14 Ağustos 2025 Perşembe

Dışarıda Top Koşturan Futbolcularımız

Başta şampiyonluğa oynayan büyük takımlarımız olmak üzere Süper Lig ve PTT 1.Liginde, yabancı ülkelere mensup futbolcuların ağırlığının olduğu bir vakıa.

Yüksek paralar vererek büyük umutla transfer edilen yabancılar, takımların ilk on birinde yer alsa da almasa da verimli olsa da olmasa da kapağı bu ülkeye attı mı, kolay kolay gitmiyor. Gerekirse bir başka takıma kiralık gidiyor, başka takıma transfer oluyor ama kolay kolay gitmiyor. Yani kahir ekseriyeti bu ülkede kalıcı oluyor.

Niçin gitmiyorlar? Ya iyi kazanıyorlar ya bu ülkede top koşturmaktan mutlular ya elleri mahkum ya da profesyonelliğin gereğini yapıyorlar.

Sebep her ne ise görünen o ki bu ülke yabancı futbolcular için bir cennet mesabesinde. Bu ülkede bol bol para kazanıyorlar.

Yabancı futbolcuların durumu bu iken bu ülke insanının dışarıda top koşturan kaç futbolcusu var? Bildiğim kadarıyla bir elin parmaklarını geçmez. Bugün Avrupa kulüplerinde top koşturan milli futbolcularımız da Avrupa kulüplerinin alt yapısından yetişen futbolcular. Bu ülkede parlayıp da Avrupa kulüplerine transfer olan milli futbolcularımızın da tutunamayıp geri geldiğini görüyoruz. Kazara tutunan bir futbolcumuz olsa bile bir başka kulübümüz yüklü miktarda para vererek o futbolcuyu tekrar ülkeye getiriyor.

Aklımda kaldığı kadarıyla 2000 UEFA kupasını kazanan GS alt yapısından yetişen milli futbolcular, Avrupa kulüpleri tarafından transfer edilmişti. Bu futbolcuların çoğu, gitmesiyle geri dönmesi bir oldu. Emre Belazoğlu biraz tutunacak gibiydi. Aziz Yıldırım FB'ye transfer etti. GS'den Benfica kulübüne giden Kerem Aktürkoğlu'nun ismi de FB'ye transfer edilecek diye geçiyor. Halbuki Kerem gideli daha bir sezon oldu. İsterim ki Kerem yurtdışına kalsın. Sadece Kerem değil, giden her futbolcu gittiği yerde kalıcı olsun. Bu vesileyle bu ülkeye döviz getirsin.

İşin garibi bu ülkeden kelepir fiyata transfer edilen bu futbolculara astronomik paralar vererek geri getiriyoruz. Avrupa'ya giden futbolcularımız da haliyle tutunamayıp annelerinin ligine geri dönüyor.

Bunun tek istisnası, Tugay Kerimoğlu. GS alt yapısından yetişip uzun yıllar takımında ter döktükten sonra Ranger'de bir sezon top oynayıp ardından 8 yıl da Blackburn Rovers'da oynadı. Avrupa'ya gidip tutunan belki de tek futbolcumuz Tugay'dır. Başka varsa da bilmiyorum. Bugün Avrupa'da top koşturan lejyonerleri saymıyorum. Çünkü onlar Avrupa kulüpleri alt yapılarında yetişmiş milli takımda oynayan futbolcular.

Bu demektir ki Avrupa, Afrika vs. ülkelerden hep futbolcu transferi yapıyoruz. Fakat biz o kadar futbolcu ihraç edemiyoruz. Ülkemizdeki yabancı futbolcular ülkelerine döviz götürüp ülkelerine katkı sağlıyor. Bizimkiler ise kazandırmadığı gibi üste para verip geri alıyoruz. Bir türlü profesyonelliği öğrenemedik gitti.

Kulüplerimiz dünyanın parasını vererek transfer ettiği yabancı futbolcular ile Avrupa’da başarı gösterseler, hiç gam yemeyeceğim. Her sezon ülkemizi Avrupa kupalarında temsil eden takımlarımız tel tel dökülüyor. Avrupa’nın mahalle takımlarına elenip annelerinin ligine geri dönüyor. İnanın, kendi insanımızdan oluşturulacak futbolcularla şampiyonluğa oynayan takımlarımız yine şampiyon olurlar. Durum bu iken yabancı futbolculara bu kadar para niye?

