8 Haziran 2025 Pazar

Elkızı mısın, Eloğlu mu?

Elkızı mısın, eloğlu mu ya da yöresel ağza göre ilkızı mısın, iloğlu mu?

Bekarsan evin bir ferdisin. Daha eloğlu ya da el kızı değilsin. Tabi aileden birisin.

Ne zaman ki evlendin. Bir haneye gelin gittin. Olursun elkızı. Oğlansan bir eve damat olunca, olursun eloğlu.

Elbette gelin eve dışarıdan gelir. Elkızıdır. Oğlan bir evin damadı olur. Eloğludur. Çünkü aileye dışarıdan gelmiştir. Bu durum hayatın bir gerçeği olsa da elkızı veya eloğlu tabirini hiç tasvip etmiyorum. Çünkü itici bir kelime olup insanı ajite etme durumu söz konusu.

Eve dışarıdan gelen biri anlamına gelen bu ifade hayatın gerçeği olsa da kendisine elkızı veya eloğlu dendiğini duyan bir insanın başından kaynar sular dökülür.

Hakkını yemeyelim, bazı ailelerde gelin evi bir ferdi olur. Aynı şekilde damat da aileden biri kabul edilir.

Haydi diyelim ki bir haneye gelin gelen veya bir eve damat olan biri için ilk başlarda bu ifade kullanılsın. Ama torun torba sahibi de olsa o evden cenazesi de çıksa, toplumun her kesiminde olmasa da bazı kesimlerde gelin-damat hala elkızı ve eloğludur. Bazı yörelerde damat için dış kapının mandalı ifadesi kullanılır.
Bu tabir her zaman için kullanılmasa da genellikle kızgınlık ve dargınlık halinde ilinoğlu, ilinkızı değil mi diye bilinçaltındaki bu ifade ağızdan çıkıverir.

Özellikle Anadolu’nun birçok yöresinde anne baba bakıma muhtaç hale gelmişse anne babaya oğlan bakar anlayışı ile anne baba oğlunun evine sığınır. Kızın evi pek düşünülmez.

Mesela oğlanlarının yanında kalan bir anneyi kızı evine çağırsa veya kızının evinde kalmak zorunda kalırsa, çoğu eski kadınların "Ne işim var iloğlunun yanında. Adı üzerinde ilin oğlu. Öyle değil mi" dediğini duyabilirsiniz. Bu bakış açısına göre oğlanın yanında kalsa da gelin de elkızı olsa da gelin elkızından ziyade evin kızı kabul edilir ya da gelin elkızı olsa da anne ya da baba oğlanın yanında daha rahat edebiliyor. Nasılsa oğlumuz var bu evde diyebiliyor.

Bir başka örnek daha. Bir ara evime kayınvalide geldi. Bana bakarak “Ben burada kalacağım” dedi. Gülerek dilediğin kadar kal kalmaya. Yalnız damadın evinde kalmayı bizim köyde pek iyi karşılaşmazlar dedim. Kayınvalide de güldü.

Benim bu anlattığımı kayınvalide bir başka zaman bizim bir köylü kadına “Bizim damat böyle dedi” diye anlatmış. Bizim köylü de “Doğru söylemiş. Bizim köyde iyi karşılaşmazlar” demiş.
Böylece köyün adetini bilmeden benim şakasına söylediğim gerçeğe binmiş oldu.

Hakkını yemeyeyim. Aynı toplum içinde bazı aileler kız, erkek fark etmeden kayınvalidesi ya da anneleri sırayla evlerine götürülmekte ise de toplumu büyük çoğunluğunda oğlan bakar anlayışı hakim. Bu anlayıştan hareketle kız çocukları da “Biz iloğlunun yanındayız. Bizim evde sözümüz geçmez. Anneye oğlanlar bakar” deyip kenara çekiliveriyor. Kızlarda olan bu anlayış aynı şekilde damatlarda da var. Bu yönüyle senin evden çıkan kız kardeşin de o kız kardeşinin kocası da olup çıkıyor elkızı ve eloğlu.
Anneye ya da babaya yıllar yılı bakarken kazara bir hastalık ya da özel durum olsa “Yahu bunlar hasta. Şu ata biraz da bizim evde kalsın” denmez. Kazara kızların evinde biraz kalsa “Buraya atıverdiler gittiler” türünden laf ve söz eksik olmaz. Çünkü ataya bakmak oğlanın görevi. Bu tür ailelerde kızların görevi, annelerini üç dört günde bir telefonla arayıp hal hatır sormaktan, emir ve talimat yağdırmaktan ibaret. Bu durumda oğlan çocuğunun canı çıksın. Böyle bir durum söz konusu olduğu zaman kimse tasvip etmese de çocukların arasına kırgınlık ve dargınlık girebiliyor.

