20 Mayıs 2025 Salı

Başarıda Aidiyet Duygusunun Rolü *

Galatasaray'ın iki bin yılında aldığı UEFA kupasında, takımda oyuncu olarak görev yapan Romanyalı Hagi ve Popescu, Galatasaray'ın 5.yıldızı alacağı 25.şampiyonluk maçı için 25 yılın ardından İstanbul'a gelip eski takımlarına destek oldular.

GS yönetimi davet etmiş, onlar da kalkıp gelmişler. Bu, olsa olsa bir aidiyet duygusudur. Bir yerde aidiyet duygusu varsa orada bir kültür oluşmuş demektir.

GS, aidiyet duygusu ve kurum kültürünü oturtmuş bir kulüp olarak birçok kulüp ve kuruma örnektir. GS bu yönüyle bir okuldur.

Aidiyet duygusu ve kurum kültürüne verebileceğim tek örnek iki Romen futbolcu değil. Aynı zamanda GS yönetiminde de bir kurum kültürü var. Kulübe başkan olan eski ve yeni yöneticilerin sırt sırta vermesi, birbirleriyle kanlı bıçaklı olmaması, maçlarda yan yana oturmaları, GS'nin başarısı için kenetlenmeleri, kulüpte ikiliğin olmaması, eski ve yeni yöneticilerin dışarıda birbirini eleştirmemesi buna bir örnektir.

Yine takıma bir yıllığına kiralık gelen Osimen'in kırk yıllık bu takımın futbolcusu gibi aidiyet hissetmesi de verebileceğim örnektir.

Belki de Galatasaray'ı başarıya götüren bu aidiyet duygusu ve kurum kültürüdür. Her ne kadar yapı vs. gibi bahanelerle GS'nin başarısı gölgelenmek istense de GS'nin UEFA ve Süper kupayı alması, 25.şampiyonluğa ulaşması ve beşinci yıldızı takması tesadüf değil. Bu başarıda takım ve kulüpteki aidiyet duygusunun payı büyüktür.

GS'de olan bu aidiyet duygusu ve oturmuş kurum kültürü niçin başka kulüplerde ve başka kurumlarda yok?

Kurum kültürü ve aidiyet duygusunun olması gereken yerlerden bir tanesi de okullardır. Maalesef çoğu okulumuzda bu kültür olmadığı için mezun olan öğrenci ya da o okulda görev yapıp ayrılan öğretmen o okula dair bir şey hissetmiyor. Çünkü okula geldiği zaman birlikte çalıştığı yönetici gitmiş, arkadaşları ayrılmış olabiliyor. Okulunu ziyarete geldiği zaman kimse sahiplenmediği için kişi kendini yabancı hissedebiliyor. Bu, bir nevi okulun hafızasının kalmaması demektir.

Okullarda kurum kültürünü yerleştirmek için Milli Eğitim Bakanlığı çaba gösterse de bu konuda çok başarılı olduğu söylenemez.

Sadece okullar ve futbol kulüpleri değil, birden fazla insanın olduğu her yerde mutlaka aidiyet duygusunun ve kurum kültürünün oluşturulmasında yarar görüyorum. Bir yerde bu dediğim varsa orada ekip ruhu vardır, hasbilik vardır. İnsan böyle yerde kendini evinde gibi hisseder. Bunların olduğu yerde huzur, barış ve mutluluk olur. Başarı da bunların arkasından gelir.

*30.05.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Düşmanla Ayakta Kalmak

Bir zamanlar bu ülke, laik-seküler ve mürteci diye kutuplaştırıldı. Siyasette ve basında sürekli irtica korkusu pompalandı. Başörtüsü siyasi simge kabul edildi. Başörtülülere okullar ve kamusal alan dar edildi. Seçimlere bu gerilimle gidildi. Birkaç dönem seçimler bu atmosferde yapıldı.

Bir ara kutuplaştırmanın adresi Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) idi. Televizyonlar günlerce Ergenekon'dan bahsetti. Çoğu kimse Ergenekoncu diye içeri atıldı.

Bu süreçte asker darbe yapacak korkusu pompalandı. Yapılan operasyonlarla birçok üst düzey subay Ergenekoncu diye tutuklandı.

Ergenekoncu diye içeri alınanların davaları uzun süre devam etti. Çoğu yargılanıp mahkumiyet aldı. Konuşan askerler susturuldu. Askeri vesayet geriletildi. Seçimler bu atmosferde yapıldı.

Bu süreçte başta Zaman gazetesi olmak üzere gazetelerde çarşaf çarşaf isimler ve ne yaptıkları yayımlandı. Silahların nerelere gömüldüğü işlendi. Darbe hazırlık safhalarına yer verildi. STV ise hem haberlerinde hem tartışma programlarında Ergenekon'u işledi.

