20 Temmuz 2022 Çarşamba

Korkularım ve Korkularımız (1) *

“And olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenlere müjdele!” cümlesi Bakara 155.ayetin meali. Bu ayetin anlamını çoğumuz biliriz. Orijinali de aşağı yukarı her ortamda özellikle cenazelerde aşırı şerif olarak okunur. Çoğu kimsenin de ezberinde bu kısım. Mealde Allah korku, açlık, mal, can ve ürün azaltmakla imtihan edeceğini belirtiyor. Öyle ya, hepimiz için bu dünya karşılığını öbür dünyada göreceğimiz bir imtihan dünyasıdır. Birbirine benzese de Allah her birimizi gücümüz nispetinde farklı farklı imtihan ediyor. Buna amenna.

Ayetin açıklamasına yer vermeyeceğim. Zira mal, can, ürün ve açlıkla imtihan herkesin malumu. İzninizle korkuyla imtihan edilmemiz üzerinde durmak istiyorum. Zira dikkat çekici buldum. Ayetin açılımını “Biz sizi açlık korkusuyla, mal korkusuyla, can korkusuyla ve ürünleri azaltma korkusuyla imtihan ederiz” şeklinde anlıyorum. Gördüğünüz gibi imtihanlar farklı olsa da her birinin sonunda korku var. Korku deyip de geçip gitmeyelim. Bir şeylerden korkan bir insana korkma demek kolay. Korkan kimsenin de tamam, korkmayayım demesi de kolay ama korkma ve korkmayayım demekle iş bitmiyor. Korkmaması gerektiğini bilen bile korkmaya devam ediyor. Çünkü korku başlı başına yenilmesi gereken bir sorundur. Amma velakin kaçımız korkularımızla yüzleşip korkmaz hale gelebiliyor.

Korku, ayıplanacak bir şey değil. Zira insani bir histir. Kimi anlıktır kimi ise uzun süreli kimi de ilanihaye devam eder. Bazı korkular vardır ki deneme-yanılma ve tecrübeyle nice sonra korkmaz hale gelebiliyor. Bazı korkular var ki doğumdan ölüme kadar peşimizi bırakmıyor. Ayette geçen mal, can, ürün ve açlık korkusu da bu tür korkulardır. Bizimle beraber öbür dünyaya kadar gider. Bazı korkular da vardır ki başkasınca anlamsızdır ama onu ilgili kişiye sormak gerek. Zira kafasında bir korku oluşturmuştur, onu bir türlü yenemez. Bazı korkular da vardır ki üzerine üzerine gideriz ve sonunda o korkuyu yeneriz. Bazen de kaçarız korkudan. Hatta o korkuyu o kadar büyütürüz ki bir paranoya hali bile yaşarız.

Gördüğünüz gibi bir korkudur gidiyorum. Ağzımda eveleyip geveliyorum. En iyisi örneklerle korkularımızı açıklamaya çalışayım.

Küçük çocuk, gürül gürül yanmakta olan sobaya dokunmaya çalışır. Cıs demeye aldırmaz. Ne yapıp ne edip dokunacak o sobaya. Sonunda kimseden habersiz elini dokunur. Gerçekten yakıcı olduğunu görür ve basar çığlığı. Bu deneme onun için iyi bir tecrübedir. Artık bundan sonra yanmayan sobadan bile kaçınır.

Köpek korkusu da böyledir. Yeter ki kaçmaya gör. Kaçtıkça arkamızdan kovalar bizi. Durmamız gerektiğini bilmemize rağmen tabana kuvvet koşarız. Ne zaman korkumuzu yenip koşmadığımız zaman ardımızdan köpeğin gelmediğini görürüz. Hah şöyle ya deriz. Tecrübeliler, köpek gelirken oturursan, bir şey yapmaz derler. Bugünlerde bunu deniyorum ama köpek bu. Oturuyorum ama içim dışıma çıkıyor. Ne çektiğimi ne ecel terleri döktüğümü, bildiğim tüm duaları okuduğumu bir ben bilirim bir de Allah.

İlkokula giderken benden bir iki yaş büyük biri her gördüğü yerde beni döverdi. Ona görünmemek için çok yolumu değiştirdim. Sadece ben değil, herkes çekinirdi ondan. Zira hasta ve deli dolu biriydi. Bir anı diğer anını tutmaz, ne yapacağı belli olmazdı. Bir gün bu hasta tiple aynı sınıfta okuyan amcaoğlum, seni amcaoğluma söyleyeceğim de. Sana bir daha ilişmez dedi. Bu yöntemi denedim. Oymuş, bir daha ilişmedi bana. Oh be dünya varmış dedim. 

