13 Ekim 2025 Pazartesi

Kısa Günün Kârı

Bir akşam düğününe gitmek için hazırlandım.

Vereceğim hediyeyi koymak için komodinimi açtım. Bir zarf çıkardım. Hediyeyi içine koymak için zarfı açmaya davrandım. Zarfın ağzı yapıştırılmıştı. Sıcaktan yapışmış olmalı deyip uğraş didin zarfın ağzını yarı yırtarak açtım. İçinden bu beş lira çıktı.

Bu beş lirayı kim koymuş diye düşünürken jeton düştü.

2017 yılının Aralık ayında üç numarayı evlendirmiştik. Gelin almaya giderken ya da dönüşte yolumuzu kesen olursa verelim diye bol miktarda zarfın içine bu şekil para konmuştu. Yeterince gelin arabasını kesen olmayınca zarfların bir kısmı bu şekil kalmıştı. İşte bu para 2017 düğününden kalma idi.

Para küçük de olsa, bugün bir işimize yaramasa da damladı bu şekil.

Keşke o gün zarfların içine paranın daha büyüğünü koysak iyi olacakmış dedim kendi kendime.

Hanıma, diğer zarflarda da bu şekil para çıkabilir. Hepsine bir ara bakayım dedim. “Başka yoktur. Çünkü o zaman kalan zarfları bana vermişlerdi. Ben içinden çıkarıp almıştım. Bu bulduğun arada kaynamış” deyince moralim bozuldu ama yapılacak bir şey yok.

Artık bulduğum bu beş lira ile yetinmeliyim. Mübarek, yağmasa da 8 yıl sonra damladı. Kısa günün kârı diyelim biz buna.

Bir ara komodinimde 1000 lira bulmuştum da adeta uçmuştum. Bu para kimin, benim komodinde ne işi var dedim. Meğer ben koymuşum. Koyduktan sonra da unutmuşum. Sonradan ortaya çıkınca, haybeden gelmiş gibi oldu.

Belli ki komodin deyip de geçmemek lazım. Daha neler vardır, kim bilir.

Düşünüyorum da az veya çok bir yerden para çıkması güzel. Acaba diyorum, komodinimdeki zarflara bol bol para koyup yok kabul etsem, yıllar sonra o değilden özellikle paraya kıvrandığım zaman farenin yiyecek aradığı gibi sağı, solu ve komodini yoklasam, zarfların içine baktıkça her birinden para çıksa, deme keyfim gitsin. Herhalde daha fazla sevinirim. Bu devirde fazla sevinmek için buna değer sanki.

Bu arada aradan sekiz yıl geçmiş olmasına rağmen bir karşılığı kalmasa da paranın hâlâ tedavülde olması da güzel. Bakmayın, paramız pul oldu diyenlere. Gördüğünüz gibi bildiğimiz beş lira yine beş lira. Alım gücü kalmamış. Çok da önemli değil.

Not: Bu yazıyı yazdıktan 10 gün sonra bir konuyu teyit amaçlı eski defterleri karıştırmak için elim zarflara gitti. Dört tane daha kapalı zarf elime geçti. Özene bezene yapıştırılmış zarfları yırtmadan açmaya çalıştım. Ama nafile. Hepsi yırtıldı. Her birinden yine aynı düğünden kalma beşer lira daha çıktı. Açarken ha birine bari on koysaydınız be evlat. Hiç olmazsa babanızı sevindirirdiniz dedim ama haksızlık olmasın diye hepsine beş lira koymuşlar belli ki. Hasılı 2017'den kalma toplam 25 lira çıkmış oldu zarflardan. Ne eder buna derken bir lira daha koyarsam iki ekmek alırım dedim. Tabi, hanım ekmek almaya fırsat vermedi. Hayır kutusuna koymak üzere elimden aldı. Hanıma kalsa, zarflara bakma. O zaman ben hepsini aldım demişti. Boşuna dememiş o biri: Hanım ne derse ben tersini yaparım(!) diye. Demek ki adamın bir bildiği varmış. Hanımı dinleseymişim, bu paralar tedavülden kalkardı. Şu var ki bu konuyu beş lira üzerine kaleme almıştım. Ne bilirdim komodinimdeki zarflarda toplam 25 lira olduğunu. Ne fark eder demeyin. Bu kadar para bulmanın sevinciyle ortaya nasıl bir yazı çıkacağını şu an ben bile tahmin edemiyorum. 

12 Ekim 2025 Pazar

Hz Ömer ve Biz

Yaşıtım olup dindar ve mütedeyyin camia içerisinde büyüyenler, Kur’an kursu, imam hatipte okuyanlar, cemaat yurdu veya evinde kalanlar bilirler.

Zaman zaman genç abilerimiz piyes çevirirler. Bizler de bu piyeslerde seyirci olarak yerimizi alırdık.

Piyeslerin konusu genellikle Hz Ömer olurdu. Kah Koca karı ile Ömer konusu işlenir, yönetim anlayışında Ömer adaletine dem vurulurdu. Piyesçi gençler, ilhamını Mehmet Akif Ersoy’un şiirlerinden alırdı. Devlet yöneticisine öyle yük yüklenir öyle sorumluluk verilirdi ki “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu/Gelir de Adil-İlahi sorar Ömer’den onu” beytinin üzerine vurgu üzerine vurgu yapılırdı. Verilmek istenen, “Biz İslamcılar yönetimi devralırsak, adalette Hz Ömer’i idol kabul ediyoruz. Haydi getirin bizi. Ülke nasıl adaletle yönetilir, bir görün” mesajı idi.

Yine bir piyeste, hutbe irat eden Hz Ömer’in şu enstantanesi işlenmişti. Hutbede Hz Ömer cemaate, “Ey halkım, ben ülke yönetirken hata yaparsam beni kim düzeltir” şeklinde bir soru sorar. Cemaatten biri de “Seni şu kılıcımla düzeltiriz” cevabını verince, böyle bir cemaati olduğu için Hz Ömer Allah Teala’ya hamdü sena eder. Bu enstantaneyi izleyen biz seyirciler de coşardık. İşte biz böyleyiz. Öyle ya içimizden biri devleti yönetir, yönetirken bir hata yaparsa, biz o hatayı düzeltiriz. Devlet böyle yönetilirse, kolay kolay hata ve yanlış yapılmazdı. Halkın yönetime iştiraki, halkın devleti yönetenleri denetiminden başka bir şey değildi bu.

Konu Hz Ömer’den açılmışken yine Hz Ömer’in her hac mevsiminde halkın önünde valilerinden şikayetçi olan insanları dinlediği ve herkesin gözü önünde kırbaçladığı tarih kitaplarımızda yazar.

Yine bir gayrimüslimin arazisine el koyan bir valiye, kemik üzerine yazdığı yazı da Hz Ömer’in adaletini göstermeye değer.

Adalete o kadar susamışız ki aşağı yukarı her ailede Ömer ya da Ömer Faruk ismi verilir. Ad aldığına çeksin, adil olsun murat edilir.

Bu yazdıklarımın çoğu piyes olarak oynandı geçmişte.

Her biri üzerinde durmayacağım. Yalnız hepsi, adalet konusunda İslami camiada çıtanın çok yükseltildiğine birer örnek olduğunu söyleyebilirim.

Bugün geçmişte piyeslerde vurgulanan adalet duygusunun neresinde olduğu üzerinde durmayacağım. Şöyledir, böyledir demeyeceğim. Yalnız ortaya konan yüksek çıtanın bu membadan su içen çoğu kimse için bir hayal kırıklığı olduğunu söyleyebilirim. Kısaca adalet bizim yitiğimiz. Sadece ülkemizde değil, tüm halkı Müslüman olan ülkelerin başat sorunudur adalet. Bugün piyesleri çevrilmese de adalete olan özlemimizden olsa gerek, adalet aramaya devam ediyoruz. Çünkü adalet denen şeyin şişede durduğu gibi ya da kitaplarda yazıldığı gibi yahut piyeslerde oynandığı gibi olmadığı bir gerçek.

Yazıya başlarken adalet üzerine bir yazının ortaya çıkacağına hiç ihtimal vermiyordum. Ama çalakalem kalemim beni buraya sürükledi.

Her şeyden geçtim. Yaşadığım hayal kırıklığından dolayı adalet bile beklemez oldum. Yalnız şunu söyleyeyim. Hz Ömer’i kılıçla düzeltmeye kalkan sahabiye bir parantez açmak istiyorum. Yapılan yanlışlıkları kılıçla düzeltmekten geçtim. Yanlış, hata, huzursuzluk adına her ne derseniz, bunlara yanlış denmesine bile tahammül yok. Ne zaman olumsuzlukları ele alan bir yazı kaleme alsan, vay efendim, nasıl böyle yazar? Karşı mahalleye şirin gözükmeye çalışıyor. Yakıştı mı böyle bir yazı? İyice değişti, savruldu. Halbuki karşı taraf böyle mi yapıyor? Her türlü alavere ve dalavereye rağmen desteğine devam ederken aynı membadan su içtiklerimiz en ufak bir şeyi insafsızca eleştiriyor deniyor. Bu kafa yapısına göre Hz Ömer’i herkesin içinde kılıcıyla düzeltmeye çalışmak yanlışmış. Hz Ömer de “Böyle dedim diye herkesin içinde bana bunu nasıl söylemeye cüret edersin, dememiş.

