30 Nisan 2025 Çarşamba

Örnek Bir Dini Lider

Katolik Kilisesi’nin ruhani lideri Papa Francis, 21 Nisan Pazartesi günü 88 yaşında hayatını kaybetti.

Vefatının ardından hakkında yazılıp çizilenler şunlar:

12 yıllık papalık görevi için maaş almayı reddetmiş. Maaşını kilise fonlarına ve hayır işlerine harcamış.

Papalık Sarayı yerine misafirhanede kalmayı tercih etmiş.

Sade kıyafetler giymiş.

Üzerinde kayıtlı hiçbir mülk bırakmamış.

Kişisel banka hesabı da yokmuş.

Geride sadece 100-150 dolar para bırakmış.

Papa Francis inancı kendisine. Yalnız görünen o ki imkanlar içerisinde yoksulluğu seçmiş. Ne yer ne içersem kâr, günümü gün edeyim dememiş. 

Aldığı veya kiraladığı araba ile anılmamış. 

Kısaca Francis itibardan tasarruf olmaz dememiş.

İnancı kendisine Papa’nın. Yalnız mütevazı ve sade yaşantısı, başta din adamları olmak üzere devlet başkanlarına da örnek olacak türden.

Papa arkasında yüklü miktarda servet bıraksaydı, sağlığında tahsis edilen sarayda kalsaydı, öyle zannediyorum, bu kadar dikkat çekmezdi.

Ümit ediyorum ki Francis’in bu sade yaşantısı örnek alınır.

Gönlüm isterdi ki örnek verdiğim kişi Papa değil de bizden biri olsun. 

Ne diyelim, darısı bizdeki Diyanet İşleri Başkanına, tarikat şeyhlerine, devleti yönetenlere... 

29 Nisan 2025 Salı

Her Telden Kısa Kısa

"Biz Anaplaşmayız" diyenler farkına varmasa da hızla Anaplaşma yolunda ilerliyor. Sanırım iyice küçülünce anlayacaklar.

"Ben istesem sigarayı hemen bırakırım" diyenler aramızda çok sayıda varlar. Bugüne kadar pek azı hariç sigara içmeye devam etmektedir.

"Ben şununla asla görüşmem. Aynı masaya oturmam" diyenler bir bakmışsın oturup görüşme yapıveriyor.

"Ölürse cenazesine gitmem. Ölürsem de cenazeme gelmesin" deyip de sonra sarmaş dolaş olan niceleri vardır.

Bir üründe zam iddiası ortaya çıktığında, bir yetkili, "Zam yok. Bu tür haberlere itibar etmeyin" diyorsa bilin ki o ürüne zam gelecektir.

Bir sınavın son başvuru tarihi ile ilgili "Sınav tarihinde uzatma yapılmayacaktır" açıklaması yapılıyorsa bilin ki o sınavın tarihi uzatılacaktır.

"Kilo vermem lazım. Bugünden itibaren perhize başladım" diyenlerin çoğu, nefis bir yemek görünce daha başlamadan perhizi bozarlar. Göbekten belli değil mi perhize başlamadıkları.

"Verdiğim bu karardan dolayı kimseden emir almadım" diyen biri, mutlaka emir ve talimat almıştır.

Piyasada trolden dert yanan nicelerinin bir başkasının trolü olduğundan haberleri yok.

Fikri, zikri, düşüncesi ne olursa olsun, konuşmada herkes dürüst. Ama bu dürüstlük denenmemiş dürüstlüktür. Çoğumuzun eline fırsat ve imkanlar geçtiği zaman dürüstlüğü buzdolabına kaldırıyoruz. Bu demektir ki dürüstlüğümüz yokluktanmış.

Sevginin ve nefretin aşırısı gözleri kör eder. Haddinden fazla gösterilen sevgi kişiyi şımartır. Aşırı nefret de yapılan doğruları perdeler.

Kutuplaşmanın olduğu yerde barış, huzur ve güven olmaz.

