Ana içeriğe atla

Meydan Kimlere Emanet?

Efendim! Biliyorsun, bizler ülke yönetimine talibiz. Bizimle ilgili neyiz, ne değiliz hakkında bir şey söyleyebilir misin?

Şaşkınlığıma verin. Sizi böyle bir arada görmek şaşırttı beni. Nasıl bir araya geldiniz böyle? Halbuki aynı kazana atılsanız kaynamazdınız. Her ne ise sevindirici bir durum. 

Oldu bir kere. Sadede gelirsek.

Bana laf düşmez ama ağzı olanın konuştuğu bugünlerde kambersiz düğün olmaz misali birkaç kelam etmek isterim. 

Lütfen!

Baştan söyleyeyim. Her biriniz bu iş için seçilmiş biçilmiş kaftan değilsiniz. Bu açıdan kendinizi dev aynasında görmeyiniz. Vazgeçilmez hiç değilsiniz. Bu millete dayatılmış kişilersiniz.

Görüyorum ki çoğunuzun yaşı geçmiş. Kenara çekilip tecrübelerinizden başkası faydalanması gerek. Torun sevme zamanınız sizin. Buna rağmen hala biz varız, bizden sonrası Tufan demeye çalışıyorsunuz.

Unutmayın ki ağır ve hantal çalışan, çalışanı ve çalışmayanı ayırt etmeyen devlet bile en çok 65'ine kadar kendisinde iş veriyor. Verimli olsa da olmasa da 65'ini dolduranı ıskartaya çıkarıyor. Siz ise bürokraside izin verilmeyen yaşta ülke daha doğrusu devlet yönetimine talipsiniz. 

Ne demek istiyorsun?

Demem şudur ki yaşınız yetmiş, işiniz bitmiş. Sizin bu yaşınızla ülkeye verebileceğiniz bir şey yok. Ülkenin gelişimine bir katkınız olmadığı gibi gelişimin önündeki en büyük engelsiniz. Her biriniz millete rağmen millete dayatılmış kişilersiniz. Bunu siz de adınız gibi biliyorsunuz.

Efendim, tüm bunları biliyoruz. Yine böyle acı konuşmasanız iyiydi. Kötüyüz kötü olmaya. Biz sizden kötünün iyisi hangimiziz onu öğrenmeye geldik.

Sen, yıllar oldu bu işe gireli. Çeyrek asra yakın bir zamandır baştasın. Hala da başta durmaya çalışıyorsun. Yeter deyip bayrağı bırakma gibi bir düşüncen yok. Kararında ve kıvamında bıraksaydın, yıpranmadığın gibi efsane olacaktın. Halihazırda durumun yıpranmanın ötesinde bir kokuşmuşluk hali.

Sana gelince, haydi diyelim ki bu hep kazanıyor, kazandığı için çekip gitmiyor. Sana ne oluyor ki hep kaybetmene rağmen piyasadan çekilip gitmediğin gibi yerini kimseye de bırakmıyorsun. Rakip gibi göründüğüne bakma. Aslında kendine ve sana umut bağlayanlara değil, rakibine çalışıyorsun.

Sana gelelim. Ne yaptığını kendimin dahi bildiğini sanmıyorum. Kah kapıyı çarpıp gidiyorsun, zehir zemberek konuşuyorsun, sonra geri dönüp geliyorsun. Bu alan bunu götürmez. Çıktığın yolda, küstüm, oynamıyorum demen seni bitirir.

Siz iki zıt kutupta hamaset siyaseti yaparak birbirinizden besleniyor ve ayakta duruyorsunuz. Irk üzerinden besleniyorsunuz, birbirinizi taşıyorsunuz durmadan. Ülkeye ve destekçilerinize verebileceğiniz bir şey yok. Hep kendinize çalışıyorsunuz.

Siz irapta mahalli ve siyasette bir ağırlığı olmayanlara gelince, demokrasi şöleni içinde kalabalık ediyorsunuz sadece. Başka da yaptığınız bir şey yok...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde