13 Nisan 2025 Pazar

Dönemlik mi, Ömürlük mü?

ABD'nin tarihine bakıyorum. 1776 yılında kurulmuş. 1789 yılında yapılan ilk başkanlık yarışını George Washington kazanarak ABD'nin ilk başkanı olmuş.

ABD'de başkan seçilenler teamül olarak en fazla iki dönem olarak başkanlık yapmışlar. Teamül olmasına rağmen bu teamülü hiçbir başkan çiğnemez. İki dönem başkanlık yapan köşesine çekilmiş.

Bu teamül çiğnenmemesine rağmen 1951 yılına gelindiğinde, bu iki dönem teamülü, yapılan değişiklikle anayasaya koyar ABD: "Herhangi bir başkan üçüncü kez seçilemez. Başkanlık makamının boşalması sonucunda görevi üstlenen kişi en fazla 10 yıl başkanlık yapabilir. Makam boşaldığında seçimlere iki yıldan fazla süre kaldıysa, başkanlık görevini üstlenen kişi yalnızca bir kez seçilir".

Bu demektir ki ABD kurulduğu andan itibaren başkanlık sistemiyle yönetilmekte. O zamandan bu zamana seçilen başkanların süresine göz atıldığında, kimi başkanlar bir defa seçilerek dört yıl kimi de iki dönem seçilerek 8 yıl başkanlık yapmış. Hem teamül hem de anayasaya girdikten sonra hiçbir başkanın görev süresi ne uzatılmış ne teamül çiğnenmiş ne de anayasa delinmiş.

Görevi başında iken vefat eden başkanlar var. Başkan vefat edince seçime gidilmiyor. Yönetimi başkan yardımcısı devralıyor. Çünkü ABD'de başkan yardımcısı da seçimle yardımcı oluyor.

Seçimi erkene alma durumu da söz konusu değil. Seçimler dört yılın sonunda kasım ayında yapılıyor. Yeni seçilen başkan 20 ocakta başkanlık koltuğunu devralıyor.

Gördüğüm kadarıyla ABD'de başkanlık sistemi tıkırında devam ediyor. Çünkü hiç boşluk bırakılmamış.

Sistemi öyle oturmuşlar ki şu başkan çok başarılı. Bunun için anayasayı değiştirelim de bir dönem daha uzatalım ya da erken seçim kararı alalım da üçüncü kez aday olsun denmiyor.

Başkanın vefatı durumunda ülkede hükümet krizi gibi bir belirsizlik olmuyor. Çünkü yerine başkanlık yapacak bellidir.

Anladığım kadarıyla ABD, başkan seçerken kimse vazgeçilmez ve bulunmaz Hint kumaşı demiyor. Şu başkan gibisi bir daha gelmez, bu giderse halimiz harap diyen yok. Başkan seçilen süresinin ne zaman biteceğini biliyor, halk da başkanın dönemlik seçildiğini biliyor ve koskoca ABD, içinden yeni bir başkan çıkarır diye düşünülüyor. Bundandır ki her seçilen başkan bir veya iki dönemle sınırlı başkanlık yapıyor, ABD ve dünya tarihine adını yazdırıyor.

ABD'den ülkemize gelmek istiyorum. Ülkemize dair çok şey söyleyip çok örnek vermeyeceğim. Bizde yönetim şöyle veya böyleydi demeyeceğim. Diyeceğim şudur ki bizde hem vekil hem başbakan hem Cumhurbaşkanı hem muhtar hem belediye başkanı hem oda başkanı hem şeyh hem dernek ve vakıf başkanı; ister seçimli ister atamalı ister seçimsiz olsun, her nereye seçilirse seçilsin, seçilen dönemlik değil, ömürlük olmak ister. Tıpkı padişahlık sistemi gibi. Ölünceye kadar koltuk, post bırakılmak istenmez. Şu kadarlık diye bir süre olsa bile bir şekilde kişiye özgü değişiklik, yeni yorum getirme, sistem değişikliği i, erken seçim vs. gibi sebeplerle süre uzatımına gidilir. Görev esnasında ölümcül hasta da olunsa, altına bez de bağlansa bu makam ölünceye kadar devam eder. Her birinin ölümü de yeni kaos demektir. Çünkü yerine kimin geleceği belirsizdir.

