2 Ocak 2017 Pazartesi

“Galiba Müslümanım!”*


Yılbaşı gecesini kutlamak amacıyla bir eğlence merkezinde toplanan, çoğunluğu yabancı insanların üzerine başkasının kukla ve maşası olan biri kurşun yağdırdı. Menfur saldırı sonucunda 39 kişi can verdi. 69 kişi de yaralandı. 

Olayın üzerinden iki gün geçti, katliamı yapan hala yakalanamadı. Saldırıyı DAEŞ üstlenmiş. Saldırıda vefat edenler bir taraftan defnedilmeye çalışılırken eldeki delillerden hareketle devlet, katilin yakalanması için seferber oldu. Daha acımız taze iken sosyal medyada fütursuzca açıklamalar paylaşılmaya başlandı. Köşe başlarını tutmuş bazı kişiler de suçlu avına çıktı. Hepsi  suçlu arıyor. Aranan suçlu sonunda bulundu. Suçlu, yılbaşı gecesinden bir gün önce camilerde okunan cuma hutbesiydi. Bu kişileri tebrik etmek lazım bu titiz çalışmalarından ötürü. Suçluyu bulamasalar da polisten önce azmettireni buldular. Bu adamları devlet MİT’e almak suretiyle mutlaka faydalanmalıdır. 30/12/2016 tarihinde okunan hutbeyi açtım suç unsurunu bulmak için. Hutbede “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil: Ölümden önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın” hadisi şerifi konu edinilmiş. Hutbenin sonu, "Her yılın sonu, yeni bir yılın başlangıcıdır aslında. Öyleyse bu yeni başlangıcı vesile kılarak hadiste dile getirilen soruları kendimize yeniden soralım. Unutmayalım ki; ömür sermayesinden geçen bir yılın sonunda kendini ve yaratılış gayesini unutarak, değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayr-i meşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz. Yeni bir yılın ilk saatlerinin başka kültürlere, başka dünyalara ait yılbaşı eğlenceleriyle israfa dönüştürülmesi ne kadar da düşündürücüdür. Sevap-günah, hayır-şer konularında muhasebe yapılması gereken saatlerin, emek harcamadan zengin olmak arzusuyla kumar, piyango gibi şans oyunlarıyla heba edilmesi ne kadar da üzücüdür... " şeklinde bitirilmiş.

Siyah punto ile belirttiğim yerler bazılarının zoruna gitmiş. Yönünü camiye dönmeyen bazıları cinnet saldırısının ardından gözünü hutbeye çevirmiş. “Vay efendim kişilerin yaşam tarzı üzerine nasıl böyle bir hutbe okunur” diye atışlara başladı. Ne var bu hutbenin içeriğinde? Yüzde 99’u Müslüman dediğimiz  bir toplumun fertleri kültürel yozlaşmaya karşı uyarılmış. Bir kamu hizmeti yapılmış. Böyle bir günde bu şekilde bir hutbe i’rad edilmeyecek de neden bahsedilecek? İstedikleri etliye-sütlüye karışmayan sadece öldüğümüz zaman bizi defnedecek bir din içeriği anlaşılan. Kusura bakmayın ama bu din -beğenseniz de beğenmeseniz de- insanın doğumundan ölümüne kadar hayatın her alanına karışan bir dindir. Daha turpun büyüğü heybede...ahiretinize de karışacak. Bu din iyiyi, güzeli...yapmamızı; kötü şeylerden kaçınmamızı ister. Sadece insanları  uyarır. Tercih, aklını kullananlarındır.  İster inanır, ister inanmaz. İnanmadıkları için asla onlara baskı uygulamaz. Bu ülkede milyonlarca insan yılbaşı vb geceleri kutlar, bir o kadarı da kutlamamak için hassasiyet gösterir. İsteyen kutlar, isteyen kutlamaz. Bu durumda Diyanet görevini ifa etmiş. Ne diyecekti yani? Kutlayın, din bu konuda ne karışır mı diyecekti? Şakaysa yaptığınız...bunu anlarım -hatta severim- ama  şimdi zamanı değil. Ciddi iseniz vahim bir durum. Allah akıl noksanlığı vermesin kimseye.