Bu işler anlayış kadar biraz da variyetle ilgili. Eğer bakıma muhtaç kişinin geride bırakacağı mirası ya da maaş türünden biraz imkan ve geliri varsa bu durumda kimse elkızıyım, eloğluyum demiyor. Gelin, damat kayınvalide ve anneye bakmak için sıraya giriyor. Kimse sen bakacaksın demiyor. Bu dediğime bir örnek vermek istiyorum:

“Hocam, kayınpeder öleli çok oldu. Kayınvalidem bir başına evinde kalıyor. Kayınvalidem hem kocasından hem de babasından iki maaş alır. Düşündük taşındık. Kayınvalideyi yanımıza alalım. Birer ay birer ay sırayla ona bakalım. Oturduğu evi de kiraya verip kirasını alalım dedik.

Kayınvalide çocuklarından kimin evine giderse iki maaş kartını ve evin kirasını çocuğuna veriyor. Yani bize kalıyor. Şimdi kayınvalide çocuklarının arasında aylık dolaşıyor. Dört gözle kayınvalide sırasının bize gelmesini bekliyoruz. Çünkü iki maaş + kiranın getirisi baya iyi”.

Uzattığımın farkındayım. Elkızı ya da eloğlu fark etmiyor. Allah kimseyi yatağa bağlı olarak yıllar yılı yatmayı nasip etmesin. Bakıma muhtaç hale getirmesin. Herkese hayırlı, bereketli ve sağlıklı ömür versin. Kız olsun, oğlan olsun, gelin ve damat olsun kimsenin eline düşürmesin. Fazla bakım ve yatağa muhtaç olmadan ölümün hayırlısını versin.

7 Haziran 2025 Cumartesi

GSM Operatörleri Bildiğiniz Gibi

GSM operatörlerini sormayın. Zira bildiğiniz gibi. Bir istikrar abidesi olarak bir arpa boyu yol almadan gerisin geriye patinaj yapmak suretiyle yerlerinde saymaya devam ediyorlar. Kendilerini geliştirme ve değiştirme gibi bir dertleri yok. Müşteri memnuniyeti ise zaten lügatlerinde olmaz.

Haksızlık yapmayayım. Mevcut müşteriden esirgedikleri memnuniyeti yeni hat alandan ve hattını taşıyandan esirgemiyorlar. Gören de operatörden ziyade yeni hat satma ve hat taşıma görevleri var sanır. Ama öyle. Çünkü GSM operatörlerinin hizmette sınır tanımadığı tek hizmetleri bu. Hepsi tıpkısının, aynısının ta kendisi. İsimleri farklı olsa da yok aslında birbirimizden farkımız modundalar. Yine her depremde alt yapıları çökme yönünden de birbirlerini aratmazlar.

Ne demek istediğimi anladınız ise de yine de kısaca değinmek isterim. Taahhüdü biten eski müşterilerine ne kadar indirim yapıyoruz deseler de yüksek fiyat çekiyorlar. Hattını taşımak isteyenlere de kampanya adı altında düşük ücret veriyorlar. İşleri, güçleri hat taşımak. Nedense "Biz önce mevcut müşterimizi memnun edelim. Onlar vefalı. Onlara normal fiyat verelim. Eski müşteriyi koruyalım. Ardından yeni müşteri gelsin" düşünceleri hiç olmadı.

Hattını taşıyacak yeni müşteriye kolaylık sağlarlarken eski müşteriye sundukları teklifle zorluk üstüne zorluk çıkartıyorlar. Adeta yersen bu. Yemezsen güle güle. Pek de lazım değilsin. Sen bizi beğenmezsin ama elimizi sallasak ellisi" dercesine kapıyı gösteriyorlar.

İstenmediğim yerde durmam. Başka bir GSM'ye geçeyim diyorsun. Taahhüt sürenin bitmesini bekliyorsun. Taahhüdün bitmesine kaç gün kala geçersem, cayma bedeli ödemem diye bir bayiye soruyorsun. "4 gün kala" dedi adı Kadir olan görevli. Delikanlı, emin misin? Beni yakma diyorsun. "Yok amca. İçin rahat olsun" diyerek seni rahatlatıyor. İyi, dört gün kala geçeyim diyorsun. Yeni bir operatör bayiine giderken gördüğün mevcut hat bayii gözüne ilişiyor. Bir de buraya sorayım. Garanti olsun diyorsun. Kızım, taahhüt sürem, 9'unda sona eriyor. Mobil şubede dört gün kaldı bitime yazıyor. Başka bir operatöre geçiş için başvurursam, ceza yer miyim diyorsun. "Amca, bizde sizin faturanız gözükmüyor. Yalnız ceza çıkabilir. En iyisi müşteri hizmetlerini arayarak doğrusunu öğren" diyor.

Haliyle kafan karışıyor. Arayayım bari diyorsun. Aramaya arıyorsun ama müşteri hizmetlerine bağlanmak mesele. Sana otomatik olarak sayıyorlar. Sen de dinliyorsun ve ne zaman sadede gelecekler diye bekliyorsun. İşlem yapmadınız diyor. Sadra şifa bir şey söylemediniz ki işlem yapayım. İstediğim müşteri hizmetleri. Ona da bir türlü sıra gelmiyor.

Nihayet müşteri hizmetlerini telaffuz ediyor. Tuşlayınca müşteri hizmetlerine bağlanacaksınız diyor. Ama gel de bağlan. Onca işinin arasında müzik dinliyorsun. TC numaranı giriyorsun. Gün, ay, yıl olarak doğum gününü istiyorlar. Ardından "Annenizin baş harfini söylemek için ilk harfi kodlayın diyor. Yani A ile başlıyorsa soyadı, Adana diye kodlatıyor. Çankırı diyorsun, o ise Çanakkale aşığı çıkıyor. Çanakkale'nin "Ç"si teyidi yapıyor. Derdini anlatıyorsun. Seni taahhüt birimine aktarıyor. Bu arada yine bekletiliyorsun müzik eşliğinde. Taahhüt birimi ise "9'unda gece 00.00 itibariyle fatura kesilir. O zamana kadar GSM değiştirdiğin takdirde cayma bedeli ödersiniz" diyor. Gece 00.00'da başka GSM'ye nasıl geçebilirim" diyorsun. "Birkaç gün sonra geçebilirsiniz. Sadece kullanmanıza bağlı olarak taahhütsüz fiyattan cüzi bir miktar ücret ödersiniz" diyor. İyi de ben ne anladım bu işten diyorsun. "Durum böyle" diyor. Ardından "Efendim, niye GSM değiştirmek istiyorsunuz" sorusuna, doğru dürüst telefon konuşmam yok. İnterneti ise fazla kullanmıyorum. Sizin taahhüt sonrası verdiğiniz rakamlar yüksek. Nedense kendi müşterinizden indirimi esirgiyorsunuz. Başka GSM'ler de aynı sizin yaptığınızı yapıyor. Kısaca onların kampanyaları daha cazip. Sizin bana önerebileceğiniz bir teklifiniz var mı dedim. "Beyefendi! Telefon ve İnterneti fazla kullanmadığınız görülüyor. Haklısınız. Niye fazla ödeyeceksiniz? Başka GSM'ye geçmektense bizde faturasız uygun kampanyalar var. İsterseniz, arkadaşlar teklif versin. Sizi o birime aktarayım" diyor. İyi olur dedim. Yine müzik ve bekleme. Sonrasında bir kızımız muhatabım oldu. Ona, 9'unda taahhüdüm bitiyor. Şu anda faturasıza geçersem cayma bedeli alınıyor mu dedim. "Evet alınıyor" dedi. İyi de başka bir operatöre geçmiyorum. Yine sizde kalıyorum dedim ise de "Efendim, sözünüzde durmamış olacağınızdan yine cayma bedeli alınır" demez mi. Peki, ayın 9'u kurban bayramının 4. gününe tekabül ediyor. Resmi tatilde faturasıza geçmek için muhatap bulabilecek miyim diyorsun. "Elbette bulursunuz. Bizi arayabilirsiniz" dedi. Sonrasında herhangi bir işlem yapmadan iyi günler diyerek telefonları karşılıklı olarak sonlandırıyorsunuz.

Bir sonuç alamadığım, bekleme, müzik, kampanyaları dinleme, şunun için buna, bunun için şu rakama basma, üç ayrı birimin temsilcisi ile görüşme toplamı, 19 dakika 22 saniye sürmüş.

Sözün özü taahhüdümün sonuna kadar beklemezsen, cayma bedeli çıkacak. Taahhüt bitimi başka bir GSM'ye veya mevcut operatörümün faturasına geçersem cüzi bir miktar ödeme yapacağım. Yani rahat durmadığım için her halükarda operatörüm benden para alacak. Taahhüt bitimi son faturanın 00.00'da bitimi ile birlikte gece gece faturasıza geçeceğim diye müşteri hizmetlerine bağlansam, "Amca, sabahı bekleyemedin mi? Gece gece yatamadın mı” cevabı alırsam hiç şaşırmayacağım.

Kısaca faturalı hattın mı var. Derdin var. Çıkmak istiyorsun, çıkamıyorsun. Çünkü cayma bedeli var deniyor. Kalayım diyorsun, yüksek fatura öneriliyor. Faturasıza geçeyim desem, bu da sözümde durmama anlamına geliyormuş.

Bu durumda en iyisi bir daha faturalı olmamak. Paketini peşin ödersin. Başka GSM'ye geçersen de "Sakın ha cayma bedeli ödersin" tehdidi olmaz. Bakalım günler ne gösterecek.

