan yavaş yavaş desteğini çekmeye başlar. Bu demek değildir ki iktidarların diğer uğraşıları gereksiz. Onlar da önemli ama iş mutfağa, cebe dokunmaya başlamışsa halk diğerlerini görmez. Çünkü mutfak işi bozar. Bundan dolayı da kimse halkı, soğan-patatese sattı diye ayıplamasın. Dün Abdulmuttalip’in derdi ne ise halkın derdi de aynıdır.

Bu durumu anlamak için Türk siyasi tarihine bakmak yeterli. Bizim siyasi tarihimizde partilerin iktidara gelmesinde ve iktidardan düşmesinde başka sebepler olsa da en önemli sebep ekonomidir. Ne zamanki bu ülkede darbe yapılır gibi belirli periyotlarla ekonomik kriz ortaya çıkmışsa bu, hükümete fatura edilir ve her ekonomik kriz sonrası hükümetler mutlaka el değiştirir. Çünkü halkın bu konuda hiç şakası yoktur. Cebine dokundu mu, bu iktidardaki babamın oğlu, onun siyasi görüşünü destekliyorum demez, gider bir başkasına destek verir. Destek verdiği de ekonomiyi düzeltemezse bir başkasını dener. Yani halkın sırtında yumurta küfesi yoktur ve hiçbir mazereti kabul etmez.

İktidarda kalmak isteyenlerin ne yapıp ne edip halkın alım gücünü artırma yolunda kalıcı adımlar atması gerekir.

*19/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Berberimle Başım Dertte*

Bir berberim var. Salgın dönemi hariç tüm saç tıraşımı ona oldum. Biraz da başka berbere gideyim demedim. Huyumdur, tuttuğumu kolay kolay bırakmam. Bu sadece benim değil, milletimizin bir özelliği. Bir yamukluğunu görünceye kadar bizi dükkanından kovsa bile ona gitmeye devam ederiz. Bir de Allah var, berberim çok iyi. Hem işinin ehli hem de ilgi ve alakası çok güzel. Tıraş olmaya kendim gitmeye devam ettiğim gibi başka tanıdıklarıma da bu berberimi tavsiye ettim. Birçok berber kıt kanaat geçinirken hatta tüm berberlerin kazancı kendisinin yarısı bile etmezken benim berber, müşterisini artırmaya devam etti. Müşteriye cevap vermek için yanında kendisi gibi çalışanlara da yer verdi. Usta, kalfa, çırak arasında muhteşem bir uyum vardı. 

Gel zaman git zaman, berberime gitmeye devam ediyorum ama berberim eskisi gibi değil. Ben aynı yerdeyim ama o çok değişti. Gerçi değişmedim diyor ama belli ki değişti. Bunu müşteri kaybetmeye başlamasından da anlayabiliriz. Niçin müşteri kaybediyor? Çünkü eskisi gibi iyi tıraş etmiyor, istediğim tıraşı yapamıyor. Kah kanatıyor kah keserken acıtıyor kah uzun saçlar bırakıyor. Eskisi gibi de iyi davranmıyor. Bu arada berber fiyatlarını da epey artırdı. Kendisiyle uyumlu ekibini de yanından bir bir uzaklaştırmaya, onların yerine birbiriyle uyumlu olmayan cins cins çalışanlar almaya başladı. Belli ki işler iyi gitmiyor. Yanına vardıkça kendisinden ayrılıp gidenleri eleştirdi. Biz de kendisine hak verdik. Bunlara, sayesinde meslek öğrendiler ve para ve itibar kazandılar. Buna rağmen kadir kıymet bilmediler ve nankörlük yaptılar dedik. Çünkü onun sayesinde hepsi berberlikte bir üne kavuşmuşlardı. O olmasaydı yani o, onlara iş vermeseydi, onlar bir hiçti. 

Giderekten ekibini tümden değiştirdi. Eski tevazuundan eser kalmadı. İstişareyi de bıraktı. Kendi başına buyruk davranmaya başladı. Giden gitsindi. Nasılsa tüm müşteriyi kendisi çekmişti. Şikayetini bize, memnuniyetini dostlarına ilet, dost yüze söyler sadedinde, kendisine bir gün, acaba bu berber işletmeciliğinde işlerin ters gitmesinde ve eski ekibinin yanından uzaklaşmasında senin de payın olabilir mi demek istedim. Bunu da şöyle dillendirdim: Efendim, diyelim ki 40 arkadaşın var. Bir iki tanesi size küsebilir. Derim ki bunlar beklediğini bulamadı, çekti gitti. Suç bunlarda derim. Ama 40 arkadaşının hemen hemen hepsi çekip gitmişse herhalde tüm suç onlarda olmaz. Burada az veya çok sizde de suç var. Çünkü sosyal olaylarda suçlu tek taraf olmaz, dedim. Acaba deyip kendisiyle yüzleşeceğine bana da mesafe koydu. Gördüm ki eskisi gibi eleştiriye de gelmiyor. Üstüne üstlük hırçınlaşmaya da başladı. Aslında onun bu hale gelmesinde ona her hal ve şartta gaz verenlerin de payı büyüktü.

