14 Şubat 2025 Cuma

Meğer Hava ve Civaymış!

Hava,

Civa,

Balon,

Boş transfer,

Haybeye para harcayan,

Büyük borç batağı içinde olan,

Hovarda oyun,

Kişilik ve kimliksiz oyun,

Rezil oyun,

Şımarıklık,

Oyunu okuyamayan ve kötü gidişe çözüm üretemeyen bir teknik direktör,

Ruhsuz futbol,

Acziyet,

Hayal kırıklığı,

Gözde büyütülen,

Koyunun olmadığı yerde keçi rolüne giren...

Bu özelliklere haiz bir takım mı arıyorsunuz?

Sakın bu hangi takım demeyin.

Hiç düşünmeden Az Alkmaar karşısındaki Galatasaray deyin.

Futbolcusundan teknik heyetine ve yönetime koca bir sıfır.  

13 Şubat 2025 Perşembe

Mezar Evlere Doğru *

Karar gazetesinde bir habere rastladım. Üzüldüm. Üzülmekle kalmadım. İnsanlığımdan utandım ve ne ara böyle bir toplum olduk dedim.
Haber kısaca şöyle. İzmir'de bir apartmanın çatı katında tek başına yaşayan 80 yaşındaki bir kadının, yatak odasında iskeletine rastlanılmış. Yani kadın ölmüş. Ölmekle de kalmamış. Etleri çürümüş, sadece kemikleri kalmış.

Pandemiden bu yana kendisiyle hiç iletişime geçmemiş üvey oğlunun polise haber vermesiyle, polisin de kapıyı çilingir yardımıyla açtırması ile bu feci ve dramatik ölüm ortaya çıkarılıyor.

Mahalleli, yaşlı kadınla yedi yıldır görüşmediklerini, huzurevinde kaldığını sandıklarını söylemiş.

Apartmanda oturanlar ise evden gelen kokunun evde biriken çöplerden kaynaklandığını düşündüklerini ifade etmişler.

Belli ki bir zamanların hemşiresi yaşlı kadın, kimsesiz ve bu çatı katında tek başına yaşıyor. Üvey oğlundan başka kimsesi yok. Üvey oğlu da Covit-19'dan beri görüşmüyormuş.

Mahallelinin, kadından haberdar olmamasını anlarım da apartman sakinleri nasıl anlamaz? Bu kadın günlerce inip çıkmaz demez. Ceset kokusuyla çöp kokusunu nasıl birbirine karıştırır? Belli ki apartman sakinlerinin burnu da benimki gibi koku almıyormuş diyeceğim ama çöp kokusunu aldıklarına göre ceset kokusunu hayli hayli almış olmaları lazım.

Bu kadın ölümle burun buruna geldiğinde öyle zannediyorum, ağrı ve sızısından dolayı acı acı inlemiştir. Belli ki ses de duymamışlar. Duydularsa da aman bize ne demiş olmalılar. Belli ki şu çatı katında yaşlı bir teyze var. Kendi başına ne yer ne içer? Şuna bir tas çorba verelim diyen de olmamış. Belli ki bu apartmanda kalanlar birbirini bulmuşlar. Hepsi kendine Müslüman sakinlerden ibaret.

Komşu komşunun külüne muhtaç atasözümüzden bu yana köprünün altından çok sular aktığını, komşuluk ilişkilerinin eskiye oranla yozlaştığını biliyoruz da bu derece yozlaştığımızı hiç düşünmemiştim. Apartman komşuları uyumuş, ben de bu değişimden haberdar olmayarak ayakta uyumuşum.

Haberi okuyunca, üzülüp utanmakla beraber aha şimdi Avrupalı olduk dedim. Çünkü bu tür ölümlere Avrupa’da çok rastlanıyor. Yaşlı Avrupa nüfusunun önemli bir kısmı evlerde tek başına yaşıyor. Bir başına ölüyor. Ama herhalde etleri yok oluncaya kadar cesetler evde bekletilmezdir. Çünkü bu şekil tek yaşayan yaşlıları polis veya belediye görevlisi telefonla ara ara arayarak hakkında bilgi sahibi oluyor. Telefona cevap verilmeyince öldüğüne kanaat getirilip eve giriliyor, ceset çıkarılarak evdeki eşyalar ihale yoluyla satılıyormuş diye işitmiştim.