Yalnız GSM operatörlerine elini kaptırdın mı kurtulamıyorsun. Beni bırak diyorsun. Ne mümkün. Ben sizi bırakıyorum desen, onlar seni bırakmıyor. Hırsız misali. Hani oğul hırsızı yakalamış. Baba, buraya getir demiş. Ama hırsız gelmiyor demiş oğul babasına. O zaman bırak gitsin demiş baba. Gitmiyor demiş evlat. O hesap ne seni kendi haline bırakıyor ne de kendisi çekip gidiyor.

Yazım uzadı biliyorum. Ama kısa kısa birkaç hususa daha değinmek isterim. GSM operatörleri kayıt altına aldıkları görüşmelerde güvenlik için anamın kılık soyadını sormaktan hiç vazgeçmedi. Varsa yoksa anamın kızlık soyadı. Anam öldü gitti. Ama kızlık soyadı baki. Bayatladı artık bu kızlık soyadı. Büyüyün ve geliştirin kendinizi. Anamı da bu işe karıştırmayın. Bırakın da anam mezarında rahat uyusun. Bir de bu soru eskiden bir anlam ifade ederdi. Çünkü adınlar evlendikleri zaman ailesinin soyadını almazlardı. Şimdi kocasının soyadı ile birlikte aile soyadını da alenen kullanıyor kadınlar. Buna rağmen kılık soyadı güvenlik yönünden bir anlam ifade etmiyor.

Hülasa GSM operatörleri kırk dereden su getirme yönüyle büyümek istemeyen küçük esnaflara çok benziyor. Bu tür küçük esnafın küçük kalmasında çoğunun müşteri memnuniyetini esas almaması yatıyor. Hani küçük esnaf dükkanının görünür yerine "Satılan mal geri alınmaz, değiştirilmez" yazdırıp asar ya. bizim GSM operatörleri de öyle.

Büyüyüp gelişmek istemeyen bizim GSM operatörleri, küçük esnaf olarak kalmaya devam edecek. Ne diyeyim, Allah topunu bildiği gibi yapsın.

4 Haziran 2025 Çarşamba

İyi ki Belediye Başkanı Olmamışım

Bir zaman nerede bir koltuk boşalmışsa talip oldum. Daha doğrusu atladım. Zaman zaman belediye başkanı da oldum.

Oldum demiş isem sahiden değil. Kendimi darı ambarında görür, bir adaylık teklifi gelirse, millet başkanlık nasılmış, nasıl hizmet yapılırmış görsün derdim.

Ama hiç adaylık teklifi almadım. Haliyle nasip olmadı. Kendi kendime gelin güvey olmuş oldum.

Şimdi düşünüyorum da iyi ki belediye başkanı olmamışım. Allah beni büyük tehlikeden korumuş diyorum.

Niye derseniz? Anlatayım efendim.

Malumunuz bir kesere sap olma, bir koltuğa oturma arzusu, sevda derecesinde bende. Benden iyisini mi bulacaklar, ben milleti hizmete boğarım. Zira vizyon var, misyon var, dürüstlük zaten istemediğiniz kadar dedim durdum.

Diyelim ki belediye başkanı oldum. Benim dürüstlüğüm bitecekti. Nereden biliyorsun demeyin. Çünkü benim dürüstlüğüm elimde imkan olmadığından yani yokluktan. Elime imkan geçse anasını ağlatırım dürüstlüğün. Dürüstlüğün 'd' si kalmazdı bende. Çünkü makam kadar debdebe ve şatafata, dünya dolusu olsa da mal, mülk ve servet edinmeye karşı aşırı tamahkarlığım var. Bakmayın gözü tok göründüğüme. Bu görüntüm, ciğere ulaşamayan kedinin ete murdar demesinden başka bir şey değil.

Belediye başkanı olduktan sonra daha fazla mal edinmek için kirli işlere girişecektim. Ben böyle yaparken devletin eli armut toplamayacaktı elbet. Bir sıçarken, iki sıçrarken bir sabah bakmışsın, bir kaçıncı dalga operasyonu ile ellerim kelepçeli bir şekilde önce gözaltı, nezarete alınma, ardından tutukluluk halinin devamı... Yani içerideydim.

Böyle derken müneccim olduğumu sanmayın. Zira ben kendimi biliyorum. Dalga dalga gelen operasyonlar beni de bulacaktı. Ondan sonra da iddianame hazırlanıncaya kadar içerideyim. Artık yargılama ne zaman biterse. Güneş yüzü görmeyecektim anlayacağınız.

Bu aşamada basın hakkımda neler yazacaktı neler... Belki de "Bir de ilahiyatçı. Adam malı götürmüş. Boşuna dememiş atalarımız, kıyamet hacı ile hocadan kopacak diye. Adam bize vermiş talkını, kendi yemiş salkımı" yazacaklardı.

Şimdi düşünüyorum da belediye başkanı olmadığım için kendimi şanslı hissediyorum ve verilmiş sadakam varmış diyorum.

Aman belediye başkanlığı sizin ve başkasının olsun. Bu halimden memnunum. Belediye başkanı olanlar düşünsün. Bir de operasyonda sıra bana ne zaman gelecek diyenler düşünsün.

Otobüste 65'li Muhabbeti

Ne zamandır belediye toplu taşıma araçlarına binme ihtiyacı hissetmedim.

Gideceğim yere zaman kazanmak için Zafer durağından otobüse bindim.

Otobüs Kültür Park durağına gelince, şoför yolcu aldıktan sonra hareket edeceği zaman duraktan yaşlı bir amca kapıya doğru yöneldi. Kaptan kapıyı açtı. "Nüve İş Merkezine hangi otobüs gider" diye sordu. Sanırım "138” ya da 168 dedi. "Gideceğin yer şurası. Bir duraklık yer. Beklediğine değmez. Yürüyüver" dedi. Soruyu soran hiç oralı olmadı. Durakta Nüve İş Merkezinden geçen otobüsü beklemeye koyuldu.

Şoför şaşkınlığını üzerinden atamadı. Hareket ettikten sonra da Allah Allah demek suretiyle homurdandı. Dedim belli ki adam 65'lik. Bir duraklık mesafe de olsa niye yürüsün" dedim. "Ama bekleyecek" dedi. Yürümektense beklesin, işi ne dedim. "Orası öyle. Niye binmesin, sonra niye yürüsün, doğru" dedi.

Sonrasında 65'liklerin otobüse binme konusu muhabbet konusu oldu. Meram Tıp Fakültesi hastanesinin önünde ininceye kadar devam etti. Muhabbeti zorlaştıran tek sıkıntı, şoförün kısık sesle konuşmasıydı. İşitmek için epey efor sarf ettim.

Dertliydi şoför. Derdini gülmeye vermiş. Anlattı da anlattı. "Güneşin altında 15 dakika otobüs bekledikten sonra bindi biri. Biner binmez ben daha hareket etmeden inme düğmesine bastı. Bir değil, beş değil. Her gün böyle. Amca niye böyle yapıyorsun? Bu kadar bekleyip bir durak sonra ineceksen, yürüsen olmaz mı dedim. Demez olaydım. Bana bir sürü laf saydı. Baktım olmayacak. Sustum" dedi.

"Ben genelde şu mevkide çalışıyorum. Bir tanesi öğleye kadar üç defa benim otobüsüme bindi. İyice tanıdım artık. Her gün böyle. Çarşıda kaç defa biniyorsa artık. Bir de sabahın yoğun saatlerinde biniyor. Binince yürüyecek yer yok. Önündeki öğrencileri itekliyor. Öğleden sonra da üç defa biniyor. Ne iş anlamadım. Tenha saatleri bari seçse" dedi.

"Hele bir tanesini merak ettim. Hareket merkezinden bir günde kaç defa bindiğine baktırdım. İnanır mısın, bir günde 43 defa binmiş otobüse" dedi. Aylık ya da haftalık olmasın dedim. "Hayır, bir günde" dedi. Vay be herhalde mahalle mahalle dolaşıp Konya'nın mahallelerini tanıyor. Belli ki işi yok. Evde sıkılıyor. Otobüse binerek vakit geçiriyor dedim.

Ardından lafı ben aldım. 65'e varmaya 3 yılım kaldı. Rekorları egale etmeyi pek severim. O adamın 43 rekorunu bakarsın 63'e çıkarırım. Hele o yaşa bir geleyim. Konya'nın kaç mahallesi varsa her güzergaha bineceğim. Benim çok sayıda bindiğimi görünce, 43 defa binen, yunmuş yıkanmış diyeceksin dedim. "Böylece mahalleleri tanırsın" deyip güldü.

Şoföre, sen hu konuda çok dertlisin. Daha anlatacağın çok şey olmalı. Oturup seni dinlemek lazım. Hele senin bu bir günde 43 defa bineni yazı konusu edineceğim dedim. "Aman yaz da benden bahsetme" dedi.

Konuşunca, otobüse bindiğimde işlediğim yazma sünnetini işleyemedim. Bir de ne zaman Meram Tıp hastanesine geldiğimi anlayamadım. Muhabbeti bozan tek şey, 65'lik olunca 43'ü geçeceğim deyince, yanımdaki oturanın, "dur bakalım, o zamana çıkabilecek misin? Kimi 65'i bulunca ölüyor" dedi. Orası öyle tabi. Nasipse artık. Yarına çıkacağımız belli değil dedim. Bir de “dur bakalım, o zamana bu bedava binmeyi kaldırırlar belki” dedi.

