Ana içeriğe atla

İşte Şimdi Yandın Ramazan!

56 yaşındayım. İhtiyar sınıfına girmiş olsam da çok ihtiyarladığımı kabul etmeyen birisiyim. Kendimi orta sınıfın biraz ilerisi kabul ediyorum. Cuma günü başıma gelenden sonra ihtiyarladığımı kabul etmeye başladım. Nedenini öğrenince siz de hak vereceksiniz.

Cuma günü pazar ihtiyacını karşılayıp ardından cuma namazına gideyim planı yaptım. Abdestimi aldım. Pazara giderken bir düşüncedir aldı beni. Acaba ayaklarımı yıkadım mı diye. Düşün, taşın bir türlü ayaklarımı yıkadığımı aklıma getiremedim. Eskiden olsa aklıma böyle bir şüphe gelse düşünür düşünür, ayaklarımı lavaboya kaldırdığımı ve yıkadığımı çıkarırdım. Baktım olmayacak, işin ucunda abdestsiz namaz kılmak da var. Pazar dönüşü tekrar abdest aldım. 

Abdest aldıktan sonra kendi kendime işte şimdi yandın Ramazan dedim. Artık ihtiyarlık sınıfına girmiş, ihtiyarlığın özelliklerini üzerimde taşımaya başlamışım. Unutuyorum artık anlayacağınız. Daha düne gelinceye kadar ihtiyarladığımı kabullenmekte zorlansam da durum bu. Gerçekler acı maalesef... Belki de bu, daha iyi günlerim. Beterin beteri var. Bir gün yataktan uyandığımda yanımdaki eşime "Sen de kimsin" deme durumum da ortaya çıkabilir, kıldığım namazı bir daha kılabilirim.

Şöyle geriye dönüp bir bakıyorum. Hey gidi günler diyorum. Hafızasına çok güvenen; duyduğunu ve gördüğünü unutmayan, etrafın iyi hafızan var demesiyle havalara giren Ramazan şimdi iki defa abdest alıyor. Herhangi bir meselede "Siz bunu yanlış hatırlıyorsunuz, aradan yıllar geçti, unutmuş olabilirsiniz" diyen biri olduğunda rica ederim. Değil o dediğini unutmayı; ben, 1974 yılında 4.sınıf öğrencisi iken ablama dünürcü gelen eniştemin ağabeyinin dişi sızladığından dolayı suyu ne şekilde içtiğini bile hatırlıyorum derdim. (Suyu normal su bardağı ile değil de abdest ıbrığının ülüğünü ağzının içine alarak içmişti.) Ya şimdi? Az önce aldığım abdestin üzerine bir abdest daha alıyorum. Hey gidi Ramazan! Sen ki ortaokul ve lise arkadaşlarının dört rakamlı sınıf numaralarını hala biliyorum diye övünüyorsun. Şimdi düştüğün duruma bak! (Bir ara sınıf arkadaşlarımdan biri ile çarşıda oturup çay içtik. Kuru yemiş alacakmış. Kalkıp bir dükkana girdik. Yapacağı alışverişi yaptı. Ardından ödeme için kredi kartını uzattı. Arkadaşım kartı verdikten sonra dükkândaki ürünlere göz gezdirmeye başladı. Dükkan sahibi "Şifrenizi girer misiniz" dedi. Bizimkinin kulağı biraz ağır duyduğu için duymadı. Dedim bunun şifresi okul numarası olabilir. Onun yerine şifresini ben girdim. Şifre okul numarasıymış.) 

Hali pürmelalim bu. Sanırım niçin yandığım anlaşılmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde