6 Nisan 2025 Pazar

Algılar Dünyası

Adına ister sanal alem ister sosyal medya ister dijital ortam ister İnternet diyelim. Bunlara ilaveten bu aleme algılar dünyası ismini de ben vermek istiyorum. Çünkü bu alem tamamen algı oluşturmaya yönelik kurulmuş bir platform. Bu amaçla kurulmadıysa bile bugün bu amaçla kullanılıyor.

Bu algılar dünyasının neresindesiniz bilmiyorum. Hiç işim olmaz diyen bile WhatsApp kullanıyor. Burada da eş dost ile haberleşmenin dışında belli bir el tarafından hazırlanıp servis edilen yazı, çizi dolaşımda.

Esas algının oluşturulduğu platform ise herkese açık sosyal medya alemidir.

Bu alem trol kaynıyor. Bu yönüyle bu aleme trol dünyası dense de yanlış olmaz.

Bu alemin ne ayarı var ne kuralı ne denetimi ne haber kaynağı ne ahlakı ne de etik değeri.

Bu alemi kullanan ve kendi özgün fikirlerini yazıp çizmenin dışında büyük çoğunluk, başkasının algı oluşturmaya yönelik masa başında oluşturup servis ettiği şeyi paylaşıyor.

Paylaşım yaparken de ben bu paylaşımı yapacağım ama bu yazı ve çizinin aslı var mı demiyor. Aslı olsa da olmasa da işine yarayıp yaramadığına bakıyor. Bu ya da bunlardan her şey beklenir, yaparlar, yapmıştır deyip paylaşım yapıyor. Kısaca çoğunluk, tarafgir olduğu tarafın borazanlığını yapmaya adamış bu alemde kendisini. Nasılsa bedenen çalışıp yorulma durumu yok. İşi de yok. İçindeki açlığı nasıl giderecek? Önüne düşen paylaşımı paylaşarak tarafının yılmaz savunucusu olacak, karşı tarafın da amansız düşmanı.

Bu alemin trolleri, oluşturulan gündemi paylaşarak adeta yangına körükle gidiyor. Aynı amaca yönelik o kadar paylaşımı gören, ilk başlarda olamaz dese bile sonradan bilerek veya bilmeyerek algıya teslim olmuş oluyor. Bu, kendi söylediği yalana kendisinin inanmasından başka bir şey değil.

Hiç olmayacak kişileri yücelten, aynı zamanda kişi ve grupları hedef tahtasına oturtarak itibar suikastı yapılan bu alemi dikkatli kullanmakta fayda var. Birilerinin oluşturmak istediği algıya teşne bir pozisyona girmemek lazım. Her gördüğünü, her önüne düşeni alıp paylaşmamak lazım. Farklı düşünce sahiplerinin de insan olduğu, onların da itibara ihtiyaçlarının olduğu empatisini yapmak lazım. Bu bana yapılırsa razı olur muyum demek lazım.

Bu alemde birilerinin trolü olup algı oluşturmaya çanak tutmaktansa bu tip kişilerin bu alemi hiç kullanmamasında fayda var. Çünkü algı deyip de geçmeyelim. Algı, yalan ve iftiradan daha tehlikelidir. O yüzden birileri adına ne trollük yapalım ne algı oluşturmaya yönelik bir çalışmanın içine girelim.

Bu alemi kullanıp paylaşım yapacaksak neyi paylaştığımızı, paylaşımın kimin işine yarayıp yaramadığını, kimi yaralayıp yaralamadığını hesaba katmakta fayda var. Kısaca araştıralım diyorum. Yok yere kimsenin vebaline girmeyelim.

Yağmur ve Zekât Kıyası

Ramazan bayramı tatiline denk gelen cuma namazını bir arkadaşla beraber Larende caddesindeki bir camide kıldım.

Ezana yakın camiye girdik. Cami ortasındaki minberin sağındaki bir yere oturduk. Ezan da başladı bu arada. Aynı zamanda kendisini görmesem de bir vaizin konuşması geldi kulağıma. "Bu gece Kadir gecesi olabilir. Yarın da arife gününü idrak edeceğiz" diyordu.

Yanımdaki arkadaşa, bu ne iş dedim. "Konuşma banttan olmalı" deyince, jeton düştü.

Ezanın bitimi sünnetleri kıldık. Hatip hutbe irat etmeye başladı. Hutbe, “çocuğun yetişmesinde ailenin rolü" konulu bir hutbe idi.

Hutbenin sonunda hatip yağmur kıtlığından bahsetti ve zekât vermenin önemine işaret etti. Ardından peygambere atfettiği bir hadis okudu: "Hangi millet mallarının zekâtını vermezse mutlaka gökten yağmur kesilir. Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmur düşmezdi" dedi. Hutbeyi bitirdi.

Çıkışta, başı ve sonu farklı olan hutbe metnine İnternetten baktım. Metinde zekât ve yağmur ilişkisinden bahseden bir parantez yoktu. Belli ki hutbe metninin sonuna hatip ekleme yapmıştı.

Yolda yürürken arkadaş konuyu açtı. İmamınki de iş. Avrupa'da zekât mı var ki her gün yağmur yağıyor neredeyse" dedi. Ben de ah bu kıyası imam da yapabilseydi dedim.

Öyle ya zekât bildiğim kadarıyla İslam dininde var. Diğer dinlerde oranı ve şartları belli böyle bir ibadet ve yardımlaşma yok. Yani zekât vermemelerine rağmen dünyanın çoğu yerine yağmur yağıyor.

Bizim Karadeniz'e de durmadan yağmur yağar. Karadeniz halkı eksiksiz zekâtını veriyor da ondan mı yağmur yağıyor?

Tüm bunları ve daha fazlasını hutbeye çıkıp yüzlerce kişiye metinden veya irticalen konuşan hatibin düşünmesi gerekir. Biraz sorumluluk sahibi olması lazım. Mikrofonu ve sessiz cemaati görünce, doğru-yanlış içindekini boşaltmaması gerek. Lafın nereye varacağını hesap etmesi lazım. Sorumluluk bunu gerektirir.

Hurafe ve duyumların hutbe ve vaaza taşınması, herhangi bir kaynakta da olsa görüp okuduğunu aktarması, buna da peygamberi alet etmesi olacak şey değil. Bu yaptığı peygambere de en büyük iftiradır.

İmamın derdi hepimizde olduğu gibi yağmur yağmaması ise "Susuzluk kapıda. Suları tasarruflu kullanalım" diyebilirdi. Zekât eksikliğini hissediyorsa, "İmkanı olan kardeşlerimiz, ihtiyaç sahiplerine zekatlarını vererek onları sevindirsin" diyebilirdi.

Bunları usulünce dile getirmek varken yağmurun yağmamasını zekât vermemeye indirgemesini ne akıl ne mantık ne din kabul eder. Çünkü yağmurun yağma şartları bellidir. Yağmurun zekatla bir bağı yoktur.

Kimse, efendim, okuduğum bir hadis. Falan kaynakta yazıyor. Ben kendimden bir şey katmadım gibi bir savunma yapmaya kalkmasın. Nasıl ki her duyduğunu aktarması kişiye günah olarak yeterse, her yazılanı akıl süzgecinden geçirmeden aktarması da kişiye günah ve vebal olarak yeter de artar bile.

Nedense herhangi bir olumsuzlukta insanımızı suçlamayı marifet biliyoruz. Ayıptır ayıp. Mesela bir insan tanırım. Elinden Kur'an düşürmeyen, ibadetlerine devamlı biri. Bunun da oğlu hastalanmıştı. Yaşı büyük olmasına rağmen idrarını kaçırıyordu. Adam bunun neyi var deyip çocuğunu doktora götüreceği yerde "Ne olacak? Beynamaz olunca işte böyle hasta olur" dedi. Bu sözleri duyunca pes doğru diyebildim kendi kendime.

Bir diğer husus, bu imam daha önceden yapılmış bir konuşmayı banttan verdi diyelim. En azından bu vaazı ezanla birlikte kapatsaydı, hatibin Kadir gecesi ve arifeden bahsettiği kısmı kimse duyup şaşırmazdı. Ciddiyetten uzak gördüm imamın bu tavrını da.