Eksik olmaz böyleleri. Muhabbet arasına girerek ölümü hatırlatırlar ve muhabbetin içine ederler. Sordum sanki, ne kadar yaşarım diye.

Bu muhabbetin faydası yeni bir konu bulmak oldu. Hastanede muayene olduktan sonra EKO sıramı beklerken yazmak nasip oldu. Hoş, ne zaman otobüse binsem, dikkatimi çeken insan manzaralarını yazı konusu edinirim. Bir de 65'e gelir de otobüs otobüs şu mahalle, bu mahalle gezersem, ondan sonra görün bendeki günlük yazı sayısını. Böylece emeklilikte be yapacağım endişesini de kafamdan attım. Çünkü otobüs otobüs gezeceğim. Gördüğünüz gibi emeklilikte meşgalem hazır.

Sahi, günlük 43 rekorunu 65'e girdikten sonra egale etmek için içinizde varım diyeniniz var mı?

Allah Arapları Bildiği gibi Yapsın!

Petrol ve doğal gaz gibi yeraltı kaynaklarının dışında, dünyaya verebildikleri bir katma değeri olmayan Ortadoğu'daki Arap ülkelerinin hanedanları, lüks ve şatafat içerisinde bir hayat sürüyorlar. Nasılsa para gani. Toprağın altı verdikçe veriyor.

Bu zenginlikten halkları da nasiplense gam yemeyeceğim. Belki de çoğunun halkı yiyecek ekmeğe muhtaçtır.

Petrol ve doğal gaz zengini bu Arap kralları bu devasa serveti ne yapıyorlar?

Afrika'da açlıktan kırılan insanlara mı yardım ediyorlar? Sanmıyorum. Yardım yapıyorlarsa da devede kulak misalidir.

Yıllardır kanayan yara Filistin'in elinden mi tutuyorlar? Yerle bir olmuş Gazze'yi imar için seferber mi oluyorlar? Hiç sanmıyorum. Servetlerinin zekatlarını bile verseler Filistin ve Gazze'yi imar ederler. Verseler verseler dilenciye sadaka misali sadaka verirler. Bunu da dostlar alışverişte görsün diye yaparlar. Arap ülke liderlerinin Filistin ve Gazze diye bir dertlerinin olduğuna inanmıyorum. Bugün Filistin ve Gazze yok olsa, buralarda tek Filistinli kalmasa, vah diyeceklerini sanmıyorum. Belki de oh be kurtulduk deyip zil takar oynarlar. Bitmiş, tükenmiş Suriye’yi yeniden imar mı ediyorlar? Güldürmeyin beni.

Peki, dünya zengini bu Arap ülke liderleri bu devasa bütçeyi nereye harcıyorlar? Çünkü ne kadar lüks ve debdebeli hayat sürseler de petrol ve doğal gaz geliri harca harca bitmez.

Zenginin parası züğürdün çenesini yorar misali ben de biraz kafa yorayım. Sahi dudak uçuklatan bu serveti Araplar ne yapıyorlar?

Her işi bitirdiler, yapacak hiçbir işleri kalmadı. Başta Müslümanlar olmak üzere dünyada aç ve sefil hiçbir insan bırakmadılar. Hala da paraları olduğuna göre Araplar, futbol endüstrisine yaptırım yapıyorlar. Petrol ve doğal gaz dışında her şeyleri ithal olan bu Araplar futbolcu da ithal ediyorlar. Hem de futbolunun sonuna gelmiş, uzatmalara oynayan nerede ünlü futbolcu varsa, dünyanın parasını ve servetini vererek onları transfer ediyorlar. Başka kulüplerin verdiğinin üç, beş, on katı fark etmiyor onlar için. Yeter ki gelsin. Yönünü ülkelerine dönmeyecek futbolculara öyle uçuk kaçık transfer ücreti veriyorlar ki futbolcular da jübilesine bir kala Arap topraklarına ayak basıyor. İki, üç sene dişimi sıkar, paraya para demem, bir ömür yerim, harca harca bitmez diyorlar.

Bu kadar ünlü futbolcuyu transfer edip dünyanın parasını veren bu Arap kulüplerini gören de bunlar Şampiyonlar ligine katılacak sanır. Adamların tek derdi Asya kupasına katılmak.

Hayırsız evladın baba parasını bu şekil çarçur etmesi dışında geriye kalan serveti başka ne yapıyorlar derseniz, yolda görse yüzüne bakmaz efendileri topraklarına bir bastı. Trilyonca dolarları ticari anlaşma adı altında Trump'a hediye ettiler. Yani borç batağındaki ABD'yi kurtarmak için el verdiler. Ne de olsa din kardeşleri zorda kalmış. Ayaklarına kadar şeref vermiş. Vermeyip de ne yapacaklar? Yeter ki Trump'ın hışmına uğramasınlar. Yere ki Trump bunların ülkelerine gelerek bunların yüzüne baksın. Bir bakışa ülkelerini bile verirler. Ne de olsa varlık sebebi efendilerini memnun etmek birinci vazifeleridir.