Yapacak şeyi kalmayıp kendini tekrar edenlerin koltukta ve ayakta kalması düşman üretmesine bağlıdır. Düşmanla korkutarak koltuğunu sağlamlaştırır.

Başarısızlıklarına kılıf bulanların topluma zarardan başka verebilecekleri bir şey yoktur.

Hayatını oluşturduğu algılar üzerine kuranlar kadar tehlikelisi yoktur.

Başarı için her yolu mubah görenlerin hiç omurgası yoktur.

Zikzak çizenler el üstünde tutuluyorsa o toplumun vay haline.

Eleştiri kültürü gelişmeyen toplumlarda gelişme olmaz.

Yargının silah ve had bildirme aracı olarak kullanılan toplumlarda adalet olmaz.

Milli ve manevi değerleri ve dini kendi malı görenler o değerleri süfli emelleri için kullanarak değerlerin altını oyar. Bu değerlere en büyük zararı da bunlar verir. 

Çıt Çıt Çıt

“Çekirdek çitleyenlerin iş ciddiyeti, bu ülkenin hiçbir önemli sektöründe yok!”

Hepimiz çekirdeği ne şekilde çitlediğimizi iyi biliriz ama bunu tespit de çok önemli. İşte bu güzel ve yerinde tespiti Gökhan Özcan yapmış.

Şimdi gözümüzün önüne çekirdek çitleyenleri bir getirelim. Tespitin ne derece haklı olduğunu anlarız.

Çekirdek öyle bir şey ki başlandı mı bitinceye kadar çitlenir. Tadı damağımızda kalır. Olsa da daha çitlesek deriz. Çitlerken çenemiz yorulur ama çitlemede yine devam ederiz.

Çitlerken çoğu zaman muhabbet de olmaz. Sadece çıt çıt çıt ya da çit çit çit sesi gelir. Çitledikçe iştaha geliriz. Bir hızla alır, ağzımıza koyar, çitleriz.

Çitleme hızımıza kimse yetişemez. Aramızda çitleme yarışması yapılsa çoğu berabere biter. Yenişemeyiz.

Çitlediğimiz çekirdeğin kabuğu ise önümüzde saman yığını gibi yığılır kalır. Ah bir de yerlere atmasak çok iyi olur. 

Çekirdek bittiği için gözümüz biriken çekirdek kabuğuna kayar. Vay be bu kadar çitlemiş miyiz deriz.

Yeniden Gökhan Özcan'ın cümlesine gelirsek, çekirdek çitlemedeki iş ciddiyetini hayatın diğer alanlarında göstermediğimiz bir gerçek.

Çalışma tempomuzu değiştirmeye ve çekirdek çitlemedeki azim, gayret ve iştahımızı hayatın her alanına yaymaya ne dersiniz? İşte o zaman kim tutar bizi.

Düşünsenize, çekirdek çitlemede gösterdiğimiz çaba, gayret ve eforu, işimizde göstersek, bir fabrikanın seri üretimi gibi mal üretiriz. Ülkenin her bir yeri ihtiyaç fazlası ürünle dolar taşar. Ülkemiz ihracat rekoru kırar. Cari açık kapandığı gibi cari fazlası veririz. Ülkede ne enflasyon olur ne hayat pahalılığı. Ülkenin ekonomik sorunu diye bir sorunu kalmaz. Fert başına düşen milli gelirimiz çok yüksek olur. Ülke olarak gelişmekte olan ülkeler arasından gelişmiş ülkeler ligine yükseliriz.

Sığındığımız Mazeretlerin Kökeni

Başta siyaset ve spor olmak üzere hayatın her alanında bir başarısızlık söz konusu olduğu zaman çoğumuzun ilk başvurduğu şey, başarısızlığa kılıf bulmak, mazeretin arkasına sığınmak ve gerekçe uydurmaktır.

