28 Nisan 2025 Pazartesi

Tavafa Vakit Bulamayan Kulüp

Büyük takımları çalıştırmış. Kulüplere kazandırdığı birçok kupa ile nam salmış. 

İstenen başarı gelmeyince de kulüpler yol vermiş. Kaç kulüpten yüklü tazminat almış. Kazandığı kupaların yanında aynı zamanda aldığı tazminatlardan dolayı tazminatör diye anılıyor. 

Ünü dünyayı sarmış bu teknik direktörü, yıllardır şampiyonluğa hasret FB transfer etti. Transferi büyük ses getirdi. 

FB'nin istediği şampiyonluktu.

İstediği tüm futbolcular transfer edildi. 

Türkiye kamuoyu ve FB camiası bu yılı açık ara şampiyon kapatacakları umudunu taşıdı.

Para ve transfer sorunu olmayan bu kulübün başarılı geçmişi olan bir teknik direktörle şampiyon olmaması için hiçbir sebep yok. 

Gel gör ki evdeki hesap çarşıya uymadı. FB, ligin bitmesine beş hafta kala GS'nin beş puan gerisinde. 

Aksi bir durum olmadığı müddetçe FB bu sene de hedefine ulaşamayacak görünüyor.

FB niçin şampiyon olamadı? 

Bence FB'nin başarısızlığının en büyük müsebbibi teknik direktör. Çünkü bu teknik direktöre helva yapacak her malzeme verildi. Bu teknik direktöre düşen, bu iyi malzemeden güzel bir helva yapmasıydı. 

Ama yapmadı ya da yapamadı. Çünkü kulübünden ziyade kulüp dışıyla uğraştı. Rakibini gündemde tuttu. Ülke futbolunu küçümsedi. İyi futbol ve başarılı sonuç alamamasına rağmen kendisiyle ilgili hiç özeleştiri yapmadı. Burnundan kıl aldırmadı. Bakışıyla, duruşuyla, konuşmasıyla herkesi küçümsedi. 

Kulüp yöneticileri de başarısızlığın nedenlerini teknik direktöre soracağı yerde onlar da oyun dışıyla uğraştı. Yapı var. Biz bu yapıyı kıracağız deyip durdular. İyi oyun oynayamıyoruz diyecekleri yerde yapıyla uğraştılar. Rakibimiz korunuyor dediler. Yabancı VAR dediler oldu. Yabancı orta hakem istediler. Bu istekleri de oldu. 

Görünen o ki kulübün yönetim ve teknik heyeti maçtan ziyade yapıya kafa yordular. Maça bir türlü gelmediler. Hep yenilgiye ve başarısızlığa gerekçe buldular. Seyircilerinin çoğunu da buna inandırdılar. 

Elbette bir haksızlık varsa dile getirilip mücadele edilecek. Ama oyun maçta oynanır deyip maçlara iyi odaklanmalıydılar. Ama görünen o ki tabir yerinde ise şeytan taşlamaktan tavafa vakit bulamadılar. Olan da Fenerbahçe taraftarına oldu. 

27 Nisan 2025 Pazar

Ne Günlere Kaldık!

Bazen rastgele kısa YouTube videolarını açarım. Önüme, sevgilin var mı diye kızlara mikrofon uzatıldığı videolar düşer.

Eğer sevgilim var derse, "Gel seninle bir bahse girelim. Sevgiline, ekibimizden bir kız arkadaş gönderelim. Sevgilinin seni aldatıp aldatmadığını test edelim. Sevgilin seni aldatmazsa, bizden on bin lira nakit kazanacaksınız" diyorlar.

10 bin hediyeyi duyan ve sevgilisinin kendini aldatmayacağından emin olan kızlar da "Tamam. Bir deneyelim. Ama beni aldatmaz. Çünkü biz birbirimizi çok seviyoruz. Bu vesileyle alacağımız on bin lira hediye ile de birlikte bir şeyler yaparız" deyip teste razı oluyorlar.

Sonra kız, sevgilisini bir yere buluşmaya çağırıyor. Erkek tamam deyip belirtilen yere geliyor. Kız telefonla arayarak gelemeyeceğini söylüyor.

Erkeğin olduğu yere ekipten bakımlı ve güzel bir kız gönderiliyor. Kız bir şekilde erkeğe yaklaşıp tanışıyor. "Sevgilin var mı" diye soruyor. Erkek, "Yok" diye cevap veriyor. "Kalacak yerim yok" diyor ekipten kız. Erkek, "Bizim evde kalırız" diyor.

Tüm bu olup bitenleri, erkek sevgilisini on bin lira karşılığında test eden kız da ekiple birlikte kameradan izliyor.

Sonuç, erkek kız arkadaşını kandırıyor, ihanet etmiş oluyor. Bu durumu gören kız da "Nasıl yapar? Hiç beklemezdim" gibi tepkiler veriyor.

Hasılı, sevgilisini on bin lira karşılığında test eden kızımız on binden de oluyor, sevgilisinden de.

8-10 kadar bu şekil video izledim. Bir kişi dışında hanımını ya da sevgilisini aldatmayan görmedim. Aldatmayan da ekipten kızı görmeden telefonla reddetti. Öyle zannediyorum, bu şekilde hazırlanmış videoların kahir ekseriyeti aldatma ile son buluyor.

Aynı kanal mı bilmiyorum. Bir başkası da eşini ya da sevgilisini ortak arkadaşla test ediyor. Ortak arkadaşları erkeği arıyor. "Senden çok hoşlanıyorum. Ama bunu bugüne kadar itiraf etmedim. Bundan X'in haberi olmasın. Buluşalım mı" diyor. Erkek de ben de sana karşı boş değilim" deyip buluşmaya karar veriyorlar.

YouTube'da yer verilen bu tür testlerin gerçekliği var mı yoksa bir kurgu mu bilmiyorum. İster gerçek ister kurgu olsun, bu tür videoları hiç doğru karşılamadığımı söylemeliyim. Çünkü burada erkeğe bir kumpas kuruluyor. Erkek milleti değil mi? Hepsi aynı, imajı verilmek suretiyle erkeklerin sevgililerine sadık olmadığı algısı oluşturuluyor. Bir diğer husus, bir, iki yıl sevgili olan ve evlenmeye hazırlanan kişilerin evlilikleri başlamadan bitiyor. Burada, "Bu tür testler iyidir. Evlendikten sonra aldatacağına, kızlar evlenmeden önce sevgililerinin gerçek yüzünü görüyor denebilir. Buna bir başkası ile sevgili olduktan veya evlendikten sonra o erkeğin aldatmayacağının bir garantisini kim verebilir diyebilirim.

Her şeyden önce erkeğin sadakatini test üzerine yapılan bu tür çekimler teşbihte hata olmasın, eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmeye benzer. Çünkü eşek tok da olsa çok sevdiği karpuz kabuğunu tokum diyerek reddetmez ise erkeğin de hiç aklında yok iken güzel ve bakımlı kızı kumpas olarak erkeğe göndermek hiç doğru değil.

Yavru Vatan Üzerinde Ne Pişiriliyor? *

Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan'ın, Güney Kıbrıs Rum devletine elçi ataması, bir ortaokul öğrencisinin başını örterek derslere girmesi, epeydir gündemimizde olmayan KKTC'yi kısacık da olsa gündemimize girdirdi.

Açtığım TV kanalında da bu konu konuşuluyordu. Konuşmacılar arasında Rauf Denktaş'ın oğlu Serdar Denktaş ve Sabahattin İsmail adında Kıbrıslı bir gazeteci de vardı.

Erol Mütercimler ile Nevzat Çiçek sordu. Serdar Denktaş ile Sabahattin İsmail cevapladı.

Aklımda kaldığı kadarıyla söylenenleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Serdar Denktaş, "Türkiye'de başörtüsü yasağı varken KKTC'de okuyan başörtülü kız çocukları vardı. Kimse de bir şey demedi. Ne zaman ki bir ortaokul öğrencisi daha önce başı açık iken okulların kapanmasına az bir zaman kala başını örtmeye kalkınca başörtüsü siyasallaştırıldı. Kız çocuğu başörtüsünün serbest olduğu okul türüne de geçmeyi kabul etmedi. KKTC yasalarına göre 18 yaşın altındaki kız öğrenciler okullarda başını örtemez. Tartışma bu şekilde oldu” dedi.