Verdiğim bu iki örnek bile Arap ülke hanedanlarının nasıl bir haletiruhiye içinde olduklarını, neyi dert edindiklerini bariz bir şekilde ortaya koyar. Öyle ya insanın kalitesi, nasıl kazandığıyla değil, nasıl ve nereye harcadığından belli olurmuş. Bunların kalitesi de bu.

Ne diyeyim? Allah bildiği gibi yapsın bu sömürge valilerini ve kral görünümlü köleleri...

3 Haziran 2025 Salı

Rolünü İyi Oynayan Artist ve Aktrisler

Sinema oyuncularından erkek olanına artist, kadın olanına aktris dendiğini biliyoruz.

Kadın olsun, erkek olsun hepsi olmasa da sanatçıların içinde rolünü iyi oynayanlar var. Sanki günlük hayatta olduğu gibi rolleri sahicidir.

İster iyi rolde oynasın ister kötü rolde. Bu tip sanatçıların izleyicisi de çoktur. Ne de olsa sahicilik ve doğallığa susamış bir toplumuz. Yalnız büyük çoğunluğunun sanat adına yaptığı ise sahicilikten uzak. Rolleri adeta sırıtmakta.

Sahicilik ve doğallık sadece sinemada değil, gündelik hayatta da insanlar nezdinde aranan bir davranıştır. "Neyse o. İçi, dışı bir" denir.

Şu var ki rolü sırıtsa da sahici olsa da sinema ve filmde rol alan sanatçılar, senaristin verdiği rolü oynar. Ayrıca kendinden bir şey katmaz.

Sinema dışında gazeteci, siyasetçi vs. alanlarda da kitleleri etkilemeye yönelik proje insanlar istihdam edilir. Yeter ki kitleleri etkileme ve onların desteğini alma murat edilsin. Kimi yabancı istihbaratlar adına çalışır kimi başka devlet adına çalışır kimi derin devlet adına çalışır kimi üst akıl adına kimi de dünyaya yön veren üç beş para babası adına. Bunların yabancıdan farkı, senin dilini konuşması, senin örf adet ve kültürünü yaşaması, senin dinine inanması gibi hususlardır. Bunlar konuşunca tam seni temsil ettiğine inanırsın. "Düşündüklerimi ifade etti, duygularıma tercüman oldu" dersin. O kadar sahici olurlar ki "bizden biri" diyorsun. Güveniyorsun da güveniyorsun. Hem de babandan daha fazla. Sevgide de öyle.

Bir misyon ya da proje olan kimselerin yaptığı da sinema sanatçılarının oynadığı rolden farksızdır. Çünkü adı üzerinde proje bunlar. Yani ihale bunlara verilmiştir.

Bu tip proje insanlar özel yetiştirilir. Tam kıvamına geldikten sonra piyasaya sürülür.

Proje kişiler de verilen rolü yerine getirmek için rolünü sahici oynar. Çünkü kitleleri ikna etmesi gerekir. Bu tip proje insanlar görevini yaptığı, başarılı olduğu ve senaristin verdiği görevi bihakkın yerine getirdiği müddetçe görevine devam eder. Bu görev başkasına ihale edilmez. Şayet böyle değilse, kitleleri etkilemekten uzak bir profil çizdiği için proje, bu işi daha iyi yapacak bir başkasına verilir.

Proje insanlar hep sureti haktan görünür. Hizmet anlayışını ön plana çıkarır. "Kendi adıma bir şey istiyorsam namerdim. Size hizmet için varım" mesajını verir kitlelere.

Proje tipler insanlara bu güveni verdikten, kendisini sevdirdikten ve bulunmaz Hint kumaşı olarak kendisini pazarladıktan sonra kim tutar onları? Başarıdan başarıya koşarlar. Bu başarıda da yalnız değillerdir. Çünkü basın, medya ve TV aracılığıyla desteklenirler. Daha doğrusu pazarlanırlar. Çoğu zaman da algılar oluşturulur. Çünkü kitleleri etkilemede olgudan ziyade algılar etkilidir. Algılar olgu gibi gösterilir. Çünkü algılar daima olgulara galip gelir. 

Proje tipler bu senaryo gereği rolünü oynarken zikzak çizebilir, bugün ak dediğine yarın kara diyebilir, sık sık 'U' dönüşü yapabilir. Hiç problem değil. Çünkü zinde güçlerin verdiği rolü oynuyor. Tıpkı sanatçının sinemada iyi ya da kötü rolünü oynadığı gibi. Zaman zaman olumsuzluk da yaşayabilir. Her olumsuzluğu fırsata çevirmede mahirdirler.