Ekonomik sıkıntılar için dış güçlere işaret edilmesi, futboldaki başarısızlık için yapı ve sisteme dikkat çekilmesi, sınavdan düşük not alan öğrencinin öğretmeni suçlaması, aklıma gelen örneklerdir.

Başvurduğumuz bu yöntem, topu taca atmak ve sorumluluğu almamaktır. Başarısızlığı halının altına süpürmektir. Suçu başkasının üzerine yıkmaktır. Parmağı kendimize yöneltmemiz gerekirken parmağımızla başkasını göstermektir. Benim bu konuda bir hata ve yanlışım yok demektir.

Bu yaptığımız günü kurtarmak ve kendimizi temize çıkarmak ve ego tatmininden başka bir şey değildir.

Başarısızlıkta türlü türlü gerekçe bulmak yerine "Biz şunları şunları eksik yaptık. Hata bizde" deyip sorumluluğu alarak özür dilemek bir erdemdir halbuki. Toplum da hata ve yanlışıyla yüzleşeni, özeleştirisini yapanı affettiği gibi takdir eder.

Durum bu iken kendimize toz kondurmama adına bin bir türlü mazeret ve gerekçe üretmek neyin nesi? Bu kadar bahaneyi biz nereden öğrendik? Neden öğrendiğimize dair aklıma çocukluğumuz geliyor. Sanki kökeni çocukluğa kadar uzanıyor.

Şimdilerde kaldı mı bilmiyorum. Eskiden çocuğumuz düştüğünde veya kafasını bir yere vurduğunda basardı ağlamayı. Anne ya da baba koşarak çocuğunu düştüğü yerden kaldırır. Ağlama sesi biraz kesilse de yine de devam eder. Çocuğumuz ağlamayı kessin diye "Ah seni ah seni" diye ayağıyla yeri tepeler. Bir bakmışsın, çocuğumuz ağlamayı kestiği gibi gülmeye başlar.

Niye gülmesin? Düşmenin ya da masaya vurma eyleminin suçlusu tespit edilip cezalandırılmıştır. Çocukta hiç suç bulunmamıştır. Bu yönüyle gülmek çocuğun hakkıdır.

Sadece çocuk değil, bizim de keyfimize diyecek yok. Çünkü bu yol ile çocuğumuzu ikna ettik. Hepimiz şu ya da bu şekilde ağlayan çocuğumuzu bu şekilde susturmuşuzdur.

Hepimiz biliyoruz ki çocuğumuzun düştüğü yerin bir suçu yok. Ama biz böyle yaparak suçu yere atıyoruz.

Bu yaptığımız, çocuğun belleğine işleyerek büyüdüğünde ortaya çıkar diye düşünmedik. Sadece günü ve o ânı kurtarmak istedik.

Daha bir şey anlamaz dediğimiz bu yöntem çok masum gibi görünse de çocuğumuzu bir kandırmacadır. Kısaca çocuğumuzu kandırıyoruz.

Çocuk bu yaşta anlamaz mı? Belki anlamasa da çocuklar fotokopi makinesi gibidir. O anda hafızaya alır. Yeri geldiği zaman kullanır.

Nasıl kullanır? Büyüyüp zorda kaldığında, herhangi bir alanda başarısız olduğunda mazeret üreterek, gerekçe bularak.

Siz ne dersiniz bilmiyorum. Ama mazeret ve gerekçelerin arkasına sığınmanın kökeni sanki çocukluğumuzda günü kurtarma ve bizi ikna etme adına yapılan ve masum bildiğimiz pansuman tedbirlerde gizli gibi.

28 Nisan 2025 Pazartesi

Tavafa Vakit Bulamayan Kulüp

Büyük takımları çalıştırmış. Kulüplere kazandırdığı birçok kupa ile nam salmış. 

İstenen başarı gelmeyince de kulüpler yol vermiş. Kaç kulüpten yüklü tazminat almış. Kazandığı kupaların yanında aynı zamanda aldığı tazminatlardan dolayı tazminatör diye anılıyor. 

Ünü dünyayı sarmış bu teknik direktörü, yıllardır şampiyonluğa hasret FB transfer etti. Transferi büyük ses getirdi. 

FB'nin istediği şampiyonluktu.

İstediği tüm futbolcular transfer edildi. 

Türkiye kamuoyu ve FB camiası bu yılı açık ara şampiyon kapatacakları umudunu taşıdı.

Para ve transfer sorunu olmayan bu kulübün başarılı geçmişi olan bir teknik direktörle şampiyon olmaması için hiçbir sebep yok. 

Gel gör ki evdeki hesap çarşıya uymadı. FB, ligin bitmesine beş hafta kala GS'nin beş puan gerisinde. 

Aksi bir durum olmadığı müddetçe FB bu sene de hedefine ulaşamayacak görünüyor.

FB niçin şampiyon olamadı? 

Bence FB'nin başarısızlığının en büyük müsebbibi teknik direktör. Çünkü bu teknik direktöre helva yapacak her malzeme verildi. Bu teknik direktöre düşen, bu iyi malzemeden güzel bir helva yapmasıydı. 

Ama yapmadı ya da yapamadı. Çünkü kulübünden ziyade kulüp dışıyla uğraştı. Rakibini gündemde tuttu. Ülke futbolunu küçümsedi. İyi futbol ve başarılı sonuç alamamasına rağmen kendisiyle ilgili hiç özeleştiri yapmadı. Burnundan kıl aldırmadı. Bakışıyla, duruşuyla, konuşmasıyla herkesi küçümsedi. 

Kulüp yöneticileri de başarısızlığın nedenlerini teknik direktöre soracağı yerde onlar da oyun dışıyla uğraştı. Yapı var. Biz bu yapıyı kıracağız deyip durdular. İyi oyun oynayamıyoruz diyecekleri yerde yapıyla uğraştılar. Rakibimiz korunuyor dediler. Yabancı VAR dediler oldu. Yabancı orta hakem istediler. Bu istekleri de oldu. 

Görünen o ki kulübün yönetim ve teknik heyeti maçtan ziyade yapıya kafa yordular. Maça bir türlü gelmediler. Hep yenilgiye ve başarısızlığa gerekçe buldular. Seyircilerinin çoğunu da buna inandırdılar. 

Elbette bir haksızlık varsa dile getirilip mücadele edilecek. Ama oyun maçta oynanır deyip maçlara iyi odaklanmalıydılar. Ama görünen o ki tabir yerinde ise şeytan taşlamaktan tavafa vakit bulamadılar. Olan da Fenerbahçe taraftarına oldu. 

27 Nisan 2025 Pazar

Ne Günlere Kaldık!

Bazen rastgele kısa YouTube videolarını açarım. Önüme, sevgilin var mı diye kızlara mikrofon uzatıldığı videolar düşer.

Eğer sevgilim var derse, "Gel seninle bir bahse girelim. Sevgiline, ekibimizden bir kız arkadaş gönderelim. Sevgilinin seni aldatıp aldatmadığını test edelim. Sevgilin seni aldatmazsa, bizden on bin lira nakit kazanacaksınız" diyorlar.

10 bin hediyeyi duyan ve sevgilisinin kendini aldatmayacağından emin olan kızlar da "Tamam. Bir deneyelim. Ama beni aldatmaz. Çünkü biz birbirimizi çok seviyoruz. Bu vesileyle alacağımız on bin lira hediye ile de birlikte bir şeyler yaparız" deyip teste razı oluyorlar.

Sonra kız, sevgilisini bir yere buluşmaya çağırıyor. Erkek tamam deyip belirtilen yere geliyor. Kız telefonla arayarak gelemeyeceğini söylüyor.

Erkeğin olduğu yere ekipten bakımlı ve güzel bir kız gönderiliyor. Kız bir şekilde erkeğe yaklaşıp tanışıyor. "Sevgilin var mı" diye soruyor. Erkek, "Yok" diye cevap veriyor. "Kalacak yerim yok" diyor ekipten kız. Erkek, "Bizim evde kalırız" diyor.