Ben böyle çok korkan biriyim. Hemen hemen her şeyden korkarım. Küçüklüğümden beri böyleyim. Nedense bir başkası da benden korkuyor. Çok mu korkunç biriyim? Olsa olsa korkusuz korkak olurum ama onu gel de ona anlat. Bu zatı muhtereme işiyle ilgili birkaç defa nasihat ettim. Baktım olacak gibi değil, zaman zaman uyardım. İki lafının biri sizden korkuyorum dedi durdu. Ne isem artık. Bir gün kendisine, böyle olmayacak, sizinle iş ortamı dışında dışarıda oturup konuşalım. Şu korkunu yen dedim. İsteksiz bir şekilde kabul etti. Oturduk. Söyle bakalım dedim. Dedi ben sizden korkuyorum. İyi de sana ne yapabilirim dedim. Korkuyorum işte dedi. Bak delikanlı, sana şu üç yönden zararım dokunabilir. Birincisi, ders programını bozarım. Bak kaç yıldır çalışıyoruz. Ders programın nasıl dedim. Allah var, ders programını iyi yapıyorsun, memnunum dedi. Yaptığın şeylerden dolayı fırsat bu fırsat deyip inceleme ve soruşturma açabilirim. Yaptım mı bugüne kadar dedim. Yok, yapmadın dedi. Yılda bir kez aralık ayında sicil notu veririm. Git il MEM’e dilekçe ver. Son üç yılın ortalamasını öğren dedim. Gittim oraya, notumu da öğrendim. Yüksek vermişsin dedi. İyi de mübarek, elimdeki tüm kozlar bu iken ve bunlardan dolayı benden bir mağduriyet yaşamamışsan, hala benden niye korkuyorsun dedim. Bilmem, nedense korkuyorum dedi. Sen korkmaya devam et. Zira bu korkunun tedavisi yok dedim. Başka da ne yapabilirdim. Kendisine o kadar açık çek verdim, beyefendi, yine benden korkmaya devam etti. Karşımda ne kadar hata yapmamak için uğraştıysa da beceremedi. Ölümden beter bu korku, kurumdan ayrılıncaya kadar da devam etti. Sonrasında bir daha da karşılaşmadık. Öyle zannediyorum, bugün karşılaşsak, yine dizlerinin bağı çözülür. Gözüne nasıl görünüyorsam artık. (Devam edecek.)

*02/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

19 Temmuz 2022 Salı

Hanım Kız *

Okumak için sene 1979 yılında köyden indim şehre. İlk öğrendiğim şeylerden bir tanesi, işitemediğim şeyler için efendim demek oldu. Bir ara tatilde köye geldiğimde akrabalarımla oturuyorum. Benden birkaç yaş büyük olan akrabam bana bir soru sordu. İnsanlık hali tam anlayamadım. Uygulama bir deyip efendimi yapıştırdım. Büyüğüm, bak bak bak, daha dün gitti, efendimi de öğrenmiş, bizimki şehir çocuğu olmuş diyerek ayıpladı beni. Takdir beklerken tekdir yemek böyle bir şey olsa gerek. Oymuş, uzun süre efendim demedim. Çünkü şehir çocuğu olmayacaktım. Duymadı isem, ne dedin, bir daha söyle dedim, ey dedim. Ama efemdim demedim. Olmadı, yüzüne baktım bön bön. Sonradan öğrendim ki efendim bir nezaket ifadesiymiş. Ödün vermek değilmiş. Nereden bilebilirdim ben bunu. Geç de olsa kişiliğimden ve yetiştiğim muhitten ödün vererek efendim diyorum artık.

*

Bir zamanlar aynı muhitte oturduğum bir okul arkadaşımla hafta sonları zaman zaman çarşıda buluşur, çayımızı içerken muhabbetimizi yapar, ardından aynı toplu taşıma aracına bineriz. Konuşmamıza otobüste devam ederken bu arkadaşla, halen dersine girdiği bazı öğrencileri arasında kısa süreli bir diyalog geçer: Öğretmenim, iyi günler, iyi günler hanım kız şeklinde. Arkadaşın öğrencisine hitap ederken söylediği hanım kız dikkatimi çekti. Maşallah, öğrencilerine ne güzel hitap ediyorsun dedim. Gülüştük. Her karşılaşmada aynı sözler ve hanım kız ifadesini işitince bir gün kendisine, bak hele, nezaketinden dolayı mı öğrencilerine hanım kız diyorsun yoksa isimlerini bilmeyince mi böyle diyorsun dedim. Önce bir güzel güldü, ardından aynen dediğin gibi. Zira isimlerini aklımda tutamıyorum dedi.