Bir de şu durum var. Bu da profesyonellikle bağdaşmıyor. Bir takımla özdeşlesen bir futbolcu başka bir kulübe geçince hoş karşılanmıyor. Satılmış olarak görülüyor. Kazara eski takımına bir gol atsa, gol sevinci yaşasa ya da ayağına her top geldiğinde yuh tezahüratları yapılıyor. Bunu da anlamadım gitti. Bu da profesyonelliği anlamadığımız ve her şeye duygusal yaklaştığımızın bir göstergesi. Halbuki etik olan, kim hangi kulübün formasını giyiyorsa, formasının hakkını vermesi ve o kulübü namına ter dökmesidir.

Tarihi Buğday Pazarı'nda Tarih Kokmuyor

Bir yazımda, Avusturya'ya gitmek için başvuru yapan çifte, Avusturya hükümetinin; "Niçin gelmek istediklerini, geçimlerini nasıl sağlayacaklarını, düşündükleri iş yeri için o bölgede aynı işi yapan şu kadar firma olduğunu, bu bölgede o iş yerini açmaya izin veremeyeceklerini, bu iş yerini ancak falan bölgede açabileceklerini, iş yerini açtıktan şu kadar zaman sonra bu kadar kazanç elde ettiklerini belgelemelerini, aksi takdirde oturum izni vermeyeceği" türünden sorup soruşturduğunu, şartlar yerine getirildikten sonra Avusturya hükümetinin çifti ülkelerine kabul ettiğini yazı konusu edinmiş, bizde niçin böyle oturmuş bir devlet düzeninin olmadığına dikkat çekmeye çalışmıştım.

O yazımda açılacak iş yerinin yerine bile Avusturya hükümetinin müdahale ettiği, bunun o bölgedeki aynı işi yapan firmaları korumaya yönelik olduğu da dikkat çeken husustu. Bizde ise iş yeri planlaması yapılmamakta. İsteyen herkes istediği her yerde ve aynı bölgede aynı işi yapabildiği ise hepimizin malumu.

Avusturya ve ülkemizi bırakıp Konya'ya geleyim. Sizi Tarihi Buğday Pazarı çarşısına götüreyim. Burasını Konya'da yaşayanlar bilir. Nicedir atıl durumda olan bu yer bir zamanlar Eski Buğday Pazarı diye bilinirdi.

Bu tarihi çarşı restore edildi. Daha doğrusu aslına uygun yeniden yapıldı. Halkın ve esnafın hizmetine sunuldu. Atıl durumda iken in cin top oynayan bu çarşı, şimdilerde insan yoğunluğu bakımından hareketli. Çarşının hareketliliği, esnafın müşteri çekmesinden kaynaklanmıyor. Çarşı içinde bulunan 7-8 tane çay ocağına geliyor insanımız.

Çay ocakları küçük olmasına rağmen çarşının avlusuna konan masa ve sandalyeler, sabahtan akşama eşiyle, dostuyla muhabbet edip vakit geçirecek ve çay içecek kişilere ev sahipliği yapıyor.

Bu kadar çay ocağını görünce, bu çarşıya Tarihi Buğday Pazarı demekten ziyade "Çay Ocakları Çarşısı" ismini vermek daha uygun düşer.

Hepsinin az veya çok müşterisi olsa da bir çarşı içinde yan yana ve karşılıklı bu kadar çay ocağı plansızlığımızın bir göstergesi. Avlusunda bu kadar oturmuş erkeği gören kadın müşterinin de bu çarşıya gelip küçük esnaftan alışveriş yapması pek mümkün görünmüyor. Zaten çay ocakları dışında burada dükkan açan esnaf adeta sinek avlıyor. Çünkü diğer esnaf da pek farklı bir şey satmıyor. Haliyle çarşı müşteri çekmiyor. Sadece çay satıyor.

Aslına uygun yapılan, zaman zaman oturup çay içtiğim ve vakit geçirdiğim bu çarşının, adına uygun tarihi bir çarşı olmasını isterdim. En azından tarihi hatırlatan, tarih kokan bir çarşı planlanabilirdi. Bu çarşıda ne olabilir ya da neler satılabilirdi? Pekala çarşıdaki kaç dükkanın hangi işi yapabileceği planlaması yapılabilirdi.

Mesela, bu tarihi çarşıda, yok olmaya yüz tutmuş ve can çekişen mesleklere yer verilebilirdi. Kalaycılık, bakıcılık gibi. Sanat değeri olan el sanatları gibi. Antika halı gibi. Yine bu çarşıda, adına uygun olarak ata tohumu satan esnaflara yer açılabilirdi. Aynı şekilde antika eşya satan esnaf da düşünülebilirdi.

Bir çarşıda elbette çay ocağı, wc, küçük bir mescit olsun. Ama bu çarşıyı çarşı yapacak, müşteriyi buraya çekecek satış çeşitliliği olmalı. Adına Tarihi Buğday Pazarı denmişse, bu çarşı buram buram tarih kokmalıydı. Bu çarşı da diğerlerinden farklı olmayacaksa, isteyen istediği şeyi satacaksa, o zaman bu çarşının başındaki Tarihi ibaresini kaldırmak gerek.

