Sosyal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sosyal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Temmuz 2025 Çarşamba

Cins Yayalar

Üçler'de bir cenazeye katılmak için evden çıktım. İstasyon, Anıt derken kestirmeden gideyim diyerek rotayı Larende'ye çevirdim.

Yolun sağ kaldırımından yürüyorum. Mümtaz Koru İHL sağımda iken 18-20 yaşlarında bir kızımız Anıt Hastanesinin aradan çıktı. Önümden yola doğru yöneldi. Belli ki karşıya geçecek.

Bu yolu bilenler bilir. Bölünmüş yol değil. İşlek bir cadde. Yayalar geçsin diye buraya ışıklı bir yaya geçidi konmuş. Karşıdan karşıya geçecek yaya trafik düğmesine basarak araçları iki taraflı durduruyor. Yayalar da rahat geçiyor.

Kızımızın geçeceği caddeye baktım. Her zamanki gibi değildi yol. İki taraftan da gelen hiç araç yoktu. Yolun uzağından gelen bir araç bile gözüme çarpmadı.

Bu durumda kızımız ne yaptı dersiniz? Yaya düğmesine bastı. Işığın yayaya yeşil yanmasını beklemeden ve hızlı adım atmasına gerek kalmadan, yayaya yani kendisine kırmızı yanarken sallana sallana karşıya geçti. Ardından üç beş adım yürüdükten sonra dolmuşa binecekmiş gibi yüzü kaldırıma dönük kaldırımda durdu.

Az sonra yayaya yeşil, araçlara kırmızı yandı. İki taraftan gelen araçlar kırmızı ışıkta durdu. Araç yoğunluğu uzadı da uzadı. Ah bu arada yani yayaya yeşil yanarken bir tane yaya karşıdan geçse hiç gam yemeyecektim.

Bir araçlara bir de karşı kaldırımda dikilen kıza baktım. Kız, sayesinde durdurduğu araçlara hiç bakmadı bile. Gözünü gelecek dolmuşa çevirmişti.

Halbuki bir düğmeye basarak bu kadar aracı durduran ben olsaydım, sağlı sollu sıralanmış araçlara bir göz atar. İşte şu araçlar, benim eserim havasını atardım. Sanırım mütevazılığından olsa gerek, kızımız buna gerek görmedi. Şu var ki kırmızıda duran araç sahipleri nerede bu yayalar, madem bastılar, niye geçen yok deyip durmuşlardır.

Yazımı buraya kadar okuyan, cenazeye yetişeceksin. Şu dikkatini çeken şeye bak. Ülkenin bu kadar derdi varken mesele edindiğine değmez. Bu kadar hassasiyete gerek yok. Cenazene git diyebilir.

Böyle düşünene el hak haklısın derim. Ama garipsediğim bu durumu yazı konusu edinme hakkımı da kimse elimden alamaz. Nasıl ki yaya geçicinden geçmek için düğmeye basmak her yayanın bir hakkı ise bu hakkı yazı konusu edinmek de benim hakkım. O yüzden varın işinize gidin. Ben cenazeye bir şekil yetişirim.

Bu arada bu kızımız bu yaptığı işte yalnız değil. Bu tipler bir familya. Aynı aileden bazılarını Konya Lisesi önündeki ışıklı yaya geçidinde de görürüm. Onlar da hiç araç gelmediği halde önce ışığa basıp ışığın yeşile dönmesini beklemeden geçiyorlar. Ardından araçlara kırmızı yanıp araçlar beklemeye koyuluyor. Bu familya ise hiç arkalarına bakmadan gözden kayboluyor. Öyle ya hak haktır. Bu hak kullanılır, devredilemez.

Hiç araç olmadığı halde karşıdan karşıya geçecek olanlar yaşlı ya da bir grup öğrenci olsa, yol boş olsa da tam yolun ortasında iken araçlar gelebilir diye düğmeye basabilir diyeceğim. Ama bugüne kadar gördüklerimin hepsi genç. Haydi düğmeye bastılar diyelim. Bari kendilerine yeşil yanmasını bekleseler hiç gam yemeyeceğim. Öyle ya madem kırmızıda geçeceksin. Ne diye düğmeye basıyorsun?

Ha bu tip cins yayalar, hakkımdır. Bu hakkımı tepe tepe kullanırım. Kime ne derse, küçük dilimi yutarım. Ha şunu derlerse, "Bey amca, biz bu cinsliği yapmazsak, sana buradan yazı çıkmazdı derlerse, eh haklılar derim. Gördüğünüz gibi yazı konusu çıktı bana. Sağ olsunlar.

Bu arada meraklısı için niyet ettiğim cenazeye yetiştim. Bu ayaklar, bu yürüme azmi bende oldukça evelallah kaçmaz. Yalnız bir cenazeye niyet etmiştim evden çıkarken. Neye niyet neye kısmet. Karşıma ilaveten beş kadın cenazesi daha çıktı. Hepsine ayrı ayrı niyet ederek altı defa cenaze namazı kıldık. Bu arada Üçler'de bugüne kadar o kadar cenazeye katıldım. Musallada birden fazla cenaze gördüm. Bugüne kadar bu kadar fazlası nasip olmamıştı. Mübarekler, bu sıcakta ta nereden geldi. Bizimkini de kılıversin demiş olmalılar.

Sıcak o kadar fazla idi ki cenazesini gömen cenaze yakınları, el yüz yıkamak için çeşmelere kendilerini gücün attı. Termometreler 37 dereceyi gösteriyordu. Öğle vakti güneş tam tepedeyken hissedilen sıcaklık kaçtı bilmiyorum. Ölenlere rahmet.

İflaslarda Domino Etkisi

Pazar günü bir kız çıkarma düğününe katıldım. Konvoyu gelmesini beklerken eş, dost, yakın ve uzak akrabayla görüşme imkanım oldu.

Duvar kenarında çaylarımızı yudumlarken laf lafı açtı. Konu iflaslara geldi. Ekrem Coşkun ve Doğan Çanta konkordato ilan etmiş dedi bir tanesi.

Biri sordu bunlar niye iflas ediyor diye. Büsan sanayiinde esnaf olan tanıdığım, "Sanayide çok iflas eden var. Kimi konkordato ilan ediyor kimi de iflas bayrağını çekiyor. İflasın başlıca sebebi faiz oranlarının yüksekliği. Ticari kredilerde faiz oranı sabit kalmıyor. Faizler inince kredi borcu da iner, yükselince de faiz oranı yükselir. Fabrikası olan bir tanıdığım, faizlerin her ay kademeli düşürüldüğü vakit, nasılsa faizler hep düşüyor diye 6 milyon lira kredi çekti. Kredi çekeceği zaman borçlarını ödemek için fabrikanı sat, kredi çekme dedim ise de dinlemedi. Sonra yeni Hazine Bakanı ile birlikte faizler % 50'ye kadar çıktı. Fabrikatör her ay yüklü miktarda kredisini ödedi. Kaç ay yatırmasına rağmen ana para borcu bir kuruş eksilmedi. Sadece faizini ödemiş oldu. Sonra baktı olmayacak. Krediyi ödemek için zamanında satmadığı fabrikasını satmak zorunda kaldı. Zamanında satsaydı, o kadar borç ödemeyecekti. Ödediği o kadar kredi de boşa gitti. Şimdi sattığı fabrikasında çalışıyor mecburen. Şu an kredi çekmek isteyen bir işletme yüzde 4 ile kredi çekse, yıllık % 48 faiz ödemek zorunda. İşçi ücretleri şu anda altın çağını yaşıyor. Büsan’da asgari ücretle çalışan yok gibi. Asgari ücretli olarak başlayan birinin maaşına birkaç ay sonra zam yapılıyor. İşletme, şirket ve fabrikaların hem kredi hem de işçi maliyetlerinin altından kalkabilmesi mümkün değil. O yüzden sanayicilerin işi zor. Sanayici yeni hammadde almak istese, peşin almayacaksa bilmem şu kadarlık vade çek verse yüzde bilmem kaç fark konuyor. Eli mahkum almaya.

Konkordato veya iflas deyip de geçmeyin. Şirket, işletme ya da fabrikanın sadece kendisi batmıyor. Mal alıp ödeyemediği firmalar da borcunu tahsil edemediği için zor durumda kalıyor. Ayrıca her konkordato ve iflas işyerinin küçülmesi, işçi çıkarılması ve batması demektir. Hasılı büyük işletmeler kredi çekmeden işletmeyi döndüremez. Bu yüksek faizi de ödemesi mümkün değil. Haliyle konkordato ve iflaslar kaçınılmaz oluyor” dedi.

Bu durumda kredi ile ayakta duran işletmelerin hali içler acısı olmalı dedim. “Aynen öyle” dedi. “Şirketler batınca olan sadece şirkete olmuyor. Bu şirkete mal veren de parasını alamıyor, orada çalışanlar da” dedi.

