29 Mayıs 2025 Perşembe

Dedikoducu Bir Profil

İnsanların arasını açmada üstüne yoktur.

Konuşurken lafın nereye gideceğini, sonucun nasıl olacağını düşünemez.

Dost mu, düşman mı demez kime ne konuşacağını kestiremez. İçinde biriktirdiği ne varsa boşaltır.

Duyduğunu aktarmada bir beis görmez. Bir ayıbı örteyim demez. Kulağım iyi duymaz dese de sağır duymaz uydurur misali güzel bir senaryo yazar.

İkili oynamaya bayılır. Bakmayın üzüntülü bir profil çizdiğine. Yaşam kaynağı ne de olsa. Şu var ki ne yüzü güldü ne de başkasının yüzünü güldürdü. 

Yakınını üzdü, düşmanına maskara oldu. 

Söylediğim ya da söyleyeceğim kırgınlık ve küskünlüğe sebebiyet verecek demez. Söylediğinin gerçek olduğunu ispatlamak için gerekirse birilerinin ölüsünü öper.

Söylediğinin tepki çektiği kulağına gelince, böyle söylemekle yanlış yaptım, ona karşı mahcup oldum, özür dileyip gönül alayım demez, bunu kim söyledi diye onun peşine düşer.

Her dediğim, her aktardığım kırgınlığa sebebiyet veriyor, hatalarımla yüzleşmem lazım demez. Son surat yoluna devam eder. Çünkü meslek edinmiştir. Yarım yamalak duyduğunu aktarmazsa mesleğine ihanet etmiş olur. Ekmek teknesi ne de olsa.

Kendini temize çıkarmak istedikçe batıyor ama battığının farkında değil.

Seven ve sayanlarının yanında itibarı düştükçe, onları hayal kırıklığına uğrattıkça, ne yapıyorum, kendime geleyim diye bir derdi hiç olmadı.

Niye derdi olsun. Çünkü kendine göre aktardıkları doğru, söyledikleri de gerçek. Kendisi değil, başkası utansın. Gerekirse dünya varsın.

Bu profilde, cahil cesareti var mı? Var.

Sapla samanı karıştırma var mı? Var.

Algılama sorunu var mı? Var.

Olaylar arasında yanlış bağlantı kurma var mı? Var.

Yüzüne karşı melaike rolüne bürünüp ardından kuyunu kazma var mı? Var.

Seni görünce dur yemiş bülbüle dönme var mı? Var.

Sevip sayanlarının yanında az buçuk değeri varsa sıfırlamak için elinden geleni ardına koymadığına cümle alem şahit mi? Şahit.

Huzur kaçırma ve huzur bozmada kimse eline su dökebilir mi? Dökemez.

Konuştuklarının arasında ekmek kırıntısı kadar faydaya haiz bir cümlesi olur mu? Olmaz. Çünkü tencere kapak misali muhteşem ikili olarak birbirlerini bulmuşlar. Bakmayın Filistin İsrail gibi olduklarına.

Hasılı bu profili tanıyamamışım. Benim için bir hayal kırıklığı oldu. Ben de kendimi insan sarrafı sanırdım. Demek ki daha çok ekmek fırını yemem gerekirmiş.

Bu şekil huzur bozan ve huzur kaçıran, hayatı dedikodu olan bu tipler bana ırak, Allah’a yakın olsun.

28 Mayıs 2025 Çarşamba

Ders Programı Benim İşim

Bir liseye müdür olarak atandım. İlk müdürlüğüm. İkinci dönem için ders programı hazırlanacak. Müdür yardımcısı ders programı yapmayı bilmediğini söyledi. Öğretmenler yapıyormuş programı.

Böyle olmaz, ben bir başkasına yaptırayım dedim. Cihanbeyli'de görev yapan bir okul müdürüne telefonla öğretmen bilgilerini, ders yükünü söyleyerek program yaptırdım. Hafta sonu buluşup yapılan ders programını aldım. Ders programı istediğim gibi olmamıştı ama hiç yoktan iyiydi.

