10 Şubat 2025 Pazartesi

Uzun Yaşamak İsteyenlere!

Hayatta canı tez olmayacaksın.

Ağırdan alacaksın.

Yavaş hareket edeceksin.

Hiç sorumluluk almayacaksın.

Hep geri duracaksın.

İşini düzgün yapmayacaksın.

Bir şeyler ortada mı kalacak sanki? Nasılsa canı tez biri yapıverir. Sen de nimete konacaksın.

Hayat denilen şey böyle bir şeydir işte. Birileri sorumluluk alıp yapacak. Gerekirse burnundan soluyacak. Gerekirse dişlerini sıkmaktan dişlerini kıracak. Sen de hiç kılını kıpırdatmadan yoluna devam edeceksin. No problem. Çünkü bu, senin değil, onların problemidir. Öyle ya sen mi dedin onlara, dişinizi kırın diye.

Bu demek değildir ki hayattan el etek çekeceksin. Tam hayatın içinde yer alacaksın.

Ama dediğim gibi işe geç geleceksin.

İş zamanı arazi olacaksın. Görünüp kaybolacaksın. İş yapar gibi görüneceksin. İş kalmaz merak etme. Nasılsa bir meslektaşın yapar. Çünkü bu ülkede hamaldan çok ne var. İyi ki var böyleleri. Değilse sen ne yapacaksın? Zaten onlar hızlı, sen yavaş olarak dünyanın dengesi böyle sağlanır.

Sonra hiçbir şeyden haberin yokmuş gibi arzı endam edeceksin. Merakını da burnundan soluyan meslektaşına sorarak giderirsin. Çünkü meslektaşın senin görevini sırtladığı gibi senin merakını da gidermekle yükümlü.

Normal hava da bile üşüyeceksin. Havadan dert yanacaksın. Soğukluğu, boş bulduğun her arada biriyle telefonla konuşarak gidereceksin. Unutma. O telefonu kulağından hiç indirmeyeceksin. Bu arada telefonla konuşmada, Avrupa ülkeleri arasında birinci olmamızda payın yüksektir. Bu katma değerden dolayı ülke sana minnettardır.

Fırsat buldukça güz bülüçleri gibi büzüşeceksin. Kendini sıcak yere atacaksın. Birileri kapıyı açık bırakırsa kapıyı örtmek için harekete geçme. Hatta içinden bile geçirme. Nasılsa az sonra biri çıkar. Ona kapıyı örter misin diyebilirsin. Unutma, hasta gibi olacaksın, pek hastalıktan kurtulmayacaksın.

İşten erken ayrılacaksın.

Hayatta hiçbir şeyden haberin yokmuş gibi davranacaksın. Sahici olması bakımından bön bön bakacaksın.

Bu dediklerimi yaparsan ne olur biliyor musun? Başkasına hayatı cehennem yapsan da sen hep cenneti yaşarsın. Bir de o canı tez, sorumluluk sahipleri senden önce bir bir giderken, geride senin kalman yüksek ihtimal. Daha uzun yaşamayı kim istemez değil mi?

Haydi göreyim seni. Dediklerimi ve daha fazlasını harfiyen yerine getir. Unutma, bu hayata bir daha gelmeyeceksin. O yüzden hayatın tadını çıkar. O canı tezler senin bu davranış ve duruşuna kızsa da aslında seni çekemiyorlar. Kıskaçlıklarından bu. Varsın çatlasınlar! 

Futbol Kulüplerine Kayyum

Kayyum mu dersiniz yoksa kayyım mı bilmem. Bildiğim, halk kayyum dese de TDK'nin kayyım yerine kayyımı tercih ettiği. Halk olarak ben de kayyum diyeceğim.
Türkiye'de son yıllarda bir kayyum gerçeği ortaya çıktı. Terörle iltisaklı olan belediye başkanları görevinden el çektirilmek suretiyle yerine o ilçenin kaymakam veya o ilin valisi kayyum olarak atanıyor.
Bu kayyum gerçeğini doğru bulur veya bulmazsınız. Bunun üzerinde durmayacağım. Yalnız seçilen bir belediye başkanı mahkeme kararıyla alınmalı. Yerine de belediye meclisi üyelerden birini başkan seçmeli ya da o ilçe, il belediyesinde yeniden seçim yoluyla yeni başkan seçilmeli. Düşüncesi ne olursa olsun seçilen birinin yerine atanmış birinin belediye başkanı olarak kayyum atanmasını doğru bulmuyorum. Kayyum konusunda bu kadar değerlendirmeyle yetineyim.
Doğu ya da yanlış bu ülkede bir kayyum atama gerçeği varsa bu uygulamayı sadece belediyelerde değil, işini doğru dürüst yapmayan kamu adına iş yapan her bir yer için bu uygulamayı düşünmek gerek. Mesela futbol kulüpleri çok düzgün yönetilmiyor.
Ucundan kıyısından futbol ile ilgilenenimiz varsa bilir ki kulüplerin durumu içler acısı.
Hiçbirinin ülke sınırları dışında gözle görülür ve istikrarı yakalamış bir başarısı yok.
Her sezon şampiyonluğa oynayacak takımlar belli, küme düşmemek için oynayacak takımlar belli.
Kendi ligimizde çekişip duruyorlar.
Çekişmelerinden taraftarın da etkilenmemesi mümkün değil. Ortamı da geriyorlar.
Oynanan maçı konuşmaktan ziyade maç bitiminde hakem konuşmayı, hakemle oynamayı iyi beceriyoruz.
Hepsinden geçtim. Tüm kulüplerimiz borç batağı içerisinde.
Aldıkları futbolcular başka ülkelerin kulüpleri için adeta ıskartaya çıkarılmak üzere olanlar.
Kulüpler alt yapıyı pek önemsemiyor. Her kulüp kendi alt yapısından futbolcu yetiştirmiyor.
Ülkemiz yabancı futbolcuların para kazandığı bir futbol cenneti.
Özellikle Süper Ligde yabancı futbolcu çok olunca milli takım yerli futbolcu bulmada zorlanıyor.
Futbolumuz iyi olmadığı gibi hakemlerimiz de iyi değil. Mevcut hakemleri beğenmeyerek yabancı VAR’a dünya para harcıyoruz.
Ülkenin futbolunu yönetecek hakem de çıkaramıyorsak, dışarıdan adil diye hakem getiriyorsak, vay halimize. Maçlarımızı bile yönetemiyorsak, merak ediyorum bu futbolu biz niye oynuyoruz?
Belli ki kulüplerimiz iyi yönetilmiyor, Federasyon da iyi yönetilmiyor.
Böyle giderse kulüplerin bu borç yükünü çevirebilmesi mümkün değil.
En iyisi, çıkarılacak bir kanunla, şu kriterleri yerine getirmeyen kulüpler kayyuma devredilir denmelidir. Kulüplere, kendilerini, yönetim anlayışlarını ve bütçelerini düzeltmesi için süre verilmeli. Süresi içinde gözle görülür bir düzelme emaresi göstermeyen kulüplere kayyum atanmalıdır. Aynı şekilde bu kulüpleri yönetemeyen Federasyona da kayyum atanmalıdır.

Futbolumuz Nereye Gidiyor?

Bir yere gittiği yok. Gider mi hiç? Gitse, millet kurtulur, ülke rahatlar. Bizde kalmaya devam edecek ki başımızın belası olmaya devam etsin.
Yalnız şu var ki Türk futbolu FB ve GS elinde bir oyuncak. Adeta maskara.
Bu iki kulübün hangisi ehven? İkisi birbirinden beter, birbirinden çirkef. Al birini, vur ötekini.
Çünkü bu iki kulüp, şampiyonlukta birbiriyle yarışacağına; çirkeflikte, hazımsızlıkta, ligi kirletmede, ego tatmininde, hovardaca para harcamada, kulübü borç batağına sürüklemede, kulüplerini ıskartaya çıkmış futbolcularla doldurmada, şımarıklıkta, ortamı germede, çamur ve iftira atmada, oyunu çirkinleştirmede yarışsalar, birbirlerine galebe çalamazlar. Hepsinde berabere kalırlar. Çünkü ikisi de birbirini aratmaz.
Ligin anasını ağlatıyorlar. Ligi, istedikleri şekilde yönetiyorlar. Hakeme baskı yapıyorlar, Federasyona baskı yapıyorlar, ağlıyorlar, sızlıyorlar, şımarıyorlar, gerekli ve gereksiz açıklama üstüne açıklama yapıyorlar.
Türk futbolu şımarık mı arıyor? Bu iki kulübe baksın.
Bu iki kulübün şımarıklığı ortamı boş bulmasından. Nasılsa kendilerine bir şey diyen yok. Meydanı boş bulunca ligi içinden çıkılmaz hale getiriyorlar. Daha doğrusu işin içine ediyorlar.
Merak ediyorum, Federasyon şımarık bu iki kulübe niçin bir yaptırım uygulamaz? Niçin oturun oturduğunuz yerde demez? Ayağınızı denk alın demez?
İşin garibi bu lig bu iki kulübün çiftliği. İstedikleri şekilde at koşturuyorlar. Korunup kollanan bu iki takım. Buna rağmen ortamı etmede üslerine yok. Bu iki takım o kadar korunup kollamaya rağmen bu şekilde ağlıyorsa Anadolu takımları ne yapsın? Çünkü her maç mağdur olan bu takımlar.
Bu kadar korunup kollanmaya rağmen bu iki kulüp Türkiye dışında Avrupa’da başarı gösterseler, hiç gam yemeyeceğim. Tek yaptıkları Türkiye ligini kirletmek. Kirletmekle de kalmadılar, etrafı korkutmaya başladılar.
Bu böyle gitmez. İleride onulmaz yaralar açılmadan bu iki kulübe gerekli müeyyide uygulanmalı. Asla korunup kollanmamalı. Gerekli gereksiz açıklama yapmalarını önüne geçilmeli. Hala kendilerine çekidüzen vermiyorlar mı? Bu iki kulübe kayyım atanmalı.
İnan şaka yapmıyorum. Bu iki kulübe ayar geçilirse ligimizde kalite gelir. Beğenmediğimiz hakemlerimiz maçlarda daha fazla hata yapmaz.

9 Şubat 2025 Pazar

Coğrafyalar İnsanı Kadardır *

Coğrafya kader derler. Buna hem evet hem de hayır demek mümkün. Bakış açısına göre değişir.
Ben kadere ölçü anlamı veriyorum.

Kadere ölçü dersek, bir coğrafyanın yeryüzü şekilleri, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri, dağı, taşı, denizi, gölü, havası, iklimi vs. yönünden bakılırsa o coğrafya kaderdir. Bu kaderde insanın dahli yoktur.

Bu coğrafya şartlarına göre hareket eden, bu coğrafyayı işleyen, yaşanır veya yaşanmaz kılan, içinde yaşayan insandır. İnsan bu coğrafyayı imha da eder, ihya da. Yani coğrafya insanın eseri ve mahsulüdür.

Burada insan kalitesi devreye giriyor. Coğrafyalar insan kalitesi kadar coğrafyadır. İnsanın bu yapıp ettikleri de kaderdir. Yani insan kendi kaderini kendi oluşturur. İnsan coğrafyasına imzasını atar. Bu yönüyle coğrafyalar insanı kadardır.

İnsan vardır, coğrafyasının taşından toprağından, dağ ve bayırından, yeraltı ve yerüstünden faydalanır; eker, biçer, çıkarır, üretir, imal eder. Tüm bunları paraya tahvil eder. Çünkü sadece İstanbul’un değil, her coğrafyanın taşı, toprağı altındır. Yine insan vardır, coğrafyasının etinden, sütünden, yağından, tuzundan faydalanmaz. Becerisini ortaya koymaz. Rahatına düşkündür, hazır yiyicidir.

Elbette her bir coğrafya aynı değildir. Coğrafyanın avantaj ve dezavantajları vardır. Bazısı engebeli bazısı düz bazısı dağlık bazısı verimli bazısı verimsiz. Bazısı bol yağış alır bazısı kuraktır. Bazısı yeraltı ve yerüstü zenginliklere sahip bazısı değil. Bazısı soğuk bazısı ılıman.

Bazı coğrafyalarda yaşamak bazısına göre zor ve meşakkatlidir. Bazıları az bedel ister bazıları çok bedel ister. Bazısında doğa şartları zordur bazısında kolay.

Şu var ki her coğrafyada işlenecek, para ve hizmete tahvil edilecek yerler vardır.

Coğrafya işlendiği kadar değerlidir. Coğrafyaya bu değeri katan insan unsurudur. İnsandır bir coğrafyayı yaşanır kılan da yaşanmaz kılan da.

Coğrafyalar insanı kadar olduğu gibi aynı zamanda yönetenleri kadardır. Yönetenler kendi ikbalini değil de ülkenin ikbalini düşünür, ona göre planlama yaparsa, insanını yönlendirirse, insan kaynaklarını iyi yönetirse ve üretim odaklı planlama yaparsa o ülkenin değeri de artar, içinde yaşayan insanının da.

Mesela bir ülke deprem bölgesi olursa, o ülkede fay hattının geçmesi, zamanı gelince depremlerin olması bir kaderdir. Yalnız depremlerde binanın yıkılması ve enkaz altında insanların can vermesi kader değildir. Önemli olan, yöneticilerinin bu coğrafyaya uygun depreme dayanıklı evlerin yapılması için gerekli her türlü tedbiri alması, insanının da buna uyması.

Eğer bir ülkede her depremin ardından binaların çoğu yıkılıyorsa ve yıkıntının altında insanlar can veriyorsa, bu kaderi oluşturan, görevini tam yapmayan yöneticilerdir. Çünkü bu yıkım yöneticilerin eseridir. Unutmayalım ki deprem değil, yapıp ettiklerimiz öldürür.

Coğrafyasına ve o coğrafyanın şartlarına uygun yaşayanlar, ölmeden huzur ve mutluluk içinde yaşamaya layıktır. Coğrafyaya rağmen yaşam mücadelesi verenler yani coğrafyanın doğal afetlerine uygun yaşamayanlar ise ölmeye ve rezil olmaya mahkumdur.

Sonuç olarak coğrafyayı yaşanır kılan da yaşanmaz kılan da o coğrafyada yaşayan insanlar ve özellikle yöneticilerdir. Coğrafyalar insanı kadardır. Bu coğrafyanın insanları da yöneticileri kadardır.

*18.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Farkımız Besmele

"Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız" sözü 70'li, 80'li yıllarda televizyonda herkesin belleğine yerleşen bir reklam idi. Bu söz sadece reklamlarda kalmadı. Herkes birbirine 'Biz Osmanlı Bankasıyız" derdi.
Bu reklam bugünlerde hiç gündemde kalmasa da ben hatırlatmış olayım. Hatırlatmakla da kalmayayım, biraz deşeleyeyim.

Deşelemeye geçmeden önce bir tespitte bulunayım. Bu ülkede fikri, zikri, düşüncesi, cinsiyeti, milliyeti, zürriyeti ne olursa olsun, hangi kesimden olursa olsun her kesimde dürüst insanlar var. Ama bu sayının çok olmadığını söyleyebilirim. Bugün bu tespit çok istisnadır.

Genelimiz ise ister solcu ister sağcı ister İslamcı ister milliyetçi ister liberal ister dindar ister ateist ister Sünni ister Alevi ister kapitalist ister liberal ister komünist ister sosyalist ister laik ve seküler ister Atatürkçü her ne isek, kendimizi ne olarak tanım ve tarif edersek edelim, birbirimizden pek farklı değiliz. Çünkü yapıp ettiklerimiz, çalıp çırptıklarımız, adam ayırmamız, kendimize doğru yontmamız, yediğimiz içtiğimiz ortada ve her ne ise hepsi aynı. Belki de tek farkımız, herkes bulunduğu zihniyet ve ideolojinin sosunu veriyor. Sonuç aynı kapıya çıkıyor. Çünkü bu ülkede düşüncesi, fikri, ideolojisi ne olursa olsun her birimiz yek diğerinin aynısıdır.

Tek farkımız, herkes kendi zihniyetinin sosunu veriyor derken bunu şöyle açmak isterim.

Dinci ve İslamcı bir kişi veya zihniyet referansını ayet ve hadisten alıyor.

Laik ve seküler bir kişi veya zihniyeti referansını Atatürk ve Kemalist düşünceden veriyor.
Milliyetçi bir kişi veya zihniyeti referansını, vatan, millet, Sakarya üzerinden alıyor. Vatan bölünmez türünden sloganların arkasına sığınıyor.

Ülkemizde neşvünema bulmuş üç kesime dair örnek verdim. Diğer kesimler için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.

Sonuçta musluğun başına hangi zihniyet geçerse geçsin, hangisi güç olursa olsun, bu ülkede yapılan her şey birbirinin aynısı. Halkın şikayet ettikleri de aynı. Çözüm bekleyen problemler de aynı.

Nasıl oluyor da farklı zihniyet aynı sonucu bulabiliyor? Belki de sormamız ve sorgulamamız gereken budur.

İstisnalar kaideyi bozmamakla beraber farklı renk ve zihniyetler hep aynı problemi üretiyorsa bu durumda hepimiz Osmanlı Bankasıyız demek lazım.

Bunu da ne derece yerinde olur bilmem ama teşbihte hata olmaz sözünün arkasına sığınarak şöyle bir teşbihte bulunmak isterim:

“Yok aslında birbirimizden farkımız. Tek farkımız birimiz bu işi besmeleli yapıyor, diğerimiz ise besmelesiz”. Sonuçta besmeleli de aynı sonucu çıkarıyor, besmelesiz de.

8 Şubat 2025 Cumartesi

Ağızlara Fermuar

Bir zamanların vazgeçilmez haber kaynağı radyoların kapama düğmesi var. Dinlemek istemezsen veya kafanı ağrıtmaya başlayınca düğmeyi kapatarak kurtulursun, oh be dünya varmış dersin.

Televizyonların da açma, kapama düğmesi var. Hem de uzaktan kumandalı. İzliyorsun. Yeter artık deyip oturduğun yerden uzaktan kapatıyorsun.

Elektrikli süpürgelerin, çamaşır ve bulaşık makinelerinin, cep telefonlarının, başka akla gelecek her türlü elektronik vs. aletin açma ve kapama düğmeleri var. İhtiyacın kadar kullanıyorsun, işin bitince kapatıyorsun.

Bildiğim kadarıyla sadece insanın ağzının düğmesi yok. Dilde düğmeye ne gerek var? İhtiyaç olursa konuşur, yoksa iki dudak zaten kapatıyor diyebilirsiniz.

Bu işler hiç öyle olmuyor. İki dudakla kapaması olsa da ağız daha baskın çıkıyor. Dil konuşmak isteyince dudak buyur deyip ipin ucunu salıveriyor.

Ağza düğme veya fermuar niçin istiyorum? Çünkü başta ben olmak üzere toplumda o kadar boş ve çok konuşan insan var ki susturabilene aşk olsun. Boş teneke gibi ses çıkarıp duruyor. Ne kafa kalıyor ne beyin.

Yerinde ve zamanında ihtiyaç kadar konuşulsa problem değil. Öyle insanlar var ki sabahtan akşama hatta bir ömür konuştukları bir incir çekirdeğini doldurmuyor.

Özellikle okur yazar olmayan, televizyon izlemeyen, yaşı itibariyle çalışmaya mecali kalmamış, yapacak bir meşgalesi olmayan öyle yaşlılar var ki sırf çene. Hep çene, sadece çene. Ne çeneymiş. Yorulmak bilmiyor. Dağarcıklarına ne kadar boş bilgi varsa yerleştirmişler. Döndürüp döndürüp içindekini bulduğuna boşaltıyor. Bu, papazın seyise tüm vaazı anlatmasına falan benzemiyor. Böylelerine yakalanıp da bunları dinleyen direk cennetliktir. Çünkü dünya kuruldu kurulalı böyle eziyete maruz kalmaz bir insan.

Bol konuşan, sadece konuşan, hep konuşan bu tiplerden insanlığı kurtarmak lazım. O yüzden ne yapıp ne edip insanlık kendi selameti için buna bir çözüm bulması gerekir.

Hazır teknoloji, bu kadar ilerlemişken bu şekil kafa ütüleyenlerin çenesini kapatacak bir düğme mi icat eder, fermuar mı üretir, uzaktan kumandalı bir alet mi yapar, bilmiyorum. Eğer teknoloji böyle bir çözüm bulmazsa bu kadar ilerlemiş teknoloji ne işe yarar? Bu teknolojiye bilin ki ben teknoloji falan demem.

Hem öyle bir icat yapsın ki konuşan farkına bile aramasın. Biz oturduğumuz yerden ona sus demeden hafif bir hareketle onu sessize alalım. O kendi kendine konuşmaya devam etsin. Sessize alındığını bilemesin.

Şayet teknoloji geveze insanların ağzını kapatacak bir düğme veya fermuar hatta uzaktan kapatacak bir kumanda aleti icat ederse, bu teknolojiye minnettar kalacağımı şimdiden cümle aleme buradan ilan ediyorum.

Kar Niye Yağsın?

Sarı kod verildi. Şu illere dikkat!
Kar, fırtına bu sefer fena geliyor. Hayatı durduracak.
Beyaz kabus kapıda.
Meteoroloji yetkilileri uyardı.
Kar hayatı durdurdu.
Olumsuz hava şartları trafik kazalarına sebebiyet verdi.
Kar geçit vermiyor.
Olumsuz hava muhalefeti yolları kapattı. Sürücüler mahsur kaldı. Mahsur kalan sürücülerin imdadına köylüler yetişti.
Eğitime kar engeli.
Fırtına ve buzlu havaya dikkat!
Yağan karın ardından dükkanının önündeki kardan kurtulmak için esnaf, karı kürekle ya yola ya da komşusunun dükkanının önüne yığar. Az sonra da kapı komşusu esnaf, önüne yığılan karı komşusuna doğru kürür.
Kardan dükkanı açamıyoruz. Evimizin önündeki sokak açılmadı. Cadde ve sokaklarda belediye yoktu. Belediye buzlanan yolları tuzlamadı. Nerede bu belediye serzenişleri de eksik olmaz.
İl hıfzıssıhha okulları tatil yapmadı. Servis araçları yollarda kaldı.
Yağan kar dolayısıyla taşıma yoluyla okula gelen öğrenciler okullarına gidemedi.
Kar tatili bu saatte mi verilir? Yetkililer uyuyor mu? Çoğu öğrenci okuluna gitmişti zaten.
Bu yazdıklarım ve daha fazlası ne zaman kar yağdığında gazete ve TV'lerde ilk haber olarak verilir.
Bu kadar serzeniş, felaket tellallığına kar yağar mı? Yağmaz. Niye yağsın.
Karın dili olsa: “Hiç kusura bakmayın. İstenmediğim yere yağmam. Daha yağmadan korku başlıyor, korku pompalanıyor. Okullar tatil beklentisine giriyor. Yerler ağarır ağarmaz il ve ilçeler tatil kararı alıyor. Bir gün tatil yapıldı mı, yağan karın ardından soğuk ve buzlanma riski sebebiyle yine tatil kararı veriyorlar.
Allah var, karın yağdığına bir okullar seviniyor. Öğrencinin sevinmesini anlarım da öğretmenin ve idarecilerin sevinmesini hiç anlamıyorum. Koca koca adamlar. Bu sevinenler de karın yağmasına değil, okulların tatil olacağına seviniyorlar. Belli ki bunların da derste gözü yok.
Elhasıl kelam, her geçen yıl yağmayı kestim. Çünkü belli ki istenmiyorum. Ondan sonra da rahmet yok, sular gittikçe çekiliyor, barajlar boşaldı, içecek suya hasret kalacağız. Çünkü havalar kurak geçiyor diyorlar.
İnanın ne yapacağımı şaşırdım. Yağayım mı, yağmayayım mı karar veremedim. Görünen o ki istenmiyorum. Sudan kırılacaklarmış. Çok da tın”.