3 Temmuz 2018 Salı

Toplumsal Cinnet Hali Bu! *

İyice belli oldu ki bu toplum, toplumsal bir cinnet halini yaşıyor. Gün geçmiyor ki herhangi bir şehrimizden sabi diyebileceğimiz bir çocuk kaçırma eylemini duymamış olalım. Önce kaçırılıyor, sonra iğfal ediliyor, ardından öldürülüyor. Dün Ankara, bugün Ağrı, yarın kim bilir hangi ilimizden acı haber gelecek? Bugün başkasının, yarın benim çocuğum belki de aynı durumu yaşayacak.

Yanı başımızda bu trajedi olup biterken yaptığımız sadece seyretmek gibi bir şey. Bir nevi öfke boşalması yaşıyoruz. Kimimiz yazıyor, kimimiz konuşuyor, kimimiz çiziyor, kimimiz paylaşıyor. Hep bir ağızdan idam da idam diyoruz. Bizi koruyup kollamakla görevli devletimiz de filmlerimizdeki Türk polisi misali…(polislerimiz kusura bakmasın. Teşbihte hata olmaz.) olay olur, kaçırılan kaçırılır, öldürülen öldürülür; ardından polis devreye girer, olaya el koyar. Dere tepe dolaşılır, devletin tüm imkanları seferber edilir; günlerce ceset aranır, nihayet bulunur. Devletiyle milletiyle ceset ararız yani. Dirisine sahip çıkamadığımız masumların cesedini bulup toprağa gömmek. Başka da bir maharetimiz yok.  Aslında acizliğimizin resmiyetidir bu. Ardından aylarca katilin izi sürülür, caninin bu yaptığı yanına kar kalmayacak, en ağır cezayı alacak denir. Nihayet bulunur, büyük bir katılımla cenaze kılınır ve toprağa defnedilir. Sonuç, sıfır elde var; sıfır. Zira aynı olayın bir kopyası mantar biter gibi bir başka yerde meydana geliyor sürekli.

Aslında defnedilen küçücük sabiler değil, insanlığımızdır. Bize emanet olarak verilen masumları koruyamayacak, böyle her defasında bir bir yeni canlar vermeye devam edecek ve her defasında bu şekil menfur olaylar olmaya devam edecekse yaşamasak daha iyi. Zaten öldüğümüzün göstergesidir bu. Bunun başka lamı, cimi yok. Ne bu olaylar niçin oluyor diye kafa yoruyoruz,  ne bir daha olmasın diye tedbir alıyoruz. Tabiri caiz ise ben seyrediyorum, devlet de aynısını yapıyor. Kötüler hedefine bir bir ulaşıyor, bizim elimiz armut topluyor.

Bütün bunlar bu toplumun yenemediği makus talihi midir? Haram yediğimizden midir? Sürekli genleriyle oynadığımız eğitim sistemimizin çocuklarımızı eğitip terbiye edemediğinden midir? Aymazlığımızdan mı? Yoksa işlediğimiz günahların bir bedeli mi bunca gördüğümüz cinnet hali? Bunun için ne yapmalı? İlk önce masumu korumaktan ziyade suçluyu koruma, ona acıma üzerine kurulu ceza hukukumuzu çöpe atarak başlayabiliriz işe. Yerine caydırıcı cezalar konmalı. Suçluya önce ölümü gösterip ardından sıtmaya razı etmeliyiz. Öyle ceza verilmeli ki suçlu ve suç işlemeye meyilli olanların kulağına küpe olmalı. Fakat ne yazık ki bizim ceza hukukumuz bir fabrikanın seri üretimi gibi sadece suçlu üretiyor. Cezaevlerimiz tıka basa suçluyla dolu. Adli kontrol şartıyla ifadesini alıp salıverdiklerimiz hapistekilerin kaç katı. Yapanın yanına kar kaldığı bir ceza hukukumuz var, yani suçluyu ödüllendiriyoruz. Hele adli kontrol şartıyla salıverdiklerimize “Bu yaptığın “zelle” diyebileceğimiz bir hata, okyanustaki damla misali. Benim mahkeme ve cezaevlerimi böyle basit şeylerle uğraştırma, sende müthiş bir yetenek var. Haydi git daha büyüğünü yap gel” diyoruz.

Sapık beyinli caniler için zaman zaman dillendirdiğimiz idam çözüm mü? Aklı, fikri, zikri, oturması, kalkması, beyni uçkuruna bağlı bir kimse için bir anlık zevk dünyaya bedel olsa gerek. Uğruna gerekirse idam sehpasına da çıkar. Ayrıca cinnet hali yaşayan kişi için idam nedir ki? Kimse kusura bakmasın biz Öcalan’la birlikte idam silahını çöpe attık. Bugünkü konjonktürde idamın gelmesi zaten mümkün değil. İlk önce ceza hukukumuzu caydırıcı, suç işleme potansiyelini taşıyan kimseye cız diyecek şekilde baştan sona yenileyim, CMUK gereğince yarısını yatırmayalım, verilen cezayı suçlunun güne gün çekmesini sağlayalım, suçluyu içeriden çıkarmak için her sekiz saati bir gün saymayalım, “Kader mahkumlarına özgürlük” teranelerini dillendirmeyelim. Tüm bunları adam akıllı yapabildikten sonra idamı düşünelim. Bu durumda belki idama da gerek kalmayacak. 

* 04/07/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bu Millet Sırtını Bir Dönerse... ***


16 Nisan 2016 yılında yapılan Anayasa referandumuyla birlikte halk yeni sisteme geçilmesine onay vermişti. 24 Haziran seçimleriyle birlikte yeni sistemin uygulanmasına izin verdi. Yeni sisteme göre Cumhurbaşkanı kabinesini kurdu kuracak. Umarım yeni sistem ülkemizin hayrına olur.

On yedi yıldır girdiği tüm seçimlerde vatandaşın ekserinin teveccühünü kazanarak ülkeyi yöneten AK Parti, bu yeni seçimle birlikte seçimden yaralı çıksa da seçmen, beş yıllığına tekrar kredi verdi. Halkın verdiği bu kredinin tükenmemesi, sonraki yıllarda da devam etmesi için ülke yönetimi kendisine emanet edilen AK Partinin iktidarda iken iyi bir özeleştiri yapmasında fayda var. Nasılsa kazandım deyip kendisine çeki düzen vermezse yıllardır sürdürdüğü zirve bir gün ayağının altından kayar. O vakit hatalarıyla yüzleşmek isterse de iş işten geçmiş olur. Çünkü bu millet kendi değerleriyle barışık birini sevdi mi adam gibi sever, ölümüne destekler. Kasıt olmayan anlaşılabilir hataları görmezden gelir, desteğini sürdürür. Ne zaman ki hatalar sık sık olmaya başlar, hata ve yanlışlarla yüzleşilmez, hatada ısrar edilirse halk yavaş yavaş soğumaya başlar. Bunu da desteğini biraz çekerek gösterir. Böylesi durumlar kendisine çeki düzen vermesi için bir uyarıdır. İkinci defa memnuniyetsizliğini tekrar gösterir. AK Partiye bu millet 7 Haziran'da ilk, 24 Haziran'da da ikinci uyarısını verdi. Hâlâ hatalar düzelmezse seçmen yüzünü döner, bir daha da yüzüne bakmaz. Bizim siyasi tarihimiz arşive konmuş siyasi partilerle doludur. Millet önce şans verir, dener. Baktı ki iyi yapıyor, tekrar getirir. Beceremediğini anlar; şımardığını, halktan uzaklaşıldığını görürse dün iktidara taşıdığını baraj altı yapar. 2000 öncesine bir göz atarsak iktidar veya koalisyonun büyük ortağı olmuş ANAP, DYP, DSP gibi partilerin bugün tabela partisi durumuna düştüklerini görürüz.

16 yılda 13 seçim kazanan, hep iktidar olan bir parti, hatalarını görmüyor olabilir. En azından siyasetin dışında yapıcı eleştiri yapanlara kulak vermesinde fayda vardır. Her eleştireni düşman gibi görmemelidir. Camianın içinden biri olan Hayrettin Karaman'ın Yenişafak gazetesindeki köşesinde yazdığı "Çınarımızı kurutmayalım" başlıklı yazısını parti yetkililerin okumasında, yazısının bir bölümünde bahsettiği "Mümkünse her şehirden gayr-i resmi olarak beş altı iyi kişi seçin, bunları yalnızca siz bilin; bu “iyi” den maksadım “güzel ahlakı ile tanınmış, bilgili ve ehliyetli, iktidardan hiçbir beklentisi olmayan” kişilerdir. O şehrin ve çevrenin doğru bilgisini bunlardan alın. Aday seçiminden imkan tahsisine kadar önemli tasarruflarınızda teşkilattan ziyade bu kişilerin raporlarına güvenin." kısmı taşranın denetlenmesi açısından dikkate değer. 

Partinin ilçe, il, alt ve üst sorumluları durumun vahametinin ne kadar farkında bilmiyorum. Bereket, Partinin Genel Başkanı oy düşüklüğünü "mesajı aldık" diyerek yapılan hataları tespit edip hatalarla yüzleşeceğini ifade etti. Umarım önce tespit, sonra teşhis, ardından tedavi yoluna gidilir. Çünkü bu ülkeye bu iktidar elzemin elzemidir.

*** 10/07/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.


30 Haziran 2018 Cumartesi

Cemaatler ve Tarikatlar Siyasetin Neresinde?

İnsanı Allah'a kul olmayı, onu insanı kamil olarak yetiştirmeyi, yüce dinimiz İslam'ı yaymayı, ona hizmet etmeyi, Allah'ın rızasını kazanmayı, kâl ehli olmaktan ziyade hâl ehli olmayı, Yunus'un deyimiyle Döğene elsiz, sövene dilsiz" olmayı hedefleyen, ahlakı ön planda tutmayı, müntesiplerini günahtan uzak tutmayı, züht hayatı yaşamayı merkezine alması gereken tarikat ve cemaatler, siyasetin neresindeler diye bir soru sorsam herhalde ittifakla tam göbeğindeler cevabı alırım. 

Cemaat ve tarikatlar yeri geldiği zaman biz siyasetten uzağız, tüm siyasi partilere eşit mesafedeyiz deseler de bu yapıların üst tabakası siyasilerle iç içeler. Bu durum hem bu yapıların hem de siyasilerin işine geliyor. Niçin mi? Çünkü her siyasi parti her seçimde bu toplulukları yanına çekmek, oylarını almak ister. Bunun için bu yapıların kapısını çalar. Daha doğrusu cemaat ve tarikatta sözü geçen kişileri ziyaret eder. Şeyhten destek sözü alan siyasinin keyfine diyeceği olmaz. Çünkü şeyhi ikna edince şeyhe bağlı olan yüz binlere ulaşmış olur. Malumunuz bu tür yapılarda yukarıdan aşağıya bir hiyerarşi var. Verilen emir şeksiz, şüphesiz itaati gerektirir. Neden ve niçin sorusu sorulmaz. "Efendi hazretlerinin bir bildiği vardır denerek sorgulanmaz. Bildiğimiz tarikat ve cemaatlerde şeyh-mürit ilişkisi gassalın önündeki meyyit misalidir. Şeyhi ikna eden siyasi bir taşla çok kuş vurmuş olur. Siyasilerin işine gelen bu durum cemaat ve tarikatların da işine gelir. Çünkü cemaatin lehine pazarlıklar yapılır. Alan razı, veren razı bu durumdan.

Eskiden destek açıkça ilan edilmez. Bu iş cemaat içi iletişim vasıtasıyla gizlice yapılır, renk verilmezdi. Son yıllarda kendilerini STK olarak tanımlayan bu yapılar, seçimlerden önce "Biz x cemaati bu seçimde y partisini destekleyeceğiz" şeklinde destek açıklaması yapar oldu.

Destek açıklamasında bulunan cemaat ve tarikatların zikrettiği parti bizim desteklediğimiz parti ise cemaati tebrik ediyor, partimiz örtüşmüyorsa "Nasıl destek verirler deyip eleştirmeye başlıyoruz. Bize destek olunca ne ala, köstek olunca tu kaka yapıyoruz. Burada bir çelişki yok mu? Bence çelişiyoruz. 

Destek açıklamaları çoğu zaman kırgınlığa, gönül koymaya, eleştirmeye, hakarete, tartışmaya ve tehdide kadar gidebiliyor. Değer mi bunun için birbirimizi kırıp dökmeye? Bunun önüne geçmek için;
Cemaat ve tarikatlar görüş açıklamamalı. Biz STK'yız, açıklamak en doğal hakkımız denirse tavsiye kararı alınabilir. Müritler kendi haline bırakılabilir. Asla baskı yapılmamalı. Halkın maddi destekleriyle ayakta duran bu yapılar destek açıklamasıyla çoğu zaman yıpranıyor.