Bana tavır almasına, yaptıklarına ve yaptığı tıraşa çok memnun kalmasam da vefa gereği yine müşterisi olmaya devam ediyorum. Hoş, kendisi tıraş etmiyor. Sadece işletmenin başında çalışanlarına emir ve talimatlar veriyor. Kendisi durmadan gelip gidene konuşuyor. Bu arada basınla da arası çok iyi. Her konuşmasını da canlı yayına bağlanarak uzaklara duyuruyor. Durmadan kendi berberliği ile kendinden önceki berberliği kıyaslıyor. Eskiden böyle miydi? Nereden nereye... diyor. 

Yine eline yüzüne bulaştırdığı bir tıraş sonrası, tüm cesaretimi toplayarak kendisini eleştirmeye kalktım. Bana demesin mi, niye falan ve başka berberleri eleştirmiyorsun da hep beni eleştiriyorsun? Bu durum karşısında küçük dilimi yuta yazdım. Kendisine; efendim, başka berberleri özellikle rakip gördüğün falan berberi niye eleştireyim? Bu, haksızlık olmaz mı? Hem ne alaka deyip adama gülmezler mi? Zira benim tıraşımı o değil, sen ve adamların yapıyorsunuz ve eskisi gibi iyi tıraş edemiyorsunuz.

Hasılı, çok sevdiğim ve üzerine bugüne kadar toz kondurmadığım berberimle başım dertte. Kendisini hala seviyorum ve başka berbere gitmek istemiyorum. O ise nerede hata yaptım, yine eskisi gibi olamaz mıyım diyeceği yerde, berber piyasasında bugüne kadar nice yıllar esemesi okunmayan ve kendi gücünün yarısı etmeyen berberi eleştirmeye devam ediyor. Keşke böyle eleştiriyle berberlik piyasası düzelecek olsa, gitmediğim ve gitmek istemediğim berberi gece gündüz ben de eleştireceğim. Ama bu, kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramaz. Halbuki tüm mesele, karşı berberin kendini düzeltmesi değil, kendisini hala alternatifsiz gören benim berberimin kendisini düzeltmesidir. Güç zehirlenmesi böyle bir şey olsa gerek. Ben yine de başka berbere gitmiyorum. Berberimin düzelmesini bekliyorum. Ama nereye kadar? Zira saçım büyüdü, kafam bir kafa daha oldu. Bu kafa, bu kadar saçı daha nereye kadar taşıyacak? İşin garibi hiç alternatif olarak görmediğim berber pusuda bekliyor ve hiç hak etmediği halde berberlik piyasasını ele geçirecek. Bunda da en büyük pay, benim berberimin kendisini hep alternatifsiz görmesidir, benim müşterilerim o berbere gitmez demesidir, kendini berberliğine vereceği yerde hep konuşmayı yeğlemesidir. 

Türkiye’nin siyasi, sosyal ekonomik vs o kadar derdi varken benim berberimle başımın dertte olmasını dile getirmemden pek hoşnut olmadınız. Bunun zamanı mı, sonra seninki de dert mi dediniz. Ne edersiniz ki benim derdim de bu.

*09/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

İsrail’i Yola Getirmenin Yolu *

İsrail, her ramazan ayında Filistinlilere ve Mescidi Aksa'ya yaptığı saldırıların bir yenisini daha ekledi. Filistinliler ne yapmış olmalı ki yeni bir saldırıya daha maruz kaldılar? İşgal altındaki topraklarında ölüm kalım mücadelesi veren Filistinlilerin bu saldırı için bir suç işlemelerine gerek yok. Zira bir terör devleti olan İsrail'in suyunu bulandırması kâfi. Güvenlikçi politika izleyen ve bir Filistinli kaldığı müddetçe huzur bulamayacağına, kendisini inandırmış bir devlet aklından da başkası beklenmez. Bunu da dünyanın gözünün önünde göstere göstere yapıyor. Bazı devletler bu saldırıyı kınıyormuş. Başta Türkiye olmak üzere halkların kahrol paylaşımları hiç umurlarında değil. Nasılsa karşısında kendisinden başka kimseye hayrı olmayan, kendine Müslüman bir İslam dünyasının cılız sesi var. Bu ses İsrail için çok da tın. Bu, o devleti ancak motive eder. Değil mi ki arkasında ABD var, değil mi ki arkasında dünya sermayesi var değil mi ki arkasında kendi aleyhine tüm kararları veto eden bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi var. Nasılsa bu Konsey dünyadan büyük. Demek ki benim için her şey mubahtır deyip saldırıyor İsrail. Niye saldırmasın ki. Akıttığı her kan, geride bıraktığı her gözyaşı, bu ülke için varlık sebebi. Öldürmezse yaşayamaz. Demek ki politikaları bu. Yaşamak için gerekirse cami duvarını aşıp caminin içine işeyecek ki eceli gelsin.