Üç Türki Cumhuriyetin Kıbrıs'ta elçilik açması konusunda ise "1955 doğumluyum. Küçüklüğümde Kıbrıs sorunu vardı. Bu yaşıma geldim. Hala bu sorunla uğraşıyoruz. Bu mesele çözülmeli artık. Güney Kıbrıs'ı dünya Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıdı. Bizi ise Türkiye dışında tanıyan Türki Cumhuriyetleri bile yok. Denktaş zamanında ayrı bir Cumhuriyet kurarak tavır ortaya kondu. Bir gelişme yok. Kıbrıs Cumhuriyeti denmek suretiyle bizi yok kabul ediyorlar. Türkiye Kıbrıs'ı tanıdığını BM'ye deklare etmeli. Türk askeri olmazsa Rumlar bize saldırır. Bizim dışımızda bizimle ilgili bir şeyler pişiriliyor. Biz de bunu anlamaya çalışıyoruz" türünden açıklamalar yaptı.

18-24 yaş aralığındaki gençler arasında yapılan bir araştırma sonucunu büyükelçiliğe gönderdiğini, gençlerin yüzde 60-65 oranında ateist olduklarını" ifade ettiklerini söyledi.

Gazeteci Sabahattin İsmail ise "Başörtüsü tartışmaları üzerinden bizi 'Rumluktan kurtaramadık' şeklindeki açıklamalar bizi üzüyor” dedi. Ayrıca” KKTC'nin geçim kaynağı olarak 20-25 kadar gazino, bir o kadar gece kulübü, bir de turizm geliri var. Kumar bizim yasalara göre burada yasal. Kumarhane ve gazinolara Kıbrıslıların ve öğrencilerin girmesi yasal olarak yasak olmasına rağmen bir gerçek var. Giriyorlar, yasak dinlenilmiyor. Hafta sonu Türkiye, Rusya ve İsrail'den çok sayıda turist gelerek turizme katkı sunuyorlar. Gazino, pavyon, kumarhane dışında gece kulüplerinin kapatılması gerektiğini, çünkü konsomatris (bar, gazino gibi eğlence yerlerinde müşterinin masasına çağrılabilen, müşteriyle birlikte yiyip içerek çalıştığı yere kazanç sağlayan kadın) adı altında başka ülkelerden bu gece kulüplerine kadınların getirildiğini ve bunların pazarlandığını” söyledi.

Hem Serdar Denktaş'ın hem de gazeteci İsmail'in verdiği bilgileri ağzım açık dinledim. Özellikle gece kulüplerinin işlevi konusu mide bulandıran türden. KKTC'nin geliri de bar, gazino, pavyon, kumar, turizm ve gece kulüplerinden elde edilen gelirmiş.

Bu derece küçük bir ülkenin gelirini buralardan elde etmesi ahlaki ve dini yozlaşmayı da beraberinde getirdiği bir gerçek. Ne yapıp ne edip KKTC için üretime dayalı başka gelir kaynakları bulmak gerek.

Bir diğer husus, Güney Kıbrıs'ın Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınmaya başlanması, Türki Cumhuriyetlerinin bile KKTC'yi tanımadan bu ülkeyi tanıması, bir zamanlar Mavi Vatan doktrininin şimdilerde pek dillendirilmemesi, Güney Kıbrıs'ta ABD'nin üs kurması, İngiltere'nin daha önceki iki üssünü yenileme gayretleri, Türk askerinin işgalci görülmesi, Güney Kıbrıs yönetiminin Mısır dahil birçok ülke ile deniz sınırı anlaşması yapması, tüm bu gelişmelere rağmen sessizlik düşündürüyor.

Sahi, KKTC için ne düşünülüyor? KKTC için dışarıda ne pişiriliyor? Pişirilen bu yemekten haberi ve bilgisi olan var mı?