Aman, kime ne diyorum. Yağmur ile zekât bağlantısını kuran birinden ben ne hassasiyet bekliyorum.

Diyanet, bu şekil sapla samanı karıştıran, az bir mantık dahi yürütemeyen personeli için gönderilen metnin dışına çıkılmaması talimatı vermesinde fayda var.

5 Nisan 2025 Cumartesi

Nil Bebek

Bugüne kadar ne kız çocuğumuz vardı ne de kız torun.

Dört oğlan, dört erkek torundan ibaret, hepsi oğlan oğlu oğlan bir aile idik.

Bugün bir torunum daha dünyaya geldi.

Sıralamada ailenin beşinci torunu oldu.

Ailenin ilk kız torunu.

Cinsiyeti belli olduktan sonra daha doğmadan Nil kondu adı.

Üç harften ibaret, telaffuzu kolay olan Nil, son yıllarda konan popüler isimlerden.

İsim konurken ad aldığına çeker denir.

Bakalım Nil denince akla ne geliyormuş.

Arapça bir isim olan Nil, "Yunanca 'nehir yatağı' anlamına gelen Neilos sözcüğünden geldiği" belirtilmekte. (Wikipedi)

İlk anlamı çivit otu demekmiş. "Bedenin herhangi bir yerindeki iltihaplanmayı azaltma, iltihap kurutan özelliği olan çivit otu, oldukça eski zamanlardan beri kullanılmakta. Saç dökülmelerine karşı etkili olduğu, sürekli kullanımda, saçların ölü hücrelerden kurtulmasına yardımcı olduğu belirtilmekte. (Wikipedia)

Mavi ve lacivert anlamına geliyor.

Yine Nil denince 6650 km uzunluğa sahip dünyanın en uzun nehri akla gelir. Mısır'dan geçip Akdeniz'e dökülmekte.

Nil isminin analizine gelince;

Nil ismine sahip olan kişiler narin ve zarif bir yapıya sahip olurlar.

Dengeli ve dikkatli hareket edebilen bu kişiler hayatları ile ilgili söz sahibi olurlar.

Başlarına buyruk olmayı sevdikleri için kendi bildikleri yoldan ise asla şaşmazlar.

Düşünceleri ve merhametli yapıları ile daima ön planda olurlar.

Çevrelerinde bulunan insanları kendilerini riske atmak pahasına sahiplenir ve yardım ederler.

Hızlı ve girişken oldukları için risk almaktan kaçınmazlar.

Kolay ve pratik düşündükleri için başladıkları işi kolayca bitirirler.

Eğlenceli ve zarif bir kişiliğe sahip olurlar.

Azimli yapıları ile daima ön plana çıkarlar.

İş hayatında kolaylıkla başarı sağlarlar.

Yetenekleri çok gelişmiştir.

Bu isme sahip kişiler yazı yazmayı ve kitap okumayı da çok severler.

Geleceğe dair önemli öngörüleri de ileri görüşlülükleri mevcuttur". (CNN TÜRK)

Maşallah, yok yok üç harften ibaret Nil isminde. İnşallah adına çeker.

Analizi yapılırken geleceğe dair öngörü sahibi olduğu dikkatimi çekti. Kız torunumun doğumunu da hacı yolu bekler gibi bekledik. Çünkü geciktikçe gecikti. Var gör, bir ileri görüşte bulunarak “Dünya sıkıntılı. Ülke enflasyon ve hayat pahalılığı ile boğuşuyor. Aynı zamanda gerilim yüksek. Herkes patlamaya hazır. Kutuplaşma almış, başını gitmiş. Ülke aynı zamanda bayram tatilinde. Herkes bir güzel tatilini yapsın. Sonra geleyim. Acelem yok” demiş olmalı.

Her ne ise bu ülke insanının çektiğini torunum Nil de çekecek. Umarım bahtı güzel olur. Ülkenin önü açılır, sıkıntı ve dertleri gider. İyi bir gelecek tüm çocuklarımızı bekler bir ülke görürüz. Ülkemiz huzur ve sükunet bulur.

Allah torunuma hayırlı, bereketli ömürler versin. Nil nehri gibi ömrü uzun ve Nil’in geçtiği yerlerde bereket olduğu gibi ömrü de hem uzun hem de bereketli olur.

Bu arada ilk kızımız olduğu için kıza nasıl davranılacağına aile olarak yabancıyız. Ama yavaş yavaş alıştıracağız kendimizi. İlk etapta da ağzımızı hep oğlum diye alıştırmıştık. Herhalde kızım demeye kendimizi alıştıracağız.

Hoş geldin Nil bebek. Sefalar getirdin Nil torun. İyi ki doğdun kızım.

3 Nisan 2025 Perşembe

Patolojik Bir Vaka

Yenildiği zaman suçu hakeme bulan, hakeme veryansın eden, rakip takımın sert oynadığından dert yanan teknik direktörler gördüm de FB Teknik Direktörü Mourinho kadar edepsiz, itici, kibirli ve hazımsızlık olanını görmedim.

Prensibi olmayan, anlık anormal tepki veren bir kişiliğe sahip.

Geçmiş başarılarının altında ezilen ezik bir tip. Başarısını gölgeleyecek rakip direktörü karşısında yenilgiyi hazmedemiyor. Belli ki nasıl olur? Halbuki ben başarılı olmalıydım diyor.

Görünen o ki Mourinho'nun geçmiş başarıları dışında futbol adına verebileceği bir şey yok.

Adamın denge ve sağlık sorunu var. Ne zaman ne tepki vereceği, nasıl davranacağı bir muamma.

Sanıyor ki geçmiş başarıları ilanihaye devam edecek. Olmayınca da nasıl çirkinleştiririm hesabı yapıyor.

Boşta kalana dünyanın parasını verirsen, kendisine açık çek verirsen, hesap sormazsan, var bir bildiği dersen, ben parayla her şeyi çözerim dersen, çıkan tabloya da katlanırsın.

Maç sonu açıklamalarında hiç mantık bulmuş değilim.

Bakışıyla, oturuşuyla, süzüşüyle, jest ve mimikleriyle tam bir kibir budalası. Ben bulunmaz Hint kumaşıyım. Kendimi ispatlamış biriyim. Baştan sona kaliteyim görüntüsü veriyor.

Rakip teknik direktöre alaycı bakışı, rakibin elini sıkacağı yerde burnunu sıkması, maç sonu basın açıklamasına katılmaması, bunu da ben o kadar bekleyemem şeklinde açıklaması, maç öncesi ve maç sonrası açıklamalarıyla hep GS teknik direktörünü hedef tahtasına koyması ve maymuna benzetmesi ilk aklıma gelen herzeleri.

Bir başka terbiyesizliği de bir maç sonrası basın açıklamasında gazetecinin soruyu uzatması üzerine uyuma moduna geçmesi.

Yabancı basına, Türkiye'de sadece futbol oynanmıyor. Başka şeyler dönüyor. Biz bununla mücadele ediyoruz. Zaten buranın futbolu dünyada izlenmiyor gibi açıklamaları...

Ağzının ayarının olmadığını gösteriyor. Son burun sıkma da gösterdi ki elinin de ayarı yok. Ahlak zaten yok.

Geldiği andan itibaren yediği herzeleriyle Mourinho psikolojik hatta patolojik bir hasta görüntüsü veriyor.

Bu hali ve yediği son halt ile bu ülkeden kovulmayı çoktan hak etti. Bu hasta ile çalışıp çalışmayacağını FB yönetimi bilir ama ben olsam bir saniye bu topraklarda durdurmam. Takımla ilişiğini keserim.

Ali Koç, saha içinde ve saha dışında kendisi gibi kendi adına mücadele edecek, kavga edecek, ortamı gerecek böyle birini çok mu aradı?

Asırlık kulübe böyle sinsi bir tip yakışmıyor.

2 Nisan 2025 Çarşamba

Kamuya Tatil Cenneti Ülke

Birinci günü pazar olan ramazan bayramının pazartesi ve salı ile birlikte üç gün olması gerekirken, her ne hikmetse haftanın geriye kalan üç günü de tatil yapılmak suretiyle bayram tatili dokuz güne çıkmış oldu.

Tatiller arasında kalan bir ve iki mesai gününün tatil yapılmasını anlarım da üç iş gününün tatile eklenmesini hiç anlamış değilim.

Tatil cenneti ülke dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Belki de onmadığımızın sebebi bol tatil yapmamız olsa gerek. Çünkü herkes çalışıyor, biz ise yatıyoruz.

Yapılan tatili, kamu ve özel tüm çalışanlar yapsa eh hep birlikte yattık, birlikte tatil yaptık diyeceğim. İstisnalar hariç özel sektörün hepsi üç günlük tatilin ardından mesaiye başlarken kamu tatil yaptı.

Adeta kış uykusuna yattı.

Kamu çalışanı ile özel sektör çalışanı arasında bu kadar uçuruma pes. Halbuki kamu-özel yatacaksak hep beraber yatalım. Çalışacaksak hep beraber çalışalım.

Özel sektör çok acımasız. Belki olması gereken budur.

Kamu ise çok merhametli ama bu merhamet hep maraz doğurmakta.

Öyle görünüyor ki bu ülkede özel sektör çalışanı üvey, kamu çalışanı ise öz evlat.

Hoş, kamunun bazı kurumları hariç tüm kurumları dokuz gün değil, doksan gün de tatil yapsa pek bir fark ve değişiklik olmaz. İşler de aksamaz. Belki de daha çok tatil devletin lehine bile olur. Çünkü kamunun bazı işkolları hariç çoğu kurumu bir şey üretmiyor.

Devlette genelde hizmet sektörü var. Bu hizmet de tatil de yapılsa mesai de yapılsa pek akşama. Çünkü verim yok. Nasılsa çalışırken de bir katma değer yok, tatil yaparken de.

Üretimde ve verimde özel sektörün çok gerisinde kalan kamunun, zaten mesai yaparken sırtı terlemiyor. Mesaide iken tatil yapıyor. Ayrıca tatile gerek yok. Çoğu kamu çalışanı mesaide değil, mesai dışında daha çok yoruluyor.

Durum bu iken eğer ilave tatil yapılacaksa özel sektör çalışanına tatil yapmak gerek. Çünkü bu ülkede üretim de verim de özel sektörde. İş riski onlarda, iş garantisinin olmaması onlarda, yorulup terleme onlarda. Buna rağmen çoğu kamu çalışanı özel sektör çalışanından daha fazla ücret alıyor. Özel sektör çalışanlarının çoğu ise asgari ücrete çalışıyor. Buna az iş çok maaş ve fazla tatil, çok iş, az maaş ve az tatil desek yanlış olmaz.

İçinde çelişkiler yumağını barındıran bu duruma artık şaşırmıyorum. Çünkü bu ülkede olup biten çoğu işte zaten mantık bulmak mümkün değil.

Güya bir zamanlar hükümetler ya da hükümet alternatifi olan partiler, parti programlarında personel rejiminden bahsederek kamu ile özel sektör arasındaki maaş, çalışma ve diğer özlük haklarla ilgili uçurumu kaldırma vaatleri vardı. Şimdilerde kimse ağzına almıyor. Görünen o ki bu uçurum böyle geldi, böyle gidecek.

Hususi Toplu Taşıma Araçlarımız

"Dünyanın en birinci petrol üreticisi ülke bizmişiz gibi herkesin altında bir otomobil!" tespiti Yenişafak yazarlarından Fatma Barbarosoğlu'na ait.

Eski bir yazısından bu cümleyi not etmişim.

Sayın Barbarosoğlu'nun bu tespitinin sağlamasını yapmak için cadde ve sokaklara, tıkanan yollara, otoparklara ve meskûn mahallerin her bir köşesinde sıra sıra park edilmiş ve park yeri arayan araçlara bakmak yeterli.

Bindiğimiz araçlar da son model.

Çoğumuzun da sürekli model yükselttiği bir gerçek.

Toplu taşıma yerine kullanıyoruz. İşyerlerinde, resmi dairelerde bol miktarda araç var. Kahir ekseriyet işten eve, evden işe özel oto kullanıyor. Bunu mesai başlarken ya da mesai bitiminde caddelerin tıkanmasından da anlayabiliriz.

Bir caddeye durup trafiği durma noktasına getiren bu kadar araçta kaç kişi var diye bir baksan, yüzde 95'inde tek kişinin olduğunu görmek mümkün. Çünkü kişiye özel araç bizdeki. Bakmayın dört kişilik araç kabul edildiğine.

Toplu taşıma vasıtalarıyla işimize gitmek veya yürüyüş mesafesindeki işimize yürüyerek gitmek adeta ayıplanılır hale geldi. Az sayıda toplu taşıma kullananlar da adeta topa tutuluyor. “Araban yok mu senin? Varsa niye binmiyorsun? Evin önünde aracı niye bekletiyorsun? Arabanın hakkını vermek lazım. Binmeyip çoluk çocuğa miras mı bırakacaksın? Mezara da götüremediğine göre bin, rahatına bak. Senin gibi adamın otobüs, dolmuşta ne işi var? Ne gerek var toplu taşımaya sıkış mıkış binmeye? Değer mi bunların saatini beklemeye” türünden neler söyleniyor neler.

Kazara işine toplu taşıma ile gitmek isteyen de bir gün epey dolmuş beklemiştir. Aracıyla gittiğinden daha fazla zaman harcamıştır. Aman aman bir daha tövbe deyip tekrar özel otoya dönüyor.

Bu kadar oto hangi ülkede var? Varsa da ne kadarı işine özel aracıyla gidip geliyor bilmem. Ama bizim ülke kadar aracı ve tek kişinin seyahat ettiği bir başka ülke herhalde yoktur.

Çok mu zenginiz? Paramız çok mu? Ülkenin gayri safi milli hasılası sürekli fazla mı veriyor? Eğer böyle ise varsın herkes binsin. Bildiğim kadarıyla devletinden vatandaşına varıncaya kadar çok az mutlu azınlık hariç herkes borç batağı içinde. Herkes akar yakıt fiyatlarından muzdarip ama herkes aracın içinde. İnan, anlayabilmiş değilim.

Hoş, sadece vatandaş değil, kamuda çalışan, makamından dolayı altına makam aracı verilen nice makam sahibi var ki çoğu da aynı lojmanda kalmasına rağmen her birine şoför gelip her biri bir başına aynı kuruma gidiyor. Gel arkadaş, birlikte gidelim. Yazık bu araca ve harcadığı yakıta demiyor.

Hem vatandaşın hem de aynı kurum ve lojmanda çalışan kişilerin bu yaptıklarına görgü desem, değil. Tasarruf hiç değil. Aksine müsriflik. Acaba sonradan görme gök görmediklik hali olabilir mi diye aklıma gelmiyor değil. Özenti, rahatına düşkünlük, bencillik, hava atma, caka satma da olabilir. 

Diyelim ki çoğu makam sahibine verilen makam aracı, kişinin oturduğu koltuğa saygının bir gereği. Yağma Hasan’ın böreği de devreye girince eh diyelim. Tek başına özel otoyla işe gidip gelen vatandaşa ne demeli? Bunun adını da siz koyun. Ha ulaşımı keşmekeş ve iki vasıta değiştirmek isteyene sözümüz olmaz. Bir de zamanla yarışan, iş yerinde iken de başka yerlere gitmek zorunda olan kimselere de. 

Boykot Furyası

Bir boykot furyasıdır gidiyor. Kim, kimi, niçin boykot ettiğini de anlamış değilim.

Olup bitenden tek anladığım, boykot adı altında suni gündem oluşturuyor birileri. Bir milli üretim, yabancı üretimdir gidiyor. Kayıkçı kavgası yapıyorlar. Rol kapmaya çalışıyorlar. Birileri kıvılcımı atıyor, diğerleri ateşe dönüştürüyor. Tüm hesap bunu nasıl lehimize tahvil ederiz çabası. Başka da bir anlamı olduğunu sanmıyorum.

Bir kaşık suda fırtına koparıldığına göre boykotun vatandaş nezdinde bir karşılığı var mı?

Gördüğüm kadarıyla bir avuç trol dışında boykota kulak veren de yok, destek veren de.

Bakmayın seslerinin çok çıktığına.

