22 Ağustos 2025 Cuma
Yürüyerek Eline Ne Geçiyor Demeyin!
20 Ağustos 2025 Çarşamba
Bok Böceği
Bugün, gündelik hayatta ağzıma almadığım, yazılarımda yazılışına bile yer vermediğim bir kelimeyi yazımda çok kullanacağım. Ben yazdıkça, siz okudukça ben mahcup olacağım ama ne demek istediğimi ifade edebilmek için mecburum. Şimdiden affınıza sığınırım. Yalnız af talebinde bulunmuyorum. Dikkatinizi çekerim.
Bu suçuma ortak olarak da TDK sözlüğünü alacağım. Öyle ya TDK bile bu kelimeye yer vermişse ben niye yer vermeyeyim.
Uzatmayayım. Bok böceğinden bahsedeceğim size. Adında halavet olmayan bu böceğin faydası çokmuş. Faydalarını yer vermeyeceğim. Bu faydaları merak ediyorsanız sanal aleme başvurabilirsiniz.Bu bok böceğini yazarken aslı var veya yok. Bir hikayeye yer vereceğim. Daha doğrusu fabla. Anlatacağım kısa fablın aslı yoksa bok böcekleri hakkını helal etsin.
Bildiğiniz gibi bok böcekleri yaptığı pislikleri yuvarlarmış. Bu pislik belki de kendi yaptığı pislik de olabilir. Belli ki bu evrende ona biçilen rol bu. Yaptığı iş boktan iş olsa da görevini yaptığı için ancak takdir ederiz. Çünkü hakkıyla yapılan her görev kutsaldır. Buraya kadar bok böceğinin yaptığına eyvallah. Sanırım bundan sonrası uydurma olsa gerek. Bok böceği pisliğini yuvarlarken "Etraf ne pis kokuyor" diye burnunu tıkarmış.
Öyle zannediyorum, bok böceği her ne kadar burnunu tıkasa da etrafı kirletenin kendi pisliği olduğunu biliyordur. İnşallah çevreyi başkası kirletiyor ve kokutuyor diye düşünmüyordur.
Bu da nereden aklına geldi. Kim kokutacak. Elbette bok böceği kokutuyor diyebilirsiniz. Böyle derken bok böceğinin etrafı kendisinin kokuttuğunu inkar ettiğini ben de sanmıyorum. Belki de hiçbir hayvan yapıp ettiğini gizleme durumunda değildir. Bu olsa olsa insana mahsus bir şey olsa gerek. İnsanın içinde elbette istisnaları vardır. Bu haltı ben işledim diye itiraf eder. Hatta döner döner özür diler.
Ama tüm insanlar böyle değil. Öyleleri var ki tıpkı bu bok böceği gibi ortalığı kirletir, etrafı kokutur. Duyarlı insanlar kokudan burnunu tıkar. Nereden ve kimden geliyor bu koku dendiği zaman "Şu kokutuyor, bu pisledi, bundan dolayı" şeklinde birileri birilerini hedef gösterir. Pisliği daha doğrusu boku başkasının üzerine yıkar. Bu, iftira olur demeyin. İçimizde bunu bal gibi yapanlar var. Buna teşne olanlar da. Bu teşne olanlar, bokun başkası tarafından yapıldığına ikna olurlar. Kokunun başkasından geldiğine dünden razılar. Hiç üzerlerine toz kondurmazlar. Etrafı sevdikleri kişilerin kokuttuğuna da inanmazlar. Çünkü meslek edinmişler bunu. Bir kısmının da bağışıklık yaptığı için burunları koku almıyor.
Beni üzen de bu tip insanların kokudan haberdar olmaması. Haberi olsa da ortamı kirletenin, hayatı yaşanmaz hale getirenin başkası olduğuna inanması.
İstiyorum ki etrafı kokutanların ve bu kokudan rahatsız olmayanların ya da kokuyu başkasının üzerine atanların tıpkı bok böceği gibi etrafı kokutanın kendileri olduğunu bilmeleri. Heyhat ki heyhat.
Çok fazla ileri gitmeden bu bok ve pisleme konusunu kapatmak istiyorum. Yalnız başımdan geçen bir anekdota kısaca yer vererek yazımı nihayete erdireyim.
