22 Şubat 2025 Cumartesi

Hakemlerimiz Niçin Kötü?

Hakemlerimiz niçin iyi olsun? Her alan her sektör her meslekte tek tek dökülürken, kokuşmuşluk her yerimizi sarmışken, hakemlerimizden iyi olmasını, iyi maç yönetmesini beklemek safdillik olur.

Çünkü her alanda olan sorunumuz futbol ve hakemlerimizde de var. Bu da doğaldır. Eğer bir toplumda hemen hemen her alanda kokuşma varsa, bundan hakemlerin de nasibini almaması mümkün değil. Ülke olarak her alanda deve gibiyiz. Neremiz doğru ki hakemlerimiz doğru olsun.

Hakemlerimize gelirsek;

Hakemlerin itibarının yok olmasında ve güven vermemesinde en büyük pay elbette hakemlerindir. Çünkü kimse kimseye itibar elbisesi giydirmez. Her meslek grubu kendi itibarını kendi oluşturur kendi yükseltir kendi korur kendi düşürür.

Hakemliğin bu noktaya gelmesinde en büyük pay hakemlerin olmakla beraber hakemlerin bu derece itibar kaybetmesinde ve hata üstüne hata yapmasında, bu hataların her maçta tekrar etmesinde;

Her maçın tartışmalı pozisyonlarının televizyonlarda maç sonrası ağır çekim defalarca gösterilmesi, hakemlerin tu kaka yapılması, hep eleştirilmesi,

Özellikle FB ve GS kulüplerinin hakemler ve merkezi hakem kurulu üzerinde baskı uygulaması,

Hakemlerin büyük kulüplere yaranma gayretleri, büyük kulüpleri koruyup kollamaları,

Büyük takım yöneticilerinin maçlarını yöneten hakemleri hedef göstermesi gibi hususların da etkisi olduğunu düşünüyorum.

Hakemler hata yapar. Çünkü anlık karar vermek ve düdük çalmak zorunda. Hakemin bu anlık düdüğünü biz defalarca izliyoruz. Eski hakemler penaltıydı, değildi tartışması yapıyor. Tekrarında bile biz ikiye bölünüyorsak, hakem hatalarını hoşgörüyle karşılamamız gerekir. Kasıtlı taraf tutması olmadığı müddetçe hakem hataları toleransla karşılanmalı. Ceza verilecekse merkez hakem kurulu en ağır şekilde cezalandırmalı. Sürekli eleştirilen, maçtan fazla konuşulan hakemin doğru karar vermesini beklemek abesle iştigaldir. Unutmayalım ki sürekli eleştirilen her daim hata yapar.

Ayrıca hakemler de insan. Hata yapar. Hangimiz yapmayız ki. Hangimiz yunmuş yıkanmışız. Hatasız kul olmaz diyeceğimiz yerde yerden yere vurduğumuz hakemden doğru maç yönetmesini beklemek beyhude çabadır. Hakem adil maç yöneteceğim, bu sefer hata yapmayacağım dese bile doğru maç yönetemez. Çünkü hata yaparsam tu kaka yapılacağı psikolojisini taşıyan rahat ve sağlıklı maç yönetemez.

Hakemlerin doğru ve adil maç yönetmesini bekliyorsak hakemleri rahat bırakmamız gerek.

Zaman zaman yine hata yapacaklar ve böyle pişecekler.

Hata yapıyorlar deyip yabancı hakem getirmek hiç akıl kârı değil. Ülkenin ayıbıdır.

Burada hakemleri savunuyor değilim. Onların psikolojisini anlamaya çalışıyorum. Hakemlerden doğru maç yönetmesini bekleyen bizler ne kadar doğru ve düzgünüz? Futbolcu ve teknik heyet olarak ne kadar düzgünüz? Futbolumuz yerlerde sürünüyor. Biz hakem beğenmiyoruz. Adil olsun diye çuval çuval para vererek dışarıdan hakem getiriyoruz. Ayrıca futbolda ne kadar adalet beklediğimiz de tartışılır. Çünkü taraftarı gözümüzü bürümüş ve lehimize karar verilsin istiyoruz. Adalet anlayışımız maalesef böyle.

Unutmayalım ki kendine güvenen, iyi futbol oynayan bir takım hakeme rağmen maç kaybetmez. Hakemin hatasını maç içerisinde pekala telafi edebilir.

Bizimkiler kötü diye dışarıdan hakem getirilmektense ligi tatil edelim, maç oynanmasın daha iyi.

Eğer tatil edilmeyecekse dört büyüklere özellikle GS ve FB’nin şımarıklığına, hep hakemle oynamasına dur denmeli. Ligi bu iki kulübün oyuncağı olmaktan kurtarmalı.

Bir diğer husus da Futbol Federasyonu maceracı, eyyamcı, FB ve GS'nin maskarası olan başkan ve yönetimlerden temizlenmeli. Şener Erzik gibi futbolu bilen, ağırlığı olan kişiler başkan yapılmalı. Burası, "Ben burada olduğum müddetçe yabancı hakem gelemez deyip de yabancı hakeme oy veren kimselerin çiftliği olmamalı. 

21 Şubat 2025 Cuma

Kar Sevincimiz Nasıl Olmalı?

Memleketine kar yağan, ardından kar tatili yapan, kayan, kartopu oynayan, şu kadar santim kar yağdı diyen, bunu sosyal medya ve televizyon aracılığıyla yayan, sevinç gösterisi yapan, ardı arkasına eğitime kar engeli duyurusu yapan etkili-etkisiz, yetkili-yetkisiz ve de sorumlu-sorumsuz kardeşlerim,

Memleketinize yağan kara sevinin.

Bir güzel tatil yapın.

Kayın.

Birbirinize kartopu atın.

Elinize küreği alın, evinizin önünde biriken karı temizleyin.

Bu anı ölümsüzleştirmek için her bir karesinde poz verin.

Eski kışlar gibi kış yaşadık deyin.

Cümbür cemaat bir yerde toplanın.

Kar bayramı yapın.

Biz Allah'ın sevgili kuluyuz.

Bereket ocağımıza geldi deyin.

Tüm bunları ve daha fazlasını yapın. Ama kendi aranızda yapın.

Neden derseniz?

Çünkü sizin gibi kar gören var ama görmeyen var.

Kara hasret olanlar var.

Kar tatili yapamayanlar var.

Kar yağmadığı için eğitime kar engeli haberini alamayanlar var.

Size yağan karın kuru ayaz ve soğuğunu çeken var.

Haliyle kara kara düşünenler var.

Bu durumda siz ne yapıyorsunuz? Gerçekten ne yaptığınızın farkında mısınız?

Yapmayın, etmeyin, bırakın bu tür havadisleri artık.

Yağan karı cümle aleme göstererek kara hasret olanların ağzının suyunu akıtmaya ne hakkınız var?

Unutmayın ki bu toplumun yarısı kadın ise yarısı da erkek çocuğu.

Göz hakkı denen bir şey var değil mi?

Sizden ne istiyorum biliyor musunuz? Eskinin biraz duyarlılığını.

Siz bilmezsiniz. Çünkü sizler şeffaf poşet neslisiniz. Bu poşetler çıktı. Eski duyarlılık kalmadı.

Babalarımız ne yapardı derseniz. Eskiden babalarınız, bakkal ve marketten bir şey aldı mı, aldığını kese kağıdına koydururdu. Alan var, alamayan var. Alamayanlar ummasın, göz hakkı olur derdi.

Sizden, yağan karı kese kağıdına koyun demiyorum. Zaten bu mümkün değil. Şeffaf poşete koyup cümle aleme gösterir gibi yapmayın. Babalarınızın kese kağıdı duyarlılığını emaneten alın vesselam.

20 Şubat 2025 Perşembe

İlelebet Başkanlar Ülkesi

Yazıma, Anadolu’da Bugün gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Erhan Dargeçit’in bir paylaşımına yer vererek başlamak istiyorum:

“...Ülkede bir başkanlık kapmak ilelebet başkanlık demektir.

Mesela TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, 2001'den beri 24 yıldır TOBB Başkanıdır.

TESK Başkanı Bendevi Palandöken, 1990 yılından bu yana 35 yıldır Türkiye Bakkallar ve Bayiler Federasyonu, 2007 yılından bu yana 18 yıldır da TESK başkanıdır.

TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar, bu göreve 2003 yılında gelmiştir ve 22 yıldır başkandır.

Mahmut Arslan, 2002 tarihinden bu yana 23 yıldır Hizmet İş Sendikasının, 2011 tarihinden bu yana 14 yıldır da Hak İş Konfederasyonunun genel başkanıdır.

Türk İş Başkanı Ergün Atalay, 1999 yılından bu yana 26 yıldır Demiryol İş Sendikasının genel başkanlığını yürütürken, 2013 yılından bu yana da Türk İş Başkanıdır.

Yani bunu sayfalarca çoğaltmak mümkündür. Hele derneklere, vakıflara girmiyorum bile...

Şimdi bu başkanları bir kesim delegasyon seçer. Yani toplumun büyük bir kesimi değil, Çoğunlukla kendi belirledikleri küçük bir delege takımı seçer..."

Erhan Bey örnekleri çoğaltma mümkün demiş. Fazlasına yer vermemiş ise de ben kaldığı yerden devam etmek istiyorum.

Mustafa Kemal Atatürk, 1923-1938 yılları arasında 15 yıl Cumhurbaşkanı. Görevde iken vefat etmeseydi, öyle zannediyorum, ölünceye kadar Cumhurbaşkanımız olacaktı.

İsmet İnönü, Atatürk'ün ardından 12 yıl Cumhurbaşkanlığı yaptı. Partisi seçimi kaybetmeseydi, Cumhurbaşkanlığı ölünceye kadar devam edecekti. Partisinin 33 yıl genel başkanlığını yaptı.

Alparslan Türkeş, 1969-1981 ve 1993-1997 yılları arasında MHP'nin hem kurucusu hem de ilk genel başkanı olarak ölünceye kadar MHP'nin başında olmuştur.

Necmettin Erbakan, MNP (1970-1971), MSP (1973-1981), RP (1987-1998) ve SP (2003-2011) yılları arasında kurduğu partilerin genel başkanı oldu. Bu genel başkanlık ölünceye kadar devam etti.

Aykut Edibali, IDP (1984-1992), MSP (1992-2022) yılları arasında kurduğu partilerin genel başkanlığını ölünceye kadar devam ettirdi.

Devlet Bahçeli, Türkeş’in ardından 1997’den bu yana MHP’nin genel başkanı. Öyle zannediyorum, bu genel başkanlık ölünceye kadar devam edecek.

Recep Tayyip Erdoğan, 1994 yılından bu yana kah belediye başkanlığı kah başbakanlık yaptı. 2002 yılından bu yana kurduğu partisinin genel başkanı. Halen üçüncü dönem Cumhurbaşkanlığı yapıyor. Görev süresi 2028 yılına kadar devam edecek. Meclis erken seçim kararı almazsa veya Anayasa değişikliği olmazsa genel Bakanlığı devam etse de Cumhurbaşkanlığı sona erecek. Öyle görünüyor ki Erdoğan da ölünceye kadar koltukta bir şekil oturmaya devam edecek.

Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı yapan Süleyman Demirel, kurduğu AP (1964-1980) ve DYP (1987-1993)’nin genel başkanlığını yaptı. Bıraktığı partisi gelecek vadetseydi, Cumhurbaşkanlığının ardından partisinin başına geçerdi. Ama gözü kesmedi.

Bülent Ecevit, 1972-1980 arası CHP, 1987-2004 arası DSP genel başkanlığını yaptı. Genel başkanken vefat etti.

Adnan Menderes, 1950-1960 arası 10 yıl başbakanlık ve partisinin genel başkanlığını yaptı. 1960 darbesiyle indirilip idam edilmeseydi, partisinde genel başkanlığı ölünceye kadar devam edecekti.

İHH başkanı Bülent Yıldırım, 1992 yılından bu yana kurduğu vakfın başkanı.

Tarikat şeyhleri posta oturduktan sonra ölünceye kadar zaten bu göreve devam etmektedir.

Verdiğim örnekten ibaret değil bu ülkedeki ilelebet başkanlık. Say say bitmez.

