26 Nisan 2025 Cumartesi

Atıyorum

Elinde telefon konuşarak yanımdan geçti bir kadın.

Atıyorum dediğini duydum. Ama herhangi bir şey atmadı. Acaba ben geçtikten sonra mı atacak, olur ya belki telefonu atarsa alırım, kısa günün kârı olur deyip geri baktım. Herhangi bir şey atmadan konuşa konuşa yoluna devam etti.

Haliyle telefon sevinci kursağımda kaldı.

O zaman atıyorum neyin nesi idi?

Düşünmem fazla uzun sürmedi. Meğer kadın, karşıda konuştuğuna örnek veriyormuş.

Duymuştum birkaç kişiden atıyorum sözünü. Kadınımız da kullanıyor, erkeğimiz de. Ne kadar kullanılsa da önce ne atacak diyorum. Sonra örnek verdikleri aklıma geliyor. Jeton geç düşüyor anlayacağınız.

Bu atıyorum nereden çıktı, bunu kim uydurdu da tüm millet kullanır oldu, çok anlamış değilim. İlk uyduranı bulsam, demediğimi bırakmam.

Gören de bu alanda Türkçemizde kelime kıtlığı var sanır. Halbuki bu milletin yediden yetmişi bir örnek vermek isterse; misal, mesela, örnek, örneğin, bir örnek vermek istersem, söz gelişi veya söz gelimi gibi kelimeleri, eskiler de bunlara ilaveten faraza, farzımuhal gibi kelimeleri kullanır. Gördüğümüz gibi bu konuda dilimizde bir kıtlık yok. Buna rağmen “atıyorum” hepsinin önüne geçti.

Bu atmasyon ve uydurmaca kelimeye TDK yer vermiş mi diye sözlüğe baktım: “varsayımlı örnek veriyorum” anlamında kullanılan bir söz şeklinde yer vermiş.

Bir an için en azından sözlükte yer almış. Birileri de kullanıyor diyeceğim. Ama bu söz argo imiş.

İçimi ve kulağımı tırmalayan bu sözcüğün argo olduğunu görünce, ne de çok argo kullanmayı seviyor bizim insanımız dedim kendi kendime.

Argo veya değil. TDK yer vermiş. Biz de kullanabiliriz derseniz, siz bilirsiniz ama argo sözcüğüne, TDK’nin verdiği anlamları buraya yazmakla yetineceğim:

Argo, Fransızca argot kelimesinden dilimize geçmiş. Anlamı da “Her yerde ve her zaman kullanılmayan veya kullanılmaması gereken, çoklukla eğitimsiz kişilerin söylediği söz veya deyim”.

Bir diğer anlamı da “Serserilerin, külhanbeylerinin kullandığı söz veya deyim” anlamlarını vermiş TDK.

TDK’nin argoya verdiği anlamları da görünce, içimizde ne de çok eğitimsiz, serseri ve külhanbeyi varmış diyeceğim geldi ama bu sözü kullanan o kadar eğitimli, beyefendi ve hanımefendi gördüğümü söylemeliyim. Demek ki argo kullanmak içimize işlemiş ya da kullanıla kullanıla hepimizin belleğinde yer etmiş.

Bu arada nerede bir “atıyorum” diye söze başlayan olursa, “Atma Recep, din kardeşiyiz” deyimi aklıma gelmiyor da değil.

Atıyorum demek sizin tercihiniz. Bana kalırsa demeyin. Yerine, yukarıdaki verdiğim karşılıkları kullanın. Ağzım alışmış derseniz, hiç örnek vermezseniz, ölmezsiniz. Sizin örneğinizi duymazsam ben de ölmem.

Yurtiçi ve Yurtdışı Kurbanlık Bedelleri *


Diyanet İşleri Başkanlığının açıkladığı 2025 yılı yurtiçi ve yurtdışı vekaletle kurban kesme bedelleri dikkatimi çekti. Buna göre yurtiçi bedelini 13.500 lira, yurtdışını ise 5.450 lira olarak açıkladı.

Diğer yardım kuruluşlarının kurban bedellerine bakmadım.

Diyanet her kıtada keseceği kurbanlık bedeli için her kıtada tek fiyat belirlerken diğer yardım kuruluşlarının her bölge için farklı kesim ücreti belirlediğini görmek mümkün.

Diğer yardım kuruluşlarının kesim bedellerini bir tarafa bırakarak Diyanetin belirlediği kesim ücreti üzerinden değerlendirme yapalım.

Kurban bayramına bir aydan fazla bir zaman olduğu için yurtiçinde kurban bedellerinin nerelerde olacağını şimdiden kestirmek mümkün değilse de 13.500 liraya normal bir küçükbaş almanın zor olacağını söyleyebilirim.

Esas değinmek istediğim, yurtiçi kurban bedeli ile yurtdışı kurban bedeli arasındaki uçurum. Yurtiçi bir kurban bedeli ile yurtdışında yaklaşık üç kurban kesmek mümkün. Garipsediğim nokta da burası.

Normal şartlarda yurtiçi kurban bedeli daha uygun, yurtdışı daha pahalı olması gerekirken tersi bir durum söz konusu.

Bu durum sadece bu yıla mahsus bir fiyat farkı değil, bildim bileli böyle.

Nedense bizde kurbanlıklar cep yakarken yurtdışında ise uygundan da öte çok ucuz.

Yurtiçi ve yurtdışı kurban kesim ücretleri arasında bu şekil uçurum varken, keseceği kurbanlığı bağışlamak isteyenler arasından, kaç kişi yurtiçi için vekalet verir? Yurtdışına gönderirim. Aynı fiyata iki hatta üç kurban keserim diye düşünmesi kadar normal bir şey olamaz.

Elbette kurban bağışçısı, kurbanını istediği yerde kestirme hakkına sahip ise de bu fiyat uçurumu, kişiyi ister istemez yurtdışını tercihe yöneltir. Yurtdışındaki insanlar daha fazla ihtiyaç sahibi olabilir. Yalnız bu ülkede de azımsanmayacak ihtiyaç sahibi olduğu bir gerçek. Çünkü bu ülkede askıda ekmek, askıda süt, askıda sebze ve meyve uygulaması var.

Yeniden yurtiçi ve yurtdışı kurban bedelleri arasındaki uçuruma dönersek, bu uçurum, ülke ekonomisindeki vahim tabloyu göstermesi bakımından üzücüdür. Paramızın pul olduğunun bir göstergesidir. Bu ülkede fiyatların normal olmadığına bir örnektir. Hayat pahalılığının yine bel bükmeye devam ettiğine dair acı bir tablodur.

Bir gün yurtiçi kurban kesim bedelinin, yurtdışı kurban bedelinden daha düşük olduğunu görürsem, bu ülkede ekonominin normalleştiğine ve iyiye doğru gittiğine inanacağım. Bekleyip göreceğiz. Yurtiçi ile yurtdışı kurban bedeli aynı olursa, bu da kabulümdür.

*02.05.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

En Büyük Özlemim

Rekabetin olduğu yerlerde rakiplerimizle korkutma gibi bir hastalığımız var: Onlar geçmişte şöyle yaptı. Onlar tekrar gelirse daha beterini yapacaklar türünden şeyler söylemek suretiyle taraftar kazanmaya ve kazandığımız taraftarı tutmaya çalışırız. Yani rakibimizi öcü gösteririz.

Rakipten korkan bizim şemsiyemize sığınır. Biz de işimizi, aşımızı ve statümüzü kaybetmeden ayakta dururuz.

Kısaca bu topraklarda ayakta kalmanın, söz sahibi olmanın yolu, rekabette bir düşman bulmaktır. Korkutacak düşman bulamazsak başarılı olamayız.

Bir yerde korku varsa kutuplaşma da olur. Korku ve kutuplaşmanın olduğu toplumda huzur ve barış olmaz. İnsanların birbirine güveni kalmaz. 

Halbuki her türlü rekabet fazilet ve erdem yarışı olacak şekilde yapılmalı. Rakiplere belden aşağı vurmamalı. Rakibe karşı algı oyunlarına girilmemeli. İyi olan kazanmalı.

Bunun için rakibi kötülemek, rakibi düşman görmek ve göstermek hakkaniyete sığmaz.

Yarışa giren kendini, yaptıklarını, yapamadıklarını anlatmalı. Vizyon ve misyonunu ortaya koymalı. Şunları yapamadım. Bunları da yapacağım demeli. Her türlü kötülüğün anası olarak rakibini hedef göstermemeli. Akşam sabah rakibiyle yatıp rakibiyle kalkmamalı. Kısaca insanları rakibiyle korkutmamalı.

Rekabetin sonunda insanımız rakibini tercih ettiği zaman sonuca saygı duymalı. Tebrik edip başarılar dilemeli.

Köşesine çekilip niçin kaybettiğinin sorgulamasını yapmalı. Hata ve yanlışlarını tespit etmeli. Yeni bir rekabete hatalarından arınmış bir şekilde çıkmalı.

Rakibine çalışma süresi ve imkanı vermeli. Rakibi hata ve yanlış yaptığı zaman eleştirip yol göstermeli.

Kısaca bu ülkede her alanda rekabet olmalı. Her rekabette alternatif olmalı. Rakibi alt etmek birinci önceliğimiz olmamalı. Ülkenin kazanacağı bir erdem mücadelesi yapılmalı. Kazanan hep ülke olmalı.

Kendimizi bulunmaz Hint kumaşı göstermekten vazgeçilmeli. Her alanda yeterince görev yapmalı. Yapacak şeyi kalmadığı, kendini tekrarlamaya başladığı ve hep rakibiyle korkutmaya başladığı zaman tadında ve kıvamında koltuğu bırakabilmeli.

Rakip de baktı ki alternatif olamıyor. Hep mağlup oluyor. Benle olmuyor deyip koltuğu boşaltabilmeli.

Hülasa, bu ülkenin her alanda gelişmesi ve ilerleme kat edebilmesi her türlü rekabetin, kişilerin sadece kendini anlatması, kendi süfli emellerimizi ülkenin ulvi meselesinin önüne geçirilmemesi ile mümkündür.

Rakibini aziz bildiği her türlü rekabet en büyük özlemimdir.

25 Nisan 2025 Cuma

Tanıdık Sima

ABD Başkanı Trump'ın;

Külhanbeyi konuşması,

Diplomatik dil kullanmaması,

Ülke devlet başkanlarını küçümsemesi,

Sosyal medya aracılığıyla faizi indir talimatı vermesi,

Akşam sabah hep gündemde olması,

Ülkelere meydan okuması ve ayar vermesi, gerilimi, kavga ve atışmayı sevmesi, mangalda kül bırakmaması,

Sözünü dinlemeyen kurum ve kuruluşları alenen eleştirmesi,

Başkan seçilmesi iki dönemle sınırlı olmasına rağmen üçüncü döneme hazırlık yapması,

Akla gelebilecek her şeye çomak sokması,

Kurulu düzene aykırı konuşmaları,

Teamülleri hiçe sayması,

Serbest ticaretten ve piyasadan gelmesi,

Her gün ekranlarda dünyayı etkileyen kararlara imza atması,

Aldığı kararlardan bir müddet sonra U dönüşü yapması, akşam aldığı kararı sabahında değiştirmesi,

Kendisini dünya lideri görmesi,

Kendisine aşırı özgüveni,

Ölümüne destekleyicilerinin olması,

Anayasayı pek dinlememesi,

Egosunun tavan yapması,

O bunu, bu da onu çok sevmesi, birbirlerine dostum diye hitap etmeleri,

Uzun boylu oluşu vs.

Bana hiç yabancı gelmiyor. Hem de tanıdık bir simayı hatırlatıyor. İnsanlar bu kadar mı benzer olur. Boşuna dememişler. İnsanın ikizi var diye. 

Tek farkları, Trump hem ülkesini hem dünyayı, öbürü ise ülkesini etkiliyor. Bir de biri sarışın, diğeri esmer. Bu kadar fark da olsun değil mi?

Yan Gel Yat Osman Dönemi

Resmi İnternethaber sitesinden aldım. 

Sitenin verdiği habere göre mevduat faizi, 25.04.2025 tarihi itibariyle adı sanı duyulmamış bankalarda % 49-52 aralığında.

250 bin, 500 bin ve 1 milyonu olduğu halde parasını mevduat faizinde değerlendirmek isteyenler için İnternet sitesi; vade, oran ve net getirisine yer vermiş. Buna göre; 

Kenarda, köşede 250 bin lirası olan biri, bu parasını mevduata yatırdığı takdirde 32 gün vade sonunda net 9.688 TL gelir elde ediyor. 


500 bin lirası olan ise 19.375 lira gelir elde ediyor. 


1 milyon lirası olan ise 32 gün vade sonrasında 38.750 lira gelir elde edebiliyor. 

Bugüne kadar mevduatla hiç işim olmadı. Zaman ne gösterir bilinmez ana bundan sonra da işim olsun istemem. Yalnız paranın aylık net geliri yabana atılır cinsten değil. 

Bu haberi yazı konusu ederken de insanımıza teşvik olur mu diye tereddüt etmedim değil. Çünkü hem bu haber hem de benim bu yazım maalesef teşvik içermektedir. Yalnız cazip gelse de teşvik gibi bir niyetim yok. Faiz konusunda geldiğimiz noktayı işaret etmek için kaleme aldım. 

Kenarda, köşede parası olup da yakın vadede bu parasını kullanmayacak insanımız için risksiz, temizinden bir getirisi var bu yüksek faiz oranlarının. Bu oranları, kısa vade zamanını ve net getirisini görünce, "Yan gel yat Osman" dönemi dedim içimden. Bu dediğimi de yazıma başlık olarak koydum. 

Eskiden bu tabir, geçmişte Aydın tarımının zenginliğini ifade etmek için "On dönüm bostan/yan gel yat Osman" şeklinde tekerleme olarak kullanılırmış. O devirde, ön dönüm sulak arazin varsa artık sana karada ölüm yok anlamında söylenirmiş bu tekerleme. Yalnız sulak arazi zenginliği 1975'lerde bitmiş. Bugün sulak tarlası olanlar için bu tabir pek kullanılmıyor. Bu tabir kullanılsa kullanılsa bugün için 250/500 bin ve 1 milyonu olup da faiz duyarlılığı olmadığından, parasını mevduatta değerlendirmek isteyenler için kullanılabilir ve "Varsa 1 milyon/yan gel yat Osman" denebilir ve cuk oturur. Üstelik sulak da olsa bostandan daha net getirisi var. Bostandan gelir elde etmek için sulayacaksın, bakacaksın, ekip dikeceksin. Bu ekini kaldırıncaya kadar soğuk, don vurmayacak, sel baskını olmayacak. Çünkü bir doğal afette harcadığını alamama riski de var. Üstelik işçi de çalıştırmak zorundasın. Yani bir emek var, risk var. Halbuki parayı mevduata yatırmanın hiçbir riski olmadığı gibi bir emek de sarf edilmiyor. Nasılsa bankanın batması durumunda devlet garantisi de var. Bu durumda parasını mevduata yatıran için yan gelip yatmanın dışında bir seçenek kalmıyor. Çünkü yattığı yerden bir emekli maaşı gibi temizinden para gelecek. Ne eli ağrıyacak ne de başı. 

Yazık gerçekten yazık. Maalesef bu yüksek faiz oranları üretimi teşvik etmiyor, ticaret yap riske gir demiyor. Hatta yok ediyor: Sen paranı bize getir. Gerisini merak etme sen. Yan gelip yat. Biz sana aylık net kâr verelim. Paradan para kazan, diyor. 

Eve Lazım Olan Camiye Haramdır

Ömrü boyunca doğru dürüst ne yemiş ne de yedirmiştir.

Ucuz ve adi şeylerle yetinmiştir. Çünkü onun için en uygun olanı kaliteden ziyade bir şeyin ucuz olmasıdır.

Çocuklarına doğru dürüst harçlık bile vermemiştir. Torunlarını söylemeye gerek yok. Onlara da eli pek cebine gitmez. Ne normal zamanda ne de bayram ve seyranda.

Torunlar içerisinde oğlandan olma torunları ile kızdan doğma torunları arasında ayrım yapar. Çünkü ona göre ne de olsa oğlandan olma torunların yeri bir başka. Belki onlara harçlığı nasip oluyordur. Kıskandığım yok. En azından oğlan torunlarının cebi para görmüş olur.

Adam kendi harcamıyor ki çocuklarına ve torunlarına harcasın. Ayrıca torunlarına zırnık koklatmamasında "Nasılsa babalarının işi var. Harçlığı babalarından alsın" diye düşünüyor olmalı.

Harçlığı nasip olmasa da torunlarından sevgi ve saygı bekler. Gelip ziyaret etmelerini ister. Vermeden almak Allah'a mahsus ise de bu muhterem de vermeden alma üzerine hayatını kurmuş. Böyle geldi, böyle gidiyor.

Böyle böyle yaşı kemale erdi. Her ne kadar yaşlılığı kabul etmese de dizleri sıkıntılı. Yürümekte zorlanıyor. Hanımı da bakıma muhtaç hale geldi.

Yatalak durumundaki annelerine sırası ile beş yıldır çocukları bakıyor. Çocuklarına "nöbetçi" diye hitap ediyormuş duyduğuma göre.

Annelerine bakıma giden çocukları babalarını da ihmal etmezler. Onun da yemeğini yaparlar, sofrasını hazır ederler.

Vermeden alma üzerine hayatını deruhte etmesine rağmen çocukları babalarına kıyamazlar. Annelerinden çok babalarını düşünürler. Şunu pişirelim, bunu yedirelim der dururlar. Böyle vermeden almayı ben de becermek isterdim. Kıskanmıyor değilim kendisini.

Çocukları annelerinin bakımında babalarına sorumluluk vermediler. Çünkü çocuklarına göre babaları yürümede zorlanıyor. Ama babaları o ayaklarla camiye gidip geliyor. Çarşıya çıkıp maaşını çekiyor. Köye gidip geliyor.

Bu arada ehlikeyif biri. Yemesi de iyi. Akşamın kaçı olursa olsun kendine özel çayını da demletir.

Yedirmemesine, harçlık vermemesine rağmen maaşını ne yapıyor dersiniz? Hakkını yemeyelim. Beşinci senesinde annelerine ve ev işlerine bakan çocuklarına ayda üç yüz, beş yüz vermeye başlamış.

Evin zaruri ihtiyaçlarını aldırdıktan sonra geri kalan maaşını ne yapıyor? Duyduğuma göre altın biriktiriyormuş. Bir ayağı çukurda zaten. Ne yapacak altını demeyin. Yoksa çocuklarına mı biriktiriyor demeyin. Sağlığında zırnık koklatmayan öldükten sonra çocuklarına niye bir şey bıraksın.

