8 Kasım 2016 Salı

Nihai hedef için denge siyaseti güdülmeli

Ülke olarak büyük bir badirenin eşiğindeyiz. Hiç olmadığı kadar bir sıkışmışlığın içerisindeyiz. Olmak ve olmamak mücadelesi veriyoruz. Vücudun her bir yerine sirayet eden kanser gibi ülkenin her bir yerine yerleşmiş hainler ve teröristler kök salmış. Hepsini aynı anda yok etmek mümkün görünmemektedir. Çünkü deşifre olanı var, deşifre olmayanı var. Kuyruğuna basınca ortaya çıkanı var. Belki de sırasını bekleyen uyuyan hücreler var bizim bilmediğimiz ve devletin tespit edemediği.

İçimiz böyle iken dışımız da bundan farklı değil. Üstelik içerideki hain şebekeleri dışarıdan bağımsız değil. Hatta onların güdümünde hareket ediyorlar. Ne zaman ülke, dış dünyada kendini göstermeye kalksa  hemen içerideki uyuyan hücreler harekete geçiriliyor. Ülke  iki ateş arasında kalabiliyor. Bu durumu tespit etmek için bir insanın uluslar arası ilişkiler veya siyaset bilimi okumasına gerek yok. Görünen köy kılavuz istemiyor. Üstelik iki ateş değil, çoklu ateşin içerisinde kalabiliyor. Şu an Türkiye, maalesef böyle bir durumu yaşıyor. Her saldırı da dozaj biraz daha artırılıyor ve hiç beklemediğimiz yerlerden gelebiliyor.

Ülkenin bu başına gelenler şahsiyetli bir politika izleme, bağımsız hareket etme, uydu bir ülke olan ülkenin lider bir ülke ve oyun kurucu bir ülke olmak istemesinden kaynaklandığını düşünmekteyim. Katılır veya katılmazsınız. Çektiğimiz sıkıntılar doğum öncesi sancıya benziyor. Çocuk ya anne karnında iken sancı çekerek ölecek/öldürülecek, ya da nur topu gibi bir çocuğumuz olacak. Eğer çocuk alınan tüm önlemlere/desiselere rağmen doğarsa büyümeden boğulacak. Asırlardır emekleyen/sürünen ülkenin yürümeye başlamasının önüne geçmedir tüm mücadele.

Bu çocuk yürüyecek, koşacak, serpilecek ve büyüyecek. Başka yolu yok. Çünkü asırlardır Türkiye'ye biçilen don dar gelmeye başladı. Büyüyüm gelişeceğiz. Buna eyvallah! Ama bu nasıl olacak? Türkiye'nin yolu haktır. Fakat sanırım metot ve yöntemlerimizde sorun var gibi geliyor bana. Bunun için ne yapmak lazım. Önce yaşamak ve büyüyüp gelişmek ve dünyada oyun kurucu olarak yer almak istiyorsak bunun yolu içeriye ve dışarıya meydan okumada değildir. Mutlaka dünya siyasetinde denge gözetmek lazımdır. Siyaseti ve oyunu kurallarına göre oynamak ve kurmak lazım. Belki de düşmanın silahıyla silahlanmamız gerekiyor. Mesele ben haklıyım demekle bu kurtlar sofrasında kimse bize hakkımızı teslim etmeyecek. Söke söke hakkımızı ve hak olanı almak istiyorsak uzun soluğa ve sabra ihtiyacımız var.

Diplomasi hiç elden bırakılmadan dünyadaki güç dengesinin içerisinde veya yanında yer almalıyız. Herkesi karşımıza alarak nihai hedefimize ulaşamayız. Nasıl ki her insanın bir damarı varsa her ülkenin de bir damarı vardır. Önemli olan o damarı bulmaktır. Peygamberimiz belirli bir güce ulaşmadan önce Hudeybiye'de olduğu gibi ekseriyeti aleyhte görünen bir anlaşmaya imza atmıştır. Müslüman olmak isteyen Taifliler, "Müslüman oluruz, ama şartlarımız var" dediklerinde belli kırmızı çizgileri kabul etmeyerek Taiflilerin bir takım şartlarını kabul etmiştir. Müslümanların savaş yapmasına uzun süre izin verilmemiştir.

