22 Haziran 2025 Pazar

Soğan ve Patatesin Saltanatı

Pul olmuş paramıza rağmen geçen yıldan bu yana soğan ve patates fiyatları diğer sebze ve meyveye göre dip yapmış durumda. Soğan bu günlerde 8-11 lira fiyat aralığında. Patates ise 12-19 arasında inip çıkıyor.

Soğan ve patates önceki yıllara göre az mı yetişiyor? Soğanı bilmem ama önceki yıllara göre patatesin rokeltosu yüzde elli azalmasına rağmen patatesin fiyatlarında bir yükselme durumu söz konusu değil.

Merak ettiğim, diğer ürünlerdeki maliyet ve girdi fiyatları patates ve soğana niçin yansımıyor?

Bu iki ürünün çok düşük miktarda seyretmeyi, tüketici olarak benim hoşuma gidiyor. Yalnız tek başına tüketicinin yüzünün gülmesi bir şey ifade etmiyor. Aynı zamanda üreticinin de yüzünün gülmesi gerekiyor.

Hasılı patates ve soğanın fiyatlanmasında bir gariplik olduğu besbelli. Bu durumu da anlamak mümkün değil. Hele rekoltesu düşmesine rağmen bu fiyat normal değil.

Halbuki kaç yıl boyunca bu ülkede patates ve soğan zam şampiyonu idi. Ne patatesin ne de soğanın yanına varılabiliyordu. Cep yakıyordu adeta. Ülke gündemine oturmuş, siyasetin konusu olmuştu. Bu iki ürün stoklanıyor diye çoğu yerlere baskın bile yapılmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam ihtiyacı karşılamak için patates ve soğan bile ithal edilmişti.

Soğan ve patatesin zam şampiyonluğu sadece bir yıldan ibaret değildi. Kaç yıl devam etti bu şampiyonluk.

Öyle zannediyorum bu iki ürün zam şampiyonu olunca zevkten dört köşe olmuştur yıllar yılı. Uzun yıllar zirvede olmanın ardından, iki yıldır yerlerde sürünen patates ve soğanın dili olsa biz bu duruma düşecek biri miydik derdi.

Patates ve soğanın uzun yıllar zirvede olup ardından düşmesi hali sadece bu iki ürüne mahsus değil. Firmalarda da oluyor, insanlarda da oluyor. Bir bakmışsın zirvedeler. Bu saltanat sona ermez havası oluşur. Sonra bir bakmışsın diplere inmiş. Ne idik ne olduk denir bu duruma.

Soğan ve patatesin inişi çıkışı neyse de firmaların ve insanların zirveden sonra inişi pek tasvip edilmez. Çünkü zor bir durum.

21 Haziran 2025 Cumartesi

Kendimi Bir Değersiz Bir Değerli Hissettiğim An

Kendimi bir değersiz bir değerli hissediyorum. Anlayacağınız iki haletiruhiye taşıyorum.

Değersiz hissedince, dünyada bir karşılığım yok diyor kendimi dünyaya yük gibi görüyorum.

Değerli hissedince, vay be! Ben neymişim. Şu saygıya bak diyorum. İçim içime sığmıyor. Bir sevinç bir sevinç. Anlatılmaz yaşanır bu hal.

Kendimi ne zaman değersiz ne zaman değerli hissediyorum.

Açıkçası muhit ve mevkie göre değişiyor. Daha doğrusu sürücülerin keyfine göre değişiyor benim değersiz ve değerli hissetme halim.

Bu hal yani değerli ve değersiz hali genelde kaldırımdan karşıdan karşıya geçerken oluyor.

Ömrüm yürüyerek geçince ister istemez yollarda karşıdan karşıya geçme eksik olmaz.

Karşıdan karşıya geçeceğim. Önce soluma, sonra sağıma bakıyorum. Ta uzaktan bir araba geliyor. Onun hızını kesmeden geçerim diyorum. Adımımı yola atıyorum. Atar atmaz, o kendi halinde bir hızla gelen sürücü gaza basıyor, kornaya yükleniyor. Geçme, ben geliyorum. Beni bekle diyor kısaca. Şayet onu dinler, adımımı geri kaldırıma çıkarırsam, hah şöyle. Bana saygı duymayı bileceksin dercesine, tepki göstermeden gidiyor. Buna rağmen ben geliyorum, görmüyor musun dercesine tepki gösteren de eksik olmuyor.

