30 Kasım 2018 Cuma

Kamu Yöneticileri Zenginleşebilir mi? *

Hz. Abbas'ın valilik görevi biter ve Mekke'ye birkaç deve yükü mal ile döner. Ömer ile Abbas arasında şu manidar konuşma geçer:

--Bu mallar nedir?

--Ticaretten kazandığım mallardır.

--Bu malları hazineye vermelisin.

--Benden şüphen mi var, Ömer?

Hz Ömer Abbas’ı ikna edemeyince Halife Hz Ebu Bekir’in yanına giderek Abbas’ın mallarına el konmasını ister. Hz. Ebu Bekir:

--Ey Ömer, bu kişi Abbas'tır. Ondan nasıl şüphelenirsin, der ve Abbas'ın mallarına el konulmasını reddeder.

Hz. Abbas sabaha kadar rüyasında suda boğulduğunu görür. Sabah vakti ilk işi Hz. Ebu Bekir'e gider, durumu anlatır ve bütün malları hazineye bağışlar.

Hz. Ömer'i çağırırlar ve "Ey Ömer! Sen haklı çıktın. Bu karara nasıl vardın?" diye sorarlar.

Hz. Ömer ise içtihadını şöyle açıklar: "KAMU YÖNETİCİLERİ ZENGİNLEŞEMEZLER."

*

Peygamberimiz bir kişiyi bir bölgeye vergi memuru olarak gönderir, o kişinin gittiği bölgedeki insanların bazıları, vergi memuruna hem vergilerini hem de o memurun şahsına bazı hediyeler verirler. O vergi memuru, Hz Muhammed’in huzuruna gelince ‘‘Şunlar topladığım vergiler, bunlar ise bana verilen hediyeler deyince Peygamberimiz o memura ‘‘Eğer sen evinde otursaydın yine de sana bu hediyeler verilir miydi, diye çıkışır.

*

Ömer b. Abdülaziz halife olunca yaptığı işlerden biri de kendisinden önceki Emevi sultanlarının eşine verdiği bileziği beytülmalin malı diyerek hazineye gelir irat etmiştir.

           *

Yukarıda İslam tarihinden verdiğim üç örnek okunmaya ve üzerinde düşünmeye değer örneklerdir. Özellikle kamuda görevli ve yönetici veya kamuya iş yapan kişilerin  bu örnekleri tekrar tekrar okumasında ve kıssadan hisse çıkarmasında fayda vardır. Bugün kamuda üst yönetici olarak görev yapan ya da devletle ihale vb yollar ile iş tutan kimseler aşırı zengin, zenginlikleri de kamu malını kendi zimmetlerine geçirdiler veya ihaleye yüksek rakam yazdılar iddiasında falan değilim. Bu durumu en iyi kendileri bilir. Ama düşünmeden edemiyor insan. Hatta bizde çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz diye bir atasözümüz var.

Günümüzde kanunların vermiş olduğu yetki, sorumluluk, bazı hak ve ayrıcalıklarla üst yöneticilik yapanlar şundan emin olsunlar ki devletin verdiği bazı haklar vardır ki meşru olsa da hakkaniyete uymaz. Yani ahlaki değildir. Ahlaki olmayan bir şeyi ise dinimizin kabul etmesi mümkün değildir. Devlet size güvenmiş, her türlü imkanı size sunmuş, emrinize vermiş. Bir iş tutulurken yoğurdu üfleyerek yememizde fayda vardır. Yoksa su akarken doldurup midemize indirdiğimiz maazallah ateş olmasın. Dediklerimden illaki devletin parasını cebimize doldurmamız anlaşılmasın. Aynı zamanda devlet malını hoyratça kullanmak, birilerine peşkeş çekmek ve görevimiz devlete hizmet iken devleti kendimize hizmet eder noktasına getirmek de devlet malını kendi lehimize kullanmak gibidir. Bu da haramdan azade değildir. Haydi kendinizi bir sorgulayın. Tıpkı Abbas gibi…

Sonuç, kamu yöneticileri zenginleşemez. Bizden söylemesi...  

*14/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Kasım 2018 Çarşamba

Din Öğretimi Genel Müdürlüğü İyi Yapmıyor ***

Din Öğretimi Genel Müdürlüğü kurulduğu andan itibaren hiç bu kadar hareketli olmadı. Hiç durmuyor. Hızda MEB'in diğer müdürlüklerini solladı geçti DÖGM. Girmediği, karışmadığı alan yok gibi. Haziran ve eylül aylarında öğretmenlerin yapmakla yükümlü olduğu seminer programlarını da hazırlıyor. İlçede görev yapan İHL, İHO öğretmenlerini ve diğer okullardaki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenlerini belirli bir yerde topluyor.

Proje üstüne proje, program üstüne program, etkinlik üstüne etkinlik geliştiriyor ve yarışma şartları belirliyor. Ardından “Alın bunları uygulayın” diye okullara gönderiyor. Tüm bunları okullarda uygulayacak olanlar da DİKAB(Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi) öğretmenleri.  Öğretmenler her ay hangi etkinlikleri yaptığını rapor şeklinde okul idarelerine vermek zorunda. Anlayacağınız Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tam gaz çalışıyor.

Din Öğretimi’nin yaptığı bunlarla sınırlı değil. İki senedir de ilçede bulunan tüm Din Kültürü öğretmenlerini ayda bir değişik okullarda toplamak suretiyle onlara konunun uzmanları tarafından seminer veriliyor. Adı da DÖGEP. Açılımı: Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenleri Gelişim Programı. Tamam bunu da yapsın, eyvallah diyebiliriz. Ne zaman yapıyor bunu sorumlular? Öğretmenin dersinin olduğu vakit. Yani öğretmeni dersten alıyor, onlara seminer verdiriyor. Bu durum senede bir falan değil, aylık rutin olarak yapılıyor.

Düşünün ki bir okulda görev yapan 8-10 DİKAB öğretmeni var. Bunları görevli izinli sayarak seminere alıyorsun. Bu öğretmenlerden her birinin o gün okulunda 6’ar saat ders yükleri olduğunu farz edelim. 6*8= 48 saatlik bir ders boş geçecek demektir. Bu kadar öğretmenin dersini dolduracak okulun nöbetçi öğretmen sayısı yeterli gelmez. Haydi diyelim ki nöbetçiler vasıtasıyla bu dersler dolduruldu. Nöbetçi öğretmen bu doldurduğu derste yoklamayı alıp sınıfın daha fazla gürültü yapmasını önlüyor sadece.  

Seminer öncesi bir okula uğradım. Müdür Din Kültürü öğretmenlerinin seminere gittiğinden, derslerini doldurma imkanı olmadığından dertliydi. Ben orada iken yardımcısını çağırdı: Hocam öğrencileri bahçeye çıkaralım dedi. Bu durumda başka da yapabileceği bir şey yoktu. Çünkü nöbetçi öğretmeni yeterli değildi.

Konuyu sadece bir okul üzerinden değil de ilçe üzerinden konuşursak mesele daha iyi anlaşılmış olur. Diyelim ki ilçe merkezinde 150 öğretmen var. Her bir öğretmenin görevli izinli sayıldığı seminer günü okulunda 6’ar saat dersi var. Karşımıza 900 ders saati çıkıyor. Bu durumun eğitim ve öğretim boyunca 5 defa yapıldığını düşünün: 900*5= 4500 saat ders boş geçiyor. Yani DÖGM bir iş yaparken boş geçen dersi hesaba katmıyor. Bu durumda boş geçen derse mi üzülürsün, seminere alınan öğretmen haftaya o sınıfa derse girdiği zaman dört saatte anlatacağı dersi iki saate sıkıştırdığına mı yansın, okul idaresi boş geçen dersleri dolduramadığına mı hayıflansın.

Hasılı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün derslerin işlendiği esnada DİKAB öğretmenlerini geliştirme amacıyla onları seminere alması sağlıklı bir tasarruf değildir. Bu program neresinden tutarsanız maalesef elinizde kalır. Sonuç, sadece Din Öğretimi’nin planladığı seminer yapılmış oluyor. Geride bir alay boş geçen ders kalıyor. Din Öğretimi’nin iki yıldır uygulamaya koyduğu bu DÖGEP’ten maalesef ne Din öğretmenleri ne okul yönetimleri ne ilçe yönetimi ne de diğer öğretmenler memnun. Sanırım hala bu uygulamayı sürdürdüğüne göre camiada tek memnun Din Öğretimi Genel Müdürlüğü. O zaman Din Öğretimi yetkililerine bir sözümüz olsun.

Sayın Din Öğretimi Genel Müdürlüğü yetkilileri! İyi niyetli olduğunuza yürekten inanıyorum. “Öğretmenlerim bilgilensin, kendilerini geliştirsin” diye düşünüyorsunuz. Harekette bereket vardır. Ama sizin bu iyi niyetiniz iyi sonuç vermiyor. Çünkü bir şeyi yapacağız derken diğer bir şeyleri yıkıyorsunuz. Sizin bu yaptığınız namaz kılmak için orucu terk etmeye benziyor. Halbuki bir şeyi yaparken diğer bir şeyi yıkmamak prensibimiz olmalı. Kusura bakmayın! Yanlış yoldasınız. Yanlış yol ile doğru bulunmaz. Eğer bu işi hala yapmaya devam edecekseniz bu DÖGEP’i haziran-eylül seminer dönemlerinde yapsanız. Yok bu olmaz derseniz DİKAB öğretmenlerini yaz dönemi hizmet içi eğitim seminerine alabilirsiniz. Ne karar verirseniz verin ama asla öğretmeni dersten almayın. Ne olur, yol yakınken bu uygulamadan vazgeçin!

