15 Ağustos 2020 Cumartesi

Kadının Fendi Erkeği Yener *

İstanbul Sözleşmesi üzerine Dilipak'ın yazdığı yazı, gündem olmaya devam ediyor. Yazdığı yazıdan dolayı Dilipak hakkında 81 ilde suç duyurusunda bulunuldu. Sayın Cumhurbaşkanı da yaptığı açıklamayla Dilipak'ı kınayarak tarafını seçmiş oldu. Gördüğünüz gibi kılıçlar çekildi. Kılıcını geri kim çeker, bunu zaman gösterecek.

Bana göre İstanbul Sözleşmesi eksisi ve artısıyla masaya yatırılıp bir güzel tartışılmalıydı. Görüyorum ki Sözleşme üzerinden başlayan tartışma, başka alanda devam edecek. Kimi Dilipak'ın yanında yer alarak karşı tarafı eleştiriyor, kimi söylediğinden dolayı Dilipak'ı eleştiri bombardımanına tutuyor, kimi zamanı mı aranızda sulh yapın diye üzülüyor, kimi de ne haliniz varsa kendi aranızda halledin, hatta birbirinizi kırın diye bıyık altından gülüyor.

Kendi adıma burada şunu söylemek isterim. Bu savaşta bir sulh olmazsa bu kavganın bir galibi olur ama sonuçları itibariyle bu savaşın bir kazananı olmaz. Galip taraf güçlü taraf olur. Halihazırda güçlü görünen, devleti elinde bulunduran iktidardır. Kadınların ekseriyeti de bu konuda hükümetin yanında yer aldığına göre hele kadınlara karşı erkeklerin galip gelmesi söz konusu olamaz. Çünkü kadının fendi erkeği daima yener.

Burada değinmek istediğim bir başka husus, bazıları Dilipak ile erk aynı düşüncelere sahipler. Bu yüzden tartışmayı büyütmeye gerek yok. Bu iş tatlıya bağlansın istiyor. Bana göre bir zamanlar aynı yerden beslenmiş olsalar da bugün aynı düşünmüyorlar. Biri sivil ve özgür düşünürken diğeri devleti temsil ediyor ve devlet refleksi ile hareket ediyor. Erk, imza attığı sözleşme yanlış bile olsa savunur. Aynı zamanda tartışmada nerede duracağı konusunda manevra yapar. Çünkü sandıkta getirisi ve götürüsü ne olur, onun hesabını yapar. Dilipak'a karşı daha çoğunluğu temsil eden kadınları tercih eder. Dilipak'ın bir kesim nezdinde özgül ağırlığı olsa da kadınların oy ağırlığı daha fazladır. Siyaset dediğimiz de böyle bir şeydir. Sonunda ölüm ya da intihar olsa da oy için kızılcık şerbeti içilir.

Yazıma son vermeden önce kısaca İstanbul Sözleşmesine de kısaca değinmek isterim. İkiden fazla cinsiyete kapı aralaması yönüyle bu sözleşmeyi uygun görmem mümkün değil. Toplumun kahir ekseriyetinin kabul etmediği bir cinselliğe resmiyet kazandırılması kabul edilemez. Sözleşmenin kadına şiddeti önleme yönüne gelince, bir sözleşme ve bu sözleşmeye dayalı olarak çıkarılan 6284 sayılı kanunun kadına şiddeti önleyeceğini düşünmüyorum. Kanundan hareketle erkeğe, kadına yaklaşmama ve evden uzaklaştırma cezasının verilmesi, şiddeti ve kadın cinayetlerini tetiklediğini düşünüyorum. İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayalı olarak çıkarılan 6284 sayılı kanun bu haliyle devam etse de kaldırılsa da kadına şiddetin artarak devam edeceğini düşünüyorum. Çünkü bu durum kültürle alakalı bir durumdur. Bizde bu kültür anlayışı olduğu ve bu kültür devam ettiği müddetçe bize ne dinin emri ne ahlak ne de kanun söker. Sonunda ölüm de olsa yapacağımızı yine yaparız.

Bir diğer husus kadına şiddet tartışmaları da yanlış. Bunun adını doğru koymak lazım. Bu ülkede kadına şiddetten ziyade insana şiddet vardır. Bu şiddeti de güçlü olan daha güçsüz olana uygular. İster kadın ister erkek olsun, hangisi güçlü ise yekdiğerine şiddet uygular. Bedenen daha zayıf olan kadın daha fazla şiddete maruz kalıyor. İnanıyorum ki kadınlar bedenen daha güçlü olsunlar, şiddette erkeği aratmazlar. Çünkü biz şiddet toplumuyuz. Kimin gücü kime yeterse artık... Maalesef bizim adı konmamış kanunumuz budur.

Bir diğer husus her türlü şiddet ve cinayette hep sonucu tartışıyoruz. Bence sonucu tartışmak kadar şiddet ve cinayete giden yolların sebepleri de önemlidir. Sebeplerin üzerine yoğunlaştırsak şiddet ve cinayetleri en aza indirgeyebiliriz. 