Adana'da çalışırken birkaç kalem alışveriş için cadde üzerinde bir markete girdim. Evde misafir olduğu için markette hiç oyalanmadım. Alacağımı alıp ödemeyi yaptım. X-Ray cihazından çıkarken ardımdan bir kadın da cihazdan geçti.
Cihazın ötmesiyle birlikte, ne oluyor diye ardıma baktım. Başta güvenlik olmak üzere markettekilerin gözü üzerimizdeydi. Acaba cebimde markete ait bir şey olabilir mi diye kendimden endişelenmedim değil. Şu var ki yüzüm zaten kırmızı. Bu olayla birlikte utancımdan oldum kıpkırmızı.
Güvenlik görevlisi yanımıza doğru gelirken ardımdan bana değecek gibi bir hızla X-Ray cihazından geçen kadın, "Beyefendiden geliyor ses" dedi. Parmağıyla beni gösterdi. Kıpkırmızı olmaya devam. İşim ne başka.
Güvenlik, bir daha geçelim cihazdan. Ama tek tek dedi. Önce ben geçtim. Bir hızla kadın da geçti. Cihaz öttü tekrar. Kadın yine bu beyefendiden dolayı ötüyor dedi. Bu arada kadına göre beyefendi ben oluyorum.
Uzatmayayım. Güvenlik, hanımefendi! Siz benimle gelir misiniz deyip kadını içeri götürdü.
Bu anımda gördüğünüz gibi bok, sidik yok. Marketi kirleten kadının, yaptığı hırsızlığın savunulur bir tarafı yok. Yalnız marketi kirleten kendisi olmasına rağmen bu pisliği yapanın ben olduğumu hedef göstermesi beni düşündürüyor. Etrafınıza bir bakın ya da elinizi çenenize koyup bir düşünün. Etrafı kokutan kimler var? Pisleyenin kendisi olduğunu kabul etmeyen kimler var? Yaptığı pisliği başkasına sıvayan kimler var? Bu tür iftiralara teşne kimler var? Bunların sayısı ne kadar? Kimlerin burunları koku almıyor, gözleri görmüyor, idrak yoksunluğu çekiyor ve etrafın pisliğini sineye çekiyor, başkasının üzerine yıkıyor ya da buna sessiz kalıyor veya bunu savunuyor?
19 Ağustos 2025 Salı
Neyin ya da Kimin Düşmanıyım?
Geçen gün bir akrabamın yanına vardım. Selam, kelam, hal hatırdan sonra akrabam konuyu dönüp dolaştırıp bir yere getirdi:
"Bir yerde, senin daha önce konuşma arasında söylediğin bir cümleyi sarf ettim. Kim söyledi bunu dediler. Ben de senin adını verince, 'Ha o mu? O, ... düşmanı' dediler. O düşman ben oluyorum.
Evet, aynen böyle demişler. Sözüm üzerine olumlu ya da olumsuz bir şey deseler, sizin akraba yanlış söylemiş. Biz buna katılmıyoruz deseler hiç gam yemeyeceğim. Çünkü sözüme dair bir şey söylemeden hakkımdaki kanaatlerini izhar etmişler. Anlaşılan o ki akrabamın yanındakiler beni tanıyan birileri. Artık ne kadar tanıyorlarsa diye hiç merak etmiyorum. Belli ki hakkımda hüküm vermişler. Ben birilerinin düşmanıymışım. Kanaat böyle olunca onların yanında sözümün hiçbir kıymetiharbiyesi olmaz. Çok da tın.
*
Bir başka akrabam var. 80'i devirmiş. Yaşının gereği yürümekte zorlanır. Çünkü dizlerindeki sıvı bitmiş. Çok sık olmasa da zaman zaman ziyaret ederim. Selam, kelam, hal hatırdan öte pek bir şey de konuşmam. Soru sorarsa kısa ve net cevap veririm. Çayımı içer, müsaade alır, kalkarım.
Bu demek değildir ki hiç konuşmam. Bu akrabamın yanında başkaları da varken, dert edindiğim konulardan birini biri açmış, görüşümü sormuşsa, doğru ya da yanlış o konudaki görüşümü söylerim. Söylediğim sözün doğru olduğunu dayatma gibi bir niyetim hiç olmadı.