Aleyhte görünen Hudeybiye Anlaşması kısa bir zaman sonrasında Müslümanların lehine dönmüştür, Belli şartlarla gelen Taifliler kısa bir zaman sonrasında gerçek mü'min olmuşlardır. Savunma amaçlı verilen savaş izni bir müddet sonra "Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din sadece Allah'a has kılınıncaya kadar" cihat yapılmasına izin verilmiştir. İslam tarihinde buna benzer örnekleri çoğaltabiliriz. Demem odur ki, küpe girmeden sirke olmaya kalkmayalım.

Attığımız adımların, söylediğimiz sözlerin nereye varacağını, sonucunun ne olacağını iyi düşünüp bir kaç hamle sonrasının planını kurmak lazım. Tıpkı satranç oyunu gibi. Rakibin hamlelerine göre mat olmamak ve mat etmek için gerekirse "ABC" planlarını devreye sokabilmek gerekmektedir. Oyun içinde oyun kurabilmek ve oyunda değişikliğe gidebilmektir burada tüm mesele. Eğer amaç kazanmaksa mutlaka değişik yol ve yöntemler denenmelidir.

Allah bu ülkenin, bu ülkeyi yönetenlerin, dünyadaki mağdur ve mazlumların yardımcısı olsun. 08/11/2016

Derslik sistemini çöpe gönderme zamanı gelmedi mi hala?

Sistem dendi mi okullarda uygulanan farklı uygulamalar akla gelir. Burada değinmek istediğim okullarda uygulama imkanı olan sınıf ve derslik sisteminden bahsetmektir.

Sınıf sistemi Türkiye'de okulların çoğunda uygulanan sitemdir. Öğrencinin sınıfı olur. Her sınıfta mutlaka oturma planı olur. Sabahleyin derse gelen öğrenci direk sınıfına geçer. Öğrenci sınıf öğretmenince belirlenen sırasında oturur. Ders vermek için öğretmen öğrencinin ayağına gider. Sınıfın kapısı kilitli olmaz. 

Derslik sisteminde ise öğretmene aittir sınıf. Öğrenci her teneffüs derslik derslik gezer. Her teneffüs öğrenci lavabo, wc ihtiyacını karşılamadan, kafasını dinlendirmek için gezmeden, yeme ve içme ihtiyacını karşılamak için kantine gitmeden önce mutlaka sırtına çantasını alıp öğretmenin ders vereceği dersliği bulmak ve gitmek zorundadır. Ya da sırtına çantasını alıp önce ihtiyaçlarını giderip sonra dersliğe gidecektir. Eğer öğretmen gelmemişse veya gecikirse öğrenci kilitli kapının önünde bekler. Sınıfla beraber sınıf defteri de derslik derslik dolaşmak zorundadır. Bu sistemde öğrenci öğretmenin dersliğini takip etmek zorundadır. Böyle okulların bir çoğunda öğrencinin çanta, kitap, elbise vb eşyasını koymak için koridorda öğrenciye ait bir dolap da bulunur.

Her iki sistemin avantaj ve dezavantajları vardır. Derslik sisteminde öğrenci sınıfı sınıf dolaşmaktan kavgaya zaman ayıramaz. Her sınıf değiştirdikçe uykusu açılır. Öğretmen sınıf sınıf dolaşmaz, müşterisi ayağına gelir. Hangi sınıftayım diye ders programına bakma ihtiyacı hissetmez. Öğrencilere göstermek ve öğretmek istediği malzeme ve materyali kendi dersliğinde sergileme imkanına kavuşur. Öğrenci bir eşyasını unutmuşsa veya sınıf defteri öğretmenin dersliğinde kalmışsa almak için geri geldiklerinde kilitlenmiş bir derslikle karşı karşıya gelme ihtimalleri yüksektir.

Sınıf sisteminde öğrencinin teneffüste rahatlaması ve  kendini derse vermesi için daha fazla vakti kalır.