Sonra bir sabah kalktık ki "Kandırıldık. Kahraman ordumuza kumpas kurulmuş" dendi. Ergenekonla mücadele bitti. Yıllarını Ergenekon yargılamasına veren mahkeme, "Ergenekon diye bir örgütün varlığı tespit edilememiştir" demek suretiyle yargılamaya son noktayı koydu. Bu davadan mahkumiyet alanlar yeniden yargılanmak suretiyle beraat ettiler. İçeride yatanlar belki de devletten tazminat aldılar. Suçsuz yere yatmışlarsa tazminat almak haklarıdır.

Ergenekon diye bir örgütün olmadığı anlaşılınca, bir zamanlar Ergenokon operasyonlarını devlet adına yapan "Hizmet Hareketi" 17-25 Aralık operasyonunu başlattı. Zaman ve Taraf gazetelerde ve STV'de "Yolsuzluk var" konusu işlendi. Tapeler havada uçuştu. Üç bakanın adı yolsuzlukla anıldı. Hele bir bakanın hediye dediği pahalı saat çok konuşuldu. Üç bakan Yüce Divana gitmekten oy çokluğuyla kurtuldu. Ülke, "Yolsuzluk var/yolsuzluk yok, hükümete yargı darbesi var" diye ikiye bölündü. O süreçte 17-25 Aralık, "17-25 haftası" olarak anıldı.

17-25 Aralık öncesi bu ülke 2013 yılında "Gezi olaylarına/Gezi kalkışmasına şahit oldu. Taksim merkezli sokak hareketleri büyükşehirlere sıçradı. Güç bela sokağa hakim olundu. Çok kişi tutuklanıp yargılandı. Uzun bir yargılamanın ardından çoğu berat etti. Bildiğim kadarıyla bir kişi var Gezi olaylarından mahkumiyet alan.

15 Temmuz 2016 yılında bir zamanlar "Hizmet Hareketi/Paralel Devlet Yapılanması diye bilinen örgüt darbeye kalkıştı. TBMM bombalandı. Asker askerle, polis polisle karşı karşıya geldi. 251 insanımızın vefatıyla sonuçlandı bu darbe teşebbüsü.

1970'lerden beri Türkiye'yi uğraştıran terör örgütü PKK'yi söylemeye gerek yok.

Yine 1938 ile 1950 yılları arasında ülkeyi yöneten zihniyeti de burada eklemek lazım.

Alevilik-Sünnilik, Türk-Kürt konusu da bir zamanlar epey gündemimizde kaldı.

Yakın bir zamanda ülkede yabancılar meselesi patlak verirse sürpriz olmaz.

Kısaca bu ülkede ezeli ve ebedi düşmanlar eksik değil. Gücü ele geçirmek veya bir güç olmak ya da gücü elde tutmak isteyenler düşmanla yaşarlar. Bir yerde düşman varsa orada kutuplaştırma eksik olmaz. Kutuplaşılan bir yerde oylar banko olur. Çünkü korku siyaseti hakim olur. Korkan da birilerinin şemsiyesi altına sığınır.

Bu korkulan düşmandan birileri daima ekmek yer. Korkutulan düşman Ergenekon, Gezi, FETÖ gibi konjonktürel olabilir ya da 1938-1950 dönemi zihniyeti ve PKK olabilir. Her ne kadar PKK şimdi tehdit olmaktan çıkmak üzere ise de terör örgütü üzerinden birileri çok ekmek yedi. Şu var ki 1938-1950 dönemi ekmek yemek isteyenler için bitek bir tarla. Bu dönemde yapılanları sürekli gündemde tutmak suretiyle birileri ekmek yemeye devam etmekte.

Bugün Ergenekon ve Gezi tehdidi kalmadı. Ama FETÖ tehdidi devam ediyor. Bu tehdit ne zamana kadar devam eder? Bir başka tehdit ortaya çıkıncaya kadar devam eder.

Kısaca bu ülkede düşman bulmak, birilerini düşman göstermek suretiyle birileri korku pompalar. Bu pompalanan korku onları ayakta tutar. Düşman yoksa yaşama şansları yoktur. Hiç düşman kalmasa mutlaka bir düşman bulunur.

Mourinho ve Melih Gökçek

Büyük umutlarla FB'nin teknik direktörlüğüne getirilen Mourinho, başta Fenerbahçeliler olmak üzere tüm ülke için tam bir hayal kırıklığı oldu.

Sorumlu olduğu takımını çalıştırıp işiyle uğraşacağı ve şampiyon olacağı yerde, tüm bir yılını saha dışı olaylara, özellikle rakip olarak gördüğü GS'ye harcadı. Yattı GS, kalktı GS, yattı Okan Buruk, kalktı Okan Buruk.