Merak ediyorum, dava dava diye her türlü yanlışı yutmak, savunmaya kalkmak mı savrulma, yanlışları ortaya koymak mı savrulma. Bizden diye sesi çıkarmamak yakışıyor mu bize deneceği yerde seni yerden yere vurmayı marifet biliyor.

Unutulmasın ki yapılan yanlışları ortaya koymak, her mahallenin birinci görevi. Herkes mahallesini temizlemekle sorumlu. Kimsenin karşı mahalleyi düzeltme imkanı yoktur. Herkes kendine bakacak. Bunu da şöyle bir örnekle açayım. Benim çocuk ile yan komşunun çocuğu kavga ediyor. Üzerlerine ben geldim. Yapacağım şey, önce kavgayı aralamak. Ayrılsınlar diye ilk tokadı kendi çocuğuma atmaktan ibarettir. İlla tokat atılacak diye bir şey yok. Çünkü en güzeli kavgayı tokatsız aralamak. Ama öyle girmişler ki aralamak ne mümkün. Birini tutuyorsun, diğeri coşuyor. Son çare tokattır. İlk tokadı da haliyle kendi çocuğumuza vuracağız. Sonra komşunun çocuğuna. Gören diyecek ki ilk tokadı çocuğuna vurdu. Ki gücüm de çocuğuma yeter. Çocuğuma tokadı atmam, ondan nefret ettiğim, onu çizip attığım anlamına gelmez. Yok, ben ilk tokadı çocuğuma değil komşu çocuğuna vururum diyorsanız, zaten bazılarımız en iyi yaptığı bu. Bunun sonucu da ortada. Kan davasına varan bir kutuplaşma. Ben bunda yokum, bilesiniz.

Bilmem anlatabildim mi? Umarım derdimi anlatabilmişimdir. İnşallah, beni bir kişi anladı. O da yanlış anladı demem.

Coca Cola ve Pepsi'ye Dair (4)

Coca Cola, Pepsi ve diğer ürünlere yaptığımız boykotlar fayda verse, sonuç alsak, “İsrail'i desteklemek neymiş, görsün gününü. Coca Cola kiminle aşık attığını bilsin ve ayağını denk alsın” diyeceğim. Başta Cola olmak üzere Yahudi menşeli ya da İsrail'e destek veriyor dediğimiz ne kadar ürün varsa hepsi bu ülkede faaliyetine devam ettiği gibi belki de paraya para demediği için devlet bütçesinden daha güçlü bir görünüm veriyor.

Boykotlar fayda verse ve sonuç alınsa inanın hiç gam yemeyeceğim. Fayda vermediği halde ikide bir boykot çağrısını da anlamış değilim. Bazılarımızın "boykot yaparak tarafımızı belli ediyoruz. Karınca misali" dediğini duyar gibiyim. Böyle diyenlere ve elinden geldiği kadar boykot yapanlara saygı duyuyorum. Samimiyetlerinden de şüphem yok. Ama aynı saygıyı, bitmeyen ve sonuca gitmeyen boykotları ve boykot konusunda düştüğümüz çelişkiyi dile getirenlere de göstermek lazım. Fakat bu saygıyı göremiyorum. Gören de Filistin ve Gazze duyarlılığı bir bunlarda var. Sanıyorlar ki boykota eleştiri getirenler İsrail tarafını tutuyor. Böyle düşünen varsa, iftira atmaktan ve zanda bulunmaktan Allah'a sığınması gerekir. Çünkü bu ülkede fikri, zikri, düşüncesi, inancı, siyasi görüşü, yaşantısı farklı farklı olsa da Filistin konusunda bu ülke insanı Filistin'in yanındadır. Bu böyle biline.

Eleştiri getirenler, "tamam, tarafımız belli olsun. Boykot yapılacaksa tüm ABD ve İsrail ürünlerine yapılsın. Bu konuda çelişkiye düşmeyelim. En azından zorunlu olmadıkça alternatifi varsa onları alalım. Cola'ya gösterdiğimiz duyarlılığı cebimizdeki İphone'ye de gösterelim. İsrail'e en büyük desteği veren on beş şirketten biri olan Boeing uçaklarına da gösterelim. Birini görürken diğerini görmezden gelmeyelim. Biz boykot yaparken boykotu tınlamayıp ya da gereksiz görüp veya beyhude çaba deyip boykot edilmesi gereken ürün ve malı alanlara da tepkimizi ortaya koyalım" diyorlar. Yanlış mı diyorlar? Niçin böyle diyenleri, mücadele edilmesi gereken düşman gibi görüyorlar. İnanın, anlamış değilim.