*30.04.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

26 Nisan 2025 Cumartesi

Atıyorum

Elinde telefon konuşarak yanımdan geçti bir kadın.

Atıyorum dediğini duydum. Ama herhangi bir şey atmadı. Acaba ben geçtikten sonra mı atacak, olur ya belki telefonu atarsa alırım, kısa günün kârı olur deyip geri baktım. Herhangi bir şey atmadan konuşa konuşa yoluna devam etti.

Haliyle telefon sevinci kursağımda kaldı.

O zaman atıyorum neyin nesi idi?

Düşünmem fazla uzun sürmedi. Meğer kadın, karşıda konuştuğuna örnek veriyormuş.

Duymuştum birkaç kişiden atıyorum sözünü. Kadınımız da kullanıyor, erkeğimiz de. Ne kadar kullanılsa da önce ne atacak diyorum. Sonra örnek verdikleri aklıma geliyor. Jeton geç düşüyor anlayacağınız.

Bu atıyorum nereden çıktı, bunu kim uydurdu da tüm millet kullanır oldu, çok anlamış değilim. İlk uyduranı bulsam, demediğimi bırakmam.

Gören de bu alanda Türkçemizde kelime kıtlığı var sanır. Halbuki bu milletin yediden yetmişi bir örnek vermek isterse; misal, mesela, örnek, örneğin, bir örnek vermek istersem, söz gelişi veya söz gelimi gibi kelimeleri, eskiler de bunlara ilaveten faraza, farzımuhal gibi kelimeleri kullanır. Gördüğümüz gibi bu konuda dilimizde bir kıtlık yok. Buna rağmen “atıyorum” hepsinin önüne geçti.

Bu atmasyon ve uydurmaca kelimeye TDK yer vermiş mi diye sözlüğe baktım: “varsayımlı örnek veriyorum” anlamında kullanılan bir söz şeklinde yer vermiş.

Bir an için en azından sözlükte yer almış. Birileri de kullanıyor diyeceğim. Ama bu söz argo imiş.

İçimi ve kulağımı tırmalayan bu sözcüğün argo olduğunu görünce, ne de çok argo kullanmayı seviyor bizim insanımız dedim kendi kendime.

Argo veya değil. TDK yer vermiş. Biz de kullanabiliriz derseniz, siz bilirsiniz ama argo sözcüğüne, TDK’nin verdiği anlamları buraya yazmakla yetineceğim:

Argo, Fransızca argot kelimesinden dilimize geçmiş. Anlamı da “Her yerde ve her zaman kullanılmayan veya kullanılmaması gereken, çoklukla eğitimsiz kişilerin söylediği söz veya deyim”.

Bir diğer anlamı da “Serserilerin, külhanbeylerinin kullandığı söz veya deyim” anlamlarını vermiş TDK.

TDK’nin argoya verdiği anlamları da görünce, içimizde ne de çok eğitimsiz, serseri ve külhanbeyi varmış diyeceğim geldi ama bu sözü kullanan o kadar eğitimli, beyefendi ve hanımefendi gördüğümü söylemeliyim. Demek ki argo kullanmak içimize işlemiş ya da kullanıla kullanıla hepimizin belleğinde yer etmiş.

Bu arada nerede bir “atıyorum” diye söze başlayan olursa, “Atma Recep, din kardeşiyiz” deyimi aklıma gelmiyor da değil.

Atıyorum demek sizin tercihiniz. Bana kalırsa demeyin. Yerine, yukarıdaki verdiğim karşılıkları kullanın. Ağzım alışmış derseniz, hiç örnek vermezseniz, ölmezsiniz. Sizin örneğinizi duymazsam ben de ölmem.

Yurtiçi ve Yurtdışı Kurbanlık Bedelleri *


Diyanet İşleri Başkanlığının açıkladığı 2025 yılı yurtiçi ve yurtdışı vekaletle kurban kesme bedelleri dikkatimi çekti. Buna göre yurtiçi bedelini 13.500 lira, yurtdışını ise 5.450 lira olarak açıkladı.

Diğer yardım kuruluşlarının kurban bedellerine bakmadım.