O dönem iki, üç defa ders programını yine bu şekilde değiştirdik.

Bu şekil taşıma su ile bu iş olmaz deyip bir firmadan ders programı satın aldım. Acemi olarak başladığım ders programı yapımında kısa zaman ustalaştım.

Program güzel olsun diye öğretmenlerin ders programlarını tek tek incelerdim. Bir kişinin ders programını beğenmezsem yaptığım ders programını bozar, yenisini yapardım. Herkesin programı güzel ve düzgün olsun diye yaptığım programı bozarak otuz defa program yaptığım olmuştur.

Program yapmadan önce öğretmenlerden yazılı isteklerini alırdım. Öğretmenlerin çoğu Konya'dan gidiş geliş yapardı. Ders yüküne göre her öğretmene boş gün ayarlamaya çalışırdım.

Bir toplantıda ilçe yöneticileri, "Burada okul müdürleri olarak karar alalım. Hiçbir öğretmene boş gün vermeyelim. Ders yükü ne olursa olsun, beş güne yayalım" dediler. Ardından oylamaya geçildi. Benim dışımda herkes el kaldırarak tamam dedi. Bana, "Siz niye kaldırmıyorsunuz" dendi. Öğretmenlere bir gün boş gün vereceğim. Çünkü ilçede uzman doktor yok. Her bir öğretmen hastaneden Konya'ya sevk yaptırıyor ve Konya'daki hastanelerden muayene, tahlil ve tetkik yaptırmak suretiyle o gün okula gelmiyor. Dersler de boş geçiyor. Boş gün vereceğim ki öğretmen o boş gününde hastane işlerini halletsin dedim. "Öğretmenler sizin bu iyi niyetinizi kötüye kullanır" dediler. Kullanmazlar. Toplantıda onlara, arkadaşlar! Ölüm, kalım, yaralama olmadığı müddetçe randevularınızı boş gününüze denk getirin. Benim B planım yok. Çocukların dersleri boş geçmesin. Sabah ayağa kalkabiliyorsanız, hasta da olsanız, okula gelin dedim. Şu ana kadar da öğretmenlerim bu hassasiyetime riayet ettiler. Bundan sonra da aynı duyarlılığı göstereceklerine inanıyorum dedim. Ardından ayrıca boş gün vermez isem, ek ders kararına göre ayda dört defa sevk alan bir öğretmen yüz yüze eğitim yaptığı kabul edildiğinden zaten ek dersi kesilmiyor. Öğretmen kötüye kullanmak istese haftada bir sevk alır, yine bir gününü boşa çıkarır dedim. Bu izahıma rağmen oy çokluğu ile karar alındı. Her müdür beş güne yayacak şekilde programlarını hazırlayıp öğretmenlere tebliğ tebellüğ etsin. Biz de bu kararın uygulanıp uygulanmadığını yerinde görmek için okullara geleceğiz" dediler.

Tüm okullar beş güne yaydı öğretmenlerinin ders programını. Ben ise söz ve gerekçemin ardında durdum. Bu kararı uygulamadım.

İçe merkezinde çalıştığını belirten ama ilçede o isimli bir öğretmenin olmadığı bir kişinin, BİMER'e (şimdiki CİMER) şikayet ettiği yazı da ilçe MEM'e ulaşmış. "Bazı okullar bir gün boş verdiği halde bazı okullar boş gün vermiyor. Haksızlık bu" şeklinde.

Bir gün iki şube müdürü okula gelerek ders programını inceledi. İfadeni almak zorundayız. Kararı uygulamayan tek müdür sensin. Bir öğretmenin mağduriyet dilekçesi var" dediler. Tamam, vereyim ifademi dedim. Ben söyledim. Onlar yazdılar. 

Aradan birkaç hafta geçtikten sonra bir vesileyle şube müdürlerinin odasındayım. Şefleri bir yazı getirdi. Yazıyı görünce yüzleri asıldı, moralleri bozuldu. Aralarında fısır fısır konuşmaya başladılar. Şöyle yapsaydık, böyle yapsaydık türünden konuştular.

Hayırdır, kötü bir durum mu var dediler. "Yok bir şey" dediler önce. Sonra bir tanesi "Oldu olacak, ver okusun" dedi. Sonra bana uzatmadan bir tanesi okudu. Teftiş kurulu başkanlığından geliyormuş yazı. "Herhangi bir veli ya da öğrencinin ders programından dolayı mağdur olduğuna dair bir şikayet dilekçesi olmadan müdür hakkında inceleme başlatılıp soruşturma açılması isteğiniz uygun görülmemiştir" içerikli bir cevabi yazı idi gelen. Meğer bizimkiler, benim ifademi ekleyerek soruşturma izni için il milli eğitime yazı yazmışlar.

Ardından ne yapalım istişaresine giriştiler. İsterseniz ben size birkaç öğrenci ayarlarım dedim. Gülüştük. Tamam, böyle kalsın deyip bu meseleyi kapattılar.

İdareciliği bıraktığıma bakmayın. Ders programı yapımında zorlanırsanız, bir telefon kadar yakınım. Böylece öğretmenlerin hayır duasını almış olurum.

Bu Branş Her Yerde Olmak Zorunda mı?

Rehber öğretmenlerine yönelik bir seminere, online katılan bir rehber öğretmenin şöyle bir serzenişte bulunduğuna şahit oldum: "Branşı din kültürü imiş. Bize bilişim, bilgisayar üzerine seminer veriyor" dedi. Karşısında oturan bir bilişim öğretmenine, "Niye siz bu seminerleri vermiyorsunuz" diye sordu. Bilişim öğretmeni, "Bu iş bu branşa kaldı ise yandık" şeklinde cevap verdi.

Tüm bu konuşmayı ayakta dinleyen ben, branşıma sataşma var. Biz her yerdeyiz. Bu işlere ilk olarak okullarda bilgisayar laboratuvarından sorumlu formatör olarak başladık. Müdür yardımcısı olduk. Müdür başyardımcısı, müdürlük, ilçe ve il milli eğitim müdürlüğü geldi ardından. Benim gibi işe yaramayanları ve idarecilik istemeyenleri de aranıza öğretmen olarak gönderiyorlar dedim. Yanlarından ayrıldım.

Meslektaşlarım kusura bakmasın. Rehberlik ve bilişim öğretmeni serzenişlerinde haklıydı. Çünkü bizim branş sakinleri her yerde, her türlü seminerde, her çeşit koltuktalar. Diğer branşlar gibi okullarda idarecilik üstlenmeleri, şube müdürü ya da milli eğitim müdürü olmalarını çok dikkat çekmeyecek şekilde normal görürüm. Ama çoğunluğunun bu branş mensuplarından olması dikkat çekiyor.

Yine bu branş sahipleri, milli eğitim ve müftülüklerin dışında her türlü koltuktalar. Bir ara deprem önlemede de sorumlu birinin bu meslekten olduğu yazıldı çizildi. Aile sosyal politikalar müdürlüğünden tutun da her yerde bu branş sahipleri kısaca.

Bu branş sahipleri görevlerinden çok iyi anlıyor ve görevlerini çok iyi yapıyor da olabilir. Yalnız çoğu makamlarda bu branşta olan kimselerin kamuoyu nezdinde çok garip karşılandığı bir gerçek.

Kimsenin koltuk sahibi olmasında gözüm yok. İsteyen kişi ve branş sahibi istediği makamda görev yapsın. Ama görev alan bu branş sahipleri de içini doldurabileceği, altından kalkabileceği yakışan koltuklara talip olsalar fena olmaz. Mesela teknik ve donanım gerektiren bilişim formatörlüğünde, bilişim öğretmenleri varken görev almamalılar. Deprem görevinde hakeza.

Birileri bu branş sahiplerini bir göreve layık görse bile bu meslek erbabı, elinin tersiyle itebilmeli. Koyunun olduğu yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler misali Abdurrahman Çelebi olamam. Bu işin bir yakışanı var diyebilmeli.

Bir zamanlar buna dikkat edilirdi. Üçlü koalisyon zamanında memlekete gelmek için müdürlük sınavına girmiştim. En yüksek puanı almıştım. Bu puanla memleketimde bir ilçenin bir lise müdürlüğüne müracaat etmiştim. Bu müracaat sonrası iki arkadaş, gel şununla tanıştıralım diye işin bir sorumlusunun yanına beni götürmüşlerdi. O kişi, "Puanın çok iyi. Tüm şartların tutuyor. Tek dezavantajın branşın. Çünkü bakan, bu branş sahiplerinin idareciliğine pek sıcak bakmıyor" demişti. O zamanlar koalisyon gitmiş, tek başına iktidar gelmişti. Zamanın Bakan'ı da Hüseyin Çelik idi. (Müdürlüğe müracaat edenler arasından yazılı puanı en yüksek olan üç ya da altı aday arasından birini bakanlık atıyordu o yönetmeliğe göre.)

Yine o dönemde din kültürü olarak okul müdürlüğü yapan bir arkadaş merkez ilçe milli eğitim müdürlüğüne teklif edilmiş ama zamanın Bakan'ı branşından dolayı atamayı geri çevirmişti.

Bir başka örnek daha aklıma geldi. Aynı branştan bir arkadaşın öğretmenevine müdürlük teklifini vali yardımcısı, "Camiye müzik öğretmeni yakışmazsa, öğretmenevine de bir ilahiyatçı yakışık almaz" demek suretiyle arkadaşın müdürlüğünü bir süre engellemişti. Sonunda ısrar üzerine bu branş sahibi öğretmenevine müdürü olarak atandı. Bu arkadaş çok da iyi çalıştı. Öğretmenevine tüm eforunu sarf etti. Borç batağı içindeki kurumu kâr yapan kuruma dönüştürdü. Kendisinden sonraki yönetime yüklü miktarda para bırakmıştı.

Tekrar sadede gelirsem, kurum ve kuruluşlara yönetici atamada branşlar bazında bir kontenjan olmasa da din kültürü branşına sahip kişilerin olur olmaz her yerde mantar biter gibi idarecilik yapması, atamada tercih nedeni olması, dediğim gibi toplumda çok dikkat çekiyor. Birileri atamak isteyebilir. Bence bu branş sahipleri her koltuk görevine teşne olmamalı. Yönetimlerde bu branşın dikkat çekmeyecek şekilde olması bu branşın itibarını da koruyacaktır.

Ezcümle, bu branş sahipleri analarından idareci doğmadı. Unutmayalım ki makamlar kişiye itibar elbisesi giydirmiyor.

Kiremit Aktarma Benim İşim

İlkokulda beşinci sınıfa geçtiğim yılın yazında, bir sıvacının yanında üç gün mü beş gün mü çalıştım. Sanırım ramazan ayı idi o yıllar.

Benim emsal bir arkadaşla sıva yapan ustaya durmadan kova içinde çamur taşımıştık.

Usta, normalde gençten birini yanında çalıştırması gerekirken onlara yevmiye vermektense bizim gibi küçükleri seçmişti. Çünkü büyükler bizim çalıştığımız paraya çalışmazdı. Haydi kuzum, koş kuzum diyen usta tatlı diliyle bizi çalıştırmıştı. Ustanın bize verdiği para bizim için bir anlam ifade etse de beş günün bitiminde her birimize verdiği para ile beş kilo şeker alınıyordu. Bunu da şuradan biliyorum. Evin şekere ihtiyacı varmış. Babam aldı geldi. Beş kilo şeker etti demişti.

Orta birin yaz döneminde dokuz gün boyunca bir inşaatta çalışmıştım. Sabahtan akşama ikinci kata kovayla harç taşımıştım. Harcı doldurduğumuz yerle inşaat alanı baya mesafeliydi. İkinci kata da merdivenden harç taşırdım. Kovanın ince telinin izi elimin içine geçerdi. Yukarıdan vuran ve yakan güneşi, vücudumdan şıpır şıpır akan teri, başımdan akan terin gözüme gelince gözümün nasıl yandığını söylememe gerek yok sanırım.

Bir ara sırtımda 50 kilo olan çimento torbası da çekmiştim. Merdivenden çıkarken ağırlığından güç bela yürürken korkuluğu olmayan derme çatma merdivenden yuvarlanma riski geçirdiğimi de hatırlarım.

Kova marifetiyle harç taşırken kovanın sapı elimi acıttığı için kovanın ince sapına sağdan soldan bulduğum kağıt türü şeyleri sararak biraz kalınlaştırırdım. Buna rağmen dokuz günün sonunda sol elim pes etti. Orta ya da yüzük parmağım anormal bir şekilde şişti. Şişi indirsin diye kuru üzüm, soğan türünden kim ne akıl verdi ise sürüp elimi sarmalamıştım. Patladıktan sonra epey bir irin akmıştı.

Hem lise hem de üniversite bitinceye kadar yaz dönemleri hep inşaatlarda çalıştım. Üniversitede iken yaz dönemini de beklemeden okul vakti zaman zaman inşaatta çalışmak zorunda kalmıştım.

İlk, orta, lise ve üniversitede inşaat tecrübem olmasına rağmen vasıfsız elemandım. Getir, götür, taşı, temizlik vs. işi yaptım ağırlıklı olarak.
Fakülte bitip uzun süre öğretmenlik yaptıktan sonra memlekete gelmek amacıyla müdürlük sınavına girerek bir müddet yöneticilik yaptım.
Yöneticilik yaparken de ufak tefek inşaat işleri beni buldu. Bir anımı da burada paylaşmak isterim.

İlk yöneticiliğim ilçede bir Anadolu lisesi idi. Ardından rotasyonla şehrin kenarında bir ilköğretimde görev yaptım. İl merkezinde olmasına rağmen okul sobalı idi. Uğraş ve didinmenin sonunda iki ayrı binada eğitim yapan okula kalorifer döşetmiştim.

İki binanın arasında bulunan kömürlüğe kalorifer kazanını koydurmuştum. Kömürlüğü kullanılır hale getirmek için kaç römork pislik çektirmiştim.

Okula başladığımda okulun hizmetlisi de yoktu. Okul aile birliği imkanlarıyla mahalleden bir kadını hizmetli çalıştırmıştım.

Kadın bir gün odama geldi. Kömürlüğün çatısı akıtıyor dedi. Kiremit var mı dedim. Var dedi. O zaman çatıya çık. Kırık kiremitlerin yerine yenisini koyuver dedim. "Ben yapamam. Çünkü bende yükseklik korkusu var. Çatıda başım döner" dedi. Merdiven var mı dedim. "Bulurum" dedi. O zaman merdiveni bul gel, biraz da yeni kiremit getir. Sonra bana haber ver dedim.

Az sonra hazır hocam dedi. Takım elbise ve kravatımla çatıya çıktım. Önce kırık kiremitleri aşağıya attım. Ardından aşağıdan uzatılan yeni kiremitleri döşeyip indim aşağıya.

Birkaç gün sonra iyi bir yağmur yağdı. Sonrasında da yağdı. Her defasında akıtıyor mu diye sordum. "Hiç akıntı yok hocam" cevabını aldım.