Bir diğer husus, boykot edeceğimize, bu boykot ürünlerinin en iyisini biz yapsak, hangi birimiz yerli ürün varken yabancı ürünün özellikle İsrail'i destekleyen firmanın ürününü alır. İnanın, yıllardır boykotlarla uğraşırken aynı kalite ürüne kafa yorsaydık, şu ana kadar boykot ürünlerinin çoğunun alternatifi yerli ürünlerimiz olurdu. Ama işin kolayına kaçıyoruz. Kusura bakmayın ama bizim bu durumumuz, bataklığı kurutmak yerine bataklığın ürettiği sivrisinekleri öldürmeye veya kovalamaya benzer. Biliyoruz ki bataklık kurutulmadan sivrisinekle mücadele edilmez. Bataklık kurutulunca ortada mücadele edecek sivri kalmaz zaten. Gerçi biz bırakın marka değeri olan bir ürün piyasaya sürmeyi, Pepsi ve Coca Cola gibi dünyanın her bir ülkesinde çok uluslu şirket gibi mal satmayı, kendi öp öz mahsulümüz olan Cola Türka'ya bile sahip çıkamadık.

Yine Yahudi ve ABD'nin ürettiği her ürünü şu ya da bu gerekçeyle kullanmayı mubah görürken iş Cola'ya gelince aslan kesilmemiz, karnını tıka basa doyuran birinin, tabağında bir iki lokma kalınca, perhiz yapıyorum. Yemeyeceğim demeye benzer. Mübarek, o kadar yemeği yemişsin, bir iki lokma kalınca mı perhiz aklımıza geldi. O hesap, ABD sigarası, telefonu vs. her türlü ürünü kullanacağız. İş Cola'ya gelince, dur orada, ben o ürünü boykot ediyorum diyeceğiz. Lütfen boykot konusunda samimi isek ya hep ya hiç olmalı. Ötesi çelişki yumağıdır. Ne de çok seviyoruz çelişkiye düşmeyi. Ne de nefret ediyoruz bu çelişkiyi yüzümüze vuranları tu kaka yapmayı. Dikkat edelim bu savunma psikolojisi sağlıklı değildir. Acizliğimizi gerçeği haykıranlara çemkirerek geçiştirmeyelim.

Bir diğer husus, Cumhurbaşkanı'nın, bu ülkede üretilen tüm firmalar ve ürünler yerlidir" dediğini hatırlıyorum. Bugün başta Cola ve Pepsi olmak üzere yabancı menşeli ürünlerin hemen hemen hepsi bu ülkede üretim yapıyor. Yukarıda da dediğim gibi bu firmaların fabrikalarında işçi ve yönetici olarak çalışan kişilerin kahir ekseriyeti bu ülke insanı. Merak ediyorum, bu ürünleri boykot ederek diyelim ki batırdık ya da "madem istemiyorsunuz. Bu ülkedeki üretim ve satışı sonlandırıyoruz. Fabrikalarımızı falan ülkelere kaydırıyoruz" dense, bu boykot ürünlerinde çalışan insanlarımız işsiz kalınca, özellikle boykot boykot diyenler, bunlara istihdam sağlayabilecek mi? Bunun mümkün olmadığını en iyi boykot boykot diyenler bilir. Sanki bu gibi şeylerin sonunu düşünmeden bu işlere kalkışıyoruz. Burada "bekara avrat boşamak kolay" sözünü hatırlamanın tam zamanı.

Bir zaman daha var ki bölük pörçük olan bu uzun yazıyı sonlandırmanın zamanı.

Son söz, tekrar ediyorum. Boykot yapanlara saygım var. Boykot konusunda eski duyarlılığı kalmasa da evime Kola ve Pepsi almayan biriyim. Diğer ürünlerde de aynı kalite yerli ürün varsa yerli ürünü tercih ediyorum. Adeta boykot yapıyorum. Sonuna kadar Filistin davasının yanındayım. Bu durumda iken boykot konusunda içine düştüğümüz çelişkiye ve açmazı ele alan yazılarımı okuyan olursa -bu yazım da öyledir- lütfen hop oturup hop kalkmayın. Görüşüme katılmasanız da aynı saygıyı sizden de bekliyorum. Unutmayalım ki gerçekler acıdır.