Kısaca, başkası adına rol üstlenenlerin, kitlelerin bilmediği gizli bir ajandası vardır. Ajandasında ne varsa onu oynar. Aktör gibi gözükür ama aslında birer figürandırlar. Sinema ve filmdeki roller bir oyun gereği ise gerçek hayatta kitleleri etkilemede rol alanlar da oyunlarını oynuyorlar. Bu oyunlara alet olan, bu aktör görünen figüranlara ikna olmuş ve inanmış kitleler de bu oyunun devamını sağlayan, onların değirmenine su taşıyan birer figürandır dense herhalde abartmış olmam. Çünkü bize biçilen rol budur.

Hepimize iyi oyunlar, iyi seyirler, iyi roller. Zira ötesine aklımız ermez.

Trafik Cezalarında Rekor Artış

Bugünlerde trafik cezalarını vatandaş daha fazla dillendirir oldu. Yediği cezanın ardından burnundan soluyarak gelen sürücü, "Şu kadar ceza yemişim" der demez, yanındakiler durur mu? "Sana yine iyi gelmiş. Bana bu kadar geldi" diyor.

Kimi hızdan kimi kemerden kimi telefonla konuşmaktan kimi yanlış yere aracı park etmekten kimi kırmızı ışıkta geçmekten. Cezaların çoğu hızdan. Görünen o ki araba sürüp de ceza yemeyen yok gibi.

Eskiden de insanımız kural ihlalinden trafik cezası yerdi ama bu kadar fazla değildi. Belli ki kontroller daha da artmış. Hem de öyle böyle değil. Şayet doğru ise şu veri bile trafik cezalarındaki artışı ortaya koyuyor:

2024 yılında kesilen trafik cezası toplamı, 43,6 milyar iken 2025 yılının Ocak-Nisan arası dört ayda kesilen ceza toplamı ise 53,5 milyar Türk lirası. Halbuki 2025 yılı trafik cezası toplam hedefi 55 milyar olarak belirlenmiş idi. Dört ayda hedefe ulaşılmışsa geriye kalan 8 ayda kesilen ceza miktarı ne kadar olur? Takdirlerinize bırakıyorum.

Trafik ihlalinden cezayı anlarım da bir sonraki yılın hedefini anlamış değilim. Çünkü sürücü kurala uymamışsa ceza yemeli. Az oldu, çok oldu denmemeli. Hedef koymak neymiş. Hedef konduğuna göre çoğu sürücünün "Trafik cezalarıyla bütçe açığı karşılanıyor" tespiti doğru o zaman.

Devlet hedef koymalı. Hedefine ulaşmak için azami gayret sarf etmeli. Ama bu hedef trafik cezalarında olmamalı. Çünkü bir sonraki yılın trafik ceza hedefi, doğmamış çocuğa don biçmek gibidir. Bunun ise ciddiyetle bir alakası olamaz. Trafik cezası olsa olsa hesap edilmeyen ekstra bir gelir olur. Bunun da hesabı yapılmaz.

Trafik kurallarına uymayanlara, trafikte tehlike saçanlara, vatandaşın hayatını tehlikeye atanlara devlet elbette ceza yazmalı. Yalnız bu cezalar yıllık planlanan hedefi tutturmak için olmamalı. Devlet bunun için ceza yazdırıyor demiyorum ama vatandaştaki kanaat böyle.

Cezalarda süreklilik olmalı. Bir yoldan geçen kural ihlali yapan her sürücü ceza yemeli. Yenen ceza sadece o anki denetimle sınırlı olmamalı.

TEDES türü ölçümleri uygun görüyorum. Yalnız bir yola belli süreliğine geçici radar koymayı uygun görmüyorum. Radarın sote yere konması da pek iyi niyetle bağdaşmıyor. Kumpas gibi geliyor bana. Geçici radarı hiç anlamış değilim. Geçici radar konmasını hedefi tutturmak için trafik polisini işe göndermek olarak görüyorum. O kadar polise değişik yerlerde radar kontrolü yaptırmaktansa yollar TEDES ve mobese gibi ölçümlerle donatılmalı.

Bir diğer husus, şehir içinde her yolun ayrı bir hız sınırı olmalı. Şehir içinde otoban gibi yol yapıp azami hız sınırını 50-60 olarak sınırlamak yolun hakkını vermemek demektir. Eğer bir yol yaya ve sürücü hayatını tehlikeye atmıyorsa pekala hız limiti yükseltilmeli.

Bugünlerde hız kesmeden vites yükseltilerek kesilen yüksek trafik cezalarından sürücü muzdarip iken ve bundan dert yanarken turpun büyüğünün heybede olduğunu söylemeliyim. Çünkü Karayolları Trafik Kanununda yapılan değişiklik Meclisten geçerse yeni cezalar çok cep yakacak.