O kadar inşaatlarda çalışmama rağmen bu vesileyle ilk defa kiremit aktarmıştım. Gördüğünüz gibi becermişim. Birçok işi olduğu gibi bu işi de usta bulmadan, masrafsız halletmiştik.

Sizin de kiremit aktarma işiniz olursa, sağda solda usta aramayın. Bir telefon kadar yakınım. Üstelik test edilmiş, garantili iş benimkisi.

27 Mayıs 2025 Salı

İtinayla Bakıcı Bulunur

Ne yazayım ne yazayım derken başımdan geçen bir anekdot aklıma geldi.

Bir ilköğretimde çalışıyorum. Öğretmenlerin hepsi genç. Kimi evli kimi bekar.

Kadın öğretmenlerin çoğunun eşini de tanırız. Türkçe öğretmeninin eşini de bu vesileyle tanımış oldum.

Zaman zaman eşiyle birlikte odama gelir. Eşiyle birlikte yan yana oturur. Birbirlerinin omzuna başlarını koyarlardı. Genç evliler kumrular gibiydi.

Gariplik bununla sınırlı değildi. Kocanın şekli şemaili de farklıydı. Kaşlarını yaptırmış, gözlerine de sürme sürerdi. Garip bir duruşu, hal ve hareketleri vardı.

Bana dini konularda sorular sorardı. Bir defasında fıkha ilgim var. Fetevayı Hindiyye'yi okuyorum" demişti. (2010 yılında Hintli alimlerin 1920'li yıllarda yazdığı fıkıh kitabını okumak bana garip geldi. Ne edersin ki kafaya koymuş okumayı.)

Bir müddet sonra bir çocukları oldu.

Bir duydum ki boşanmaya kalkmışlar. Çocuğunuz var. İyi düşünün. Çabuk karar vermeyin dedim ise de öğretmen boşanmaya kararlıydı. "İşi yok. Evlendik evleneli paramı yiyor" derdi.

Biraz nasihat edeyim diye kocasıyla Alaeddin Tepesindeki çay ocağında oturduk.

Öğretmen kafaya koymuş olmalı ki boşanmak için mahkemeye verdi. Anlaşmalı olarak tek celsede boşandılar.

Gel zaman git zaman öğretmen bir sabah telefon açtı, okula gelemeyeceğim, çocuğuma bakacak kimse yok diye. Hoca hanım, bildiğim kadarıyla bakıcınız vardı dedim. "Bakıcım yine var. Yalnız eski eşim evin anahtarını vermedi. Ben yokken eve gelip çocuğumu kaçırmasından korkuyorum" dedi. Hocam, dersler boş geçmesin. Çocuğu da okula getir dedim.

Bir saat sonra çocuk arabasıyla birlikte öğretmen odama geldi. Hocam, çocuğu buraya bırak. Siz derse gidin dedim.

Hoca hanım derse gittikten sonra cami imamını aradım. Hocam, bize üç dört aylığına bakıcı lazım. Sabahtan ders bitinceye kadar bakacak. Ya bakıcı bul ya da sen bak dedim aramızdaki muhabbete dayanarak. İmam, hocam biz bakarız dedi.

Okula yakındı imamın evi. Hoca hanım her sabah çocuğunu imamın evine bıraktı. Emzirme vakti gelince imamın evine giderek çocuğunu emzirdi. Ders bitimi çocuğunu alıp evine gitti.

Okullar kapanıncaya kadar bu durum böyle devam etti.

İmama, hocam, bu iş parayla falan bakılmaz. Sağ olun, kaç ay işimizi gördünüz. Öğretmenim sizi gönüllesin. Düşündüğünüz bir rakam var mı dedim. İmam, "Hocam, biz çocuğa torun niyetine baktık. Torun niyetine sevdik. Para istemiyoruz. Bizim hayrımız olsun" dedi.

İmamı takdir ettim. Çünkü her adam yapmaz bunu.