Her ne kadar unuttuğundan dolayı arkadaşım öğrencilerinin her birine hanım kız dese de tuttum bu hanım kızı. Zira benim de zaman zaman ismini bilmediğim karşıt cinsle selamlaştığım, kısa süreli de olsa hal hatır sorduğum olur. İsmini biliyorsam, hemen adıyla hitap ediyorum. Bilmiyorsam, adın neydi demiyorum. Zira hitabım hazır. Hemen hanım kız diyorum. Bu benim dilime iyice yerleşti. Gayri ihtiyari de olsa ağzımdan bu hitap çıkıveriyor. Tanıdığıma da yapıyorum, tanımadığıma da. Hatta bir mağazaya girdiğim zaman bana refakat eden kızlara da aynı şekilde hitap ediyorum. Hoşuma da gidiyor. Zira adı üzerinde hanım kız. Kedi olalı bir fare tutmuştum ne de olsa. Üstelik hakaret içermeden bir nezaketi ifade ediyor.

Kaç yıllardır, bilinmeyen kişiler için memnuniyetle bu hitabı kullanırken Türkiye gündemine bir hanım kız ifadesi düşüp, diyen kimse ayıplanınca; eyvah ki eyvah, yıllardır baltayı taşa vurmuşum, hiç bir kıza, hanım kız denir mi? En iyisi bir daha bu şekil hitap etmeyeyim diye kendi kendime söz verdim. Ne olur ne olmazdı zira.

Ben böyle söz verdim ama gel de bunu dilime anlat. Alışmış kudurmuştan beterdir zira. Gündüzünde yapamadığım yürüyüşümü yapmak için akşam çayını evde içtikten sonra rotayı Anıt- Zafer-Alaaddin-Kültür Park- Zindan Kale istikametine çevirdim. Serin serin yürüyorum. Dönüşte, araç trafiğine kapalı Şato Form’da buldum kendimi. Bir ayakkabı mağazasının önünden geçerken girdim içeriye. Aradığım ayakkabının olup olmadığını, varsa fiyatını öğreneceğim. Soracağım ama ortalıkta kimsecikler yok. Sonunda bir kenarda bir işle uğraşan, benim geldiğimi görmeyen bir kızımızı gördüm. Beni görmesi ve benimle ilgilenmesi için ne diyecektim. Dilimin ucuna hanım kız geldi. Tövbe tövbe. Sakın deme dedim. Kendimi zor tuttum. Tuttum ama ne diyecektim? Kız desem, ayıp olur. Bacım desem, eski Türk filmlerinde kaldı. Hanımefendi desem, uzun kaçar. Kızım desem, ben senin nereden kızın oluyorum diyebilirdi. Teyze-abla desem, ben senin kızın yaşındayım. Yaşından başından utan amca der mi derdi. Sonunda kendimi daha fazla tutamadım. Ne olacaksa olsun deyip hanım kız çıkıverdi ağzımdan. Buyur amca dedi kızımız. Bereket bu hitabımı hakaret kabul etmedi ve akşam akşam başıma iş açmamış oldum.

Aman siz siz olun, ağzınızı benim gibi hanım kıza alıştırmayın. Daha doğrusu hiçbir şeye alıştırmayın. Çünkü yarın bir siyasi sizin kullandığınız o ifadeyi kullanır, ondan sonra ayıklar durursunuz pirincin taşını.

*20/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

18 Temmuz 2022 Pazartesi

İnsan Psikolojisinin Neresindeyiz? (2)

Zaman zaman seslerini duyurmak amacıyla kısa süreli iş bırakma eylemi yapan sağlık çalışanlarının özlük hakları incelendiğinde; hem kendi içlerinde ücret adaletsizliği var hem de diğer çalışanlar arasında. Türkiye'nin her yerinde aynı işi yapan sağlıkçılar maaş yönünden aynı almakla beraber yan ödemeler dolayısıyla A hastanesindeki bir çalışanla B hastanesindeki çalışanın aldığı ücret arasında uçurumlar var. Bu demektir ki bir hastanede yan ödemeler dahil iyi bir ücret alan sağlık çalışanı, yer değiştirdiğinde aynı işi yapmasına rağmen diğer hastanede daha düşük ücret alabilmektedir. Temmuz zammı ve enflasyon farkı verilmeden önce en düşük hekimin 8-9 bin lira aldığı yetkili ağız tarafından açıklanmıştı. Burada size bir taşra ilçesinde ilkokul mezunu bir temizlik işçisinin temmuz zammı öncesi çıplak maaşının 11 bin lira olduğunu söylersem, sanırım ücret adaletsizliği daha iyi anlaşılmış olur. Gördüğüm kadarıyla ilkokulun ardından onca okul okumanın burada esemesi okunmuyor. Ha çok yüksek ücret alan doktor yok mu? Vardır ama bunu tüm hekimlere teşmil etmemek lazım. Çünkü hepsi aynı derece yüksek almıyor.

Tekrar sağlıkçıların son iş bırakmasına gelelim. Mağdur olduğumuzdan dolayı be kardeşim, bayram öncesi şimdi zamanı mı diye doktorlara kızalım. Ama bu kızmanın daha fazlasını sağlık çalışanlarına şiddeti önlemede sonuç alıcı tedbirler almayan Sağlık Bakanlığına ve ilgili yetkililere ayıralım. Neden bir X-ray cihazını hastane girişlerine bugüne kadar koymadın, cebinde silahı olan biri ulu orta hastane içlerine ve hekimin odasına kadar nasıl girebiliyor, lütfen ivedilikle tedbir alın diyelim. Diğer iş bırakma eylemlerini eleştirsek bile bu son olayda doktorları anlamaya çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Neden derseniz, aynı binanın içinde bir hasta yakını bir meslektaşlarının üzerine iki şarjör boşaltmış. Donar kalır insan. Küçük dilini yutar. Unutmayalım ki doktorlar robot değil. Onların da insani duyguları var. Bu can havliyle doktorluk yapmayacağız, bu ülkeyi bırakıp gideceğiz, biz eylem yapacağız, neredesin devlet, duy sesimizi diyebilirler. Hatta ağızlarından daha kötüsü de çıkabilir. Katliamın sıcaklığıyla mağdur ağzına geleni söyler. İnanın, olay soğumaya yüz tuttuğunda çoğu söylediklerinden pişmanlık duyarlar. Unutmayalım ki mağdur, mağduriyet esnasında her türlü şeyi söyleme hakkına sahiptir. Biz ne yaptık? Daha başınız sağ olsun, şiddet ve katliama karşı sağlık çalışanlarının yanındayız diyeceğimize, aynı anda salvo atışlar yaptık. Burada TTB eylem açıklaması yapıncaya kadar Sağlık Bakanlığı inisiyatif alabilirdi. Pekala, "Konya Şehir Hastanesinin tüm çalışanları şu andan itibaren bayram tatiline girmişlerdir. Bayram sonrasına kadar yataklı hastaların tedavisi ve acil poliklinik dışında ayakta tedavi görecek hastalara hizmet verilmeyecektir. Vatandaşlarımızın randevuları kısa zamanda Konya'daki diğer hastanelere kaydırılacaktır" benzeri bir açıklama yaparak inisiyatifi tüm Türkiye'de eylem kararı alacak şekilde TTB'ye kaptırmayabilirdi. Hatta TTB ve Sağlık Bakanlığı açıklama yapmadan bu menfur durum karşısında ne yapabiliriz, acil bir B planı hazırlayalım şeklinde bir iletişime geçselerdi, daha iyi olmaz mıydı? Bence ideolojik takınmayı bir tarafa bırakarak devletin ilgili kurumları, birlikte karar almayı ve hareket etmeyi becerebilmeleri gerekir.

Yazımı uzattım. Kısaca şunu söyleyeyim. Bir doktorun acılı ölümü sonrası toplum olarak iyi bir sınav vermedik. İletişime kapalı, had bildirme, hesaba katmama odaklı bakış açımız sebebiyle içimizde biriktirdiklerimizi bu vesileyle kusmuş olduk. Biraz psikoloji biraz empati biraz anlayış biraz sağduyu biraz hoşgörü inanın birçok sorunumuzu çözer. Lütfen TTB ile kavgamızı doktorlar üzerinden, hükümetle kavgamızı doktorların ardına sığınarak yapmayalım. Birileri kendi kavgalarını bizleri yanlarına çekmek suretiyle yapmaya kalkıyor. Lütfen alet olmayalım. Unutmayalım ki bu sağlık çalışanları kolay istihdam dolayısıyla bu sektörde çalışmayı yeğledi. Bu çalışanlar zengin çocuğu falan değil. Senin, benim gibi Anadolu'nun fakir çocuğu. Bu mesleği seçtiklerinden dolayı çocuklarımızın burunlarından fitil fitil getirmeyelim. Birazcık anlayış gösterelim lütfen.