*24/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

14 Ağustos 2020 Cuma

Okullar Açılmalı *

Bilim Kurulunun tavsiyesi üzerine okullar 31 Ağustos'ta uzaktan, 21 Eylülde de aşamalı ve seyreltilmiş eğitime geçecek. Uzaktan eğitimi mart ayından itibaren gördük. Aşamalı ve seyreltilmiş ile ne kastedildiğini uygulama aşamasında öğrenmiş olacağız. 

İlerleyen zaman diliminde salgının artma ve azalma seyrine göre Bilim Kurulunun tavsiyeleri çerçevesinde MEB epey bir değişikliğe gideceğe benziyor. Öncelikle alınan karar ve takvimin ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Bilim Kurulunun aldığı bu tavsiye kararında, salgının daha da yayılmasını önlemeyi ve çocukların sağlığını korumayı önemsediği anlaşılmaktadır. Sağlık önemli elbette. Hele bu, çocuklarımızı ilgilendiriyorsa akan sular durur ve durması lazım.

MEB, Bilim Kurulunun tavsiyesine uyarak yüz yüze eğitimi 21 Eylüle aldı. Ümit ediyorum ki sonbahara doğru artacağı öngörülen salgın gerekçe gösterilerek yüz yüze eğitimde tekrar bir erteleme yapılmaz. Tamam, çocuklarımızın sağlığı önemli ve onları korumalıyız. Ama çocukları korumanın yolu sadece okulları kapatmakla olmaz. Çünkü çocuklar cadde-sokak, çarşı-pazar, düğün-dernek, park-bahçe her yerde. Ailesi ile birlikte tatil yerlerine de gidiyorlar. Üstelik çoğu sosyal mesafeye riayet etmediği gibi maske de takmıyor. Hiçbirine de bir şey olmuyor. Büyüklerden sağlıklılar. Büyüklerine göre vücut bağımlılık sistemleri daha güçlü. Tek tehlikeleri, salgını kapmışlarsa bunu büyüklerine satmaları. Korkacak biri varsa büyükler okullu çocuklardan korkmalılar. Büyükler kendilerini çocuklarına karşı korumaya almalılar.

Hasılı çocuklar için endişeye mahal yok. Aşırı korumacılıktan vazgeçmek gerek. Okullar bir daha ertelenmeyecek şekilde 21 Eylülde açılmalı. Çünkü çocukları virüse karşı koruyacağız diye birçok sektörü bu uğurda kurban vereceğiz. Bilelim ki okullar sadece çocuklardan ibaret değil; okullardan ekmek yiyen kantinci, servisçi, kırtasiyeci ve okul kıyafetleri satan sektörler de var. Mart ayından beri bu sektörler yatıyor.

Bu durumda yapılması gereken,
*Her halükarda 21 Eylülde yüz yüze öğretim başlamalı.
*Maske, mesafe ve temizliğe özen gösterilmeli.
*Bağışıklık sistemi zayıf ve kronik hasta olan öğretmenler evinden çıkmamak şartıyla idari izinli sayılmalı.
*Öğrencilerden hasta ve kronik hasta olanlar evde eğitime tabi tutulmalı.
*Haftalık ders saati fazla olan Matematik ve Türkçe gibi derslerden birer saat indirilmeli.
*Seçmeli dersler bu süreçte okutulmamalı.
*Kalabalık sınıf mevcutlarında sosyal mesafeye riayet ve teması önlemek amacıyla sınıf mevcudu ikiye bölünerek bir kısmı bahçede oynarken diğer kısmıyla ders işleme yoluna gidilmeli. 20 dakika dersten sonra içerdekiler dışarıya, dışarıdakiler sınıfa alınmalı.
*Okullar fiziki şartlara göre gerekirse ikiye bölünerek sabahçı ve öğlenci olmalı.
*31 Ağustosta başlayacak uzaktan eğitime öğrencinin katılımı zorunlu olmalı. Uzaktan eğitime katılım imkanı olmayan öğrenciler için MEB, ücretsiz İnternet imkanı sağlamalı.

*21/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

13 Ağustos 2020 Perşembe

Akyokuş Seyir Tepesi *

Günübirlik yürüyüşlerimde biraz yokuş tırmanayım, tırmanırken ter atayım diye rotamı zaman zaman Akyokuş Seyir Tepesine çeviririm.
Buraya tırmanmanın, 24 saat dalgalanan ay yıldızlı bayrağa ulaşmanın, sonrasında inişe geçmenin ve püfür püfür esen bir havada yürümenin, yürürken ayağının altındaki Konya'yı temaşa etmenin zevki bir başka. Ayaklarıma kara sular inse de yürürken hış-mış bıraksa da macera arayan yürüyüş severlere tavsiye ederim.