Ben, taşıma suyla devletini ayakta tutmaya çalışan böyle İsrail’in yerinde olmak istemezdim. Öyle zannediyorum gece gündüz ne olacak benim halim deyip kabus görüyor. Çünkü bilir ki zulümle abat olunmaz. Yine bilir ki tarihte iki defa yakılıp yıkılmış ve sürülmüşler. Bir üçüncü dalga, yeryüzünde böyle bir devleti yok edecek. Bir umut, kendisine düşman gördüğü her Filistinliyi yok ederse yaşarım belki diyor. Nasılsa karşısında ona dur diyecek bir Arap ülkesi yok. Çünkü 6 gün savaşında ne yaptığını Araplar çok iyi bilir. Zaten bu aşamadan sonra Arapların Filistin diye bir davası ve derdi yok. Hoş, hiç yoktu zaten. Zira her biri Batı ve ABD sayesinde koltuğunda oturuyor. Aslında İsrail, Filistin ve Filistin dışında ikamet eden tüm Filistinlileri yok etse, İsrail'den önce Arap ülkeleri düğün bayram yapacaklar. Başımızdaki Filistin belasından kurtulduk, diyecekler. Çünkü yaşayan ve varlık mücadelesi veren her Filistinli onlar için ayak bağıdır. Filistin yok edilmeden Arap ülkelerine rahat yüzü yok. İsrail'in uyguladığı teröre gösterilen tepkilerin cılız kalması da bundan. 

Buraya kadar yazdıklarım hepimizin malumu. Zira kendimizi bildik bileli İsrail’in Filistinlilere uyguladığı bir orantısız gücü belirli periyotlarla yaşıyoruz. İsrail’in her saldırısı tüm dünya tarafından zayıf ve cılız sözlerle ve de kınamalarla geçiştiriliyor. İsrail de biliyor ki dünyanın başka söyleyecek sözü yok. Biliyor ki dünya bir acziyet içerisinde ve kendisini cesaretlendiren de bu acziyet hali zaten. Bu acziyet içerisinde olanlardan bir tanesi de biz Türkiye Müslümanları. Devlet yüksek perdeden bu saldırıyı kınarken halkımız da sosyal medyadan “Kahrol İsrail…Filistinli kardeşlerimize yardım eyle Allah’ım!” paylaşımları yapıyor durmadan. Bu durum, ben kendimi bildim bileli böyle. İşin garibi İsrail ne yok oluyor ne Filistinlilerin yaşadığı acılar bir nebze diniyor ne de Filistinlilere bir yardım geliyor.

Sonuç getirmeyen bizim bu halimiz, “Bir kötülük karşısında gücün yetiyorsa o kötülüğü elinle düzelt, buna imkan yoksa dilinle düzelt, buna da gücün yetmiyorsa kalbinle buğzet. Bu da imanın en zayıf noktası” diyebileceğimiz hadisi şerifin ikinci ve üçüncü haline tekabül ediyor. Bunu küçümsüyor değilim. En azından acın acımızdır diyoruz Filistinlilere, İsrail’e de bu yaptığından hoşnut değiliz ve bu yaptıklarından nefret ediyoruz mesajı veriyoruz ve tarafımızı seçiyoruz. Ne devletin ne de bizim, elimizden daha fazlası gelmiyor maalesef.

Durum şunu gösteriyor ki İsrail’i yola getirmenin yolu, İsrail’e kol kanat geren devletlere karşı, dünyanın diğer devletlerinin, bir araya gelerek İsrail ve onun destekçilerine karşı anladıkları dilden cevap vermeleri. Gerekirse güç kullanmaları. Başka da çözüm görünmüyor. Bunu Filistin’in yanında yer alan devletler yapsa kafi. Nedense böyle bir birliktelik ve irade yok. Dünya devletleri böyle bir şeye imza atarlarsa, inanın bu dünyada herkes huzur bulur.

*10/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.