Tüm bu olup bitenleri, erkek sevgilisini on bin lira karşılığında test eden kız da ekiple birlikte kameradan izliyor.

Sonuç, erkek kız arkadaşını kandırıyor, ihanet etmiş oluyor. Bu durumu gören kız da "Nasıl yapar? Hiç beklemezdim" gibi tepkiler veriyor.

Hasılı, sevgilisini on bin lira karşılığında test eden kızımız on binden de oluyor, sevgilisinden de.

8-10 kadar bu şekil video izledim. Bir kişi dışında hanımını ya da sevgilisini aldatmayan görmedim. Aldatmayan da ekipten kızı görmeden telefonla reddetti. Öyle zannediyorum, bu şekilde hazırlanmış videoların kahir ekseriyeti aldatma ile son buluyor.

Aynı kanal mı bilmiyorum. Bir başkası da eşini ya da sevgilisini ortak arkadaşla test ediyor. Ortak arkadaşları erkeği arıyor. "Senden çok hoşlanıyorum. Ama bunu bugüne kadar itiraf etmedim. Bundan X'in haberi olmasın. Buluşalım mı" diyor. Erkek de ben de sana karşı boş değilim" deyip buluşmaya karar veriyorlar.

YouTube'da yer verilen bu tür testlerin gerçekliği var mı yoksa bir kurgu mu bilmiyorum. İster gerçek ister kurgu olsun, bu tür videoları hiç doğru karşılamadığımı söylemeliyim. Çünkü burada erkeğe bir kumpas kuruluyor. Erkek milleti değil mi? Hepsi aynı, imajı verilmek suretiyle erkeklerin sevgililerine sadık olmadığı algısı oluşturuluyor. Bir diğer husus, bir, iki yıl sevgili olan ve evlenmeye hazırlanan kişilerin evlilikleri başlamadan bitiyor. Burada, "Bu tür testler iyidir. Evlendikten sonra aldatacağına, kızlar evlenmeden önce sevgililerinin gerçek yüzünü görüyor denebilir. Buna bir başkası ile sevgili olduktan veya evlendikten sonra o erkeğin aldatmayacağının bir garantisini kim verebilir diyebilirim.

Her şeyden önce erkeğin sadakatini test üzerine yapılan bu tür çekimler teşbihte hata olmasın, eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmeye benzer. Çünkü eşek tok da olsa çok sevdiği karpuz kabuğunu tokum diyerek reddetmez ise erkeğin de hiç aklında yok iken güzel ve bakımlı kızı kumpas olarak erkeğe göndermek hiç doğru değil.

Yavru Vatan Üzerinde Ne Pişiriliyor? *

Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan'ın, Güney Kıbrıs Rum devletine elçi ataması, bir ortaokul öğrencisinin başını örterek derslere girmesi, epeydir gündemimizde olmayan KKTC'yi kısacık da olsa gündemimize girdirdi.

Açtığım TV kanalında da bu konu konuşuluyordu. Konuşmacılar arasında Rauf Denktaş'ın oğlu Serdar Denktaş ve Sabahattin İsmail adında Kıbrıslı bir gazeteci de vardı.

Erol Mütercimler ile Nevzat Çiçek sordu. Serdar Denktaş ile Sabahattin İsmail cevapladı.

Aklımda kaldığı kadarıyla söylenenleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Serdar Denktaş, "Türkiye'de başörtüsü yasağı varken KKTC'de okuyan başörtülü kız çocukları vardı. Kimse de bir şey demedi. Ne zaman ki bir ortaokul öğrencisi daha önce başı açık iken okulların kapanmasına az bir zaman kala başını örtmeye kalkınca başörtüsü siyasallaştırıldı. Kız çocuğu başörtüsünün serbest olduğu okul türüne de geçmeyi kabul etmedi. KKTC yasalarına göre 18 yaşın altındaki kız öğrenciler okullarda başını örtemez. Tartışma bu şekilde oldu” dedi.

