2 Haziran 2025 Pazartesi

GS ve FETÖ

Başlığı görünce yine mi maç. Bu kadar maçlara ve kulüplere ilgin nereden denebilir.

Maçlara gidip maç izleyen biri değilim. Zaman zaman hangi takım şampiyon oldu, hangileri küme düştü hangileri Süper lige yükseldi diye takip ederim. Aynı şekilde bazı takımların maç sonuçlarını da merak ederim. Futbola dair tüm ilgim bundan ibaret. Ha bu demek değildir ki hiç maç izlemem. Milli maç, takımlarımızın UEFA ve Şampiyonlar ligi maçlarını fırsat bulursam izlerim. İzlerken de çoğu zaman yazı yazdığım olur.

Zaman zaman FB teknik direktörü Mourinho ile ilgili yazdım. Mourinho'yu teknik direktörlüğünden ziyade hal ve hareketleri, yenilgiye dair ürettiği mazeret ve gerekçeleri aynı şekilde suçlayıcı konuşmaları dolayısıyla ele aldım. Çünkü psikolojisi ve kafa yapısı normal değil. Bu durumu, futboldan ziyade ahlaki ve toplumsal bir sorun gördüğümden dolayıdır.
Bu yazımda da Galatasaray'dan bahsedeceğim. Maçlarından, şampiyonluğundan, 25.şampiyonluğu ile birlikte 5.yıldızı takmasından bahsetmeyeceğim. Bazı kişilerin ne zaman GS ismi geçse, GS'nin ne zaman bir başarılı durumu ortaya çıksa, GS ile ilgili "FETÖ destekçisi kulüp, FETÖ ile anılıyor. GS'yi bu yüzden sevmiyorum" türünden bu kulübe suç isnat etmesini, daha doğrusu suç isnadından ziyade Galatasaray'ı FETÖ ile anarak bir algı oluşturmaya çalışmasını ele alacağım.

Ki bu durum yani FETÖ isnadı, sadece Galatasaray için değil, çoğu kişi, zümre ve kuruluşlar için bu ülkede bazı kişiler tarafından yapılıyor. Ne de olsa günümüzde geçer akçe, kişi ve camiaları elde delil ve belge olmadan yaftalamak. Çamur atıp iz bırakmak.

GS niçin FETÖ ile anılıyor? 2000'li yıllardaki bazı GS futbolcularının o zamanlarda "Hizmet Hareketi" diye bilinen yapı ile anılması. Yapıya dair bazı kişilerle futbolcuların fotoğraflarının olması, futbolculardan bazılarının bu hareketin sohbet ve toplantılarına katılması. İşin garibi adı geçen futbolcuların GS ile kontratları biteli kaç yıllar olmuş. Üstelik kulüpler futbolcuların özel mülki değil. Transfer edilen futbolcu topunu oynar. Sözleşmesi bitince ya uzatılır ya da uzatılmaz. Kulüple bağı kesilir. Uzun süre o kulüpte top koşturmuşsa ayrılsa bile o kulüple ismi anılır. Hepsi bundan ibaret.

Ki 2000'li yıllarda "Hizmet Hareketi ile iletişime geçmeyen kişi, grup ve camiaların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Kişileri bu yapı ile hiç bağı olmasa bile bu hareketin mensupları kişilerle iletişim kurabiliyor. Bu yönüyle FETÖ'nün girmediği, iletişime geçmediği kesim yoktur. Çünkü 90'lı yıllarda bu hareket nerede bir başarı ve başarılı kişiler varsa onları yanlarına çekmek için bir şekilde onlara yaklaşmıştır. Kısaca bir zaman nerede bir başarı varsa FETÖ mensupları oradaydı.

Bugün var yarın yok futbolcuların dışında, kulübün başkanı ya da yönetim kurulundan biri veya birkaçı bu yapı ile organik ya da inorganik bağ kurmuş olabilir. Bu bile o kulübü FETÖ'cü ilan etmeye yetmez. Çünkü kulüp yönetim kurulu üyeleri ve başkanları da bugün var yarın yok. Üstelik kurum, kuruluş, camia ve kulüpleri değil, kişileri suçlamak lazım.

Durum bu iken üç beş, bilemedin yedi futbolcudan dolayı GS'yi FETÖ destekçisi ilan etmek hiç hakkaniyete sığmaz. Bu kolaycı yol ve yöntemleri hala bırakmanın zamanı gelmedi mi? Ne zaman bizler işin kolaycılığına kaçmayı terk edeceğiz?

Bırakalım da kimin ya da hangi kulübün FETÖ'cü olduğuna devlet ve ilgili kurum ve kuruluşları karar versin. Eğer birileri bu yapının üyesi ise devlet yakasına yapışsın. Elde böyle bir mahkeme kararı olmadan kişi ve kulüpleri töhmet altında bırakmaktan vazgeçelim. Kimsenin başkasının itibarını sarsmaya, başarısını gölgelemeye hakkı yoktur.