Bakanlık bir zamanlar binası ve donanımı yeterli olan okulların geçmesi için derslik sistemini tavsiye etmişti. Okullarda akıllı tahtaların yaygınlaşmasıyla birlikte her bir sınıf donanımlı hale geldi. Bu yüzden öğrenciler için bir eziyet olan bu derslik sisteminden vazgeçmenin zamanı geldi de geçiyor artık. Bazı okullar hala değişim ve gelişimin farkında değil. Derslik sistemi diye direnmeye devam ediyor. 

Çöpe giden bir çok sistem şekli gibi bu derslik sisteminin de çöpe gidip tarihteki yerini alması gerekiyor. Haydin okul yöneticileri! Bu konuda  öğrenci merkezli düşünelim artık. 08/11/2016

Fincancı katırlarını ürkütmeye ürkütelim. Ama...**

Asırlar geldi  geçti neredeyse. İç ve dışa karşı "Başkası ne der" pozisyonu aldık hep. Pek sesimizi çıkarmadık. Çünkü ya gücümüz yoktu, ya da gücümüzün farkında değildik.

Doğu kimliğimizle Batılı olmak için çabaladık durduk. Onlar ne dediyse yaptık. Aynı dine inandığımız dindaşlarımıza bile mesafe koyduk, onların gözüne girmek için. Ayrıca muasırlık onlardaydı, medeniyet onlardaydı, gelişmişlik onlardaydı. Kaç nesil geldi geçti; onlar gibi olmak, onlar gibi düşünmek istedik hep. Onların seviyesine çıkmak için yönetenlerimiz halkın dokusunu değiştirmek istedi. Çünkü Batı aşığıydı onlar. Onlar gibi olursak gelişebilirdik. Kimini uydurdu kendine, kimi ise direndi. Böylece halkı karşı karşıya getirdiler. İlericilik-gericilik, laik-antilaik gerilimi hiç eksik olmadı. Hep biri diğerinden ülkeyi kurtarmaya çalıştı, gönüllü olmazsa cebren.

Bu hengamede maalesef ne Batılı olabildik ne de Doğulu. Kimliğimizi kaybettik. Bu kişiliksiz durum devleti yönetenlere de sirayet etti. Doğuya sırtını dönerek Batıya yöneldi. Dış politikamız Batı merkezli oldu hep.

2000'li yıllardan sonra kendi özümüze dönmeye başladık.  Hep ortada duran, kişiliksiz ve kimliksiz politika terk edildi. İleriye çıkan,  oyun kuran bir ülke olmak için pozisyon aldık. Fincancı katırlarını ürkütür olduk. Bir çomak soktuk halihazırda. Batının ve batı gibi düşünenlerin zoruna gitti bu durum.  Yıllardır kurdukları oyunun içerinde yer alan Türkiye,  kendisi oyun kurmaya başladı. Onlar için Türkiye güdülen ülke olmaktan yani elden çıkıyordu. Çünkü ülke düştüğü,  yıkıldığı yerden yeniden kalkmak istiyordu. Bu yüzden var gücüyle tekrar yere yıkmaya çalışıyorlar.

Bu durumda diklenmeden dik dururken mutlaka dünya dengesini gözetmek. Satranç oyunu gibi taşları yerli yerine oturtmak ve zamanı geldiği zaman doğru taş ile hamle yapmak lazım. Yoksa dünyayı kendi lehlerine hizmet edecek şekilde dizayn eden kurtlar sofrasında yem olma durumuyla karşı karşıya kalabiliriz. Haklı olduğumuz davamızda doğru yol ve yöntemi bulmamız gerekiyor. Diplomatik dil hiç eksik edilmemeli. Adam adama markaj gibi ülkeleri yöneten ağır topları markaja almak gerekiyor. Kapalı kapılar ardında konuşulması gereken dilin meydanlarda, sokaklarda ifade edilmesinden mutlaka kaçınılmalıdır. Bir fincancı katırını ürkütürken diğer fincancı katırlarını yanımıza almaya çalışalım. Yoksa hepsini karşımıza alarak hak bildiğimiz yolda ilerleyemeyiz. Mutlaka ajandamızda bir plan olmalı. Plan çerçevesinde hareket etmek lazım. 08/11/2016

** 11/11/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.