Devletin Boşuna Günahını Almışım!

21.07.2025 tarihinde Afyonkarahisar, Sultandağı mevkiinden geçmiştim. 

Bölünmüş yolun hakkı 110 km imiş. Bu hakkı kullanarak yol alıyorken hız limitinin 70 km yazılı levhayı görmüştüm. Frene basıp yavaşlayarak geçtim.

22.07.2025 günü e posta adresime e-Devlet Kapısı'ndan bir bildirim geldi. "Aracınıza ceza düzenlenmiştir" şeklinde.

Hız ihlalini kaçla ihlal ettiğime dair başka da kayıt kürek yoktu. Sadece asgari hız limitinden ceza düzenlendiğine dair 51/2-a ceza maddesi yazıyordu. Oldu olacak, 15 gün önce erken yatırma indiriminden yararlanayım deyip beyan ile cezamı ödedim. 

2167 lira olan cezamı erken ödeyerek 1625,25 TL ödemiş oldum. 

Ödedim ama ödemenin acısıyla mıdır, çenem durmadı. "Olmaz böyle. 110 ile giderken hız sınırını 70'e indirerek EDES uygulaması yapmakta neymiş. Bu yoldan gelip geçen herkes ceza yer. Belli ki devlet bütçeyi düzeltmek için bu yola bel bağlamış. Böyle devlet olur mu?" türünden homurdandım durdum. 

Cezanın acısı geçmiş ve homurdanmayı bırakmıştım ki çarşıdan eve girerken posta kutusunda resmi bir evrak gördüm. Evrak ceza evrakı idi. Görevli memur da zile basmadan imza ve tebliğ tarihini attıktan sonra apartmana koyup gitmiş. 

Ödemesi yapıldığı için evrakı açma gereksinimi duymadım. Alıp eve koydum. Sonra acaba kaçla geçmişim diye merak edip evrakı açtım. 

Evrakı açınca birbiri içine girdirilmiş üç evrak çıktı. Evraklara göz gezdirdim. Gördükçe hayranlığım arttı devlete. O kadar özene bezene ve şeffaf hazırlanmış ki itiraza ve homurdanmaya mahal bırakmamış.

Üç evrak:

Trafik kural ihlali tespit formu,

Trafik idari para cezası karar tutanağı, 

Trafik idari para cezası karar tutanağı tebliğatı.

A4 kağıdından ibaret trafik kural ihlal tespit formunda yok yoktu: 

İhlalin tarihi: 21.07.2025

Saat, dakika ve saniyesi: 12.25.01

Kontrol hız limiti: 80

Kontrol mesafesi: 1261

Araç hızı: 92

Ölçüm aleti: EDS

İhlal yeri:

Ceza maddesi: 52/2-a

Araç bilgileri: 2000 model beyaz Nissan otomobil

Tespit eden, döküm zamanı ve döküm yerine de yer vermiş. 

Tüm bunlar yetmemiş. Aracımın iki tane fotoğrafına yer vermiş. Üç adet plakanın fotoğrafına. Yanımda önde oturan eşimin camı da karartılmış. 

Kısaca bir adet A4 kağıdına neler sığdırmış neler. Homurdanma. Dertlenme. Şikayette bulunma. İşte yaptığının belgesi. Halep orada ise arşın burada diyor. Bu hizmetimizi de unutma diyor. 

Diğer iki kağıtta da (karar ve tebliğ) tutanağında da yok yoktu. 

Tüm bu hizmetleri görünce devlet benim için seferber olmuş deyip mahcup oldum. Radarı görmüyorsun, al bari bunları gör, hepsi saati saatine belgeli demeye getiriyor. 

İnanın, devletin bir ceza için bu kadar efor sarf etmesini, hepsini kaydetmesini, e Devlet aracılığıyla duyurmasını, üzerine her şeyin tutanağını tutup adresime göndermesini düşününce, aldığı bu ceza az bile dedim. Çünkü aldığım cezanın verilen hizmetin yanında esemesi okunmaz.

Kısaca devlet beni mahcup etti. Boşu boşuna devletin günahını almışım.

Not: Bu ceza yazısı yediğim trafik cezasına dair kaçıncı yazı. Yani belki de 20 yılda yediğim ilk ceza. Aynı cezaya işaret eden yazılarıma bakarak bu adam durmadan trafik cezası yiyor diye düşünmeyin. Hiç olmadığı kadar trafik kurallarına uyuyorum. Zaten elim mahkum.