Öğretmeni de takdir ettim. Bir gelip bir gelmezlik yapmadı. Derslerimiz de boş geçmedi.

26 Mayıs 2025 Pazartesi

Hangi Tür Kardeşlik İstersiniz?

Kardeşler aynı evde doğup büyüyen, aynı evde iyi kötü günleri geçen, zaman zaman aralarında anlaşamazlarsa da evde birbirini kırıp geçirseler de dıştan bir tehlike geldiği zaman birbirlerini korurlar. İyi günde, kötü günde sıkıntı, darlık ve bollukta sırt sırta veren bu tür kardeşler için kardeşe derman yetmez, kardeşin olsun da varsın topraktan olsun, kardeş gibisi var mı deriz.

Bunun yanında kardeşin kardeşe yaptığını el yapmaz, olmaz olsun böyle kardeş, böyle kardeşim olacağına olmasaydı daha iyiydi dendiği de olur.

Kardeşliğin nasıl bir şey olduğu iyi mi, kötü mü, hayal kırıklığı mı olduğu da sıkıntı ve darlık anında ortaya çıkar. Mesela miras paylaşımında ya da bakıma muhtaç anne babaya bakma zamanı her şey ayan beyan ortaya çıkar.

Miras paylaşımında sen iyi yerleri aldın, bana kötü yerler düştü gibi durumlar ortaya çıkınca küslükler de baş gösterir.

Miras paylaşımında anne babanın bir kardeş lehine mal vermesi, paylaşımın erkekle kadına eşit taksimi ya da erkeğe iki, kadına bir pay verilmesi, kırgınlık ve küskünlüklere sebebiyet verebiliyor.

Aynı şekilde anne ya da babadan birinin bakımı da kardeşler arasında sorun olabiliyor. Sen baktın, ben bakmadım, anne babama şöyle davrandın, anne babaya erkek çocuğu bakar, hayır kızlar da bakacak. Olur mu öyle şey. Bizde anne babaya oğlan bakar. Sen az baktın, ben çok baktım. Bakardın bakmazdın gibi durumlar baş gösterebiliyor.

Hasılı küçüklükte ve evlenmeden önce tadına doyum olmaz kardeşlik miras ve bakıma muhtaç anne ya da babaya bakma zamanı çekilmez ve anlaşılmaz bir hal alıyor. Kardeşler arasına kara kediler giriyor.

Oturup konuşsalar, herkes içindekini dökse, herkes birbirine içten pazarlık yapmadan birbirine karşı net olsa, sorunların ve anlaşmazlıkların çözümünde iletişim yolunu açık tutsa, gel kardeşim şu meseleyi konuşalım dese, birbirinin yüzüne gülüp arkadan konuşmasa, birbirlerinin gıybetini yapmasa, laf taşımasa, mahcup olacağı sözleri söylemese, sorunların çözümünde kendine doğru yontmasa, birbirlerine karşı fedakar ve hasbi olsalar, kaçak güreşmeseler, olay ve problemleri sıcağı sıcağına çözme iradesi gösterseler, kardeşler arasında ortaya çıkan sorunlar çözüldüğü gibi kırgınlık ve dargınlığa da sebebiyet vermez.

Gerçek ve hasbi kardeşlikte, kardeşi aleyhinde başkasının yanında konuşmak tek kelimeyle ayıptır. Kardeşini başkasına satmaktır bu. Ki bunun hiç faydası da yoktur. Hazırında kardeşini bir başkasının yanında kötüleyerek aile içinde kalması ve aile içinde çözülmesi gereken bir sorunu büyütmektir. Dostunu düşmanını bilmemek; neyi, nerede konuştuğunu bilmemek demektir. Kısaca kardeşliği bitirmektir. Tüm bunlar ve daha fazlası insana ben kardeşimi ya da kardeşlerimi tanıyamamışım dedirtir. Kişiyi hayal kırıklığına uğratır. Kimsenin de insanı gele kardeşini hayal kırıklığına uğratmaya hakkı yoktur.