Gaza yüklenmesine rağmen sürücü gelmeden ben onun geldiği şeridi boşaltıyorum. Ama beyefendi, şerit değiştirerek basıyor da basıyor gaza. Adeta yolu değil, beni takip ediyor. Bir afra bir tafra. Görmelisiniz. Uzun korna sesini söylemeye gerek yok zaten. Onun geçişini engellemeden orta refüje çıkmama rağmen yanımdan geçerken yapılan el kol işaretlerini, efir nefir ağzını bilmem söylememe gerek var mı?

Ya Rabbim, niye ben bu yoldan geçtim. Vara bu tabakhaneye giden mikrobun geçişini bekleseydim diyorsun. Ama son pişmanlık fayda vermiyor. İşte bu durum kendimi değersiz görmeme sebebiyet veriyor.

Kendimi böyle hep değersiz hissetmiyorum tabi. Aşağı yukarı her gün Anıt mevkiinden geçerim. Burada trafik lambası yok. Amber Reis Camiini soluma alıp Konya Lisesine doğru yoldan geçmek istediğimde kaldırıma gelip duruyorum. İstiyorum ki akan trafik bitsin, yol boşalınca karşıya geçeyim. Ne mümkün beklemek. Daha ayağımı yola atmadan kaldırımda beklerken gelmekte olan araç duruyor. Yol veriyor. Geç kardeşim, ben seni beklerim diyorsun. Ne mümkün. Sürücü duruyor. Ne kadar yaya varsa karşıdan karşıya geçmesini bekliyor. Sen geçmek için niyetlenmesen bile bunu yapıyorlar. Bu durumu gören her yaya, karşıdan karşıya geçerken elini kaldırıp sürücüye teşekkür edip yoluna devam ediyor. Hatta sürücüyü beklettim diye hızlı hızlı geçiyor yoldan.

Aynı durum Konya Lisesini sağına alıp Anıt'a doğru geçerken de ayniyle vaki. Her araç durup yayaya yol veriyor. Yeter ki kaldırımda bekleyen bir yaya görmüş olsunlar.

Anıt mevkiindeki yayaya yol verme hali birkaç güzergahta da böyle. Haliyle ne zaman Anıt mevkiindeki kavşaktan geçsem, kendimi hep ve pek değerli hissederim. Keyfime diyecek olmaz. Bir mutluluk bir mutluluk. Ben neymişim diyorum.

Kendimi değerli hissede hissede sevinç ve mutluluk içerisinde ayaklarım yere değmeden yoluma devam ederken, acaba bu Anıt mevkiinden geçen araçlar bu şehre ait sürücüler değil mi sorusunu sormadan edemiyorum.

Gönül istiyor ki Anıt mevkiindeki kavşakta sürücülerin yayalara gösterdiği bu hassasiyet diğer mevkilerdeki kavşaklarda da yaygınlaşsın.

Bu arada, sürücülerden beklediğimiz bu hassasiyeti yayalardan da beklemek lazım. Çünkü öncelik bizim diyen öyle yayalar var ki bu önceliklerini ışıklı kavşaklarda da görmek istiyorlar ve trafiği birbirine katıyorlar. Bu kadar hassasiyet fazla yayalar. 

Kimlerle Konuşmak İsterim

Sırtında yumurta küfesi olmayacak.

Köprüden geçinceye kadar ayıya dayı demeyecek.

Başıma bir şey gelir korkusu olmayacak.

Bağlı bulunduğu bir camia, cemaat ve ideolojisi olmayacak. Varsa da okları ilk önce ait olduğu yere doğrultacak. Şurada, burada, şöyle şöyle yanlış yapıyorsunuz diyecek.

Aklını kimseye kiraya vermeyecek.

Makam, mevki ve şöhret peşinde koşmayacak.

Makamımı kaybederim endişesi taşımayacak.

Başkasının gözündeki çöpü görürken kendi gözündeki merteği de görecek.

Körü körüne yanlışı savunmayacak. Hayata tek gözlükle bakmayacak.

Seni dinleyecek, cevap verecek. O konuşacak, sen dinleyeceksin.

Konuşurken bildik şeyleri söylemeyecek. Hep somurtmayacak hep de konuşmayacak.

Ne olur ne olmaz, yerin kulağı var demeyecek. Doğru bildiğini her platformda söyleyip renk verecek. Ben buyum, böyle düşünüyorum, bu da düşüncem diyecek.

İçini dökecek. İçi dışına yansıyacak. Neyse o görünecek.

Kınayanın kınamasına aldırmayacak.

Soracak, sorgulayacak.

İyiye ve kötüye dair şeylerin hakkını verecek.

Olayların perde gerisini görecek.

Güce tapmayacak, gücünü güçten almayacak vs.