Bir, iki bu şekil görüşümü sessizce dinleyen bu akrabam, yok öyle değil deyip hiç söze karışmadı. Yanlış düşünüyorsun demedi. Sessiz sessiz dinledi.
*
Bir zaman bir çarşının üçüncü katında esnaf olan bir başka akrabam, "Senin çok yakın bir akraban geçen gün buraya yanıma geldi. Görüşlerinden dolayı dert yandı." Şu arkadaşına bir şey söyle. Ne biçim konuşur böyle" dedi. Kim bu akraba dedim ise de kim olduğunu o söylemedi, ben de üstelemedim. Ama kim olabilir beni tanıyan bu akrabam diye zaman zaman merak etmedim değil.
Aradan epey bir zaman geçtikten sonra esnaf arkadaş, "Geçti gitti. Haberi olmasın. Bir zaman ne biçim konuşuyor, nasıl böyle düşünür diye bana dert yanan akraban falan idi" dedi.
İsmini duyunca şaşırdım. Ne ara buraya, nasıl geldi. Mübarek yürümede zorlanıyor. Madem fikrimden zikrimden şikayetçi. Sana gelinceye kadar bunu bana söyleyebilirdi. Vay be! Nasıl akrabaymış böyle. Üstelik görüşüme başta o olmak üzere kimse katılmak zorunda değil. Garibime giden, o ayaklarla buraya kadar üşenmeyip nasıl geldiği ve benden dert yandığı türünden bir şey söyledim.
Verdiğim iki örnekten anlaşılacağı üzere birileri hakkımda hükmümü vermişler. Onlar nezdinde sözümün hiçbir değeri yok. Ki olabilir. Ama bunu bana söyleyecek özgüveni ve cesaretleri de yok. Fikre fikirle mücadele gibi bir çap ve kapasiteleri de yok. Tek yaptıkları, ardımdan konuşmak, beni başkasıyla çekiştirmek. Bu tip mıymıntı tiplerle işim olmaz. Çünkü ön yargı ve sabit fikirlilikleri tavan yapmış durumda. Belli ki fikir diye birilerinin şakşakçılığını yapıyorlar. O birilerinin yapıp ettiklerini, kırıp döktüklerini yazıp çizen veya ortamında konuşan beni sırf bu yüzden düşman bellemişler.
Ama bunların beni anlamasını istemiyorum. Çünkü ön yargılı trollere hiçbir şey anlatamazsın. Anlatsan da anlayacak kapasiteleri yok. Kafalarını kuma gömmüşler. Dünyayı kendi sabit fikirlerinden ibaret görüyorlar. Aslında bunlara hoşlarına giden şeyleri söylesen, onların dümen suyuna girsen, senden iyisi olmaz ve seni el üstünde tutarlar.
Bu iki örneğe bakarak düşünmeden edemiyorum. Ben mi birine, birilerine, bir şeye düşmanım, onlar mı fikrimden dolayı bana düşman olan?
Şu bilinsin ki hiç kimsenin düşmanı değilim. Asla kişiselleştirmem. Kin de gütmem. Hiç düşmanlığım yok mu? Düşmanlığım var elbet. Ama kişilerden ziyade o kişilerin yapıp ettiklerine, bir şeyi iyi yapacağına inandığım halde yapamadığı gibi kırıp dökenlere, beni hayal kırıklığına uğrattıkları için yapılan şeylere düşmanlığım daha doğrusu serzenişim olur. Bu düşmanlığım elime silah alıp onları topla tüfekle vurmak şeklinde değil. Yapılıp edileni yazı konusu edinir, yapılanı ince ince eleştiririm.
Sorarım. Ne zamandan beri bir konuda fikir serdetmek, birilerinin yapıp ettiklerini yanlış yapıyorsunuz diye eleştirmek düşmanlık oluyor?
Konuşmak ne zamandan beri düşmanlık oluyor? Unutulmasın ki ucunda mimlenme de olsa yazıp çizenden ve konuşandan zarar gelmez. Çünkü ısıracak köpek havlamaz. Ancak yere bakan yürek yakan, görüş serdetmeyenlerden zarar gelir. Görünen o ki bu tiplerin, arkandan kuyunu kazma düşmanlığı olduğu gibi sana iftira atmayı da iyi beceriyorlar.
Neuzu billah böylelerinden.