27 Ekim 2019 Pazar

“İster Yaz İster Yazma!” *

Oynamalı ve çalgılı bir düğüne dini bütün bir kadın da davet edilir. Kadın geçer bir kenara oturur. Az sonra oynaması için kadın meydana çağrılır. Kadın, ‘Güpegündüz herkesin içinde olmaz, üstelik erkekler de var’ diyerek daveti geri çevirir. ‘Bir kereden bir şey olmaz’ denir ve ısrar edilir. İstemeye istemeye kalkar, oynamaya başlar. Oynarken ‘Allah'ım günah yazma’ diyerek mırıldanır durmadan. Müziğin temposuyla aşka gelen kadın biraz daha şevkle oynamaya başlar. Ama yaptığının doğru olmadığını bildiği için ‘Biraz yaz, biraz yazma’ şeklinde mırıldanır. Oynamanın sonuna doğru müziğin ritmine ve ortama iyice kendini kaptıran kadın, var gücüyle müziğe eşlik eder. Ağzından da ‘İster yaz, ister yazma. Yazarsan yaz’ sözleri dökülür ve içindeki kurtları döker.”

Kısaca aktarmaya çalıştığım bu hikayeyi bilmeyeniniz yoktur. Yeri geldiği zaman bu tür kıssaları anlatırız ki kıssadan hisse alınsın diye. Burada ahlak ilkelerine önem veren, dini emirlere azami derece riayet eden bir kadının ısrar ve mecburiyet karşısında inandığı değerleri terk etmesi, ayaklar altına alması ve kendi ile çelişmesi anlatılmaktadır.

Bir defadan bir şey olmaz deyip yaptığımız birçok şeyin arkası maalesef geliyor. Yeter ki insanımız değerleriyle bir defa çelişmiş olsun. “İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlar” sözü kısaca çok güzel özetler bu hikayeyi.

Dini bütün bir kadın üzerinden anlatılan bu olayı genellersek; günümüzde inandığımız değerlerimizle çelişen, ahlaki ilkelere ters olan ve dinen günah kabul edilen o kadar kötü şeyler yapıyoruz ki bu yaptıklarımıza karşılık “oynama” çok masum kalır.

Bir zamanlar adalet, ehliyet, liyakat, zulme karşı durma, kamu malını çarçur etmeme, manevi kalkınma, ahlaki değerlere sahip çıkma, aileyi koruma, inandığımız dini ve ahlaki değerleri uygulama ve hakim kılma gibi nice değerleri savunarak halkın teveccühünü kazanan nice insanlar vardır ki bu değerler sayesinde güce kavuştuğunu unutarak savrulma problemiyle karşı karşıyalar. Çünkü inandığı değerlerin içini boşaltarak hoyratça yaşamaya devam etmekteler. Dün prensip olarak neyi savunmuşlarsa bugün pratik olarak savunduklarının tersini yapıyorlar. Yani teori farklı, uygulama farklı. Durum bu iken genel geçer kuralları ve ahlaki ilkeleri ağızlarına almasalar eh değiştiler diyeceğim. Burada garip olan hala bu ilke ve değerler konuşuluyor ve bu değerlerin arkasına sığınılırken tersi icraatlara imza atılmasıdır. Bu durum “Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz. Allah katında yapmayacağınız şeyleri söylemeniz çok çirkin bir davranıştır” uyarısına tıpatıp uymaktadır. Bu ayet meali, dil ile pratiğin uyum içerisinde olmasına dikkat çekmektedir.

Değerleriyle çelişmeyi ve savrulmayı ben, imkanı yok iken dürüst olmaya benzetiyorum. Kişi, elinde imkan ve güç yok iken alabildiğine dürüsttür. Durmadan savrulup giden, yanlış işlere imza atanları eleştirir durur. “Ben asla böyle yapmam. Zira bunun doğrusu budur” der durmadan. Ne zamanki bir güce kavuşur. İşte insanın sınavı burada başlar. Gücü ele geçirmeden önce savunduğu ilkelere riayet ediyorsa makamın ve gücün değiştiremediği kişidir bu. İdeal olan ve olması gereken de budur. Çünkü esas dürüstlük budur. Ama güç ile beraber dünkü savunduğu fikirleri terk edenler veya dilleri doğruyu söyler iken icraatları ters oluyorsa bu tipler gücün ve koltuğun altında kalmış kişilerdir. Esas imtihanı kaybedenler de bunlardır. Demek ki bu tiplerin dürüstlüğü elinde güç olmadığı içinmiş.