Çocuk ve torunları dahil kimseye göstermediği parasından arta kalanla hayırseverliğe soyunduğunu işittim. Çocukları pek razı olmasa da köyündeki kuşun ve kervanın pek geçmediği bir yere çeşme yaptırmayı kafaya koymuş. Yapacağım da yapacağım diyor. Yapılacak çeşme kaça mal olur, buna parası yeter mi, çeşme yapıldıktan sonra bu çeşmeye birileri gelip de bu çeşmeden su içer mi bilinmez ama görünen o ki çeşme yaptırmak suretiyle sadakayı cariye işlemeyi, öldükten sonra da amel defterinin kapanmamasını niyetine almış. Para onun değil mi? İstediğini yapar.

Yalnız bana kalırsa, yapacağı çeşmeyi şehir merkezindeki bir okul bahçesine yapsın. Böylece daha fazla öğrenci bundan faydalanmış olur. Torunlarına harçlık verebilir. Beş yıldır annelerine yani hanımına bakan çocuklarını gönülleyebilir. Her ne kadar çocuklarının bir beklentisi olmasa da annelerine karşılıksız baksalar da çocuklarını gönüllemesi daha elzemdir. Üstelik çocuklarını durumu o kadar da iyi değil. Çocukları, babamızın hatırası dese fena mı olur? Ama olmaz. Çünkü bugüne kadar vermeden geldi, vermeden gidecek. Yalnız şunu unutmasın ki vermeden almak, Allah'a mahsustur. Bir de eve lazım olan camiye haramdır. Aman ne yaparsa yapsın. Tasası bana düşmez. Para onu değil mi? İstediği şekilde, istediği yere harcar. 

Şu var ki yemeyenin parasını yerler. Bildiğim kadarıyla emekli olduktan sonra tüm emekli ikramiyesini altın üzerinden yüzde otuz kâr veren bir holdinge yaptırmıştı da o holding de diğer holdingler gibi batınca emekli ikramiyesinin üzerine bir bardak su içmişti.

24 Nisan 2025 Perşembe

Deprem Gerçek Yüzümüzü Gösteriyor *

6.2 şiddetindeki İstanbul depremini İstanbul ucuz atlattı. Bunda, deprem merkez üssünün İstanbul'a uzaklığı ve sarsıntının 13 saniye gibi kısa süreli olmasının payı büyük.

Herhalde bu şiddetteki depreme milletçe hiçbir zaman sevinmemişizdir. İnşallah tüm depremlerimiz bu şekil yıkıcı olmaz, binalarımız yıkılmaz, enkaz kurtarma çalışmalarına gereksinim duyulmaz.

Kartalkaya'da Çıkan Yangının Ardından
                           Yangın Tüpleri (Haberet) 

Sevindiğimiz bu depremin üzücü yanları da vardı. Mesela fırsatçılığımız ortaya çıktı. Ajansların haberine göre deprem öncesi ve deprem sonrasında fiyatlardaki astronomik yükseliş dikkat çekti.

Daha önce 800-1000 fiyat aralığındaki İstanbul-Ankara tek yön uçak fiyatları 8.859 liraya kadar çıkmış.

İki odalı, on kişilik çadırlar, depremden önce 8.711 lira iken deprem sonrası 9.480 liraya yükselmiş.

Rakamlara boğmayayım. Deprem çantasından tutun da deprem esnasında ihtiyaç olan ne varsa hepsinin fiyatı uçmuş.

Ulaşım ve çadıra dair verdiğim rakamlarda arz talep durumuna göre makul yükselişi bir yere kadar normal görürüm. Ama verdiğim örneklerdeki rakamlar normal değil. Kazığın kazığı fiyatlar.

Yıkıcı olmayan bir depremde bile gereksinim duyulan fiyatlar bu şekil uçuyorsa, bir de yıkıcı deprem sonrası ihtiyaç maddelerinin oluşabilecek fiyatlarını düşünmek bile istemiyorum. Gerçi Kızılay bile 6 Şubat depreminde depremzedenin çadır beklediği bir ortamda çadır satıyorsa vatandaşa ne diyeceksin.

Fiyatlardaki bu ani yükseliş tek kelimeyle fırsatçılığımızı gösteriyor. Belki de gerçek yüzümüzü ortaya koyuyor. Bu demektir ki mutluluğumuz başkasının mutsuzluğu ve mecbur kalmasına bağlı.

Fiyatlardaki bu ani değişiklik sadece depremle sınırlı değil. Bir öğretmen anlatmıştı. "Millet olarak fırsatçıyız. Ben bile yaptım bunu. Öğretmenlik öncesi pazarlarda sebze sattım. Pazara varırken domatesi kaçtan satacağımız belli iken pazara vardıktan sonra bizim gibi sebze satan pazarcının gelmediğini görünce aniden fiyatı yükseltir, yüksek fiyata satmaya başlardık. Az sonra sebze satan diğer esnaf gelince tekrar fiyatı aşağıya çekerdik" dedi bir konuşmasında.

Deprem sonrası fiyatlardaki bu ani yükselişi gören vatandaş, denetim yok serzenişinde bulunuyor. Elbette denetim şart. Ama her bir esnafın yanına bir maliyeci koyamazsın ki.

Sattığı ürünü makul fiyata satması esnafın vicdanına da bırakılamaz.

Fırsatçılığımız önüne geçmek için ne yapılabilir? Her yıl bir hafta kutladığımız ve yere göğe sığdıramadığımız esnaf kuruluşu ahilik pekala işlevsel hale getirilebilir. İlla ahiliği yeniden diriltmemiz gerekmiyor. Bugün her meslek grubunun meslek odası var. Odalara ahiliğin görevi verilebilir. Böylece her meslekte bir iç denetim olmuş olur. Odalar sadece üst fiyat sınırı belirleyen ve üyesinden aidat alan, birilerinin keyif çattığı yerler olmamalı. Her oda hile, hurda ile satış yapan, ürününe tağşiş yapan ve fahiş fiyata satan meslek üyesini tebdili kıyafet ile denetleyebilmeli, tüketicinin şikayetlerini yerinde inceleyip ağır müeyyideler verebilmeli. Kısaca odalara sorumluluk ve yetki verilerek bu işe başlanabilir.

Bunun dışında satışa sunulan hangi ürün olursa olsun, her ürünün üzerine ikinci, üçüncü etiket yapıştırmadan perakende satış fiyatı yazılabilir. O ürüne zam gelse bile o posta ürün bitinceye kadar üzerindeki fiyatla satılır. Bu, zorunlu olmalıdır. Deprem de olsa vatandaş çadır alacaksa üzerinde yazılı fiyat ne ise onu öder. Yeni posta çadırın fiyatı ile eski ürünün fiyatı farklı farklı satılır. Bunun uygulamasını Turgut Özal tekel ürünlerinde bir ara uygulamıştı. Bu uygulama ile çoğu esnaf zarar etti. Tanıdığım biri, sigaraya zam gelecek diye arabasını satarak sigara stoku yaptı. Sigaraya zam geldi ama esnaf sevinemedi. Çünkü eski ürünler üzerindeki fiyatla satılacak dendi. Esnaf mecburen stok ettiği sigaraların üzerinde yazan eski fiyatla sigarasını sattı. O zaman bakkallarda eski ürün, yeni ürün farklı farklı fiyatlarla satıldı. Bence Özal'ın bir dönem uyguladığı bu sistemi bugün uygulamamızda hiç sakınca olmaz. Bu şekil satış denetimden de odaların takibinden de daha etkilidir.

Sözün özü, ürünlerin üzerine fiyat yazmakla ve ürünü, üzerinde yazılı fiyatla sattırarak fırsatçılığımızın önüne geçebiliriz.

*28.04.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.