Sözümü fazla uzatmadan kardeşler ve aile arasındaki barış ve huzur ortamını bozan, birbirine açık ve net olmadan işi düşmanlığa kadar götürenler için şu anekdota burada yer vermede fayda görüyorum: Adama, düşmanı var mı demişler? Hayır, yok deyince, kardeşin de mi yok demiş.

O kadar da değil, kardeş kardeşe düşman olur mu demeyin. Hem öyle böyle değil, kardeşin kardeşe ettiğini düşman yapmaz. Bu düşmanlık ilanihaye devam eder. Tarih ise kardeş kavgalarıyla doludur.

Kırgınlık, dargınlık ve düşmanlığa varan kardeşliğin yanında birbirine kenetlenen, kardeşinin derdini dert bilen, iyi günde ve kötü günde hep yanında gören kardeşlikler de vardır. Böyle kardeşliğe ancak gıpta edilir ve şapka çıkarılır.

Pamuk ipliğine bağlı kardeşlikler ise çabuk kopar. Bu da kimsenin istediği bir kardeşlik türü değildir. Böyle kardeşlik istenmese de çevremizde ganimet gibidir böyle kardeşlik. Bu tür kardeşlikler ise anne babanın vefatının ardından biter gider. Kardeşler birbirine karşı yabancılaşır.

Allah herkese hasbi ve anlayışlı kardeşlikler versin. 

0850 Numaralı Hatlar

Cebimin istenmeyenlerinin başında 0850 numaralı hatlar gelir. Günde birkaç defa ararlar. Kimdir, necidir, ne yaparlar, amaçları rahatsız etmenin dışında nedir, pek anlamış değilim.

Kimi çaldırıp kapatıyor kimi defalarca uzun uzadıya çaldırıyor.

Bu numaraları güya kurumsal firmalar kullanıyormuş.

Bu kadar arama maliyetinin altından nasıl kalkarlar diye düşünürdüm. Gördüm ki bu hatlar ücretsiz tahsis ediliyormuş.

Ücretsiz tahsisten ki bu hatları engelleye engelleye bitiremedim.

Bu şekil herkesi araya araya bugüne kadar kaç kişiden kaç kuruş elde ettiler, bilmiyorum ama rahatsız etmenin dışında bir kazanç elde ettiklerini sanmıyorum.

Anlamadığım, olur olmaz, tanıdık tanımadık herkesi rahatsız eden bu hatları güya kurumsal firmalar kullanıyor. Bu yaptıkları kurumsal bir firmaya yakışmaz. Çünkü kurumsal denince, kurallarıyla marka olmuş, kurumsallaşmış yerler akla gelir. Bu yaptıklarıyla kurumsal adını da ayaklar altına aldıkları su götürmez bir gerçektir.

Olur olmaz insanları rahatsız eden bu 0850 numaralı hatların hiçbirini açmıyorum. Belki de bu yüzden görüşme yapmam gereken, ihtiyacım olan firmayı da engellemek suretiyle bazı imkanları kaçırıyor olabilirim.

Merak ettiğim, herkesin muzdarip olduğu bu numaralara devletin ilgili kurumu niye el koyup bir planlama yapmaz? Devlet niçin pazarlamacı, reklamcı, çoğu da sahtekar olan bu hat sahiplerine bir düzenleme getirmez? Çok mu zor devletin bunları hale yola koyması? Yoksa devletin bu kurumsal firmalara gücü yetmiyor da vatandaşa ne haliniz varsa görün mü diyor?

Devletin ne yapıp ne edip insanımızı olur olmaz rahatsız eden ve vatandaşa güven vermeyen bu hat sahiplerine bir düzenleme getirmeli. Önüne gelen kişi ve kurumlara bu hat verilmemeli.