Görünen o ki bir koltuğa bir şekil oturan mezara kadar devam ettiriyor başkanlığı. İster seçimle olsun ister atama ile olsun, ister başarılı olsun ister başarısız, fark etmiyor. Hepsi aynı kapıya çıkıyor: Başkanlık. 

Bu demek değildir ki bu ülkede koltuğu kapan bir daha bırakmıyor. Kendi isteğiyle köşesine çekilen ve tadında bırakan bir elin parmaklarını geçmez. Diğerleri yani kaybedenleri, bu ülkenin ilelebet başkanlık kriterini tam yerine getiremeyenlerdir. Ya çok demokrat ya da bu konuda çok beceriksiz olduklarından olsa gerek. Değilse, onlar da ilelebet başımızda kalırlardı. Bunun için ilelebet başkan olanlardan kurs almaları gerekirdi. 

Belli ki Kar Küs Bize

Tüm Konya merkez, dört gözle kar bekliyor.

Şu gün yağacak, bugün yağacak.

Yağdı yağacak, haydi yağ diyor.

Olmadı, yağdır Allah'ım diyor.

Beklenen kar bir türlü gelmiyor.

Kar yağmazsa şayet.

Susuzluk kapıda bu sene.

Barajlar boşaldı.

Yazın su kesintisi olur.

Bu sefer iyi geliyor.

Yüzler gülecek deniyor.

İstanbul'a giriş yapmış.

Bu demektir ki bize de gelecek.

Sabahtan akşama hava kapanıyor.

Soğuk soğuk rüzgar esiyor.

Başlıyor kar atıştırmaya.

Şimdi oldu. Dolduracak bu sefer deniyor.

Kar tatili bekleyen kesimin yüzü gülüyor.

Bir bakmışsın arkası kesiliyor.

Hepsi bu kadar mıydı? Olmadı şimdi deniyor.

Az sonra yine bir kar atıştırması.

Bir bastırıyor. Sonra kesiliyor.

Sabah kalkınca çatı ve arabaların üzerinde hafif beyaz bir şey görünüyor. Kara benziyor ama belli ki kırağı.

Kısaca çevreye, civara, uzaklara yağan kar, Konya merkeze yağmıyor. Ucunu bir gösteriyor. Sonra kesiliyor. Haliyle Konyalı kara hasret.

Belli ki kar Konya'ya küs.

Ara ara soğuktan mıdır, atıştırma mıdır bilinmez. Belli ki kar değil.

Belki de hiç beklemeyin. Size kar yok. Sadece karın ve renginin nasıl bir şey olduğunu unutmayasınız diye size böyle gösteriyorum deniyor.

Barışı nasıl sağlarız bilmem. Bildiğim bir şey varsa, kar Konya'ya, bize küs. 

Yokluktan Varlığa

Bir zamanlar bu ülkenin;

Çoğu şehrinde üniversite yoktu.

Çoğu yerinde havalimanı yoktu.

Hastanelerine MR yoktu.

Paletli ambulans da yoktu düz ambulans da.

Buzdolabı yoktu.

Traktörü yoktu.

Elektriği bile yoktu.

İnsanımız muma mahkumdu.

Emekliye bayram ikramiyesi yoktu.

İşçi, memur ve emekliye promosyon yoktu.

Doğal gaz çıkmazdı. Çıkarılsa da belli bir süre bedava yapılmazdı.

Yüksek hızlı tren yoktu. Olmayınca, tren biletleri bir süre bedava olmazdı.

65'lilere toplu taşıma ücretsiz değildi.

WC ücretleri bedava değildi.

Üniversiteye girişte baraj puanı getirilmişti. Her sınava giren üniversiteye giremezdi. Giremediği için üniversite özlemi çekerdi.

Şehir hastaneleri yoktu.

Müteşebbislere iş garantisi yoktu.

Kur garantili mevduat yoktu.

Yaşlılık ve dul maaşı yoktu.

Emekli sayımız azdı. Her birinin maaşı farklı farklıydı.

Muayene ücretini ve hastane masrafını karşılayamadığı için insanımız hastanede rehin alınırdı.

Muayene olamadığını, olduysa da ilaç bulamadığını hiç söylememe gerek yok.

Ameliyatlarda bıçak parası dışında hiçbir şey yoktu.

Taziyelerde belediyeler taziye yerine otobüs vermezdi. Etli ekmek yaptırmazdı.

Enkaz devralındı diyeceğim ama bu söz çok hafif kalır. Kısaca yoktu yok.

Öyle bir zaman geldi ki bu ülkeye sihirli bir el dokundu:

Her şehre üniversite açıldı. Hatta bazı şehirlere fazlası açıldı.

İlçelere iki yıllık bölümler açıldı.

Hemen hemen her şehre hava alanı yapıldı.

Hastanelerde MR geldi.

Ambulans zibil gibi oldu. Üzerine paletlisi geldi. Yurtdışından hasta getirilir oldu.

Buzdolabı geldiği gibi çift kapılısı var şimdi evlerde. Hem de No frost. İlaveten her evde derin dondurucu var.

Traktör arttı.

Elektriksiz ev yok. Sarı lambalardan kurtuldu. LED ampuller yaygın. Elektrik kesintisi zaten yok. Mumlar artık doğum günlerinin vazgeçilmezi oldu.

Emekliye ilaveten iki bayram ikramiyesi geldi. Promosyon verilir oldu.

Doğal gaz çıkarıldı. Bir yıl boyunca sıcak su ve mutfak bedava oldu.

Yüksek hızlı tren geldi. Hangi şehre gelmişse bir süre bedava binildi.

65'lilere toplu taşıma ücretsiz oldu. Dün otobüse binmeye 65'liler otobüsten inmez oldu.

Pırıl pırıl WC'ler herkese ücretsiz oldu. Eskiden küçüğe ayrı, büyüğe ayrı tarife uygulanırdı.

Çocuklarımız yeterli puanı alamasa bile üniversite tercihi yapabiliyor ve okuyabiliyor. Dün okur yazar oranımız çok idi. Bugün üniversiteli mezunumuz daha çok.

Çoğu şehrimize şehir hastanesi açıldı. İnsanımız rahatça muayene olur oldu.

İş garantisi gelince, müteşebbisler kesenin ağzını açtı. Ülkeyi bir baştan öbür başa imar etti. Yol, otoban, köprü, havalimanı, şehir hastanesi yaptı. Haliyle ülke gelişti. Tüm bu hizmetler için devletin kesesinden bir kuruş çıkmadı.

Kur garantili mevduat verilince insanımız yastık altını üstüne çıkardı. Haliyle dövizin beli kırıldı.
Yaşlılık ve dul maaşı, hastaya bakım ücreti verildi. Yaşlı, dul olanlar başkasına muhtaçlıktan kurtuldu.

Emekli sayımız çoğaldı. Asgari emekli ücreti belirlenerek emekliler arasındaki ayrım kaldırıldı.

Hastanelerde muayene ücreti ödemeden rahat muayene olunur oldu. Bıçak parası tarih oldu. İlacı istediğin yerden alabiliyorsun.

Belediyeler taziyelere otobüs verdi. Etli ekmek götürdü.

Hasılı say say bitmez. İnsanın nereden nereye diyesi geliyor.

Tüm bunları yeni nesil bilmez. Yeni olmayan neslin bir kısmı da unuttu. Ama yine de hatırı sayılır unutmayan insanımız var. Öyle ya yapılan iyilik unutulur mu?

Bu arada bu yapılanların ve olanların bir kısmı öncesinde varmış. Sahipleniliyormuş. Elbette sahiplenilecek. Çünkü devlette devamlılık ve sahiplenme esastır. 

19 Şubat 2025 Çarşamba

İncinenler İncitmeyi Öğrendi

Gördüm, işittim, gözlemledim ve tecrübe edindim. Yaşarsam daha neler göreceğim hiç kestiremiyorum:

Bir zamanların;

Mağdurları mağrur oldu.

Müstazafları müstekbir oldu.

İncinenleri, incitir oldu.

Mazlumları zalim oldu.

Ayıplayanları ayıplanır oldu.

Eleştirenler eleştiriye gelmez oldu.

Hakaret edilenleri hakaret eder oldu.

Sesi kısık çıkanları, sesi gür çıkar oldu.

Dışlananları dışlar oldu.

İtilip kakılanları itip kakar oldu.

Had bildirilenleri had bildirir oldu.

Ne olur bizi bir dinleyin ve anlayın diye yalvar yakar olanları dinlemez ve anlamaz oldu.

Bahane ve gerekçe üretenler gibi mazeret üretir oldu.

Korku verenleri gibi korku verir oldu.

Çelişenler gibi çelişen oldu.

U dönüşü yapanlar gibi U dönüşü yapar oldu.

Zikzak çizenler gibi zikzak çizer oldu.

Her şeyi ağzına yüzüne bulaştıranlar gibi ağzına yüzüne bulaştırır oldu.

Köşeyi dönenleri gibi köşeyi döner oldu.

Ne oldum delileri gibi ne oldum budalası oldu.

Büyük laf edenler gibi büyük laf eder oldu...

Görünen o ki bir zamanların incinenleri, incine incine incitmeyi öğrendi ve bir zamanların incitenlerini öğretmeni kabul etti ve incitir oldu. İncitmeyi de gördüğüm kadarıyla seviyor.

Bu arada başta incitme olmak üzere her alanda boynuz kulağı geçti. Selefleri ellerine su dökemez. Bu konudaki rekorlarını kimse egale edemez.

Hasılı, bir zamanların dürüstlerinin dürüstlükleri yokluktanmış. Her şey imkan ele geçinceye kadarmış. Hepsi, birer kıskançlıkmış, hazımsızlıkmış. Siz çok demlendiniz. Biraz da biz demlenelim demekmiş.

Ne diyelim, ruhuna Fatiha! 

Erkeğin Temizliği ile Kadının Temizliği

Koridordayım. Koridor güzelce yıkanmış. Bu yıkamadan koridorda bulunan iki sandalye ve masa da nasibini almış. Daha doğrusu üzerine su tutulmuş.

Sandalye ve masalar bir temiz bezle silinip kurulanmadığı için sandalyenin otura otura içine çöken kısmında biriken su, kuruduktan sonra lekeli kalmış.

Pek sandalyede oturmadığım için oturma ihtiyacı hissetmedim. Sandalyedeki toz lekesini de görmedim. Bir meslektaşım gösterdi. Göstermekle de kalmadı. "Erkeklerin temizliği böyle olur, temizlikleri de bir işe yarasa" dedi.

Alt kata inerek görevliye sandalyeleri bir kez daha silmesini istedim.

Silinmiş ama daha önce oluşan toz lekesi tam çıkmamış.
*
Fi tarihinde bir okulda yaz dönemi idarecilik yaptım. Okulda yaz dönemi Kur'an öğrenmek isteyen öğrenciler için kurs vardı.

İdareci ve personeli tanımaya çalışıyorum. Bir kadın dolaşıyor orta yerde. Kimsin diye sordum. Hizmetliyim dedi. Kadrolu musun dedim. Hayır dedi. Okul aile birliği aracılığıyla çalıştırılıyorum dedi. İyi de okul dönemi olsa ihtiyaç vardır. Olurdu. Yalnız yaz dönemi birlik aracılığıyla çalışman olmamış. Kaç paraya çalışıyorsun dedim. Söylediği miktarı hatırlamıyorum. Sigorta yapıldı mı dedim. Hayır. Sizden önceki müdürle sigortasız bu fiyata anlaştık dedi. Ben bu işe sıcak bakmıyorum. Daha sonra tekrar bu konuyu konuşuruz dedim.

Müdür yardımcısına, şurada oturan bir genç erkek var. Bu kim dedim. Okulun kadrolu hizmetlisi dedi. Bu kadrolu hizmetli varken ve yaz dönemi hizmetli ihtiyacını görebilirken bu kadının birlik üzerinden çalıştırılmasının hikmetini sordum. "O hizmetli, çocuk yuvasından yetişmiş, yurt çocuğu. İş yapmaz dedi. İyi dedim.

Sabahtan akşama boş boş oturan hizmetliyi çağırdım. Tanıştım. Sağdan soldan biraz konuştum.