Üç Türki Cumhuriyetin Kıbrıs'ta elçilik açması konusunda ise "1955 doğumluyum. Küçüklüğümde Kıbrıs sorunu vardı. Bu yaşıma geldim. Hala bu sorunla uğraşıyoruz. Bu mesele çözülmeli artık. Güney Kıbrıs'ı dünya Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıdı. Bizi ise Türkiye dışında tanıyan Türki Cumhuriyetleri bile yok. Denktaş zamanında ayrı bir Cumhuriyet kurarak tavır ortaya kondu. Bir gelişme yok. Kıbrıs Cumhuriyeti denmek suretiyle bizi yok kabul ediyorlar. Türkiye Kıbrıs'ı tanıdığını BM'ye deklare etmeli. Türk askeri olmazsa Rumlar bize saldırır. Bizim dışımızda bizimle ilgili bir şeyler pişiriliyor. Biz de bunu anlamaya çalışıyoruz" türünden açıklamalar yaptı.

18-24 yaş aralığındaki gençler arasında yapılan bir araştırma sonucunu büyükelçiliğe gönderdiğini, gençlerin yüzde 60-65 oranında ateist olduklarını" ifade ettiklerini söyledi.

Gazeteci Sabahattin İsmail ise "Başörtüsü tartışmaları üzerinden bizi 'Rumluktan kurtaramadık' şeklindeki açıklamalar bizi üzüyor” dedi. Ayrıca” KKTC'nin geçim kaynağı olarak 20-25 kadar gazino, bir o kadar gece kulübü, bir de turizm geliri var. Kumar bizim yasalara göre burada yasal. Kumarhane ve gazinolara Kıbrıslıların ve öğrencilerin girmesi yasal olarak yasak olmasına rağmen bir gerçek var. Giriyorlar, yasak dinlenilmiyor. Hafta sonu Türkiye, Rusya ve İsrail'den çok sayıda turist gelerek turizme katkı sunuyorlar. Gazino, pavyon, kumarhane dışında gece kulüplerinin kapatılması gerektiğini, çünkü konsomatris (bar, gazino gibi eğlence yerlerinde müşterinin masasına çağrılabilen, müşteriyle birlikte yiyip içerek çalıştığı yere kazanç sağlayan kadın) adı altında başka ülkelerden bu gece kulüplerine kadınların getirildiğini ve bunların pazarlandığını” söyledi.

Hem Serdar Denktaş'ın hem de gazeteci İsmail'in verdiği bilgileri ağzım açık dinledim. Özellikle gece kulüplerinin işlevi konusu mide bulandıran türden. KKTC'nin geliri de bar, gazino, pavyon, kumar, turizm ve gece kulüplerinden elde edilen gelirmiş.

Bu derece küçük bir ülkenin gelirini buralardan elde etmesi ahlaki ve dini yozlaşmayı da beraberinde getirdiği bir gerçek. Ne yapıp ne edip KKTC için üretime dayalı başka gelir kaynakları bulmak gerek.

Bir diğer husus, Güney Kıbrıs'ın Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınmaya başlanması, Türki Cumhuriyetlerinin bile KKTC'yi tanımadan bu ülkeyi tanıması, bir zamanlar Mavi Vatan doktrininin şimdilerde pek dillendirilmemesi, Güney Kıbrıs'ta ABD'nin üs kurması, İngiltere'nin daha önceki iki üssünü yenileme gayretleri, Türk askerinin işgalci görülmesi, Güney Kıbrıs yönetiminin Mısır dahil birçok ülke ile deniz sınırı anlaşması yapması, tüm bu gelişmelere rağmen sessizlik düşündürüyor.

Sahi, KKTC için ne düşünülüyor? KKTC için dışarıda ne pişiriliyor? Pişirilen bu yemekten haberi ve bilgisi olan var mı?

*30.04.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.