Diyanet her kıtada keseceği kurbanlık bedeli için her kıtada tek fiyat belirlerken diğer yardım kuruluşlarının her bölge için farklı kesim ücreti belirlediğini görmek mümkün.

Diğer yardım kuruluşlarının kesim bedellerini bir tarafa bırakarak Diyanetin belirlediği kesim ücreti üzerinden değerlendirme yapalım.

Kurban bayramına bir aydan fazla bir zaman olduğu için yurtiçinde kurban bedellerinin nerelerde olacağını şimdiden kestirmek mümkün değilse de 13.500 liraya normal bir küçükbaş almanın zor olacağını söyleyebilirim.

Esas değinmek istediğim, yurtiçi kurban bedeli ile yurtdışı kurban bedeli arasındaki uçurum. Yurtiçi bir kurban bedeli ile yurtdışında yaklaşık üç kurban kesmek mümkün. Garipsediğim nokta da burası.

Normal şartlarda yurtiçi kurban bedeli daha uygun, yurtdışı daha pahalı olması gerekirken tersi bir durum söz konusu.

Bu durum sadece bu yıla mahsus bir fiyat farkı değil, bildim bileli böyle.

Nedense bizde kurbanlıklar cep yakarken yurtdışında ise uygundan da öte çok ucuz.

Yurtiçi ve yurtdışı kurban kesim ücretleri arasında bu şekil uçurum varken, keseceği kurbanlığı bağışlamak isteyenler arasından, kaç kişi yurtiçi için vekalet verir? Yurtdışına gönderirim. Aynı fiyata iki hatta üç kurban keserim diye düşünmesi kadar normal bir şey olamaz.

Elbette kurban bağışçısı, kurbanını istediği yerde kestirme hakkına sahip ise de bu fiyat uçurumu, kişiyi ister istemez yurtdışını tercihe yöneltir. Yurtdışındaki insanlar daha fazla ihtiyaç sahibi olabilir. Yalnız bu ülkede de azımsanmayacak ihtiyaç sahibi olduğu bir gerçek. Çünkü bu ülkede askıda ekmek, askıda süt, askıda sebze ve meyve uygulaması var.

Yeniden yurtiçi ve yurtdışı kurban bedelleri arasındaki uçuruma dönersek, bu uçurum, ülke ekonomisindeki vahim tabloyu göstermesi bakımından üzücüdür. Paramızın pul olduğunun bir göstergesidir. Bu ülkede fiyatların normal olmadığına bir örnektir. Hayat pahalılığının yine bel bükmeye devam ettiğine dair acı bir tablodur.

Bir gün yurtiçi kurban kesim bedelinin, yurtdışı kurban bedelinden daha düşük olduğunu görürsem, bu ülkede ekonominin normalleştiğine ve iyiye doğru gittiğine inanacağım. Bekleyip göreceğiz. Yurtiçi ile yurtdışı kurban bedeli aynı olursa, bu da kabulümdür.

*02.05.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

En Büyük Özlemim

Rekabetin olduğu yerlerde rakiplerimizle korkutma gibi bir hastalığımız var: Onlar geçmişte şöyle yaptı. Onlar tekrar gelirse daha beterini yapacaklar türünden şeyler söylemek suretiyle taraftar kazanmaya ve kazandığımız taraftarı tutmaya çalışırız. Yani rakibimizi öcü gösteririz.

Rakipten korkan bizim şemsiyemize sığınır. Biz de işimizi, aşımızı ve statümüzü kaybetmeden ayakta dururuz.

Kısaca bu topraklarda ayakta kalmanın, söz sahibi olmanın yolu, rekabette bir düşman bulmaktır. Korkutacak düşman bulamazsak başarılı olamayız.

Bir yerde korku varsa kutuplaşma da olur. Korku ve kutuplaşmanın olduğu toplumda huzur ve barış olmaz. İnsanların birbirine güveni kalmaz. 

Halbuki her türlü rekabet fazilet ve erdem yarışı olacak şekilde yapılmalı. Rakiplere belden aşağı vurmamalı. Rakibe karşı algı oyunlarına girilmemeli. İyi olan kazanmalı.

Bunun için rakibi kötülemek, rakibi düşman görmek ve göstermek hakkaniyete sığmaz.

Yarışa giren kendini, yaptıklarını, yapamadıklarını anlatmalı. Vizyon ve misyonunu ortaya koymalı. Şunları yapamadım. Bunları da yapacağım demeli. Her türlü kötülüğün anası olarak rakibini hedef göstermemeli. Akşam sabah rakibiyle yatıp rakibiyle kalkmamalı. Kısaca insanları rakibiyle korkutmamalı.

Rekabetin sonunda insanımız rakibini tercih ettiği zaman sonuca saygı duymalı. Tebrik edip başarılar dilemeli.

Köşesine çekilip niçin kaybettiğinin sorgulamasını yapmalı. Hata ve yanlışlarını tespit etmeli. Yeni bir rekabete hatalarından arınmış bir şekilde çıkmalı.

Rakibine çalışma süresi ve imkanı vermeli. Rakibi hata ve yanlış yaptığı zaman eleştirip yol göstermeli.

Kısaca bu ülkede her alanda rekabet olmalı. Her rekabette alternatif olmalı. Rakibi alt etmek birinci önceliğimiz olmamalı. Ülkenin kazanacağı bir erdem mücadelesi yapılmalı. Kazanan hep ülke olmalı.

Kendimizi bulunmaz Hint kumaşı göstermekten vazgeçilmeli. Her alanda yeterince görev yapmalı. Yapacak şeyi kalmadığı, kendini tekrarlamaya başladığı ve hep rakibiyle korkutmaya başladığı zaman tadında ve kıvamında koltuğu bırakabilmeli.

Rakip de baktı ki alternatif olamıyor. Hep mağlup oluyor. Benle olmuyor deyip koltuğu boşaltabilmeli.

Hülasa, bu ülkenin her alanda gelişmesi ve ilerleme kat edebilmesi her türlü rekabetin, kişilerin sadece kendini anlatması, kendi süfli emellerimizi ülkenin ulvi meselesinin önüne geçirilmemesi ile mümkündür.

Rakibini aziz bildiği her türlü rekabet en büyük özlemimdir.

25 Nisan 2025 Cuma

Tanıdık Sima

ABD Başkanı Trump'ın;

Külhanbeyi konuşması,

Diplomatik dil kullanmaması,

Ülke devlet başkanlarını küçümsemesi,

Sosyal medya aracılığıyla faizi indir talimatı vermesi,

Akşam sabah hep gündemde olması,

Ülkelere meydan okuması ve ayar vermesi, gerilimi, kavga ve atışmayı sevmesi, mangalda kül bırakmaması,

Sözünü dinlemeyen kurum ve kuruluşları alenen eleştirmesi,

Başkan seçilmesi iki dönemle sınırlı olmasına rağmen üçüncü döneme hazırlık yapması,

Akla gelebilecek her şeye çomak sokması,

Kurulu düzene aykırı konuşmaları,

Teamülleri hiçe sayması,

Serbest ticaretten ve piyasadan gelmesi,

Her gün ekranlarda dünyayı etkileyen kararlara imza atması,

Aldığı kararlardan bir müddet sonra U dönüşü yapması, akşam aldığı kararı sabahında değiştirmesi,

Kendisini dünya lideri görmesi,

Kendisine aşırı özgüveni,

Ölümüne destekleyicilerinin olması,

Anayasayı pek dinlememesi,

Egosunun tavan yapması,

O bunu, bu da onu çok sevmesi, birbirlerine dostum diye hitap etmeleri,

Uzun boylu oluşu vs.

Bana hiç yabancı gelmiyor. Hem de tanıdık bir simayı hatırlatıyor. İnsanlar bu kadar mı benzer olur. Boşuna dememişler. İnsanın ikizi var diye. 

Tek farkları, Trump hem ülkesini hem dünyayı, öbürü ise ülkesini etkiliyor. Bir de biri sarışın, diğeri esmer. Bu kadar fark da olsun değil mi?