Bu tür ölümlerin Avrupa'da yaygın olduğunu duyardım da bizim ülkemize bu kadar çabuk geleceğini hiç düşünmemiştim. Yalnız bu ölümle Avrupa’yı solladık. Çünkü evde ölen, cesedi çürümüş sadece kemikleri kalan bu kadından yıllar yılı kimsenin haberi olmamış. Ev olmuş bir mezar ev. Bu utanç bize yeter de artar bile.

Güya yaşlılar günümüz var. 1 Ekimde bazı il ve ilçelerde belediye ve mülki amirler, yaşlıları evlerinde ziyaret ettik diye boy boy fotoğraf paylaşırlar. Belli ki bu kadına ziyaret için giden olmamış. Şayet gidilseydi, bu teyzenin ölümünden daha erken haberdar olunabilirdi. Demek ki muhtarlar da mahallesinden bihaber. Belli ki bu ülke insanının sahibi yok. Kötü ve zor gününde sahipsiz ve bir başına.

Oldu olacak, bu teyze, öldüğü yere yani bu çatı kata gömülsün. Ev olsun bir mezar ev. Zaten yıllardır bu çatı katı mezar görevi görmüş. Nasılsa kokusu da gelmez bundan sonra.

İlk incelemeye göre polis ölüme dair bir şüpheye rastlamamış. Yine de incelenmesi için adli tıpa gönderilmiş.

Ölümü normal ve makul görünmeyen bu teyzenin normal görünen ölümüne dair önce maaşına bakılmalı. Maaşı hiç çekilmedi ise ölüm anormal olsa da normal ölümdür. Maaşı çekilmiş ise işte burası düşündürücüdür. Çünkü birileri emekli maaşını aylık çekip çekip harcamıştır. Bu gizemli ve ibretamiz ölümün araştırılmasına buradan başlanmalı.

Yalnız yaşama konusunda Avrupa’yı daha tam yakalayamasak da giderekten yalnız yaşama bizde de çoğalacak. Bu ölüm bize ibret olmalı. Devlet bu tür yaşlılar için tedbir almalıdır. Çünkü adrese dayalı nüfus kayıt sistemine göre kimin, nerede kaldığı, nasıl yaşadığı belli. En azından bu şekil yalnız yaşayan ve huzurevine gitmeyen kimsesizleri kontrol etmek için bu görev; nüfus idareleri, muhtarlar, belediye, kaymakamlıklar veya polislere verilir. Bu tür yaşlılar belli aralıkla telefonla aranır.

Velhasılıkelam, bu ölümle, komşuluğumuz da insanlığımız da sınıfta kaldı. Tekrar etmemesini temenni ediyorum.

*14.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

11 Şubat 2025 Salı

Kovboy Yine İşbaşında *

"Kanada'nın ABD'den istifade ettiğini, bu ülkenin ABD'nin eyaleti olması gerektiğini" söylüyor.

"Gazze'yi devralacağını, yeniden inşa edeceğini, Filistinlilerin geri dönme hakkının olmayacağını, Gazze'nin sahibinin kendisi olacağını, Gazzelilerin Mısır ve Ürdün'e gideceğini, bu ülke başkalarıyla görüşeceğini" söylüyor.

"İran'a maksimum baskı politikasını hayata geçireceğini" söylüyor.

Bilmem şu ülkeye şunu yapacağım, bu ülkeye bunu yapacağım. Şu ülke ürünlerine şu kadar vergi koyacağım gibi tehditleri de eksik değil.

Bu sözler ve daha fazlası ABD başkanı Trump'a ait. Yarın ne tür bir herze yumurtlar, belirsiz.

Bunları söyleyenin söyledikleri kendi ülkesiyle sınırlı olsa, seçen ABD halkı. Ne halleri varsa görsün. Alan razı, veren razı dersin. Gel gör ki dünyaya hükmediyor. Dedikleri her şeyi etkiliyor. Ceremesini dünya çekiyor.

Herze diyorum. Çünkü ne diplomatik dil var ne de muhatabına saygı. Bir büyüklük paranoyasına tutulduğu belli. Şımarıklığı da bundan. Nasılsa dur diyen de yok. Meydanı boş bulunca, orman kanununa göre egosunu tatmin ediyor, kovboyluk yapıyor.

Normal ve sağlıklı bir kafa yapısına sahip bir insan olmadığı aşikar.

Görünen o ki dünya bir deliye bir dengesize bir ne oldu delisine bir meczuba bir şımarığa emanet.

Bundan ne dost olur ne fayda gelir. Ancak zarar gelir. Dost edinenlerin muhabbetleri bol olsun. Gücün yetiyorsa dur diyeceksin. Değilse çalıyı dolanacaksın. Aslında yeri Beyaz Saray falan değil. Neresi derseniz? Yeri Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi. Ama biz orayı kapattık maalesef.

Belli ki ABD halkı, beyni sulanmışı seçtik. Çekilecek gibi değildi. Bari deli yönetsin dedi. Maceralarından çok hoşnut olmalılar ki ikinci defa seçtiler. Nasılsa dünyayı yönetiyor. Biz değil, dünya düşünsün diye seçmiş olmalılar. Çünkü dünya, delidir, ne yapsa yeridir deyip sesini çıkarmayacak, sonuçta yine biz kazanacağız demiş olmalılar.

Belki de birçok ülkede olduğu gibi ABD halkı da kaht-ı rical yaşıyor. Alternatifi olmayınca bulunmaz Hint kumaşı oluyor nasılsa.

Belki de dünyaya yön veren ve vermeye devam eden para babaları, yapamayacakları muhal şeyleri bir deli eliyle yaptırmayı yeğlediler.

Sebep her ne ise dünyanın çekeceği var bu kabadayı ağzıyla konuşan deliden. Ne laftan anlar ne sözden ne de efendilikten. Ancak güçten anlar ama dünyanın bu parçalanmışlığında, karşısında duracak bir güç de yok. Velhasılıkelam, dünya bir deliye emanet. Deliden ise edep ve insaf beklenmez. Nezaket zaten olmaz.

Yine de biz edep ya hu diyelim.

*17.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

10 Şubat 2025 Pazartesi

Uzun Yaşamak İsteyenlere!

Hayatta canı tez olmayacaksın.

Ağırdan alacaksın.

Yavaş hareket edeceksin.

Hiç sorumluluk almayacaksın.

Hep geri duracaksın.

İşini düzgün yapmayacaksın.

Bir şeyler ortada mı kalacak sanki? Nasılsa canı tez biri yapıverir. Sen de nimete konacaksın.

Hayat denilen şey böyle bir şeydir işte. Birileri sorumluluk alıp yapacak. Gerekirse burnundan soluyacak. Gerekirse dişlerini sıkmaktan dişlerini kıracak. Sen de hiç kılını kıpırdatmadan yoluna devam edeceksin. No problem. Çünkü bu, senin değil, onların problemidir. Öyle ya sen mi dedin onlara, dişinizi kırın diye.

Bu demek değildir ki hayattan el etek çekeceksin. Tam hayatın içinde yer alacaksın.

Ama dediğim gibi işe geç geleceksin.

İş zamanı arazi olacaksın. Görünüp kaybolacaksın. İş yapar gibi görüneceksin. İş kalmaz merak etme. Nasılsa bir meslektaşın yapar. Çünkü bu ülkede hamaldan çok ne var. İyi ki var böyleleri. Değilse sen ne yapacaksın? Zaten onlar hızlı, sen yavaş olarak dünyanın dengesi böyle sağlanır.

Sonra hiçbir şeyden haberin yokmuş gibi arzı endam edeceksin. Merakını da burnundan soluyan meslektaşına sorarak giderirsin. Çünkü meslektaşın senin görevini sırtladığı gibi senin merakını da gidermekle yükümlü.

Normal hava da bile üşüyeceksin. Havadan dert yanacaksın. Soğukluğu, boş bulduğun her arada biriyle telefonla konuşarak gidereceksin. Unutma. O telefonu kulağından hiç indirmeyeceksin. Bu arada telefonla konuşmada, Avrupa ülkeleri arasında birinci olmamızda payın yüksektir. Bu katma değerden dolayı ülke sana minnettardır.

Fırsat buldukça güz bülüçleri gibi büzüşeceksin. Kendini sıcak yere atacaksın. Birileri kapıyı açık bırakırsa kapıyı örtmek için harekete geçme. Hatta içinden bile geçirme. Nasılsa az sonra biri çıkar. Ona kapıyı örter misin diyebilirsin. Unutma, hasta gibi olacaksın, pek hastalıktan kurtulmayacaksın.

İşten erken ayrılacaksın.

Hayatta hiçbir şeyden haberin yokmuş gibi davranacaksın. Sahici olması bakımından bön bön bakacaksın.

Bu dediklerimi yaparsan ne olur biliyor musun? Başkasına hayatı cehennem yapsan da sen hep cenneti yaşarsın. Bir de o canı tez, sorumluluk sahipleri senden önce bir bir giderken, geride senin kalman yüksek ihtimal. Daha uzun yaşamayı kim istemez değil mi?

Haydi göreyim seni. Dediklerimi ve daha fazlasını harfiyen yerine getir. Unutma, bu hayata bir daha gelmeyeceksin. O yüzden hayatın tadını çıkar. O canı tezler senin bu davranış ve duruşuna kızsa da aslında seni çekemiyorlar. Kıskaçlıklarından bu. Varsın çatlasınlar! 

Futbol Kulüplerine Kayyum

Kayyum mu dersiniz yoksa kayyım mı bilmem. Bildiğim, halk kayyum dese de TDK'nin kayyım yerine kayyımı tercih ettiği. Halk olarak ben de kayyum diyeceğim.
Türkiye'de son yıllarda bir kayyum gerçeği ortaya çıktı. Terörle iltisaklı olan belediye başkanları görevinden el çektirilmek suretiyle yerine o ilçenin kaymakam veya o ilin valisi kayyum olarak atanıyor.
Bu kayyum gerçeğini doğru bulur veya bulmazsınız. Bunun üzerinde durmayacağım. Yalnız seçilen bir belediye başkanı mahkeme kararıyla alınmalı. Yerine de belediye meclisi üyelerden birini başkan seçmeli ya da o ilçe, il belediyesinde yeniden seçim yoluyla yeni başkan seçilmeli. Düşüncesi ne olursa olsun seçilen birinin yerine atanmış birinin belediye başkanı olarak kayyum atanmasını doğru bulmuyorum. Kayyum konusunda bu kadar değerlendirmeyle yetineyim.
Doğu ya da yanlış bu ülkede bir kayyum atama gerçeği varsa bu uygulamayı sadece belediyelerde değil, işini doğru dürüst yapmayan kamu adına iş yapan her bir yer için bu uygulamayı düşünmek gerek. Mesela futbol kulüpleri çok düzgün yönetilmiyor.
Ucundan kıyısından futbol ile ilgilenenimiz varsa bilir ki kulüplerin durumu içler acısı.
Hiçbirinin ülke sınırları dışında gözle görülür ve istikrarı yakalamış bir başarısı yok.
Her sezon şampiyonluğa oynayacak takımlar belli, küme düşmemek için oynayacak takımlar belli.
Kendi ligimizde çekişip duruyorlar.
Çekişmelerinden taraftarın da etkilenmemesi mümkün değil. Ortamı da geriyorlar.
Oynanan maçı konuşmaktan ziyade maç bitiminde hakem konuşmayı, hakemle oynamayı iyi beceriyoruz.
Hepsinden geçtim. Tüm kulüplerimiz borç batağı içerisinde.
Aldıkları futbolcular başka ülkelerin kulüpleri için adeta ıskartaya çıkarılmak üzere olanlar.
Kulüpler alt yapıyı pek önemsemiyor. Her kulüp kendi alt yapısından futbolcu yetiştirmiyor.
Ülkemiz yabancı futbolcuların para kazandığı bir futbol cenneti.
Özellikle Süper Ligde yabancı futbolcu çok olunca milli takım yerli futbolcu bulmada zorlanıyor.
Futbolumuz iyi olmadığı gibi hakemlerimiz de iyi değil. Mevcut hakemleri beğenmeyerek yabancı VAR’a dünya para harcıyoruz.
Ülkenin futbolunu yönetecek hakem de çıkaramıyorsak, dışarıdan adil diye hakem getiriyorsak, vay halimize. Maçlarımızı bile yönetemiyorsak, merak ediyorum bu futbolu biz niye oynuyoruz?
Belli ki kulüplerimiz iyi yönetilmiyor, Federasyon da iyi yönetilmiyor.
Böyle giderse kulüplerin bu borç yükünü çevirebilmesi mümkün değil.
En iyisi, çıkarılacak bir kanunla, şu kriterleri yerine getirmeyen kulüpler kayyuma devredilir denmelidir. Kulüplere, kendilerini, yönetim anlayışlarını ve bütçelerini düzeltmesi için süre verilmeli. Süresi içinde gözle görülür bir düzelme emaresi göstermeyen kulüplere kayyum atanmalıdır. Aynı şekilde bu kulüpleri yönetemeyen Federasyona da kayyum atanmalıdır.