*** 01/12/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

27 Kasım 2018 Salı

Teşekkür Belediyeciliği ***

—Üstadım! Nerede bir koltuk boşalsa -ilgi alanına girsin veya girmesin- bakıyorum oraya göz kırpıyor, büyük bir beklenti içerisine giriyorsun. Kendini tüm koltuklara layık mı görüyorsun yoksa sendeki bitmez tükenmez bir koltuk hırsı mı?
—Teessüf ederim. Ülkeme hizmetten başka bir düşüncem yok.
—Ülkeye hizmet illaki bir koltukla olmaz. Elinden gelen bir şey varsa mevcut pozisyonunla da yapabilirsin.
—İyi de hizmet yaparken altımda bir de koltuk olsa fena mı olur?
—Olurdu olmaya da kendi alanında bir koltuk istesen eh diyeceğim. Ama sen Diyanet İşleri Başkanlığı boşalır; oraya göz kırpıyorsun, Milli Takım Teknik Direktörlüğü veya bir kulübün hocası istifa etse hemen bir beklentiye giriyorsun. Kah bakan veya yardımcısı, kah vekil, kah Cumhurbaşkanı olmaya kalkıyorsun. Şimdi de sırada belediye başkanı olmayı düşünüyorsun. Yarın nerelere göz kırpacaksın Allah bilir!
—İsteyemez miyim? Sonra benim olanlardan ne eksiğim var?
—Tamam kardeşim, anladım. Bu göz kırptığın koltuklar birbirine zıt yerler. Haydi ilahiyatçısın, DİB başkanlığı olabilir diyeceğim. Teknik heyete soyunmaya ne diyelim?
—Ayıp oluyor ama! Belki de en kolayı teknik hoca olmak. Yönetime bir liste verirsin: Ben şunları şunları istemem, şu futbolcuların alınmasını istiyorum dersin. Almazlarsa istediğim futbolcular alınmadı der, maaşımı alır, işime bakarım. Dediğim mevkilere istediğim futbolcu alınır da başarı gelmezse takımın kondisyon eksikliği var, zaman gerek derim. Kulübün istediği başarı bir türlü gelmez ise kulüp yönetimi anlaşmayı tek taraflı feshedebilir. Onlara niye böyle yaptınız demem ve gücenmem. Ben işime son verildikten sonra mukavele gereği alacağımı yattığım yerden yine almaya devam ederim. 
—Pes doğrusu! Pekiyi siyasetten anlıyor musun? Mesela belediye başkanlığından. Senin o göz kırptığın koca belediyeyi yönetmeyi sen çocuk oyuncağı mı sanıyorsun?
—Haksızlık yapıyorsun ama! Ben öyle büyükşehir istemiyorum. Bana büyükşehir olan bir ilin bir ilçe belediye başkanlığı da olsa yeter. Zira orada da koltuk var.
—Diyelim ki koca şehrin bir ilçesinin belediye başkanı oldun. Yeni büyükşehir yasasıyla birlikte sorumluluk hep büyükşehirde. Küçük belediyenin doğru dürüst imkanları yok. Nasıl hizmet edeceksin vatandaşa?
—İşte ben de tam bu yüzden istiyorum ilçe belediyesini. Nasılsa çöpün dışında ilçenin hemen hemen tüm yük ve sorumluluğu büyükşehirde. Anlayacağın bana pek iş kalmayacak.
—Ama vatandaş daha bu yasaya pek alışmadı. Senden bekler tüm hizmeti. Bu durumda ne yapacaksın?
—Bundan kolay ne var? Kim ne isterse efendim bu iş büyükşehrin uhdesinde diyeceğim.
—Pekiyi sen ne yapacaksın orada? Seni vatandaş niye seçecek bu durumda?
—Öyle deme! Bulurum elbet kendime bir iş.
—Mesela?
—Çöp benim sorumluluğumda olacak biliyorsun. Çöp deyip de geçme! Her işi üzerine alan büyükşehir çöpü niye almaz? Demek ki zor bir iş! Bir an için ilçenin çöplerinin toplanmadığını düşün. İlçe kokudan geçilmez. Demek ki sorumluluğumda olacak temizlik işi önemli.
—Her işi yapan büyükşehir çöpü niye almaz? Bunu anlayamadım ama haydi diyelim ki çöp önemli. Çöpün dışında ne iş yapacaksın?
—Öyle deme, kırılıyorum bak! Geri kalan zaman diliminde düğün, cenaze ziyaretleri yaparım, pazar yerlerini gezer, pazarcı esnafıyla iç içe olurum. 
—İyi de bir beş sene böyle geçer mi?
—Teşekkür belediyeciliği yapacağım.
—Nasıl yani? Üstüme iyilik sağlık! Bu da yeni mi çıktı? Nedir teşekkür belediyeciliği?
—Efendim! Az önce çöpün dışında her şey büyükşehrin sorumluluğunda, o yapacak dedik ya!
—Evet o yapacak. Sen?
—Büyükşehir yapacak, ben ona sosyal medya üzerinden teşekkür edeceğim. Mesela mezarlıkların otunu yoldurdu, ben "İlçe mezarlığımızın otunu yolan büyükşehir belediye başkanımız falana çok teşekkür ediyorum" diyeceğim. Yol mu yaptı? Teşekkür! Park ve bahçe mi yaptı? Kilitli taş mı döşedi? Teşekkür! İlçemizi ziyaret mi etti? Teşekkür! Hasılı ilçem için yapılan her hizmet için durmadan sosyal medya üzerinden teşekkür paylaşımı yapacağım. Kısaca benim teşekkür belediyeciliğim budur.
—Bunlar zaten kanunla belediyeye verilmiş bir görev değil mi? Bu durumda neyin teşekkürünü yapacaksın?
—Şimdi olmadı. Yapılan bir iyiliğe teşekkür etmeyecek kadar nankör değilim. O yapacak, ben teşekkür edeceğim.
—Bunun için seni orada tutmaya gerek var mı? Ne diye sana bir makam veriliyor, altına bir koltuk konuyor, ne diye başkan seçiliyor? Bu devletin yaptığı iş mi?
—Doğrusunu istersen bundan ben de pek bir şey anlamadım. Ama devlet büyükşehir olan belediyelerin ilçe belediyelerini durduruyor ve buralarda hala seçim yapıyorsa vardır bir bildiği. Hikmetinden sual olur mu?
—Şey?
—Ne buyurdunuz?
—Acaba ben de böyle bir belediyede başkanlık düşünsem mi diyorum?
— Durduğun hata! Zaten bir sen, bir ben kaldık aday olmayan.

*** 04/12/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.