Devlet, bir taraftan FETÖ ve diğer terör örgütleri ile mücadele ederken aynı zamanda elinde delil ve belge olmadan; kişi, kurum, kuruluş ve kulüplere bu şekil isnatta bulunanlara da niye iftira atıyorsun? Elinde belge varsa göster diyerek yakasına yapışmalı ve hesap sormalı. Birileri hesap vermeli ki olur olmaz kimseye çamur atmanın ne anlama geldiğini öğrenmeli, cezasını çekmeli. Bu iftiranın cezası da bu yolda gitmek isteyenlere ibret olmalı. 

Sıra Sıra Yardım Kuruluşları

Kayalıpark'tan geçtim kurban bayramı öncesi. Farklı yardım kuruluşları PTT'nin önü boyunca sıra sıra stant açmış. Sayısı dikkatimi çekince üşenmeyip saydım. 13 tane hepsi.

Hepsi kurban bağışı için buradalar. Öyle zannediyorum, hepsi hem yurtiçi bağış alıyorlar hem de yurtdışı. Yurtiçi ve yurtdışı kurban kesim bedelleri hepsinde de farklı farklı.

İçlerinde sadece Konya'ya hitap eden yerel yardım kuruluşu var mı bilmiyorum. Sanırım hepsi Türkiye çapında teşkilatlanmış durumda. Yurtiçi ve yurtdışı bağış aldıklarına göre Konya ve Türkiye dışına da hizmet veriyorlar.

Günlük ve toplamda ne kadar bağış topluyorlar bilmiyorum. Yalnız stantlarda görevli birer kişi dışında statlar genelde boş. Toplanan bağışların ne kadarı yurtiçi ne kadarı yurtdışı bunu da kestirmek mümkün değil. Fakat yurtiçi ve yurtdışı kurban bedelleri arasında uçurum olduğu göz önüne alınırsa zannedersem bağışçıların çoğunun tercihi yurtdışı olur.

Kayalıpark'ta açılan bu stantlar kurban bayramına mahsus. Bir de yine aynı mevkide Hacı Hasan Camisinin önünde sabahtan akşama hasta iki çocuk için açılmış iki ayrı stant var.

Tekrar kurban bağışı için açılmış yardım kuruluşu stantlarına gelirsek, sanırım yardım kuruluşlarının hepsi burada stant açmamış. Çünkü bildiğim kadarıyla Türkiye'de organize yardım kuruluşu bu sayıdan çok fazla.

Neyse biz gelelim sadede. Yukarıda bu yardım kuruluşlarının stantlarında pek kimseyi göremedim dedim. Çünkü yurtiçi ve yurtdışı kurban bağışında bulunacak insanımız bu işi standa gelip yapmaktan ziyade oturduğu yerden Iban aracılığı ile yapıyor. Ayrıca nakit bulundurmasına, standa gelmesine gerek kalmıyor. Bu durumda stantlar gereksiz. Belki tanıtım ve danışmanlık hizmeti yönüyle gerekli olabilir.

Bir diğer husus, yurtiçi kurban bedeli ile yurtdışı kurban bedeli arasındaki uçurum. Bu konuda daha önce yazdığım için burada bunun üzerinde durmayacağım.

Esas değinmek istediğim, ülkede yerel veya ulusal yardım kuruluş sayısının fazlalığı. Bence aynı amaca hizmet eden bu kadar yardım kuruluşu fazla.

Bir de her yardım kuruluşu hem yurtiçi hem yurtdışı kurban bedeli alıyor. Yurtiçi kurban bedelini anlıyorum. Ama her birinin yurtdışı organizasyonunu anlamış değilim. Çünkü yurtdışı organizasyonu zordur ve külfetlidir. Aynı zamanda maliyettir. Madem aynı amaca hizmet ediliyorsa, yardım kuruluşlarının aralarında ülke planlaması olmalı diye düşünüyorum. Pekala her bir yardım kuruluşu bir ülke ya da bölgede kesebilir. Mesela Afrika'daki kurban kesmek istiyorum diyen bir bağışçıya, yardım kuruluşu, o bölgede falan yardım kuruluşu kesiyor. Bağışınızı oraya yapabilirsiniz diyebilmeli. Yardım kuruluşları bunu kendi aralarında halledebilir. Buna devletin ilgili kurumu öncülük edebilir.

Bir diğer husus, gördüğüm kadarıyla tüm yardım kuruluşları genelde aynı tür hizmet veriyor. Pekala yardım kuruluşları daha dar bir alanda hizmet verebilir. Mesela, bir tanesi sadece öğrencilere burs verebilir. Bir tanesi sadece kurban işine bakabilir. Bir tanesi fakirlere yardım edebilir. Bir tanesi aşevi vasıtasıyla yemek dağıtabilir. Bu dediğimle istiyorum ki yardım kuruluşları belli bir hizmet alanında ihtisaslaşmalı. Yeni yardım kuruluşu kurulacaksa hangi alanda boşluk ve ihtiyaç varsa o alana yönelik kurulmalı. Kısaca her yardım kuruluşu her dalda oynamamalı.