Bu kısa girizgâhtan sonra Seyir Tepesinde birbirinin tekrarı olarak gördüğüm bir hususa değinmek istiyorum. Büyükşehir Belediyesine ait en az iki zabıta aracını görürüm bu tepeye çıktığım her akşam. Bazen bunlara takviye olarak gelen trafik polis aracını da görürüm. Polis ve zabıta görevlilerinin görevi, aşağıdan yukarıya uzanan seyir tepesinin sağına, bisiklet yoluna park edilmiş araçları yerinden kaldırmak. Durmak ve park etmek yasak levhalarına rağmen soluklanmak, fotoğraf çekmek/çekinmek ve şehri temaşa etmek için duran araçları kaldırmak, görevliler için büyük bir meşgale. Anons, siren sesine ve "....aracınızı kaldırmadığınız takdirde plakanıza cezai işlem uygulanacaktır" uyarılarına rağmen aracını kaldırmamakta direnen insanımızın ayağına kadar gidiyor görevliler. Tam yolu boşaltıp resmi aracı sağa park ediyorlar. Ardından biri daha gelip yasak yere park yapıyor, sonra öbürü, az sonra diğeri. Hasılı gecenin yoğunluğu bitinceye kadar ilin zabıtası Akyokuş'da görev yapıyor, hem de içinde yeterince görevliler ve araçlarla birlikte.

Kısaca anlatmaya çalıştığım bu durum her akşam mütemadiyen böyle. Gördüğüm kadarıyla belediye burada mesai yapsın diye özel bir ekip görevlendirmiş ama yapılan bu görev sorunu çözmüyor. Çünkü adı üzerinde seyir tepesi burası. Tepe, şehri seyretmek için Konya'dan gidenlerle dolu. Buna Beyşehir tarafından gelirken katılanları da eklemek lazım. Zaten seyredilsin diye belediye 1 lira karşılığında dürbünler de koymuş. Gelip geçen kah fotoğraf çekiniyor kah şehrin fotoğrafını çekiyor. Kimi de çayını getirmiş, ailecek çay içmeye çalışıyor. Bu arada içkisini içenler de eksik olmuyor. Bir ara eski Meram Tıp binalarının oradan yukarı tırmanmıştım. İzlediğim yol bitti. Ne yapayım derken baktım Seyir Tepesindeki bayrak dalgalanıyor ve üstelik bana çok yakın. Cahil cesaretiyle tepeye diklemesine emekleyerek tırmandım. Tırmandım ama gelin bana sorun. Yukarıdan içilip atılmış ve kırılmış içki şişelerinin un ufak olmuş cam parçalarının içinden, dikenlerin arasından kendimi yaralamadan nasıl çıktım, bunu bir ben bilirim. Bizim seyirzadeler dertten ve zevkten içip içip şişelerini aşağıya yuvarlamışlar. 

Fazla dağıtmadan tekrar konumuza dönelim. Seyir tepesinde otopark yok mu? Bayrağın dalgalandığı yerde büyükçe bir ücretsiz otopark var. Vatandaş aracını oraya koyup sonra seyretse diyeceğim. Ama park dolu. Kolay kolay park yeri bulunmuyor. Çünkü tepedeki lokantaya gelenlerin araçlarıyla dolu park. Bu durumda vatandaş ne yapsın, belediye zabıtası ne yapsın. Vatandaş yasak dinlemeyip koymaya devam ediyor. Trafiği tehlikeye atmakla kalmıyor, aynı zamanda toplu halde bisiklet süren bisiklet severlerin yolunu da kapatıyor.  Zabıta da yolu açacağım diye didiniyor. Bu durumda ne yapılabilir?

Gördüğüm kadarıyla tepeye çıkan yolun sağına yapılmış kaldırım, 6-8 kişinin aynı anda geçebileceği şekilde geniş. Belediye kaldırımın bazı yerlerini biraz daraltıp seyir için gelenlerin araçları için cep yapabilir. Gelen araç bir beş dakika aracını park edip Konya’yı temaşa edebilir ya da kaldırımı tümden daraltıp burasını ücretli park haline döndürebilir. Zaten belediye yol kenarlarını ücretli park olarak çalıştırmakta çok maharetli. Burasını da ücretli park yapsın. Araç durur durmaz da park ücreti işlesin. Aracını park ederek Konya’yı seyretmek isteyen vatandaş bedelini ödesin. Bundan belediye de kazanmış olur. Belediye böyle bir düzenlemeyi düşünmüyorsa burada ayrıca zabıta görevlendirmesine gerek yok. Koyacağı kamera veya mobeseler vasıtasıyla duran aracın plakasına park cezası adı altında cezai işlem uygulayacak. Plakaya ceza yazıldığını bilen bir vatandaş kolay kolay gelip buraya park etmez. Böylece sorun çözülmüş olur. Buralarda görev yapan zabıtalar da başka yerlerde değerlendirilmiş olur. Bunların hiçbiri olmayacaksa belediye mevcut otoparkı nasıl büyütecekse büyütecek.

*14/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.