Vatandaşın boykot diye bir gündemi yok. Olamaz da. Çünkü vatandaşın derdi geçim derdidir. Geçim derdi ile uğraşan ise ayağını yorganına göre uzatma hesabı yapar. Bütçesine göre alışverişini yapar. Günlerini bu ay şunu alayım, bunu almayayım hesabıyla geçirir.

Bir diğer husus yerli olsun, yabancı olsun, bu ülkede üretilen, vatandaşın hizmetine sunulan hangi ürün olursa olsun, boykot listesinde adının bile geçmemesi lazım. Çünkü bu ürünler bu ülkede üretiliyor, buralarda bizim insanımız çalışıyor ve evine ekmek götürüyor. Şu ürünü ya da ürünleri boykot çağrısı yersiz bir çağrıdır. Kendimizle çelişen bir durumdur. Gerçi çelişme denince bu ülke akla gelir. Çelişmeyen yönümüz mü var sanki.

Üstelik bugüne kadar boykot edilip de iflas bayrağını çeken bir firma bilmiyorum. Şayet iflas etmiş olsaydı, bu ülkede üretilen Yahudi menşeli ürünlerin şimdilerde hiç esemesi okunmaması gerekirdi. Çünkü bildim bileli bu ülke insanı İsrail ürünlerini boykot eder ama bir şey var ki hepsi dimdik ayakta. Hala gözde ve aranan ürün hepsi. O yüzden her türlü boykot beyhude çabadan ibarettir. Ya gündem değiştirmek ya kamuoyunu kanalize etmek ya da hiçbir şey yapamıyoruz, bari boykot yapalım da dostlar alışverişte görsün murat ediliyor olsa gerek.

Ayrıca bu ülkede üretimine devletin izin ve onay verdiği bir ürünü boykot etmeyi çok etik bulmuyorum. Çünkü bu ürünü boykottan ziyade devlet o işletmenin izin ve onayını sonlandırır, olur biter. Sonuç alan boykot olduğu için en güzel boykot olur. Devletin izin ve onay verdiği firmayı boykot bataklıkta sivrisinek avlamaya benzer.

Haydi yabancı ürünleri boykot halkın gazını almak ve onları oyalamak için bir ihtiyaç diyelim. Yerli ürünleri boykotu hiç anlamıyorum. Halktan kopuk, zamanın ruhuna yabancı bir tasarruf.

Bir diğer husus, her boykot reklamın kötüsü olmaz sözünde olduğu gibi firmaların ürünlerini bedava reklam etmektir. Çünkü boy boy listeler bir nevi reklamdır. Birilerine inat vatandaş gider alır.

Bir diğer husus, her boykot aynı zamanda bir ürünü kara listeye almaktır. Firmalara itibar suikastıdır. Buna da kimsenin hakkı yoktur.

Benim için boykot ne anlam ifade eder? Bir zamanlar özellikle Yahudi ürünlerine karşı almama hassasiyetim vardı. Baktım ki her boykot o ürünü daha da güçlendiriyor. Faydadan hali değildir. Faydası olmayan deliğe ikinci, beşinci kez girmekten, hepsinden de farklı sonuç beklemekten kendi adıma gına geldi.

Şimdi ne yapıyorum? Alacağım ürün ihtiyaç mı? Hangi marka üründen daha fazla yararlanıyor ve ihtiyacımı gideriyorum? Yerli ve yabancı ürünün kalitesini karşılaştırıyorum. Aynı kalite ise yerli ürünü tercih ediyorum. Düşük kalite yerli ürünü almıyorum. Gerekirse yabancı kaliteyi tercih ediyorum. Fiyatına da bakıyorum. İşime ve bütçeme hangisi uygunsa onu alıyorum. Ne yerli ürün babamın oğlu ne de yabancı ürün. Hoş, biri babamın oğlu da olsa fark etmez. Çünkü kimse karnımı doyurmuyor.

O yüzden gidin boykot kavganızı ötede yapın. Halkı kayıkçı kavganıza alet etmeyin. Suni gündem oluşturarak halkı oyalamayın ve kutuplaştırmayın. Çünkü her kutuplaştırma adımı toplumda nefret tohumları eker. Bu halkı seviyorsanız, yapmayın bunu. Sevmiyorsanız, kim tutar sizi. Kalıbınızın ve meşrebinizin gereğini yapın.