Futbolumuz Nereye Gidiyor?

Bir yere gittiği yok. Gider mi hiç? Gitse, millet kurtulur, ülke rahatlar. Bizde kalmaya devam edecek ki başımızın belası olmaya devam etsin.
Yalnız şu var ki Türk futbolu FB ve GS elinde bir oyuncak. Adeta maskara.
Bu iki kulübün hangisi ehven? İkisi birbirinden beter, birbirinden çirkef. Al birini, vur ötekini.
Çünkü bu iki kulüp, şampiyonlukta birbiriyle yarışacağına; çirkeflikte, hazımsızlıkta, ligi kirletmede, ego tatmininde, hovardaca para harcamada, kulübü borç batağına sürüklemede, kulüplerini ıskartaya çıkmış futbolcularla doldurmada, şımarıklıkta, ortamı germede, çamur ve iftira atmada, oyunu çirkinleştirmede yarışsalar, birbirlerine galebe çalamazlar. Hepsinde berabere kalırlar. Çünkü ikisi de birbirini aratmaz.
Ligin anasını ağlatıyorlar. Ligi, istedikleri şekilde yönetiyorlar. Hakeme baskı yapıyorlar, Federasyona baskı yapıyorlar, ağlıyorlar, sızlıyorlar, şımarıyorlar, gerekli ve gereksiz açıklama üstüne açıklama yapıyorlar.
Türk futbolu şımarık mı arıyor? Bu iki kulübe baksın.
Bu iki kulübün şımarıklığı ortamı boş bulmasından. Nasılsa kendilerine bir şey diyen yok. Meydanı boş bulunca ligi içinden çıkılmaz hale getiriyorlar. Daha doğrusu işin içine ediyorlar.
Merak ediyorum, Federasyon şımarık bu iki kulübe niçin bir yaptırım uygulamaz? Niçin oturun oturduğunuz yerde demez? Ayağınızı denk alın demez?
İşin garibi bu lig bu iki kulübün çiftliği. İstedikleri şekilde at koşturuyorlar. Korunup kollanan bu iki takım. Buna rağmen ortamı etmede üslerine yok. Bu iki takım o kadar korunup kollamaya rağmen bu şekilde ağlıyorsa Anadolu takımları ne yapsın? Çünkü her maç mağdur olan bu takımlar.
Bu kadar korunup kollanmaya rağmen bu iki kulüp Türkiye dışında Avrupa’da başarı gösterseler, hiç gam yemeyeceğim. Tek yaptıkları Türkiye ligini kirletmek. Kirletmekle de kalmadılar, etrafı korkutmaya başladılar.
Bu böyle gitmez. İleride onulmaz yaralar açılmadan bu iki kulübe gerekli müeyyide uygulanmalı. Asla korunup kollanmamalı. Gerekli gereksiz açıklama yapmalarını önüne geçilmeli. Hala kendilerine çekidüzen vermiyorlar mı? Bu iki kulübe kayyım atanmalı.
İnan şaka yapmıyorum. Bu iki kulübe ayar geçilirse ligimizde kalite gelir. Beğenmediğimiz hakemlerimiz maçlarda daha fazla hata yapmaz.

9 Şubat 2025 Pazar

Coğrafyalar İnsanı Kadardır *

Coğrafya kader derler. Buna hem evet hem de hayır demek mümkün. Bakış açısına göre değişir.
Ben kadere ölçü anlamı veriyorum.

Kadere ölçü dersek, bir coğrafyanın yeryüzü şekilleri, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri, dağı, taşı, denizi, gölü, havası, iklimi vs. yönünden bakılırsa o coğrafya kaderdir. Bu kaderde insanın dahli yoktur.

Bu coğrafya şartlarına göre hareket eden, bu coğrafyayı işleyen, yaşanır veya yaşanmaz kılan, içinde yaşayan insandır. İnsan bu coğrafyayı imha da eder, ihya da. Yani coğrafya insanın eseri ve mahsulüdür.

Burada insan kalitesi devreye giriyor. Coğrafyalar insan kalitesi kadar coğrafyadır. İnsanın bu yapıp ettikleri de kaderdir. Yani insan kendi kaderini kendi oluşturur. İnsan coğrafyasına imzasını atar. Bu yönüyle coğrafyalar insanı kadardır.

İnsan vardır, coğrafyasının taşından toprağından, dağ ve bayırından, yeraltı ve yerüstünden faydalanır; eker, biçer, çıkarır, üretir, imal eder. Tüm bunları paraya tahvil eder. Çünkü sadece İstanbul’un değil, her coğrafyanın taşı, toprağı altındır. Yine insan vardır, coğrafyasının etinden, sütünden, yağından, tuzundan faydalanmaz. Becerisini ortaya koymaz. Rahatına düşkündür, hazır yiyicidir.

Elbette her bir coğrafya aynı değildir. Coğrafyanın avantaj ve dezavantajları vardır. Bazısı engebeli bazısı düz bazısı dağlık bazısı verimli bazısı verimsiz. Bazısı bol yağış alır bazısı kuraktır. Bazısı yeraltı ve yerüstü zenginliklere sahip bazısı değil. Bazısı soğuk bazısı ılıman.

Bazı coğrafyalarda yaşamak bazısına göre zor ve meşakkatlidir. Bazıları az bedel ister bazıları çok bedel ister. Bazısında doğa şartları zordur bazısında kolay.

Şu var ki her coğrafyada işlenecek, para ve hizmete tahvil edilecek yerler vardır.

Coğrafya işlendiği kadar değerlidir. Coğrafyaya bu değeri katan insan unsurudur. İnsandır bir coğrafyayı yaşanır kılan da yaşanmaz kılan da.

Coğrafyalar insanı kadar olduğu gibi aynı zamanda yönetenleri kadardır. Yönetenler kendi ikbalini değil de ülkenin ikbalini düşünür, ona göre planlama yaparsa, insanını yönlendirirse, insan kaynaklarını iyi yönetirse ve üretim odaklı planlama yaparsa o ülkenin değeri de artar, içinde yaşayan insanının da.

Mesela bir ülke deprem bölgesi olursa, o ülkede fay hattının geçmesi, zamanı gelince depremlerin olması bir kaderdir. Yalnız depremlerde binanın yıkılması ve enkaz altında insanların can vermesi kader değildir. Önemli olan, yöneticilerinin bu coğrafyaya uygun depreme dayanıklı evlerin yapılması için gerekli her türlü tedbiri alması, insanının da buna uyması.

Eğer bir ülkede her depremin ardından binaların çoğu yıkılıyorsa ve yıkıntının altında insanlar can veriyorsa, bu kaderi oluşturan, görevini tam yapmayan yöneticilerdir. Çünkü bu yıkım yöneticilerin eseridir. Unutmayalım ki deprem değil, yapıp ettiklerimiz öldürür.

Coğrafyasına ve o coğrafyanın şartlarına uygun yaşayanlar, ölmeden huzur ve mutluluk içinde yaşamaya layıktır. Coğrafyaya rağmen yaşam mücadelesi verenler yani coğrafyanın doğal afetlerine uygun yaşamayanlar ise ölmeye ve rezil olmaya mahkumdur.

Sonuç olarak coğrafyayı yaşanır kılan da yaşanmaz kılan da o coğrafyada yaşayan insanlar ve özellikle yöneticilerdir. Coğrafyalar insanı kadardır. Bu coğrafyanın insanları da yöneticileri kadardır.

*18.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.