Kısaca ABD’de başkanlar dönemlik seçilirken bizde istisnalar hariç özellikle siyasetimizde iktidar veya muhalefet fark etmez, hepsi ömürlük seçilir. Genelde mezara kadar devam eder.

Nuray Mert

90'lı yıllarda ekranlarda sıkça gördüğümüz bir profil idi.

28 Şubat sürecinde herkesin sustuğu bir ortamda gözünü budaktan esirgemedi.

Yabancısı olduğu bir kesimi savunuyordu durmadan. Çünkü onlar, başörtülü okullarına alınmıyor, yok yere ceza alıyor, savundukları partileri eften püften nedenlerle kapatılıyor, yöneticilerine siyasi yasak getiriliyor. Dışlanıyor, horlanıyor, insan muamelesi yapılmıyordu.

Kendi camiasına, bu insanlar özgürlük istiyor, bunlara yasakları reva görerek yanlış yapıyorsunuz diyordu hem ekranlarda hem de yazılarında. Söylediklerinin ve yazdıklarının kendi mahallesinde bir karşılığı olmamasına ve onlardan tepki almasına rağmen mağduru savunmayı bir görev bildi.

Onca ekranlarda gördüğüm, konuşmalarıyla gönlümde taht kuran, bizi savunuyor, helal olsun dediğim bu kadın, bir profesörmüş aynı zamanda. Ama ekranlarda ve yazılarında isminin altında ben bu unvanı hiç görmedim. Anladığım kadarıyla etikete önem veren biri değil. Belki de unvanıma yer verilmesin, sadece ismim yeterli demiş olmalı.

Ne zamandır ekranlarda görmediğim ve yazılarını okumadığım soyadı gibi mert olan Nuray Mert, öldü mü, kaldı mı derken meğerse Medyascope'ta yazıyormuş. Son yazısında da akademik unvanına yer vermemiş. Yazısını haber yapanlar Prof. Unvanına yer vermiş. "Veda ediyorum" yazısı sanal aleme düşünce haberim oldu. "Ülkeme ilişkin siyasi yorum yazısı yazmaya ve görüş bildirmeye son verme kararı aldım" demiş son yazısında. Son verme nedeni olarak da "Sadece, kendi adıma da ülkem adına da artık korkuyorum. Kendi adıma, soluğu cezaevinde alırsam kedilerime kim bakar diye korkuyorum. “Torun” saydığım, yeğenimin küçük kızından ayrı kalırım diye korkuyorum. Geçirdiğim ölümcül hastalığın izleri, sağlık durumum, yaşım itibarıyla tahammülüm, mecalim bitmek üzere diye korkuyorum. Ülkem adına, bir karanlık tünelde nereye gittiğimiz meçhul hale geldiği için korkuyorum. O küçük kız için korkuyorum. Gocunulacak yanı yok, insan korkan bir varlıktır." şeklinde yer vermiş son yazısında.

Veda ediyorum” yazısındaki görüşlerine katılır veya katılmazsınız. Korkuyorum endişesini yerli veya yersiz bulursunuz. Çok abartmış. Böyle bir endişeye mahal yok diyebilirsiniz.

Böyle bir endişe var veya yok. Ama bir zamanların korkusuz kalemi, korkuyorum diyorsa ve bu noktaya gelmişse bu konunun üzerinde bir kez daha düşünmek lazım. Eğer görüş açıklamadan dolayı insanların başına bir şey geliyorsa özgürlükleri genişletmek lazım. Yok, yersiz yere böyle bir korkuya kapılmışsa, korkun yersiz diyerek bu kişiyi ikna etmek lazım.

Bir zamanların korkusuz söz sahibi ve kalem erbabı korkuyorsa yazıp çizen ve görüş açıklamaya çalışanların hayli hayli korkması lazım. Buna rağmen yazıp çizene ise cahil cesareti demek herhalde yanlış olmaz.

Sözün özü, Vefa İstanbul’da bir semtin adı olduğunu bir kez daha hatırlamış olduk. Çünkü görünen o ki insanın vefası yok. Bakmayın bir kahvenin kırk yıl hatırı olur dendiğine. Eğer vefamız olsaydı, “Bu kadın en zayıf ve güçsüz olduğumuz zamanda laik kesimin tepkisine, akademik unvanı tehlikeye girmesine ve mahallesinden dışlamayı göze alarak bizim haklarımızı savundu. Bugün farklı düşünüyor, bizi eleştiriyor ama geçmiş yaptıkları adına koruyup kollamak, ona olan vefa borcunu ödemek lazım ya da görmezden gelmek veya eleştirilerine kulak vermek lazım” demek varken geçmiş bir fotoğraf görüntüsü üzerinden terör örgütü üyesi iddiasıyla hakkında dava açmak hiç olacak şey olmasa gerek.

Görünen o ki Nuray Mert ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranmış biri. Görüşlerinden dolayı zamanında laik kesim dışlamış, sonrasında da bir zamanlar kendilerini savunduğu dindar, mütedeyyin ve İslamcı kesim dışlamış.

Kim ne derse desin, kim onu dışlarsa dışlasın, nazarımda ayrı bir yeri vardı. Bundan sonra da olmaya devam edecek, bu korkusuz Mert kadının.

12 Nisan 2025 Cumartesi

Mücadelelerde En Etkili Silah

“Konstantin, Rum hükümdarı olduğunda yaşı ilerlemiş ve ahlakı da kötüleşmişti. Ayrıca cüzzam hastalığına yakalanmıştı.

Halk onu tahttan indirmek istedi ve bunu ona bildirip şöyle dediler:

“Tahtı bırak. İçinde bulunduğun nimet ve imkânlardan hiçbir şey kaybetmeyecek şekilde sana mal-mülk vereceğiz.”

Konstantin danışmanlarıyla istişare etti, ona dediler ki: “Sen halkla baş edemezsin. Onlar seni tahttan indirmek için birleştiler.”

Konstantin: “Peki çözüm nedir?” diye sordu.

Danışmanları: “Dini kullanarak çözüm bulacaksın. …Hristiyanlık dinine girer ve insanları bu dine davet edersin. Böyle olunca insanlar ayrılığa düşecektir. Sana itaat edenlerle birlikte isyan edenlere karşı savaşırsın. Şu bir gerçek ki din uğruna savaşan hiçbir millet asla kaybetmez” dediler.

Konstantin bu denilenleri yaptı ve Rumlara karşı zafer kazandı. Onların kitaplarını ve felsefi eserlerini yaktırdı. Kiliseler inşa edip insanları Hristiyanlığa davet etti”. (İbn Miskeveyh, Tecaribü’l-Ümem, I, 111.)

Kıssadan hisse, Konstantin, altından kaymakta olan iktidar koltuğunu koruma yolu olarak çareyi dine sarılmada bulmuş. Hikayeden anlaşıldığına göre bunda da başarılı olmuş. Yine bu hikayeden anlaşıldığına göre Konstantin din silahını kullanmadan önce Hristiyanlığa inanmıyor. Bunun için önce Hristiyanlığa giriyor, sonra hem Hristiyanlık propagandası yapıyor hem de kiliseler inşa ediyor. Kısaca dinin yılmaz bir savunucusu ve koruyucusu olup çıkıyor.

Dini ilk kullanan Konstantin mi, daha önce başka iktidar sahipleri de dini bu şekil kullandı mı bilmiyorum. Bildiğim, Konstantin’den sonra dini kullanan kullanana. Üstelik bu kullanma sadece iktidarda kalmak için değil, iktidara gelmek için de kullanılıyor. Belli ki din rekabette etkili bir silah. Bu silahla yola çıkanların mağlup olması mümkün değildir. Çünkü kimse din üzerinden yapılan satışla başa çıkamaz ve rekabet edemez. Yoluna din ile çıkanlar rakiplerine göre maça her daim 1-0 önde başlarlar. Çünkü din, halkı motive etme, kenetleme ve taraftar kazanma, aynı zamanda kutuplaştırma özelliğine sahip.

Gerçekten amaç iktidar olmak ve iktidarda tutunmak olunca, din burada bir aparat bir araç olmakta.

İktidar sahiplerinin hedefinde iktidar olmak ya da iktidar kalmak var. Ama rakiplerle rekabet ise din üzerinden yürütülmekte. Özellikle zorda kalındığı durumlarda din iyi bir araç olmakta. Dinî kullananlar dinin yılmaz savunucusu olur, karşı tarafta rakip olarak belirledikleri ise din düşmanı, dini özgürlükleri kısıtlamak isteyen olarak gösterilir. Buna dava denir, uğruna ölürüz denir. Olur biter. Din düşmanı damgası yiyenler ise bu algıdan kolay kolay kurtulamaz. Hep savunmada kalırlar.

Din sadece iktidar olmak için değil aynı zamanda savaşlarda da kullanılır. Avrupalı devletlerin Osmanlı ile yaptıkları savaşın gerisinde ekonomik ve toprak elde etme sebepleri varken, halkı savaşa katmak ve haklı olduklarını göstermek için dini öne sürüyorlar. Bundandır ki bu savaşlar tarihe Haçlı Seferleri diye geçmiştir.
Yine İsrail, devletinin küçücük toprağını genişletme hedefini arzımevûd (vaat edilmiş topraklar) demek suretiyle yayılmacılığına din sosu veriyor.

Aynı şekilde Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlının da yaptıkları çoğu savaşlara, ila-yı kelimetullah ve fetih demek suretiyle toprak elde etmeye başka bir anlam yüklediklerini söyleyebiliriz.

Kısaca dinler hemen hemen her alanda kullanılmaya müsait ve birilerinin emellerini ve hedeflerini gerçekleştirmek için kullandıkları en büyük silahtır.

10 Nisan 2025 Perşembe

Tuzlu Çay

Bayram tatilinin son pazar günü çarşıya çıktım. Zıkkım aldığım esnafa uğradım. Beş lira zam gelmiş benim zıkkıma.

Ardından ramazan boyunca pek çıkmadığım çarşıya doğru yöneldim.

Kapı Caminin önünden geçerken tanıdığım esnafın pazar pazar açık olduğunu görünce selam verdim. Meğer pazar günleri açarmış ekmek teknesini.

"Çayım yok. Demlemedim bugün. Gel şuradaki çay ocağına gidip az oturup çayı orada içeriz" dedi. Bir çay ocağına oturduk. Çayımızı içip vedalaştık.

Perşembe günü öğleden sonra bir arkadaşla haberleşip aynı çay ocağında buluştuk. Toplam üç çay içip kalktık. Ödeme için 50 lira uzattım. Geri 20 lira beklerken 11 lira verdi.

Bayram öncesi beherine 10 lira ödediğimiz bir bardak çay 13 lira olmuştu. Bu demektir ki 3 lira zam gelmiş esnaf çay ocaklarındaki çaya.

Bir ara 5'ten 7 olmuştu bir bardak çay esnaf çay ocaklarında. 7'den 10 lira yaptıklarının üzerinden fazla zaman geçmemişti. Daha 10'a alışmadan 13 TL tuzlu geldi.

10 lira yaptıklarında "Çay 10 TL" yazıp cama yapıştırmışlardı. Çay 13 TL olunca herhalde nasılsa zamma alıştılar deyip yazma gereksinimi duymamışlar. Zaten tüketici olan bizler de hep yukarı doğru çıkan fiyatlara alıştık.

Eş dostla çay içmek için mecburiyetten 13 liralık çayı da içe içe bu fiyata tam alışacakken yeni fiyat 15 mi olur, 16 mı olur, yaşarsak göreceklerimiz var artık.

Görünen o ki bayram öncesi 9 lira olan 200 gramlık ekmeğe bayram sonu uygulanacak şekilde zam yapılması, Zamların fitilini ateşlemiş olmalı. Belki çaya da bayram öncesi zam yapıldı. Onlar da bayram sonrası uygulayalım dedi. Hoş, zaten çoğu esnaf çay ocağı ramazanda kapalı olduğu için zamlı tarife bayram sonrasına kalmış olmalı.

Ekmeğe gelen zammın uygulanıp uygulanmayacağı kesin değil demişti fırıncı öğrencilerim. Niye dediğimde "Belediye, ekmeği 7 liradan satmaya devam edecek. Ondan" demişlerdi.

Bayram sonrası derslerine girdiğimde, genler ekmek zammı ne oldu dedim. "11 lira oldu hocam" dediler.

Ekmeğe bayram öncesi zam yapıp zammı bayram sonrasına bırakan Konya esnafı Konyalı hemşerilerine bir aylık jest yapmış oldu.

Ders çıkışı evi aradım ekmek var mı diye. Ekmek yok cevabı alınca, ayaklarımı evime uzak her zaman ekmek aldığım fırına çevirdim. 200 gram ekmek diğer yerlerde 9 TL iken bu fırın 300 gram kepekli ekmeği 10 liraya satıyordu.

Bu arada bayram öncesi aldığım ekmekten sonra alacağım ilk ekmek olacak. Çünkü alırken onar onar alıyorum hep. Bayram öncesi bayramda lazım olur, ekmek aramayayım diye 17 ekmek almıştım.

Fırına varınca 10 ekmek istedim. Fırıncı ekmekleri beşer beşer poşete koyarken sizde ekmek kaç oldu dedim. "Aynı. Daha değiştirmedik" deyince, o zaman bir 10 daha ver dedim. 20 ekmek almış oldum. Kısa günün kârı. Bu arada ekmeği biraz küçük gördüm. Eve gelince tarttım. Daha önce 300 gram olan ekmeği 250 grama düşürerek sanırım gizli zam yapmış olmalı.

Ne yapacaksın bu kadar ekmeği demeyin. Aldığım bu ekmek evime uzak ve ters istikamette. Fazlaca alıp dolaba koyuyoruz. İhtiyaç oldukça çıkarıp yiyoruz. Aşağı yukarı bir hafta gidiyor.

Ekmek ve çay gibi sürekli ihtiyaç olan ürünlere gelen zamdan haberimiz oldu. Diğer ürünlere ne kadar ne ara zam geldiğini takip etmez olduk artık.

Görünen o ki enflasyon düşmesine rağmen çoğu ürünlere zam gelmiş. Anlayamadığım da bu.

Bayram sonrası bir doğum için çiçek alalım diye çiçekçilere uğradık. Orkide çiçeğin tek dallısı 1000-1250 lira. Çift dallısı ise 1500-2000 arası. İthal ve yerli olanına göre değişiyor. Bu arada çiçeğin de ithali varmış ülkede. Üstelik ithal olanı tutuluyormuş. Fiyatları görünce her zaman çiçek almadığımız için olsa gerek, fiyatlar uçmuş dedi hanım. “Yok, abla daha fiyatları değiştirmedik. Ayrıca uçmayan fiyat mı kaldı? Şu ithal orkide şu kadar avro. Bunun çoğu da gümrük vergisi" dedi esnaf. Bir insan kaldı aşağıda kalıp uçmayan dedim. "O da uçtu beyefendi" dedi. İnsan nasıl uçtuysa artık.

Bayram şekerlerinin yanına varılmıyordu zaten.

Niyetim zamdan, piyasadan bahsetmek değildi. Esnaf çay ocaklarındaki çaya gelen zamma değinip işi bitirecektim. Ama anladığım kadarıyla bayram öncesi ile bayram sonrası piyasa fiyatları değişmiş olmalı.

Şimdi diğerlerini bir tarafa bırakayım da ben bu zıkkıma ve çaya gelen zamma nasıl alışacağım? Bu fakirin bir bu zıkkımı var bir de çayı. Artık bu ikisi de lüks gelmeye başladı.

Ne olacak böyle böyle bilmem. Böyle giderse eşe dosta gel şurada çay içelim demek için bir kez daha düşünmek gerekecek. Hele bir tane içtikten sonra tazelensin mi demek için de iki kez düşünmek lazım.

Bir gerçek var ki tiryakisi olduğum çay bundan sonra tuzlu mu tuzlu olacak. 

Acaba 13 liralık çaya alışıncaya kadar tanıdığım birkaç esnafın yanına mı gitsem diyorum. Nasılsa çay söylüyorlar. Ama nereye kadar böyle içeceğim. İşin ucunda kovulmak da var.

Böyle giderse B planına geçeyim diyorum. Nedir planın derseniz? Pikniğe gider gibi çarşıya çıkarken evde çayı demleyip termosa koymak. Oturacağım bir parktaki banka. Doldurup doldurup içeceğim. Esnaf bilsin ki hiç şakam yok. 

Bu arada yazıyı okuyup da içeceğin çay olsun, gel dilediğin kadar iç diye kapı aralayan olursa, bu B planımı C planım olarak değiştirebilirim.

Bu yazımla içimizi karartmış olabilirim. Neyse bir de sevindirici haber vereyim. Trump'ın başlattığı ekonomi savaşından, ekonomimiz sağlam olduğu için ülkemiz bu savaştan etkilenmeyecekmiş. 

7 Nisan 2025 Pazartesi

Askıda Sebze

Fotoğrafı sosyal medyadan aldım. Sanırım Çumra ilçemizde ait bir sayfa paylaşmış.

Bir pazar yerinden bir görüntü. Uygulama yeni mi yoksa bu pazar esnafının geçmişten günümüze yaptığı bir uygulama mı bilemiyorum.

Büyük ihtimalle pazarcı esnafının sattığı sebze, meyve ne ise poşetine doldurup ihtiyaç sahiplerinin alması için belirlenen standa konmuş. Parası olmayan insanımız da bir ücret ödemeden alıp gidecek.

Poşetin içindeki ürünler umarım çürük çarık değildir. Esnaf satamadığı ürünü doldurup vermemiştir.

Askıda ekmek, askıda süt uygulamasının ardından askıda sebze uygulamasını da görünce duygulanmadım desem yalan olur. Öyle ya mutfak dediğimiz sadece ekmek ve sütten ibaret değil. İnsanımızın sebze ve meyveye de ihtiyacı var. Kim öncülük etti ise onu ve katkı sağlayanları tebrik etmek lazım.

Gönül ister ki ekmek, süt, sebze veya herhangi bir ihtiyaç malzemesi için böyle askı uygulaması olmasa. İnsanımız ihtiyacını ödemesini yaparak alsa. Ama bir gerçek var ki bu ülkede geliri giderini karşılamayan insanımızın sayısı az değil. Esnafımız da ihtiyaç sahiplerinin tüm ihtiyaçlarını karşılayamasa da kendi çapında bir şeyler yapmaya çalışıyor.

Kaç ihtiyaç sahibi askı uygulamalarının olduğu yere gidip ihtiyacını giderebiliyor. Bunu da bilmiyoruz. Çünkü pek çoğunun gidip de askıda ekmek, süt, sebze var mı diye isteyebileceğine ihtimal vermiyorum.

Bir nebze de olsa ihtiyaç gideren esnafın bu uygulamasını tasvip etmekle beraber muhtaçların ihtiyacını giderebileceği başka seçenekleri düşünüp hayata geçirmemizde fayda var. Çünkü onur meselesi yapıp askı uygulamasından faydalanamayan vardır. Farz edelim ki ihtiyacı olan gidip istiyor. Bundan yararlanıyor. Ama kaç kişi yararlanıyor bundan? Çünkü askı uygulaması yapan esnafın da günlük askıya koyacağı ürün sınırlıdır. Askıda ekmek, süt veya sebzeye bel bağlayan bitti cevabıyla karşılaşabilir. Üstelik bu uygulama pansuman tedbire benzer. Çünkü elden gelen öğün olmaz. Olsa da zamanında gelmez.

Muhtaçların ihtiyaçlarını karşılamak için askı uygulamasından ziyade başka yolları bulmamız lazım. Çünkü esnafımız vatandaşın ihtiyacı için askı uygulamasını bulsa da bu uygulama bir nevi sadaka kültürünün bir örneği. Her sadaka ise fakiri sevindirse de boynunu büker. Bunun için ne yapılabilir?

Askı uygulamasına katılmak isteyen vatandaş, esnaf ve işadamları için bir fon oluşturulur. Bu fonda devletin ilgili görevlileri ve halkın güvenimi kazanmış kişilere göre verilir. Oluşturulan bu fona insanımız nakit yardımı yapar. Fon, gelir ve gideri karşılamayan insanları düzgün bir şekilde tespit eder ve fakirin hesabına aylık para gönderilir.

Dediğim bu uygulama fakirin ihtiyacını karşılamada daha uygun olanıdır diye düşünüyorum. Burada dikkat edilmesi gereken fakir tespitinin iyi yapılması, en ihtiyaç sahibini bulmak önemli. Bir de yardımların tek elden, devlet eliyle yapılmış olur. 

6 Nisan 2025 Pazar

Güç Zehirlenmesi Yaşayanların Dünyasından

Sandığı severim. Çünkü demokrasinin olmazsa olmazıdır.

Siyasi rakiplerimi severim ama hep ben kazanmak şartıyla. Çünkü ben kaybetmek için gelmedim bu dünyaya. Hep ben kazanmalıyım.

Karşımdaki aday alt edebileceğim düşük profilli biri olmalı. İşte o zaman araç olarak gördüğüm demokrasinin tadına doyum olmaz.

Genel başkanlığım asla sorgulanmamalı, kongrede karşıma aday çıkmamalı. Delege sadece beni oylamalı. Bir formaliteyi yerine getirmeli.

Kırar dökerim. Bedel ödemem. Ancak bedel ödetirim. Kime ne?

Dilimin fermuarı olmaz. İstediğimi söylerim. Bu, bana verilmiş demokratik bir haktır. Ama biri beni eleştirirse işte ben buna gelemem. Dünyayı dar ederim ona. Çünkü kimse bana hakaret edemez. Öyle ya ben kim eleştirmek kim? Herkes yerini ve haddini bilecek. Had bilmeyene itina ile had bildirilir.

U dönüşü yapar. Zikzak çizerim. Çünkü benim işim bu. Dün dündür, bugün de bugün.

Kim zikzaklarımı sorarsa, efendim, daha önce şöyle söylemiştiniz derse onu düşman bellerim.

İstediğimle dost olur istediğimle düşman olurum. Sonra dostu düşman, düşmanı dost edinirim.

Dostlukları da ben başlatırım düşmanlıkları da.
Kimse bana hesap soramaz ama ben hesap sorarım. Çünkü benim işim hesap sormaktır.

Gündem oluşturmada, gündem değiştirmede üstüme yoktur.

Karşımda kuzu gibi olanı ihya ederim. Karşıma çıkanı da imha eder, anasından doğduğuna pişman ederim.

Pireyi deve yapar, deveyi de pire.

Herkes bana saygı göstermeyi, saygıda kusur etmemeyi bilecek.

Bükemedikleri elimi öpecekler. Değilse ben ne yapacağımı bilirim.

İnadım inattır.

Kinciyim aynı zamanda. Sadece zaman kollar. Zamanı gelince hıncımı alırım.

Bu ve daha fazlası güç zehirlenmesi yaşayanların dünyasından bir kesittir sadece.

İnsanı Terbiye Etmenin En Etkili Yöntem

Ekmeğini verdiğin biri, senin görüşüne aykırı bir beyanda mı bulundu.

Bu durumda ne yapacağını sana söyleyeyim.

Hiç gözünün yaşına bakma. İşine son ver, ekmeğini elinden al, kapının önüne koy.

Böylece bu kimseyi bu şekil terbiye edersin.

Bu yaptığın aynı yolun yolcusu olma potansiyeline sahip diğerlerinin de kulaklarına küpe olur. Ekmeğimizden olmayalım diye hepsi kuzu kesilir. Böylece bir taşla iki kuş birden vurmuş olursun. Ortalık sütliman olur.

Ortalığın sütliman olmasını kim istemez. Her bir yere huzur gelir huzur. Üstelik kimse ekmeğinden olmaz. Herkes evine ekmek götürmeye devam eder. Öyle ya bu dünyada ekmeğimiz için yaşamıyor muyuz?

Burada aykırı görüşü var diye elinden ekmeğini alıp kapının önüne koymayı çok insafsızca göreniniz olabilir. İnsafsızlıkla hiç alakası yok. Hatta az bile yapılmış olur. Aslında böylelerini yaşatmayacaksın.

Çünkü ekmek yediği kaba pisleyene nankör hatta hain denir. Hangi biriniz bir nankör ve haine ekmek vermek istersiniz?

Sen onu besleyeceksin o da senin gözünü oyacak. Oh oh, ne güzel oydu mu diyeceksin. Buna ne âlâ memleket diye kargalar bile güler.

Kargaya bile gülünç olmaya gerek yok. Hain ve nanköre tepki vermemek ve haddini bildirmemek ciddiyetle bağdaşmaz. Hatta vatana ihanetle eşdeğer olur.

Ekmeğine son vermek yeterli mi? Yetmez. Bu kişilerin başka yerde de iş bulmasını engellemek gerek. Kim bunlara iş ve aş verirse, onları da kara listeye almak gerek.

İlgili kişiler kapı kapı dolaşıp iş arayacak. Hepsinden olmaz cevabı alacak ve yokluğa terk edilmiş olacak.

İşsiz ve kalan eldeki birikimi bitirdikten sonra yiyecek ekmeğe muhtaç olacak.

Geri kalan ömrünü vara aykırı görüş yazmasaydım diye pişmanlıkla geçirecek.

Son pişmanlık fayda vermeyecek elbet.

Bu dediklerimi deneyin. Hiç başınız ağrımaz.