Kültürel yozlaşma maalesef iliklerimize  kadar işledi. Ne tam batılı olabildik ne de doğulu kalabildik. Bir TV programında rahmetli Rauf DENKTAŞ, bir seçim çalışmasında başından geçen bir anısını paylaşmıştı: “Seçim çalışması yaparken bir kahvehaneye uğradım. İçeride propagandamı yaptıktan sonra çıkışta 15-16 yaşlarında bir kız çocuğunu gördüm. Boynunda Hristiyanların sembolü  ‘haç’ işareti olan bir kolye dikkatimi çekti. ‘Kızım, bu boynundaki ne?’ dedim. ‘Haaç’ dedi. Ardından ‘Sen Müslüman değil misin’ dedim. Bu soruma cevap vermek için epey düşündü. Sonra ‘Galiba Müslümanım’ dedi.”

Şimdi burada suçlu kim? Daha hiçbir şeyin farkında olmayan bu çocuk mu? Yoksa ona dini ve kültürel değerlerimizi camide, okulda, hutbede anlatmayan bizlerde mi? Karar sizin. Suçluyu arayalım ama doğru yerde arayalım, birbirimize girmeden. Zira istedikleri iç karışıklık. Aklımızı kullanalım. Bilinçaltında sakladıklarımızı ortaya çıkarmayalım. Yoksa çok gülünç duruma düşeriz. 02/01/2017

04/01/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Uyar akıllı kişiler


Allah'ın diğer canlılardan farklı olarak insana bahşettiği en büyük nimettir akıl.
Tabii kullanan için ayrı bir değere sahiptir. Kur'an, bu nimetin kullanılmasını sık sık emreder.

İnsanımızın geneli aklını kullanmaz. Bedava başkasına kiraya verir. Aslında kullanmadığı aklı kendisinde bir yüktür. O, artık iyi bir emir eridir:
1.Herhangi bir şeyi sorgulamaz.
2.Başkası onun adına düşünür.
3.Kendiliğinden bir şey yapmaz.
4.Hep emir bekler.
5.Kendine karşı öz güveni yoktur.
6.Emredilen içine sinmese de vardır bir hikmeti diye düşünür.
7.Cemaatinin, STK'sının, liderinin, şeyhinin emir ve direktifiyle hareket eder.
8.Hep bağlı olduğu  yerin veya kişinin gözüne girmeye çalışır.
9.Kur'an ve sünnet bu konuda ne derden ziyade, grubumun görüşü nedir diye bekler durur.
10.Allah'ın ipine sarılır gibi grubuna bağlıdır. Çünkü  sürü psikolojisine sahiptir. Liderinin yanlış yolda olduğunu asla kabul etmez.
11.Bağlı ve ait olduğu yerin dışındaki fikirlere kapalıdır. Başkasına karşı ön yargılanır.
12.Başkasına ait gazete, makale, dergi, kitap vs okumaz. Çünkü kendine güveni yoktur.
13.Kendi ile barışık değildir. Kendinde  göremediği kerameti başkasında görür.
14.Hep bir kurtarıcı bekler. Kurtarıcısının da lideri, şeyhi vs olacağına kendisini inandırmıştır.
15.Birilerini kendi sırtına bastırarak itibar ve şöhret kazandırdığının bile farkına varamaz. Çünkü aklını kullanmaz.

Allah böylelerine aklını kullanmayı nasip etsin, hayırlarını versin. 02.01.2015

1 Ocak 2017 Pazar

Ahlakı iç edilmiş Müslümanlık

İslam; iman, ibadet ve ahlak ile bir bütündür. Hangisi ihmal  edilirse o İslam eksik olur. Çoğu bilginler Müslümanı bir ağaca benzetirler. Onun kökü iman, gövde ve dalları; amel ve ibadet, yaprakları ilim, meyvesi de güzel ahlaktır. 

Kök olmadan bir ağacın yaşaması mümkün değildir, çabuk kurur. Gövde ve dalları olmayan ağacın meyve vermesi mümkün değildir. Kökü ve gövdesi olduğu halde meyve vermeyen ağaç tasvip edilmez. Hatta çoğu yerde meyve vermeyen ağaç ya kesilir ya da bir başka meyve vermesi için aşı yapılır. Buradan ağacın olmazsa olmaz şartı meyve vermesidir. Meyve vermeyen ağaç asıl görevini yapmamış demektir.

Bugün yaşayan Müslümanların ekserisinin en büyük sorunu meyve verme sorunudur. Ağacın olmazsa olmaz üç temel unsurundan iman ve ibadette pek bir sorun yok. Çünkü nerede kendisini Müslüman diye tanımlayan birini görsek; "Elhamdülillah Müslümanım" der. İbadetleri yerine getirip getiremediği sorulduğunda, "Allah kabul etsin, yapabildiğim kadar ibadetlerimi yerine getiriyorum" şeklinde ifade eder. Kişinin inanıp inanmadığını, inancında samimi olup olmadığını Allah bilir. Biz insanları ibadet ederken gördüğümüz zaman kendisi hakkında Müslüman diye tanımlarız. Özellikle namaz kişinin alameti farikalarından biridir. Vakit namazlarında fazla olmasa da cuma ve bayram namazlarında bu toplumun ekseriyetini görmemiz mümkündür.  Yine bu ülkede yapılan istatistiklerde namaza göre daha zor bir ibadet olan orucu tutanların oranı daha fazladır. Kur'an okuyan, kursa giden, hayır ve hasenatta bulunan insanımızın sayısı yine azımsanamayacak kadar çoktur. Esefle söylemek gerekirse kök ve gövde yani iman ve ibadetlerimiz  nedense meyve vermiyor, yani ahlak ortaya çıkmıyor. Halbuki ibadetlerin amacı kişiyi güzel ahlak sahibi yapmaktır. Hasılı bizde dil ile ikrar ve kalp ile tasdik dediğimiz iman var, Allah rızası için yapılan fiil dediğimiz uzuvlarla amel olan ibadet var. Fakat ahlak yok. İkrar ve eylem var, sonuç sıfır elde var sıfır. Bu demektir ki iman ve ibadete verdiğimiz önemi ahlaka vermiyoruz. Ya ahlak bizim için önemli değil veya inandığımızı söylediğimiz imanımızda, ifa ediyoruz dediğimiz ibadetlerimizde bir sorun var. İman dilden kalbe geçmemiş, ibadetler ise el, kol, dil ve uzuvlardan öte gitmemiştir.

"İyilik ve takvada yardımlaşın, kötülük ve düşmanlıkta yardımlaşmayın" ayeti geldiği zaman sahabe: "İyilik (birr) nedir" diye sorar. "Güzel ahlaktır" cevabı verir Peygamberimiz. Yine Peygamberimiz "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" buyurur. Görüldüğü gibi İslam; en az iman, ibadet kadar ahlaka da önem vermektedir. O zaman bizim yaşantımızda bir sorun göze çarpmaktadır. En'am 162'de "Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” buyrulmaktadır. Bu ayeti -iman ve- ibadetin Allah ile kulun arasında bir ilişki biçimi şeklinde anlarsak ahlakın ise insanın toplumsal ilişki biçimi şeklinde yorumlayabiliriz. Meyve vermeyen bir ağaç nasıl ki istenmezse ahlaka dönüşmeyen iman ve ibadette -öyle zannediyorum- tasvip edilmez. Müslümanlar ahlakı es geçiyor demektir bu.

Ahlakını geliştirmeyen ve bunun için çaba sarf etmeyen bir Müslümanın Müslümanlığını gözden geçirmesinde fayda vardır. Müslüman kimliğini taşıdığı halde her türlü kötülüğü yapmaya devam eden  kimselerin Müslümanları küçük küçürme, boynunu öne eğdirme, utandırma gibi bir lüksü olamaz. Ya adam gibi yaşasınlar. Ya da gölge etmeyip İslam dairesinden çıksınlar. 01/01/2017