Savunduğu değerler ile bir güç olduktan sonra teori-pratik uyumuna riayet etmeyenleri bekleyen en büyük tehlike, kendileriyle beraber savunduğu değerleri de yok ediyorlar. Kendileri güçten düşerlerse o güzelim değerler de inecektir. Çünkü içi boşaltılmış değerlerin yüzüne kimse bakmaz.  

Umarım, yaptıklarıyla savundukları değerler çelişenler, kadının yaptığı gibi hala “Allah’ım! Günah yazma” diyorlardır. “İster yaz, ister yazma” veya “Yazarsan yaz” etabına geçmemişlerdir. Çünkü birinci etapta hala imandan bir şube olan utanma duygusu hakimdir.

* 15/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

26 Ekim 2019 Cumartesi

Giyim Tercihlerimiz

İnsanımız giyim ve kuşamda birbiriyle yarışıyor. İhtiyaç olsa da alıyor, ihtiyaç olmasa da. Tek giyimlik elbiselerimiz de eksik değil bu arada. 

Giyim ve kuşam için normal alışverişlerin dışında bir de düğün, bayram gibi özel günlerimizde giymek zorunda olduğumuz elbiseler olur. O kadar elbisenin içinde ne giyeyim telaşesi başlar. Gardroba bir göz atarak şunu mu giyeyim, bunu mu giyeyim; şunu giysem altına bu olmaz, bunu giysem üstüne şu gitmez deriz. Ne yapsam diyerek bir düşüncedir alır bizi. Fazla düşünmeye gerek yok deyip soluğu alışveriş mekanlarında alırız. Bu dünyaya bir daha mı geleceğiz sanki. Kefen giydirilmeden önce şöyle biraz giyinelim, hem de yakışan cinsten olsun. Sonra milletin içerisinde elalem ne der? Çünkü herkes bana değil, ne giymiş diye elbiseme bakacak. Rüküş bir şekilde giyinirsem tanıdıklarımın yüzüne nasıl bakarım sonra. Beğendiğim elbise biraz tuzlu olacak ama olsun. Para sorun değil. Nasılsa nakiti kaldırdık. Çektirdiğim kartın borcu bir ay sonra bir şekil ödenir. Milletin içerisinde moralim bozuk bir şekilde arzı endam etmektense keyfimi getirecek bu elbiseyi almalıyım. Hele bir de elbiseyi üzerimde görenler daha bana selam verip hal hatır sormadan önce "Ay! Elbisen ne güzel yakışmış" derse keyfime diyecek olmaz. Kafama takılıp aklımda kalacağına elbisem üzerimde olsun. Sonra ben o kadar fazla almıyorum ki...başkalarını bir görsen...bir giydiğini bir daha giymiyor. Ben yine iyiyim. 

Bu anlattığım giyim kuşam ve alışveriş düşkünü insan sayısı çevrenizde az değildir. Bu ben değilim anlayacağınız. Bana gelince ne bayram ne seyran ne düğün ne de dernek dinlerim, ne bulursam onu giyerim.  Gömlek pantolona uymuş mu, ayakkabı bu pantolona gider mi demem giyerim. Yani ne bulursam onu giyerim. Başkası ne der, yakışmış mı demem, üzerime geçiririm. Önemli olan temiz olması, yırtık olmamasıdır. Giydiğimi de kirleninceye kadar giyerim. Naçar kalmadığım müddetçe de yenisini almam. Yenisini alırken de marka ve pahalı ve de çok ucuz olanını almam. Ortasını alırım. Yaşım gereği ayağım ve boyum uzamasa da vücuduma göre almam. Ne olur ne olmaz deyip biraz gemi ve bol olanını alırım. Yani eski kafayım anlayacağınız. 

Size iyi alışverişler ve giyimler!

Suçlusun Öğretmenim! *


Toplum içerisinde halk ile iç içe olan bazı meslek grupları vardır ki çoğu zaman şiddete maruz kalırlar. Doktorluk ve öğretmenlik bu meslek gruplarının en başında gelir. İlk olmayan ve böyle giderse son olmayacak olan en son şiddet olayı da Diyarbakır'da bir okul bahçesinde öğrencilerin gözü önünde cereyan ediyor. 

Olayın iç yüzünü bilmemekle beraber basına yansıdığı kadarıyla okulun müdür yardımcısı, bir öğrencinin hal ve hareketlerinden dolayı velisini okula çağırtır. İki oğluyla beraber okula gelen veli, okulun müdür yardımcılığı görevini de yapan Görsel Sanatlar öğretmenini bahçede bir güzel döver. Veli, görüşmeye iki oğluyla beraber geldiğine göre öyle zannediyorum evinden gelirken taammüden kavga etmeye daha doğrusu öğretmeni dövmeye ve had bildirmeye gelmiş. 

