Ana içeriğe atla

Adı konmamış bir hastalık türü

-Doktor Bey, bir hastalık türü hakkında bilgi almak istiyorum.Yardımcı olabilir misin? Tedavi edebilir misin?
-Nedir konu? Önce hastalığı söyle.
-Hastalık mıdır, nedir bilmiyorum.
-Sen bana hastanın ya da hastalığın özelliklerini anlat.
-Mangal yakıyor.
-Yaksın, ne var bunda?
-Apartmanlar arasında evinin önünde yapıyor, bir diğeri çatıda yakıyor. Kokusu tüm mahalleye yayılıyor. Çatıda piknik  yapana mahalleli, "Çatınız yanıyor" diye geldi. Bakıldı ki, çatı piknik yeri olmuş.
-Piknik yerleri yakın değil mi?
-Efendim şehrin her yeri piknik yeri.
-O zaman bu patolojik bir vaka.
-Tedavi edebilir misin?
-Hayır, tedavisi yapılmaz bunun. Biz genelde patolojik vaka der geçeriz. Tıp dilinde bu hastalığın adı yok, tedavi de olamazlar. Boşu boşuna hastaneleri de uğraştırmayın. Bu tip hastalıkları böyle çekeceksiniz.
-Bu tipler hasta olduğunu bilir mi?
-Bilmezler. Hatta kendilerini en düzgün ve mükemmel görürler. Kendilerinden başka kimseyi de beğenmezler. Hatta kendilerini, Allah'ın yeryüzüne gönderdiği lütuf olarak görürler.
-Bunlar nerede yetişir, büyür? Kökünü kurutsak nasıl olur?
-Bunların mektebi yoktur. Fırsatını bulduğu her yerde yetişir. Tıpkı ayrık otu gibidir. Kessen de bitiremezsin. Gittikçe çoğalıyor.
-Bu tür hasta sayısı fazla mı?
-Allah dağına göre kar verir. Her mahallede, her apartmanda, her semtte bunlar ayrık otu gibi serpilmiştir.
-Bunlarla başa çıkılamaz mı yani?
-Aslında bir çözümü var?
-Nedir o?
-Tüm iyiler toplanır bunlara bir araba sopa atarsa bu iş olur.
-Bu mümkün mü?
-Ne mümkün? Kötülük ve kötülere karşı iyiler asla bir araya gelemezler. Zaten gelseniz ve dövseniz adalet onları adam yerine koyar hatta bir de onlara avukat verir. Sizse adliye, karakol, mahkeme, hapis vs. sürüm sürüm sürünüzsünüz. Bizdeki adalet suçluyu korumak için dizayn edilmiştir. Onlara sadece Kabahatler Kanununa göre cüz'i bir ceza verilir. Onun da caydırıcılığı yoktur. Zaten o cezayı da senden alacağı tazminatla öder. Bırak bunlarla uğraşmayı. Kabahatler Kanunu ne yapsın bunlara. Zaten kabahati özründen büyüktür.
-Çözümü yok madem, en azından hastalığın adını söyle bari.
-Dedim ya bu hastalığın adı yoktur. Ama tecrübeme dayanarak bu hastalığa; Görgüsüzlük hastalığı, sonradan görme hastalığı, arsızlık hastalığı, vurdumduymazlık hastalığı, diş döken hastalık... Uzar gider buna vereceğim ad. Sen en iyisi bu konuştuklarımızı sanal da paylaş. Face üstadları bu hastalığa bir isim verirler.
-Teşekkürler.
Allah yardımcınız olsun. Eğer toplanıp bu tipleri dönerseniz, benim apartmanda da var böylesi. Desteğinizi beklerim. Hatta içeri girerseniz tüm masraflarınızı ben çekerim. Haberiniz olsun. 09/08/2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde