2 Haziran 2025 Pazartesi

Oğlan mısın, Yandın!

Eskiye oranla azalsa da bu toplumun büyük bir çoğunluğunda, kız çocuğundan ziyade erkek çocuğuna sahip olma anlayışı yatmaktadır. Hatta arka arkaya kız evladına sahip olanlar "Bana bir erkek çocuğu vermedin" diye kadını ya da anneyi suçlar.

Bundandır ki bazı ailelerde çocuk sayısı fazla olur. Çünkü hepsi de kızdır. Bu kadar kız çocuğu olunca bu son olsun diye kız çocuklarına "Yeter", "Songül" gibi isimler bile verenler var.

O kadar kızın ardından aile bir erkek çocuğuna sahip olursa keyiflere diyecek olmaz. Ailenin hepsinin yüzü güler. Öyle ya bu oğlan çocuğu bizim soyumuzu devam ettirecek ve yaşlanınca bu oğlan anne ve babaya bakacak.

Onca kızın ardından gelen bu erkek çocuğu ailenin tüm fertleri tarafından el üstünde tutulur. Çocuk şımartıldıkça şımartılır. Bunca ilgi ve alakayı gören çocuk ise yaramazlıkta ele avuca sığmaz. Aileye, özellikle ablalarına kök söktürür.

Bu anlayış bugün azalsa da yine de bazı kesimlerde hala geçerliliğini koruyor. Bizdeki bu anlayış Cahiliye Dönemi Araplarının durumuna çok benziyor.

Toplumun kız ve erkek anlayışı konusundaki bu kısa girişten sonra doğması dört gözle beklenen erkeklere gelmek istiyorum. Çünkü her ne kadar bu toplumda "kadın mağdur, kadının adı yok, erkek egemen toplumdayız, hep erkeklerin dediği oluyor, kadınlar kadın cinayetlerine kurban gidiyor, kadınlar durmadan şiddete ve cinsel istismara maruz kalıyor" dense de -ki bunda haklılık payı var- esas yük ve sorumluluğun erkekte olduğunu söylersen abartmış olmam.

Ne demek istediğimi vereceğim örneklerle daha iyi anlatabileceğimi düşünüyorum.

Erkek misin?

Askere sen gideceksin.

Evin, ailenin geçimini sağlamak zorundasın. (Şimdi bu anlayış değişmeye başladı.)

Anne, baba maddi sıkıntı içinde ise onların ihtiyacını gidermek zorundasın.

Anne, baba bakıma muhtaç hale gelmişse, ebeveyne bakmak erkeğin görevi. (Bazı ailelerde anne babaya bakma konusunda kız-erkek birlikte ve sırayla bakıyor. Ki olması gereken de bu. Ama toplumun büyük çoğunluğunda hala erkek bakar anlayışı hakim.)

Mezar mı kazılacak. Sen kazacaksın.

Teçhiz ve tekfin işleri sana ait.

Yolda kalmış bir araba mı iteklenecek. Sen itekleyeceksin.

Çocuk kucakta mı taşınacak. Sen taşıyacaksın.

Cuma ve bayram namazına gideceksin.

Ağır işlerde sen çalışacaksın.

Evin her türlü tamir ve tadilat, pazar ve market işlerini sen göreceksin.

Piknikte mangal mı yakılacak, et mi pişirilecek. Sen yapacaksın.

Akla gelebilecek her türlü angarya işleri itinayla erkeğindir.

Yine kadının anneler günü, sevgililer günü, ilk tanışma günü, nişan, ağız tadı ve evlenme, kadınlar günü, doğum günü gibi ne kadar gün varsa hediye almak, günlerini kutlamak yine erkeğe ait.

Kadının arkadaşlarıyla günü varsa, eve misafir alırsa dışarıda işin yoksa bile soluğu dışarıda alacaksın.

Eşin araba sürüyorsa ona ya bir araba alacaksın. Almaya gücün yetmiyorsa, senin arabanı o kullanacak. Şayet araba süremiyorsa gideceği yere onu getirip götürmek, oturması bitince onu almak yine senin görevlerinin arasında.

Ayda bir çamaşır makinesine atılıp yıkanan evin perdelerini takmak da yine erkeğin görevi olduğunu bilmem söylememe gerek var mı?

Kısaca her türlü külfet erkekte. Nimetler ise kadınlarda.

Sanırım merakımı anlatabildim. Oh be!

Bu durumda erkekler! Size imkan verilse ananızdan kız mı doğmak isterdiniz yoksa kadın mı?

Bazı Meallere Yasak Gelebilir mi?

Torba yasada yapılan değişiklikle Diyanet İşler Başkanlığına yeni görev verildi.

Kanunun verdiği yetkiye dayanarak Diyanet, yazılan mealler hakkında, özel kişi ve kurumların talebi üzerine ya da Başkanlık olarak resen inceleme başlatabilecek veya başkasına incelettirebilecek. Eğer bir mealin İslam dininin temel niteliklerine aykırı olduğu kurul tarafından tespit edilirse, Başkanlık mahkemeye müracaat etmek suretiyle mealin yasaklanmasını, toplanmasını, imha edilmesini, şayet meal dijital ortamda ise yayının durdurulmasını isteyebilecek.

Meal sahibi mahkemeye 15 gün içinde itiraz edebilecek. Ama bu itiraz mealin toplanmasını engellemeyecek.

Bazılarımız meallerin Diyanet tarafından incelenmesini savunabilir ise de bu torba yasa ile yapılan değişikliği ben yasakçı zihniyet olarak görürüm. İslam'ın temel nitelikleri ifadesi sübjektiftir. Bunun sonucunda birçok meale yasak getirilebilir. Çünkü bizler mealden ziyade mealin kim tarafından yazıldığına bakarız. Kişiye ya da kişinin İslami görüşü içimize sinmiyorsa pekala onun mealini de sakıncalı görebiliyoruz. Bir görüşünden dolayı kişiyi İslam dairesinden çıkarabiliyoruz.

Yol yakınken Meclisten geçen bu yasa değişikliğine neşter vurmada fayda var. Değilse meal yasağı ile anılır bu ülke. Üstelik meal yasağının kimseye ve bu ülkeye faydası olmaz. Ayrıca yasakların cezbedici yönü vardır. İnsanımız yasaklanan meali elde edip okumak bile ister.

Meal yasağından ziyade İslam'ın ve toplumun hoşgörüsü ve özgürlük ön planda tutulmalı.

Ki mealler Kur'an'ın aslı değildir. Tercümesidir. Hiçbir meal de Kur'an'ı yerini tutamaz. Mealdeki yanlışlık yazarı bağlar.

İnsanımız meal okuyacaksa rastgele meal alıp okumaz. Bilene sorup hangisini alayım diye danışır.

Çoğu insanımız da tek meal ile yetinmez. Bir ayetin anlamını farklı meallere bakarak test eder. Bu yönüyle çok sayıdaki meali zenginlik olarak görmek gerekir.

Diyanet yine mealler incelesin, inceletsin. Yanlışlıklar varsa meal sahibini ve kamuoyunu bilgilendirsin. "Bu mealin şurasına, burasına, şu kısmına katılmıyoruz. Bu meali tavsiye etmiyoruz. Buradaki yanlışlık veya görüş meal sahibi bağlar" desin. Meal sahibini yanlışından dönmek için ikna edici bir yol ve üslup kullanılsın.

Diyanetin bir başka yapacağı, mealin yanında orijinal sayfaya da yer verilmesini sağlamak olmalı. Ötesi, dediğim gibi yasakçı zihniyettir, işgüzarlıktır.

GS ve FETÖ

Başlığı görünce yine mi maç. Bu kadar maçlara ve kulüplere ilgin nereden denebilir.

Maçlara gidip maç izleyen biri değilim. Zaman zaman hangi takım şampiyon oldu, hangileri küme düştü hangileri Süper lige yükseldi diye takip ederim. Aynı şekilde bazı takımların maç sonuçlarını da merak ederim. Futbola dair tüm ilgim bundan ibaret. Ha bu demek değildir ki hiç maç izlemem. Milli maç, takımlarımızın UEFA ve Şampiyonlar ligi maçlarını fırsat bulursam izlerim. İzlerken de çoğu zaman yazı yazdığım olur.

Zaman zaman FB teknik direktörü Mourinho ile ilgili yazdım. Mourinho'yu teknik direktörlüğünden ziyade hal ve hareketleri, yenilgiye dair ürettiği mazeret ve gerekçeleri aynı şekilde suçlayıcı konuşmaları dolayısıyla ele aldım. Çünkü psikolojisi ve kafa yapısı normal değil. Bu durumu, futboldan ziyade ahlaki ve toplumsal bir sorun gördüğümden dolayıdır.
Bu yazımda da Galatasaray'dan bahsedeceğim. Maçlarından, şampiyonluğundan, 25.şampiyonluğu ile birlikte 5.yıldızı takmasından bahsetmeyeceğim. Bazı kişilerin ne zaman GS ismi geçse, GS'nin ne zaman bir başarılı durumu ortaya çıksa, GS ile ilgili "FETÖ destekçisi kulüp, FETÖ ile anılıyor. GS'yi bu yüzden sevmiyorum" türünden bu kulübe suç isnat etmesini, daha doğrusu suç isnadından ziyade Galatasaray'ı FETÖ ile anarak bir algı oluşturmaya çalışmasını ele alacağım.

Ki bu durum yani FETÖ isnadı, sadece Galatasaray için değil, çoğu kişi, zümre ve kuruluşlar için bu ülkede bazı kişiler tarafından yapılıyor. Ne de olsa günümüzde geçer akçe, kişi ve camiaları elde delil ve belge olmadan yaftalamak. Çamur atıp iz bırakmak.

GS niçin FETÖ ile anılıyor? 2000'li yıllardaki bazı GS futbolcularının o zamanlarda "Hizmet Hareketi" diye bilinen yapı ile anılması. Yapıya dair bazı kişilerle futbolcuların fotoğraflarının olması, futbolculardan bazılarının bu hareketin sohbet ve toplantılarına katılması. İşin garibi adı geçen futbolcuların GS ile kontratları biteli kaç yıllar olmuş. Üstelik kulüpler futbolcuların özel mülki değil. Transfer edilen futbolcu topunu oynar. Sözleşmesi bitince ya uzatılır ya da uzatılmaz. Kulüple bağı kesilir. Uzun süre o kulüpte top koşturmuşsa ayrılsa bile o kulüple ismi anılır. Hepsi bundan ibaret.

Ki 2000'li yıllarda "Hizmet Hareketi ile iletişime geçmeyen kişi, grup ve camiaların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Kişileri bu yapı ile hiç bağı olmasa bile bu hareketin mensupları kişilerle iletişim kurabiliyor. Bu yönüyle FETÖ'nün girmediği, iletişime geçmediği kesim yoktur. Çünkü 90'lı yıllarda bu hareket nerede bir başarı ve başarılı kişiler varsa onları yanlarına çekmek için bir şekilde onlara yaklaşmıştır. Kısaca bir zaman nerede bir başarı varsa FETÖ mensupları oradaydı.

Bugün var yarın yok futbolcuların dışında, kulübün başkanı ya da yönetim kurulundan biri veya birkaçı bu yapı ile organik ya da inorganik bağ kurmuş olabilir. Bu bile o kulübü FETÖ'cü ilan etmeye yetmez. Çünkü kulüp yönetim kurulu üyeleri ve başkanları da bugün var yarın yok. Üstelik kurum, kuruluş, camia ve kulüpleri değil, kişileri suçlamak lazım.

Durum bu iken üç beş, bilemedin yedi futbolcudan dolayı GS'yi FETÖ destekçisi ilan etmek hiç hakkaniyete sığmaz. Bu kolaycı yol ve yöntemleri hala bırakmanın zamanı gelmedi mi? Ne zaman bizler işin kolaycılığına kaçmayı terk edeceğiz?

Bırakalım da kimin ya da hangi kulübün FETÖ'cü olduğuna devlet ve ilgili kurum ve kuruluşları karar versin. Eğer birileri bu yapının üyesi ise devlet yakasına yapışsın. Elde böyle bir mahkeme kararı olmadan kişi ve kulüpleri töhmet altında bırakmaktan vazgeçelim. Kimsenin başkasının itibarını sarsmaya, başarısını gölgelemeye hakkı yoktur.

Devlet, bir taraftan FETÖ ve diğer terör örgütleri ile mücadele ederken aynı zamanda elinde delil ve belge olmadan; kişi, kurum, kuruluş ve kulüplere bu şekil isnatta bulunanlara da niye iftira atıyorsun? Elinde belge varsa göster diyerek yakasına yapışmalı ve hesap sormalı. Birileri hesap vermeli ki olur olmaz kimseye çamur atmanın ne anlama geldiğini öğrenmeli, cezasını çekmeli. Bu iftiranın cezası da bu yolda gitmek isteyenlere ibret olmalı. 

Sıra Sıra Yardım Kuruluşları

Kayalıpark'tan geçtim kurban bayramı öncesi. Farklı yardım kuruluşları PTT'nin önü boyunca sıra sıra stant açmış. Sayısı dikkatimi çekince üşenmeyip saydım. 13 tane hepsi.

Hepsi kurban bağışı için buradalar. Öyle zannediyorum, hepsi hem yurtiçi bağış alıyorlar hem de yurtdışı. Yurtiçi ve yurtdışı kurban kesim bedelleri hepsinde de farklı farklı.

İçlerinde sadece Konya'ya hitap eden yerel yardım kuruluşu var mı bilmiyorum. Sanırım hepsi Türkiye çapında teşkilatlanmış durumda. Yurtiçi ve yurtdışı bağış aldıklarına göre Konya ve Türkiye dışına da hizmet veriyorlar.

Günlük ve toplamda ne kadar bağış topluyorlar bilmiyorum. Yalnız stantlarda görevli birer kişi dışında statlar genelde boş. Toplanan bağışların ne kadarı yurtiçi ne kadarı yurtdışı bunu da kestirmek mümkün değil. Fakat yurtiçi ve yurtdışı kurban bedelleri arasında uçurum olduğu göz önüne alınırsa zannedersem bağışçıların çoğunun tercihi yurtdışı olur.

Kayalıpark'ta açılan bu stantlar kurban bayramına mahsus. Bir de yine aynı mevkide Hacı Hasan Camisinin önünde sabahtan akşama hasta iki çocuk için açılmış iki ayrı stant var.

Tekrar kurban bağışı için açılmış yardım kuruluşu stantlarına gelirsek, sanırım yardım kuruluşlarının hepsi burada stant açmamış. Çünkü bildiğim kadarıyla Türkiye'de organize yardım kuruluşu bu sayıdan çok fazla.

Neyse biz gelelim sadede. Yukarıda bu yardım kuruluşlarının stantlarında pek kimseyi göremedim dedim. Çünkü yurtiçi ve yurtdışı kurban bağışında bulunacak insanımız bu işi standa gelip yapmaktan ziyade oturduğu yerden Iban aracılığı ile yapıyor. Ayrıca nakit bulundurmasına, standa gelmesine gerek kalmıyor. Bu durumda stantlar gereksiz. Belki tanıtım ve danışmanlık hizmeti yönüyle gerekli olabilir.

Bir diğer husus, yurtiçi kurban bedeli ile yurtdışı kurban bedeli arasındaki uçurum. Bu konuda daha önce yazdığım için burada bunun üzerinde durmayacağım.

Esas değinmek istediğim, ülkede yerel veya ulusal yardım kuruluş sayısının fazlalığı. Bence aynı amaca hizmet eden bu kadar yardım kuruluşu fazla.

Bir de her yardım kuruluşu hem yurtiçi hem yurtdışı kurban bedeli alıyor. Yurtiçi kurban bedelini anlıyorum. Ama her birinin yurtdışı organizasyonunu anlamış değilim. Çünkü yurtdışı organizasyonu zordur ve külfetlidir. Aynı zamanda maliyettir. Madem aynı amaca hizmet ediliyorsa, yardım kuruluşlarının aralarında ülke planlaması olmalı diye düşünüyorum. Pekala her bir yardım kuruluşu bir ülke ya da bölgede kesebilir. Mesela Afrika'daki kurban kesmek istiyorum diyen bir bağışçıya, yardım kuruluşu, o bölgede falan yardım kuruluşu kesiyor. Bağışınızı oraya yapabilirsiniz diyebilmeli. Yardım kuruluşları bunu kendi aralarında halledebilir. Buna devletin ilgili kurumu öncülük edebilir.

Bir diğer husus, gördüğüm kadarıyla tüm yardım kuruluşları genelde aynı tür hizmet veriyor. Pekala yardım kuruluşları daha dar bir alanda hizmet verebilir. Mesela, bir tanesi sadece öğrencilere burs verebilir. Bir tanesi sadece kurban işine bakabilir. Bir tanesi fakirlere yardım edebilir. Bir tanesi aşevi vasıtasıyla yemek dağıtabilir. Bu dediğimle istiyorum ki yardım kuruluşları belli bir hizmet alanında ihtisaslaşmalı. Yeni yardım kuruluşu kurulacaksa hangi alanda boşluk ve ihtiyaç varsa o alana yönelik kurulmalı. Kısaca her yardım kuruluşu her dalda oynamamalı.

Bu dediklerim için yardım kuruluşlarını planlayacak bir çatı kuruluşa ihtiyaç var. Buna da devletin öncülük etmesi gerekir.

Burada güven problemi akla gelebilir. Kişiler bir yardım kuruluşuna güveniyorken diğerine güvenmeyebilir. Aynı şekilde devletin ilgili kurumunun çatı rolü üstlenmesine de sıcak bakmayabilir. Bunlar şeffaflık, denetim, takip ve tedbir ile halledilebilir. Yeter ki bu iş dert edinilsin.

Yoluma Gurbet Düştü

Daha önce ("Tüm Yönleriyle Kuşburnu Diyarı TİPİLİ KÖYÜ", "Müderris Ahmet Feyzi Efendi", "Hacı Feyzullah Efendi ve Mehmet Necati Efendi" ve "Tortum’un Manevi Mimarları") başlıklı dört kitap yazan Eğitimci-Yazar Ali AKBULUT Hocam, 40 yıl boyunca yazıp biriktirdiği şiirlerinden seçme yaparak "Yoluma Gurbet Düştü" başlıklı kitabıyla beşinci kitabına imzasını attı. Böylece eğitimci yazarlığının yanına şairliğini de konuşturmuş oldu. 

"Kırk Yılın Şiirlerinden Seçkiler" alt başlıklı bu şiir kitabında, 5233 mısradan oluşan 111 şiirine yer vermiş. Şiirlerini içeriğine göre tasnif etmek suretiyle her birine alt başlıklar vermiş: "Öğretici, eleştiri, Daussıla, Bazı şahsiyetler, Şehir-şehit, dünya-ölüm, Ders beyitler, Kainatın fahrı'na, Alemlerin Rabbi'ne" şeklinde. Kitabın sonunda 750 kelimeden ibaret lügatçeye de yer vermiş. 

Gördüğüm kadarıyla şairimiz yine her zamanki ciddiyetini, içtenliğini, nezaketini ve hassasiyetini ortaya koymuş. Lazım olan ne varsa hepsini düşünüp kitabında yer vermiş. Boşuna ben kendisine Zenbilli Ali Efendi, Ayaklı kütüphane demiyormuşum. Kolay değil çünkü tüm bunları yapmak. Azmettiğini yapan, tuttuğunu koparan Ali Hocam için plan, program çerçevesinde bunları yapmak daha kolaydır. Çünkü plan, düzen, tertip, azim denince benim aklıma Ali Hocam gelir. İbadet niyetiyle yapar bunu. Onun için abitlik, zahitlik, bilgi ve birikim denince akan sular durur. Tek kelimeyle eline, emeğine, zihnine sağlık Ali Hocamın. 

Her ne kadar kolay desek de yazmak zordur. Hele şiir yazmak bir o kadar zordur. Çünkü bunun için bilgi, birikim, kelime dağarcığı, sanat, duygu, ilham, sabır, dertlenme, dert edinme ve bu dertleri kaleme dökmek gerekir. Yine yazılan şiirleri seçmek, konularına göre şiirleri tasnif etmek, her birine alt başlıklar vermek, kitabın sonuna da şiirlerinde geçen kelimeleri anlamak için lügatçeye yer vermek her kişinin harcı değildir. Bunu düşünse düşünse Ali AKBULUT Hocam düşünür.

Erzurum'da yaşayan Ali Hocamın şiir kitabından, taziyem dolayısıyla başsağlığı dilekleri için aradığında haberdar oldum. Bu vesileyle kısa süreliğine telefonla muhabbet ettik. Başta rahmetli anneme olmak üzere bol bol samimi ve içten dua, dilek ve temennilerini iletti şahsıma ve evladı ıyalime. 

Önceki kitaplarını daha önce kargo ile göndermişti. Bu son kitabını da imzalayıp gönderdi.  Sağ olsun, var olsun. Daha nice kitaplar yazmasını bekleriz Ali Hocamdan. Bilgisinin zekatının hakkını bu şekilde veriyor Hocam. Allah sağlık, huzur ve bereketli ömürler versin inşallah, samimiyetinden şüphe etmediğim Ali Hocama. İlgi, alakası, iltifatı ve nezaketi için teşekkür ediyorum. 

"Yoluma Gurbet Düştü" başlığını koyarken Şair, "Malum olduğu üzere insanoğlu, kaderi ilahinin çizdiği yol üzere yürüyen ve bu yolda çektiği ızdıraplarla, çeşitli çilelere müptela olan bir gurbetçidir. Bu gerçeği vurgulamak için kitaba bu başlık uygun görülmüştür" der ön sözünde. Kısaca acısıyla, tatlısıyla gutbetteyiz diyor Ali Hocam. Bu başlık bana bir baba dostunu hatırlattı. O da rahmetli oldu birkaç yıl önce. Her görüştüğümüzde, "Anamızdan doğduğumuz andan itibaren ahirete yolculuk yapıyoruz" derdi cümle aralarında.

Öyle ya hayatımız, doğmak, büyümek ve ölmekten ibarettir. Gurbet hayatının hakkını verenlerden olmak dileklerimle. 

1 Haziran 2025 Pazar

Bardağa Dolu Tarafından Bakınca Ben

Felaket tellalıyım dense yeridir. Felaket bir enflasyon var, hayat pahalılığı belimizi büküyor, faiz oranları yüksek. Paramızın alım gücü yok. Adeta pul oldu, döviz kurları karşısında eridi gitti dedim durdum. Ekonominin gidişatından dolayı hep endişe taşıdım.

Dediğimle kaldım. Kendimi yedim bitirdim ama hiç faydası olmadı. Çünkü saydıklarımda olumlu yönde bir gelişme olmadı.

Ne olacak böyle? Yok mu bunun çözümü? Ben bu felaket tellallığını ne zaman bırakacağım derken imdadıma bugünkü yaptığım alışverişler çıktı.

Bir bardak çay içtim. Çay parasını vermek için çay ocağına yönelirken elimi cebime attım. Hiç bozuk para yoktu. Mecburen en büyük paramız 200 lirayı uzattım, bir çay alır mısın dedim.

Derken de utana sıkıla dedim bunu. Çünkü çaycının, "İçtiğin bir çay. Vereceğin 10 lira. Uzattığın paraya bak. Ben bunu nasıl bozacağım. Bozuk yok. Bana bozuk para ver" diyecek sandım. Korktuğum gibi olmadı. Parayı aldı. Yüzünü buruşturmadı. Önündeki kasayı açıp bana 190 lira uzattı.

Oradan pazara uğradım. Ayrı ayrı tezgahlardan domates, kayısı, soğan, elma aldım. Test için yine her birine 200 uzattım. Hiçbiri bozuk yok mu diye tepki göstermedi. Hepsi alışverişin üstünü verdi.

Kayısı aldığım pazarcı ile alışveriş üstünü hallettikten sonra iki yüz lira versem, ellilik verir misin dedim. "Bir tane ellilik var elimde. Sonra ne yapacaksın elliyi. 50 lira bayram harçlığı vermenin zamanı geçti. Torunlara en büyüğünden ver" dedi. Torunlara değil, başkası için dedim. "Olsun, elli devri geçti" dedi.

Sair günlerde dolmuşa biniyorum. Uzatıyorum bir kişi diye en büyük parayı. Dolmuşçu da tek kelime etmeden para üstünü veriyor.

Ekmek alıyorum. Ona da 200 uzatıyorum zaman zaman. O da parayı bozup veriyor. Marketleri zaten söylemeye gerek yok.

Halbuki bir zamanlar böyle miydi? En büyük paramız 100 lira iken parayı bozdurmak mesele idi.

Fi tarihinde böyle uzatmıştım Manisa’da bir bakkala en büyük parayı. İstediğimi bozuk para yok diye vermemişti. Para kalsın istediğimi ver, geçerken alırım demiştim. Olmaz demişti. İstediğimi ver, yan tarafta kalıyorum biliyorsun. Dönüşte vereyim dedim. Veresiye olmaz demişti. Sanki ondan veresiye isteyen vardı.

Bir zaman dolmuşa binmiştim de yanımdaki genç yüz lira uzatmıştı şoföre. Bozuk ver kardeşim. Sabah sabah bu parayı nasıl bozayım demişti. Genç de toplu taşıma işi yapıyorsun. Bozuk para bulundurmak ve parayı bozmak zorundasın demişti. Ardından şoförle genç arasında bir gerginlik yaşandığında şahit olmuştum.

Çoğu zaman da bu yüz lirayı bozdurmak için birkaç esnaf dolaşmak gerekirdi.

Şimdi öyle mi? En büyük parayı bayram harçlığı diye çocuklar beğenmiyor. Esnafın hiçbiri bozuk yok demiyor. İşin birden görülüyor ve oyalanmıyorsun.

Hülasa en büyük para da olsa şimdi hiçbir yerde para bozdurmak sorun olmuyor. İşe bu yönüyle bakınca ekonomiye dair söylediklerimden utandım. Meğer hep bardağın dolu tarafına bakmışım. Halbuki bir de bozuk para sorunu kalmaması yönüyle baksaymışım, ekonomiyi bu kadar dert edinmeyecek ve endişe duymayacakmışım.

Siz siz olun. Şayet ekonominin gidişatını benim gibi dert ediniyorsanız, boşa kürek çekmiş olursunuz. Lütfen bardağın boş tarafına değil, bir de dolu tarafından bakın derim size.

30 Mayıs 2025 Cuma

Safi Problem

İnsanoğlu bir muammadır. Çöz çözebilirsen. Havuz probleminden beterdir insanı çözmek. Belki de beş bilinmeyenli denklem gibidir. Uğraş didin onu tanımak için.

Gerçi normal şartlarda özünde her bir insan iyidir. İyilik bir sorun ortaya çıkıncaya kadar devam eder. Sorunlar ortaya çıktıkça insanların ne olduğunu anlamaya başlarsın. Yine de insanın iyisi var, kötüsü var, iyi olmak isteyip de iyi olamayanı var... 

Toplumda bir de psikolojik hastalar vardır ama bu tip hastalar, bakınca sağlam ve normal bir insan gibi bir davranış sergileyebiliyor ise de bazı hal, hareket, söz ve eylemlerinden, abuk sabuk konuşmasından, lafın nereye gittiğini bilmediğini görünce tedavi görmesi gerektiğini anlarsın ama gel de bunu ona anlat. Çünkü hasta olduğunu kabul etmez. Ben deli miyim der. Ardından dünyanın lafını sayar sana.

Bu tip birinin bir yeri ağrısa doktora götürür, tedavi ettirirsin.

Hastalığının ne olduğunu bilirse bir çözüm üretirsin.

Bu psikolojik hastalığına yıllardır edindiği kendinden ayrılmaz bir parça olan huyu da eklenince, olur çekilmez bir insan. Ne huzur bulur ne de huzur verir.

Konuştuğu lafın ne anlama geldiğini bilmeden ve akıl süzgecinden geçirmeden boş teneke gibi sabahtan akşama konuşur.

Konuşmasında mantık yoktur. Haliyle hastanın yanında, düğün evinde, cenaze vs. yerlerde nasıl davranacağını kestiremez. Çünkü akıl ve mantık olmayınca denge problemi de ortaya çıkar. Duyguları aklın önüne geçer.

Bulunduğu ortamda mutlaka bir iz bırakır. İz diyorsam safi problem. Söylediği ve taşıdığı sözlerden dolayı eşi dostu birbirine kırdırır. En azından soğuk rüzgarlar estirir. Pamuktan ibaret bağları koparır.

Her yaptığı sorun olmasına rağmen ben ne yapıyorum, konuştukça batıyorum, en iyisi susmak demek suretiyle kendini sorgulama da yok. Yoluna doludizgin devam eder. Eseriyle gurur duyuyor olmalı ki burnundan kıl aldırmadan sütten çıkmış ak kaşık gibi davranmayı da iyi becerir.

Ardından konuştuğu insanları görünce hiçbir şey olmamış gibi davranması, konuşmaktan kaçınması, asık suratıyla sessizliğe bürünmesi de bir başka yönü.

Nasıl bir huy nasıl bir haletiruhiye nasıl bir hastalık bilinmez. Amacı, niyeti nedir zaten bilinmez. İç dünyasını zaten bilemezsin. İçinde ne kavgalar veriyor, bunu da bilemezsin. Bilinen bir şey varsa konuştukça batıyor.

Tanıyorum sandığın ama zamanla iç yüzünü daha iyi tanıdığın bu profilin senin için tam bir hayal kırıklığı olduğunu öğrendiğin zaman iş işten geçmiş oluyor.

Bu tip profil düzelir mi? Düzelmesini temenni ederim ama çok zor. Çünkü huylu huyundan vazgeçmez. Ne diyelim, Allah yardımcısı olsun.