Açılan soruşturmadan ne çıkar, olayın iç yüzü ne kadar ortaya konur bilmiyorum. Ama konu, velinin okula gelmesinden ibaret olmasa gerek. Bu olayın öncesi olmalı mutlaka. Değilse okula veli çağırmakla durduk yere kavga çıkmaz. 

Hepinizin okuduğu bu olayı ben basında çıktığı yönüyle değerlendireceğim ve veliye hiç toz kondurmadan şamar oğlanı öğretmene verip veriştireceğim izniniz olursa. Eti senin kemiği bizim, atış serbest dediğinizi duyar gibiyim. Aklınızla bin yaşayın. Ben de öyle düşünüyorum.

Öğretmenim! Neyine senin bir veliyi okula çağırmak? Veli kim, sen kim? Yerini ve haddini bilsen olmaz mı? Görüyorum ki haddini ve yerini bilmiyorsun. Eğer böyle devam edersen birileri şekil A da olduğu gibi sana haddini bildirir. 

Sen ki bir marabasın. Öğrenci ve veli ise efendidir. Efendisine hizmet için var olan bir marabanın yaramazlığından dolayı bir veliyi okula çağırması da ne oluyor! Sonra sen kimsin? Etin ne, budun ne? Veli ve öğrenci nezdinde hatta milli eğitim yetkililerinin gözünde değerin ne ki veliyi okula çağırmaya kalkıyorsun? Bil ki Yalova Kaymakamı kadar değerin yok. Sonra kim takar Yalova Kaymakamını! 

Bil ki problem öğrenci yoktur, problem veli de yoktur. Kendisi başlı başına sorun olan öğretmendir ve okul yönetimidir. Siz olmasanız bu okullar sorunsuz eğitim ve öğretim yaparlar. Ah, sorun olduğunuzu bir bilseniz! Keşke başkasına telkin vermeden önce kendinizin ne olduğunu ilk önce kendiniz bir öğrenseniz. 

Öğretmenim! Sen kendinde misin gerçekten? Çocuğunu şikayet etmek için bir veliyi okula çağırmak, affedilecek bir hata değildir. Sonra kıymetli vaktini çalarak veliyi okula çağırmaya ne hakkın var? Çocuk yaramazlık yapacak elbet. Sana düşen çocuğun yaramazlık yapmasına hoşgörü ile yaklaşmak. Adı üzerinde o bir çocuk daha. Ayrıca o çocuğun yaptığı sana göre yaramazlık. Veliye göre normal bir şey onun yaptığı. Çünkü o, kötülük nedir bilmeyen bir melektir velinin gözünde. 

Bereket senin bu yaptığına karşılık veli, okulu silahıyla basıp sana kurşun yağdırmadı. Şimdilik ufak çaplı bir tırpanlama ile sana gözdağı verdi. Umarım dikkate alırsın bu uyarıyı. Umarım sana vururken velimizin ve göz bebeği iki oğlunun eline ve ayağına bir şey olmamıştır. 

Aldığın darptan dolayı sana bir şey olmuşsa çok üzülmeyeceğimi bilmeni isterim. Bu uğurda eğitim şehidi de olabilirdin. Ama görüyorum ki nasip olmamış. Hoş başına bir şey gelse de büyük bir camia olan milli eğitim bundan etkilenmezdi. Nasılsa atanmak için sıra bekleyen yüz binler var. Müdür yardımcılığın da önemli değil. Zaten yaptığın evrak memurluğu. Yokluğunda milli eğitim elini sallasa elli meslektaşın birden sıraya girer. Yani yokluğunu aratmazlar. Meslektaşlarının bu dayanışmasını da unutma.

Şimdi sen hızını alamayıp o veliden ve muhterem iki çocuğundan şikayetçi olmuşsundur. Hakkındır. Ama keşke yapmasaydın. Okula çağırarak aldığın kıymetli vaktinden sonra velimiz bir de karakol ve adliyede vaktini harcayacak. Ama olsun, senin gibilerine haddini bildirmek için bu velimiz gerekirse pire için yorgan bile yakar. Velimizin değerli vaktini alsan da bereket bu davadan bir şey çıkmaz. Adalet mekanizmasına bu konuda güvenimiz tam. Nasılsa "Adli kontrol şartı" ile salıverecek. Ki olması gereken de bu. Bir öğretmen için kusura bakmayın da bir velimizi harcamayız. Çünkü veliler ve göz bebeği çocuklar bizim birer velinimetimizdir, küstürülmeye gelmez.

Hasılı öğretmenim! Velimizin vurduğu yerde gül biter.  Velimizin ellerine sağlık ve kendisine geçmiş olsun diyorum.

*28/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde "Velinin Ellerine Sağlık" başlığıyla yayımlanmıştır.