Ardından, sen varken bu kadının yaz dönemi çalışması doğru mu dedim. "Doğru değil" dedi. Bu kadının sigortası yok. Okulun imkanları belli. Fazla iş yükü yok. Sen yapamaz mısın birkaç sınıf, koridor ve tuvalet temizliğini dedim. "Ben yaparım yapmaya ama ben iyi temizleyemem. Kadınlar daha iyi yapar" dedi. Elbette temizliği kadınlar daha iyi yapar. Erkeklerinki çok iyi olmayabilir. Ama olduğu kadar dedim. "O zaman olur, yaparım" dedi.

Az sonra kadını çağırdım. Her ne kadar benden önceki müdürle anlaşmış isen de benim gönlüm sigortasız çalışmana razı değil. Bunun riski de var. Okulun bütçesi de çok iyi değil. Ayrıca çalışanımız var. O varken sizin çalışmanız çok uygun değil. Okulun menfaatini düşünmem lazım. Bugüne kadar çalıştığını ödesem nasıl olur? Bana gönül koymazsın umarım dedim. "Siz bilirsiniz. Gönül koymam" dedi.

Yedi gün çalışmış. Anlaşılan maaşın yedi günlüğünü ödemek suretiyle kadın işi bırakmış, birlikten de para çıkmamış oldu.

Çalışmaz. Çünkü bu yurt çocuğu dedikleri genç hizmetli, her gün okulu erkenden açtı. Temizliği de yaptı. Okulun ufak tefek tadilatı için cumartesi, pazar günleri okulu açmak istediğimizde, "Hocam, ben gelir açarım. Ustanın işi bitinceye kadar da yanında beklerim" dedi. Dediğini de yaptı çocuk.

Başka bir gün kısa faslı bir konuşma arasında "Hocam, ben buraya falan ilçeden geldim. O okulda iş yapmadım. Buraya nakil geldim. Sizden önceki müdürü sevdim. Çalışmaya başladım. Sizi de sevdim. Çalışıyorum" dedi. Ayrılıncaya kadar hem mesaiye riayetinden hem de temizliğinden memnun kaldım.

Bu iki anekdotun ardından şimdi geleyim sadede. İlk anekdotta meslektaşımın "Erkeklerin temizliği de temizlik olsa, bir işe yarasa" sözüne.

Erkeklere göre kadınların temizliği daha iyidir. Genel kanaat ve görüntü böyle. Şu var ki her kadın böyle değil. Çünkü kadınlar içerisinde paspal olanlar, sayıları az olsa da var. Tıpkı erkeklerin büyük çoğunluğunun temizlik konusunda özensiz olduğu gibi. Şu hakkı da teslim edeyim. Öyle erkek hizmetlilerle çalıştım ki temizliği kadından daha iyi yaptığını gördüm.

Kadın ve erkeğin temizliği konusunda ilaveten şunu söyleyebilirim. Kaba temizlikte erkekler daha iyiyken ince temizlikte kadınlar daha iyidir.

Eskiden kadının yaptığı, erkeğin yaptığı işleri sınırları belli idi. Hatta kamuya eleman alımında bile şartlar arasında erkek olmak ya da kadın olmak var idi. Son yıllarda bu şartlar kalktığı gibi erkeğin kabul edilen işlerini kadınların, kadının kabul edilen işlerin de erkekler tarafından yapıldığı bir gerçek.

Günümüzde her ne kadar herkes her işi yapsa da bir hakkı teslim etmek gerek. Erkeğin temizliği başka kadınınki başka. Daha doğrusu iki cinsiyet arasında temizlik konusunda anlayış farkı var: Kadınlar daha özenli ve titiz iken erkekler özensizdir. Erkeklerin bu özensiz olmasında kadınların temizliğini anlamaması, gereksiz ve abartı olduğunu düşünmesidir.

Tamam erkeklerin temizliği bir işe yaramasa da kadınların temizliği de bezdiren türdendir. O kadar titiz olmaya gerek yok. Çünkü çoğu kadının temizlik konusunda hastalık derecesinde temizlik hastası olduğu aşikar.

Böyle temizlik hastası kadınları görünce, varsın keşke paspal olsaydı diyorsun. Çünkü bu temizlik hastalığı hayatı zindan eden türden. Muhatabına hayatı zindan etmeye değer mi? Eğer böyle olacaksa varsın erkeğin temizliği gibi olsun temizlik.