Ligin bitmesine üç kala oynadığı Eyüpspor maçı sonrası düzenlediği basın toplantısında, maça dair bir şeyler söylemek yerine, GS'nin, Kayserispor maçının son dakikalarında kazandığı penaltıyı Muslera'ya attırmasını "Nasıl biri olduklarını gösteriyor" diyor. Başaramadık diyeceği yerde "Türkiye liginin nasıl bir lig olduğunu tüm dünyaya göstererek başarılı olduğunu" söylüyor. Gören de FB'nin teknik direktöründen ziyade FB'nin basın işlerinden sorumlu görevlisi sanır.

Herzeleri bununla sınırlı değil. GS teknik direktörü Okan Buruk'un burnunu sıkması, onu maymuna benzetmesi, bu ligin sonucu baştan belliydi demesi yabana atılır herzeleri değil.

Sorulan sorulara ciddiyetsiz cevaplar vermesi, soruyu uzatana tepki olarak uyuma moduna geçmesi, futbolcu seçimini masa üstüne saçtığı paralarla belirlediğini, geceyi gece kulüplerinde geçirdiğini söylemesi ciddiyetten uzak olduğuna bir örnektir.

Aldığı o kadar yenilgi sonrası bir defa olsun, hata bendeydi demediği gibi benim kalitem belli demesi ilginç.

Sanıyor ki geçmişte aldığım 26 kupa kalitemi gösteriyor. Adım yeter. Ayrıca takıma taktik vermeme gerek yok. Ceketimi koysam kafi diye düşünüyor.

Fenerbahçe yönetimi 11 yıldır şampiyon olamama üzüntüsünü bir tarafa bırakıp kendi elleriyle kucağında buldukları bu problemden kurtulmanın yoluna bakmalı.

Takımın başına geçtiği ilk andan itibaren sığındığı mazeretlere bakılırsa, burada suçlu Mourinho'dan ziyade "Bu ülkede yapı var. Ben olduğum müddetçe şampiyon yapmazlar" diyen yönetim burada suçludur. Yönetimin bir diğer suçu da her konuşması itici ve problem olan, gerilimi artıran bu kişiye karşı yönetimin ne yapıyorsun, kendinde misin dememesi. Aksine her söz ve eylemini desteklemesidir.

Bu adamın teknik direktörlükle bir alakası yok. Bu kadar kupayı nasıl aldığı bir muamma. Öyle zannediyorum, rakiplerini tahrik ederek, onları gererek hata yapmasını sağlamış olmalı. Bu ülkede de aynı yol ve yöntemi izledi ama ters tepti.

Bir de her başarısız sonucun ardından "Buranın kültürü bu. Benim kültürüm böyle değil demesi" hiç yenilir yutulur bir şey değil. Güya bu adam başarısız olacak ama ona kimse bir şey demeyecek. Çatır çatır maaşını almaya devam edecek. Beğenilmiyorsa yüklü tazminatını alıp gününü gün edecek. Gören de o kadar kulüpten hiç kovulmadı sanır. Halbuki kaç kulüp bununla yollarını ayırmış. Hepsinden yüklü tazminat almış. Belli ki buraya da tazminat almak için gelmiş. Bir gerçek var ki başarısız her teknik direktör dünyanın her bir yerinden gönderilir. Bu konuda her ülke her kulüp ortak bir kültüre sahip. Durum bu iken bu adam neyin kafasını taşıyor böyle?

Fenerbahçeli değilim ama ülkenin bu köklü kulübü Fenerbahçe böyle bir teknik direktörün elinde oyuncak olacak bir kulüp değil. Kulübe daha fazla zarar vermeden FB bu teknik direktör müsveddesinden bir an evvel kurtulmalı.

Keşke teknik direktör müsveddesi olsa daha iyi. Bu adam güç zehirlenmesi yaşıyor. Tam bir kibir budalası. Gerilim ve tazminattan besleniyor. Dini, imanı başarısızlığa kılıf bulmak. Tam bir egoist ve bencilin teki. İticilikte üstüne yok. Burnundan kıl aldırmıyor. Herkesi küçümsüyor. Başarısızlığın altında ezilirken kendine toz kondurmuyor. İçi fesat ve haset dolu bu kişinin önce insan olmaya ihtiyacı var. Belki de tedavi olması gerek. Çünkü hasta bir insan profilini andırıyor.

Konuşması hal ve hareketleri muhatabı çıldırtırken bu gerilimden beslenen kendisi rahat bu kişi, işin garibi, daha gepegenç duruyor. Hiç yaşını göstermiyor. Belli ki minyon tip. Bu itici, minyon tipiyle bizde bir zamanlar Ankara Büyükşehir Belediye başkanlığı yapan Melih Gökçek Bey'e ne kadar benziyor.

Ne alaka demeyin.Kulvarları farklı olsa da ikisinin kişilikleri birbirine çok benzer. Katılır veya katılmazsınız.