Bu dediklerim için yardım kuruluşlarını planlayacak bir çatı kuruluşa ihtiyaç var. Buna da devletin öncülük etmesi gerekir.

Burada güven problemi akla gelebilir. Kişiler bir yardım kuruluşuna güveniyorken diğerine güvenmeyebilir. Aynı şekilde devletin ilgili kurumunun çatı rolü üstlenmesine de sıcak bakmayabilir. Bunlar şeffaflık, denetim, takip ve tedbir ile halledilebilir. Yeter ki bu iş dert edinilsin.

Yoluma Gurbet Düştü

Daha önce ("Tüm Yönleriyle Kuşburnu Diyarı TİPİLİ KÖYÜ", "Müderris Ahmet Feyzi Efendi", "Hacı Feyzullah Efendi ve Mehmet Necati Efendi" ve "Tortum’un Manevi Mimarları") başlıklı dört kitap yazan Eğitimci-Yazar Ali AKBULUT Hocam, 40 yıl boyunca yazıp biriktirdiği şiirlerinden seçme yaparak "Yoluma Gurbet Düştü" başlıklı kitabıyla beşinci kitabına imzasını attı. Böylece eğitimci yazarlığının yanına şairliğini de konuşturmuş oldu. 

"Kırk Yılın Şiirlerinden Seçkiler" alt başlıklı bu şiir kitabında, 5233 mısradan oluşan 111 şiirine yer vermiş. Şiirlerini içeriğine göre tasnif etmek suretiyle her birine alt başlıklar vermiş: "Öğretici, eleştiri, Daussıla, Bazı şahsiyetler, Şehir-şehit, dünya-ölüm, Ders beyitler, Kainatın fahrı'na, Alemlerin Rabbi'ne" şeklinde. Kitabın sonunda 750 kelimeden ibaret lügatçeye de yer vermiş. 

Gördüğüm kadarıyla şairimiz yine her zamanki ciddiyetini, içtenliğini, nezaketini ve hassasiyetini ortaya koymuş. Lazım olan ne varsa hepsini düşünüp kitabında yer vermiş. Boşuna ben kendisine Zenbilli Ali Efendi, Ayaklı kütüphane demiyormuşum. Kolay değil çünkü tüm bunları yapmak. Azmettiğini yapan, tuttuğunu koparan Ali Hocam için plan, program çerçevesinde bunları yapmak daha kolaydır. Çünkü plan, düzen, tertip, azim denince benim aklıma Ali Hocam gelir. İbadet niyetiyle yapar bunu. Onun için abitlik, zahitlik, bilgi ve birikim denince akan sular durur. Tek kelimeyle eline, emeğine, zihnine sağlık Ali Hocamın. 

Her ne kadar kolay desek de yazmak zordur. Hele şiir yazmak bir o kadar zordur. Çünkü bunun için bilgi, birikim, kelime dağarcığı, sanat, duygu, ilham, sabır, dertlenme, dert edinme ve bu dertleri kaleme dökmek gerekir. Yine yazılan şiirleri seçmek, konularına göre şiirleri tasnif etmek, her birine alt başlıklar vermek, kitabın sonuna da şiirlerinde geçen kelimeleri anlamak için lügatçeye yer vermek her kişinin harcı değildir. Bunu düşünse düşünse Ali AKBULUT Hocam düşünür.

Erzurum'da yaşayan Ali Hocamın şiir kitabından, taziyem dolayısıyla başsağlığı dilekleri için aradığında haberdar oldum. Bu vesileyle kısa süreliğine telefonla muhabbet ettik. Başta rahmetli anneme olmak üzere bol bol samimi ve içten dua, dilek ve temennilerini iletti şahsıma ve evladı ıyalime. 

Önceki kitaplarını daha önce kargo ile göndermişti. Bu son kitabını da imzalayıp gönderdi.  Sağ olsun, var olsun. Daha nice kitaplar yazmasını bekleriz Ali Hocamdan. Bilgisinin zekatının hakkını bu şekilde veriyor Hocam. Allah sağlık, huzur ve bereketli ömürler versin inşallah, samimiyetinden şüphe etmediğim Ali Hocama. İlgi, alakası, iltifatı ve nezaketi için teşekkür ediyorum. 

"Yoluma Gurbet Düştü" başlığını koyarken Şair, "Malum olduğu üzere insanoğlu, kaderi ilahinin çizdiği yol üzere yürüyen ve bu yolda çektiği ızdıraplarla, çeşitli çilelere müptela olan bir gurbetçidir. Bu gerçeği vurgulamak için kitaba bu başlık uygun görülmüştür" der ön sözünde. Kısaca acısıyla, tatlısıyla gutbetteyiz diyor Ali Hocam. Bu başlık bana bir baba dostunu hatırlattı. O da rahmetli oldu birkaç yıl önce. Her görüştüğümüzde, "Anamızdan doğduğumuz andan itibaren ahirete yolculuk yapıyoruz" derdi cümle aralarında.

Öyle ya hayatımız, doğmak, büyümek ve ölmekten ibarettir. Gurbet hayatının hakkını verenlerden olmak dileklerimle.