Bu faiz nasıl bir şey ki çektiğin krediyi öde öde bitiremiyorsun. Hele bir de çekilen kredi ticari kredi ise piyasa da allak bullak ve faizler de yükselmişse adama fabrikayı da sattırıyor dedim kendi kendime.

Bu arada Konya’nın tanınmış iki firması olan Ekrem Coşkun ile Doğan Çantanın konkordato ilan etmesine de üzüldüm. Her ikisi de bu şehrin yüz akı idi. Doğan Çanta’dan hiç alışveriş yapmadım ama dar gelirlinin tercihi Ekrem Coşkun’a birkaç defa gitmiştim. Konkordato ilanının ardından Cadde Meram’da şubesi olan Ekrem Coşkun’a akşam yemeği için oğlanla gittiğimizde gitmemiz ile geri dönmemiz bir oldu. Çünkü kepenkleri kapalıydı. Halbuki konkordato demek tamamen dükkanı kapatmak anlamına gelmiyordu. Resmi iflas anlamına gelen konkordato ilanı, mahkeme eliyle tarafların borçlarını yapılandırma ve biraz vadeye yayma anlamına geliyordu. Ekrem Coşkun tamamen kapatılmasa da belli ki bazı şubeleri kapatma yoluna gidildi. Bu da işçi çıkarma anlamına gelir. İnşallah hem Ekrem Coşkun hem Doğan Çanta hem de bu şekil konkordato ilan eden firmalar en kısa zamanda eski görkemli günlerini yakalar. Çünkü işçi çalıştıran, işçiye ekmek veren bu firmalar hem kolay kurulmuyor hem de her konkordato işçi çıkarılması demektir. Bu da işsiz sayısının artması demektir.

Bu arada bu yazımda bol bol konkordato kullandım. Yazılışı da zor, telaffuzu da zor. İtalyancadan dilimize geçmiş. İflas desek bu da Arapça. Nedense kendi dilimizde bir kelime üretememişiz. Dilimiz yabancı dillerden geçen kelimelerle dolu ve kullanıyoruz. Bu da üzücü. Herhalde iflas eden ve konkordato ilan edenler için batmış kelimesi uygun olsa gerek. Ki bu kelimeyi de kullanıyoruz zaten.

Resmi iflas demek olan konkordatonun yanında işini döndüremediği için eş, dost, tanıdık kim varsa hepsinden şu ya da bu şekilde borç alıp hepsine borç takan esnaf sayısı da az değil. Çünkü geri ödemesi, kaydı ve küreği olmayan borçlar bunlar.

Görüleceği üzere esnaf, şirket, firma her ne ise iflas bayrağını çekince zararı sadece kendisine olmuyor. Çoğu kimseye sirayet ediyor. Borç veren borcunu alamıyor, firmanın çalıştığı yerler de parasını alamıyor. Üzerine, işini kaybedenleri de sayarsak bir iflas çevresine domino etkisi yapıyor.

8 Temmuz 2025 Salı

Masumiyet Karinesi

Türkiye'nin gündeminde bazı belediyelere ilgili yolsuzluk ve rüşvet operasyonları var. Sayısını bilmiyorum ama önce gözaltı, ardından tutuklanan belediye başkanı ve belediye çalışanı sayısı az değil.

Yolsuzluk ve rüşvet var mı?

Siyasi operasyon mu yapılıyor?

Bu operasyonlarla bu parti yolsuzluk çarkının içine gömülmüş algısı mı oluşturulmak isteniyor?

Siyasette kartlar yeniden mi karılıyor?

Hedef belediyelerde dönen yolsuzlukları ortaya çıkararak bir temizlenme mi isteniyor?

Gerçekten bu belediyeler yolsuzluk girdabına girmiş mi?

Soruları çoğaltabiliriz.

Bunların hangisi veya sormadığım hangi soru sebeptir bilmiyorum.

Bu durumda yapılması gereken, yargının son sözü söylemesini beklemek, adil yargılama için yargı mensuplarını rahat bırakmak, çaldılar, çırptılar, yok, siyasi operasyon yapılıyor türünden yazıp çizmenin, paylaşım yapmanın ve konuşmanın bir anlamı yok. Bırakalım işi yargıya. Yargı kararını versin. Karar kesinleştikten sonra sonuca göre bir değerlendirmede bulunalım.

Şu aşamada ortada daha iddianame bile yokken hakim, savcı ve avukat rolüne girmenin bir gereği yok.

Bu konu hakkında yazılıp çizilen ve söylenen ne varsa hepsine acaba demek suretiyle temkinli yaklaşmak lazım. İleride pişmanlık duyacağımız söz ve eylemlerden kaçınmak gerek. Birileri, belediyeler üzerinden toplumda bir algı oluşturma peşinde olabilir. Bu aşamada bu algılara teslim olmamak lazım.

Kişiler hakkında yargı son sözü söylemeden masumiyet karinesine özen göstermek gerektiğini düşünüyorum.

Burada niyetim haklarında yolsuzluk ve rüşvet iddia edilen kişileri masum gösterme gibi bir niyetim yok. Çalan, çırpan varsa cezasını fazlasıyla çeksin. Sosyal medyada veya gazetelerde haklarında video, belge varsa dahi son sözü yargının söylemesini bekleyelim. Çünkü hiçbirimiz hakim, savcı değiliz. Zanlılar mahkemede kendilerini savunsun. Unutmayalım ki suçlu bile olsa savunma hakkı kutsaldır. Şimdiden asıp kesmeyelim. Belki de çalma ve çırpma görünenden daha fazladır. Belki de hiçbir şey göründüğü gibi değildir,

Bu son cümlemi, yani hiçbir şey göründüğü gibi değildir sözümü yakın tarihten örnek vermek suretiyle biraz açmak isterim.

Fadime Şahin, Ali Kalkancı ve Müslim Gündüz 28 Şubata giden yolda Türkiye’nin önemli figürleri idi. Her akşam televizyonların gündemindeydi. Şunu yaptılar, bunu yaptılar türünden yazıldı, çizildi. Müslim Gündüz’ün Fadime Şahin ile basılması görüntüleri televizyonlarda çıktı. Ellerinde baston ile Aczimendiler meydanlarda idi. Fadime Şahin, Kalkancı ve Müslüm Gündüz’den ne çektiğini, kendisine neler yaptıklarını gözyaşları içinde ekranlarda anlattı. Her birimiz üzülerek izledik. Vay be! Neler yapmışlar neler dedik. Gözü yaşlı Fadime Şahin’in anlattıklarından ben de etkilendim. Hatta dedim ki bu kadın bu haliyle yakan söyleyecek birine benzemiyor ve doğru söylüyor dedim. Sonunda 28 Şubat post modern darbesi yapıldı.

Anlaşıldı ki bu muhteşem üçlünün, ülkeyi 28 Şubata götürmek için ayarlanmış birer figür oldukları ortaya çıktı. Ne sürecin ardından ne sonrasında ne de şimdi bu üçlünün esemesi okunmuyor. Malı götüren götürdü. Çünkü sürece giden bir kumpas olduğu anlaşıldı.

STV ve Zaman gazetesinin başını çektiği Ergenekon olayı da hala belleklerde. Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) adı altında az kişi tutuklanmadı. Hepsi yargılandı. Hatta hüküm giyenler bile oldu. O zaman da vay be neler yapmışlar neler dedik. Bir sabah kalktık ki “Ordumuza kumpas kurulmuş” açıklamasıyla uyandık. Hüküm giyenler yeniden yargılanarak berat etti. Mahkeme ise Ergenekon Terör Örgütü diye bir örgüte rastlanmamıştır dedi.

Sanırım ne demek istediğimi anlatmak için bu iki örnek yeterli.

Bu iki örnekte yanıldığımız ve kandırıldığımız gibi yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarında da benzer bir durum söz konusu olabilir. En iyisi yargı sonucunu beklemek. Az sabır.

6 Temmuz 2025 Pazar

Bu Valinin Rüyasına Girmeyin

—Şunun suyu ısındı. Alın onu. Atın içeri. 
—Ne zaman alalım?
—Laf olsun diye soru sorma. Ne zaman alacağınızı biliyorsun. Sabah erkenden. Teamül böyle. 
—Tamam efendim. 
—Bunu da alın. 
—Emriniz olur. 
—Şunu da alın.
—Aldık efendim. 
—Şunu şunu da alın. 
—Aldık.
—Bunları da alın. 
—Bunları da aldık. 
—Onları aldınız mı?
—Yarın sabah alıyoruz. 
—Başka kim kaldı alacak? 
—Bilmiyorum efendim.
—Ne demek bilmiyorum. Hepsini ben mi söyleyeceğim? 
—Efendim, alınma gerekçelerini bilsek belli aralıklarla alırız. 
—Ha şu mesele. Onların gerekçeleri bende mahfuz. 
—İyi de suçun ne olduğunu bilmeden kimi, ne diye alacağız? 
—Onların suçu bende mahfuz kalsın isterdim. Ama gece gündüz bugün kimi alalım diye sorup duracaksınız. En iyisi söyleyeyim. 
—Memnun olurum efendim. Bu vesileyle bunları niye alıyoruz diye merak edip duruyordum. 
—Sence bunları niye içeriye aldırıyorum? 
—Efendim, ben nasıl bilirim. 
—Tabi ben bileceğim. Ama sen yine de bir tahminde bulun. 
—Aklıma bir şey gelmiyor ana mutlaka suçları vardır. Değilse niye içeri aldıracaksınız?
—Onların suçu benim rüyama girmeleridir. 
—Efendim, çok özür dilerim ama bir insan rüyanıza girdiği için içeri alınır mı? 
—Alınır hem de bal gibi alınır. Girmeyeceklerdi rüyama 
—İlginç. Ama efendim, onların elinde değil ki rüyanıza girmek. Böyle giderse korkarım ki beni de rüyanızda görebilirsiniz. Bu durumda benim halim nice olur. O kadar da hukukumuz var. 
—Hiç kusura bakma. Hiç affım yok. Rüyana girersen, gözünün yaşına bakmam, sen de girersin oraya. 
—Efendim, af talebinde bulunuyorum. Köşeme çekilmek istiyorum. 
—Asla. Af talebin kabul edilmemiştir. 
—Efendim, rüya dışında başka bir kriter belirleseniz. 
—Mümkün değil. Kimse kusura bakmasın. Ben zamanın Bağdat valisini örnek alıyorum. Benim için o rol modeldir. 
—Bağdat valisi nasıl biriymiş ki onu örnek aldınız. 
—Bunu da bir hikayeyle anlatayım:

TÜİK, ENAG ve İTO'ya Göre Ülke Enflasyonu

Yan tarafta gördüğünüz enflasyon tablosu sosyal medyada önüme düştü.

Niyetim enflasyon ve hayat pahalılığına dikkat çekmek değil. Bu, ayrı bir mesele.

Tabloda TÜİK, ENAG ve İTO'nun her ay bulduğu enflasyon verileri karşılaştırmalı olarak verilmiş. Görüleceği üzere verilen 12 ayın hiçbirinde bu üç kuruluş birbirine yakın bir oran bulamamış. Adeta aralarında uçurumlar var. TÜİK en düşük oranla birinciliği, 8-10 puan yükseklikle İTO ikinciliği, ilk ikiye büyük fark atarak üçüncülüğü ise ENAG almış. 12 ayın hiçbirinde bu sıralama değişmemiş.

Bildiğim kadarıyla enflasyon oranını tespit bilimsel bir alan. Matematiği ve istatistik biliminin alanına giriyor. Matematik ve istatistik yalan söylemeyeceğine göre bu üç enflasyon verilerini paylaşan kuruluşlardan hangisi ya da hangileri yanlış sonuç çıkarıyor?

Her üç kuruluş da bu ülkenin alışverişini hesapladığına göre bu üç farklı oran nasıl çıkar, inanın anlamış değilim. Gören de her üçü de farklı ülkeleri ele alıyor sanır.

Acaba, enflasyon sepetine giren ürünler farklı da ondan dolayı mı bu fark? Eğer sepet farklı ise oranlara bir şey denmez. Eğer aynı ürünlerden bu kadar farklı oran çıkıyorsa veya çıkarılıyorsa vay halimize. Bu durumda üç kuruluştan ikisi doğru söylemiyor. Bu ikisi hangisi? Bunu da bilmiyoruz.

Halk hangisine inanıyor? Halkın kahir ekseriyeti ENAG'ın bulduğu oranı kabul ediyor. TÜİK'in bulduğu oranı sahici bulmuyor. "Resmi enflasyon şu. Halkı derinden etkileyen, hissedilen piyasa enflasyonu bu" diyor. Hoş, halk sahici bulmasa da TÜİK'in çıkardığı enflasyon oranı dikkate alınıyor. Çünkü sabit gelirlinin zam oranı TÜİK'in çıkardığı enflasyona göre belirleniyor. Daha doğrusu mevcut çıkan TÜİK enflasyon oranından ziyade hedeflenen enflasyon dikkate alınıyor. Bunun sevindirici yanı, sabit gelirlinin hiçbir zaman enflasyona ezdirilmemesi. Bir de sabit gelirliye verilen zam, enflasyonun altında kalırsa aradaki bu fark altı ay sonra ödeniyor.

Gelelim yeniden bu üç kuruluşun çıkardığı farklı enflasyon oranlarına. Şu bir gerçek ki üç ayrı enflasyon sonucu kafa karışıklığına sebebiyet veriyor. Vatandaş hangi sonuca inanacağını şaşırıyor. Devletin bu kafa karşılığını gidermesinde fayda var. Nasıl ki devlet, ne zaman bir dezenformasyon bir bilgi yayılsa, halkı etkileyen bir durum ortaya çıksa, ilgili kurumu aracılığıyla "Yanlıştır, doğrusu budur" şeklinde bir açıklama yaptırıyorsa, çıkan farklı enflasyon oranları hakkında da İletişim Başkanlığı veya Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM) bu duruma bir el atabilir. Diyebilir ki TÜİK doğru söylüyor, diğerleri ise halkı yanlış bilgilendiriyor. Yine her ay farklı sonuç çıkarırlarsa savcılığa suç duyurusunda bulunabilir. Yanlış sonuç çıkaran TÜİK ise bu konuda gereği için ilgili kurumu bilgilendirebilir. Fakat gördüğüm kadarıyla DMM bu konuda hiç açıklama yapmıyor.

Alfabetik Sıra Operasyonları

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonları önceleri aralardan başlatıldı. Bir o şehir, bir bu şehir yapıldı.

Adana, Adıyaman ve Antalya şehirlerinde de yolsuzluk ve rüşvet operasyonları başlayınca, dedim şimdi yandı tüm belediye başkanları. Çünkü denmiş olmalı ki böyle aradan olmaz. Biz şu işe baştan başlayalım deyip belediyeler alfabetik sıra ile operasyona dahil edildi.

Eğer bu hızla gidilirse öyle görünüyor ki alfabetik sırası gelen belediye başkanı hakkında harekete geçilecek.

Hepsine sıra gelecek olsa da burada en şanslı şehirler alfabenin sonlarında yer alan şehirler. Çünkü operasyona en son dahil olacak şehirler buralar.

Yalova, Yozgat ve Zonguldak belediyeleri sonlarda olmanın avantajını kullanacak. Gel keyfim gel, bize sıra gelinceye kadar diyecekler ve derin bir nefes alacaklar:

Eşleriyle, dostlarıyla ve seçmenleriyle doya doya günler geçirecekler.

Belki de şimdiden ziyaretlere başlayıp veda çayı içecekler.

Helalleşecekler. Doyamadık şu belediye başkanlığına. Varsa hakkınız, helal edin. Bizden yana helal olsun. Belki bugünden sonra görüşemeyebiliriz. Şehrim size emanet diyecekler.

Borçları varsa ödeyecekler.

Her zamankinden daha nazik ve kibar olacaklar.

Vatandaşın işini jet hızıyla yapacaklar.

Şayet yolsuzluk yapıyorlar ve rüşvet alıyorlarsa, almayacağım bundan sonra deyip belediyeler daha operasyon başlamadan temizlenmeye başlayacak. Hepsi daha içeriye girmeden tövbekar olacak.

Böylece tüm şehirlerimiz irinlerinden temizlenecek.

Tüm bu olup bitenleri izleyen İçişleri Bakanlığı da yolsuzluk ve rüşvet operasyonu yerine "Temiz Eller, Temiz Şehirler Operasyonu adını verecek yaptığı operasyonlara.

Ülkenin yaptığı bu Temiz Şehirler Operasyonu, devletin diğer tüm kurumlarına da yapılacak. Tüm kurumlarımız temize çıkacak.

Tüm belediye ve kurumlar bakacaklar ki bu iş tamamen yasal ve doğal. Her biri hakkında operasyon başladığında hiçbiri cayırtı koparmayacak. Sadece bize değil, herkese yapılan mutat bir operasyon diyecek. Halk da polis nezaretinde götürülen başkanlarını alkışlarla cezaevine gönderecek. Ayrıca miting ve protestoya ihtiyaç kalmayacak. Rutin bir operasyon. Bugün bize, yarın size diyecek.

Ülkenin bu yaptığı Temiz Şehirler ve Temiz Kurumlar operasyonu tüm dünyaya örnek olacak. Türkiye en iyisini yaptı. Bunu niye biz ülkemizde yapmayalım diyecek. Böylece her ülke temizlenecek, dünya temize çıkmış olacak.

Burada beni düşündüren, bu operasyonlar alfabetik sıraya göre mi yapılıyor yoksa trafik plaka koduna göre mi? Öyle zannediyorum beni düşündüren sonradan vilayet olan şehirleri de düşündürüyordur. Şayet alfabetik sıraya göre yapılıyorsa, mesela sonradan il olan Ardahan'a operasyon yakındır. Yok, trafik plaka koduna göre ise Ardahan daha çok bekleyecek. Çünkü kendisine, bir zamanların son şehri Zonguldak'tan sonra sıra gelecek. Yetkililerin bu konuya bir açıklama getirmelerinde fayda var.

Bu önemli mevzuyu işlerken şu ayrıntıya da dikkat çekmezsem olmaz. Bir ara Hakkari'den il hakkı alınıp Yüksekova'ya il statüsü konuşulmuş, sonra rafa kalkmıştı. Şimdi bu konuyu yeniden gündeme getirme zamanı. Bunu da Hakkari düşünecek. Belki de alfabede önlerdeyiz. Bir an evvel bu Temiz Eller Operasyonuna dahil olalım, sonra işimize bakalım diyecek, Yüksekova'ya hakkını devretmeyecek. Belki de biraz zaman kazanalım. Bunun için il olmaktan feragat edip bu hakkı Yüksekova'ya devredelim diyecek. Bekleyip göreceğiz bu samimiyet sınavını Hakkari nasıl verecek?

Pazar pazar sabah kahvaltısını yaparken bu önemli konuya değindim. Sakın olan pazar pazar su koyverdin demeyin. Hele izahı olmayan şeyin mizahı olur hiç demeyin. Yazımı okuma zahmetinde bulunursanız, hiç olmadığı kadar ciddiyetime hayran kalacağınızdan eminim.

5 Temmuz 2025 Cumartesi

Vahim Bir Tablo ile Karşı Karşıyayız

Gözaltına alınan ve tutuklanan belediyeci ve belediye başkan sayısını takip etmez olduk. Çünkü kaç aydır belediyeler ve belediye başkanları ile ilgili yolsuzluk operasyonları yapılıyor.

İçeriye alınan bu belediyecilerin ne zaman yargılanacak, haklarında iddianame ne zaman hazırlanacak, yargılama ne kadar sürecek belli değil.

Yolsuzluk iddiasıyla gözaltına alınan ve tutuklama kararı verilen belediyeciler suçlu veya suçlu değil demeyeceğim. Siyasi bir yazı yazma niyetim de yok. Toplumun ikiye bölündüğü gibi bunlara siyasi operasyon çekiliyor ya da bunlar yolsuzluk pisliğinin içine belenmişler demeyeceğim. Bu konuda istediğim, yargılama sonuçlanıncaya kadar kişiler hakkında beraatı zimmet asıldır denip masumiyet karinesine riayet edilmesi, adil yargılama yapılması, suçlu iseler cezalandırılmaları, yargılamanın uzun sürmemesi, yargılama konusunda yargının rahat bırakılması...

Bu kısa açıklamanın ardından, yolsuzluk yargılamaları ile ilgili bir başka hususu işlemek istiyorum.

Sayısını bilemediğim bu kadar belediyede yolsuzluk varsa, bu kadar belediye yolsuzluk ve rüşvet çarkını içine düşmüşse:
Bu ülke bitmiş demektir.
Ülke kokmuş, kokuşmuşluk diz boyu demektir.
Bu ülke ölmüş de ağlayanı yok demektir.
Vahim bir durumla karşı karşıyayız demektir.
Çünkü hiçbir ülke bu kadar yolsuzluğun içinde temiz kalamaz.

Bu kadar belediyeye yolsuzluk iddiasıyla siyasi operasyon çekiliyorsa, bu:
Çamur at izi kalsın demektir.
Yargı eliyle ayar vermek, had bildirmek demektir.
Siyaseti yeniden dizayn etmek demektir.
Yargıyı siyasete alet etmek demektir.
Şayet böyle ise vahim bir durumdur.

Yani her iki durumda da vahim bir tablo ile karşı karşıyayız. Bu da ülkenin hayrına değildir. Çünkü ülkenin karizması çizilir. Dışarıdan bu ülke yolsuzluk ve rüşvetle anılır olur ya da belediye başkanlarına yargı eliyle operasyon çekiliyor şeklinde anlaşılır. Ülkenin bu duruma düşmesini herhalde hiçbirimiz istemeyiz.

Ne yapıp ne edip bu durumdan bir an evvel kurtulmamız lazım. Bu kadar belediye yolsuzluk ve rüşvet çarkının içinde ise demek ki belediyelerde bu çarkın içine düşmek kolay. Bu demektir ki sistemde ve mevzuatta açıklar var. Bu açığı kapatarak işe başlayabiliriz.

Yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla siyasi operasyon yapıyorsak, yargıyı buna alet etmemek lazım. Açıkları kapatacak bir sistem kurarak ve yargıyı kendi haline bırakarak hem belediyelere hem de yargıya güveni öncelemek lazım.

Size Kim Dedi Belediye Başkanı Olun Diye?

Kim dedi size işi gücü bırakın, belediye başkanlığına aday olun, belediye başkanı seçilin ve belediye başkanlığı yapın diye.

İşsiz miydiniz de belediye başkanı oldunuz?

Düşünemediniz mi ağrımaz başınızın ağrıyacağını?

Bir gün kodese girebileceğinizi hiç aklınıza getirmediniz mi?

Ne işe yaradı şimdi?

Sırayla, bazen toplu halde gidiyorsunuz güneş görmez yerlere. Hem de sabahın erken saatinde.
Bir makam uğruna değer miydi bu sıkıntıya girmeye?

Sıra bizden sonra kimse deyip duracaksınız hem de.

Şimdi ne zaman çıkacağız diye bekleyip duracaksınız orada.

Üstelik tam da işe yarayacağınız zaman yoksunuz. Çünkü memleket yangın yeri. Ormanlarımız cayır cayır yanıyor. Böyle bir zor zamanda sizler yoksunuz.

Böyle zamanda şehrinizde olmayacaksınız da ne zaman olacaksınız?

Neyse olan oldu. Bugünkü aklınız olsaydı, kim başkan olursa olsun deyip belediye başkanlığına aday bile olmazdınız. Ama şu var ki son pişmanlık fayda vermez.

Biraz da geride kalan başkanlara değinelim.

Biliyorum bize sıra ne zaman gelecek diye bekleyip durursunuz. Bilirim kolay değil böyle beklemek.

Siz siz olun, bana bir şey olmaz demeyin. Şu anda dışarıda iseniz elbet şükredin. Bugün de dışarıdayım deyin.

Yalnız rehavete kapılmayın. Hiç içeriye girmeyecekmiş gibi çalışmaya devam edin.

Sabahı bırakmadan eşinizle dostunuzla helalleşin.

Borcunuz varsa ödeyin.

Çamaşır, terlik, havlu, diş fırçası vs. ihtiyaçlarınızı bir valize koyun. Kapının yanında hazır dursun.

Erken yatıp uykunuzu tam alın.

Sabah erkenden zilini çalarsa, hayır ola, bu kim ki bu saatte? Sütçü mü, postacı mı demeyin. Lütfen aklımızla dalga geçmeyin. Polistir polis.

Üzülmeyin, hemen birden götürmüyorlar içeriye.

Bildiğim kadarıyla önce genel bir muayene için tam teşekküllü bir hastaneye götürüyorlar. Sıra beklemeden tepeden tırnağa muayene oluyorsunuz. Bunun için bir kuruş para ödemiyorsunuz.

Göz altı ve tutukluluk halinde de yatak ve iaşe bedeli ödemiyorsunuz.

Orada mesai kavramı ve mefhumu yok. Sabah akşam yatacaksınız.

Burada yatarken vaktinizi boşa harcamayın. Kitap yazın orada. Yazar olarak çıkın oradan.

Çıkınca da yazarlığa verin kendinizi. Bir daha belediye başkanlığı mı, tövbe tövbe deyin.

4 Temmuz 2025 Cuma

En Büyük İsraf Kaynağımız

Bu ülkede israf çoktur. Say say bitmez. En büyük israf da insan kaynağıdır. Milyonlarca insanımızı şu ya da bu şekilde heba ediyoruz.

5 yıl olan zorunlu eğitimi önce 8'e sonra 12'ye çıkararak okumak isteyeni de okumak istemeyeni de okumak zorunda bırakıp herkesi lise mezunu yaptık. Hiçbir vasfı ve mesleği olmadan herkes masa başı iş aradı. Böyle bir iş için milyonlarca lise ve ön lisans mezunları KPSS sınavında ter döktü. Sayılı az sayıda lise ve ön lisans mezunu yerleşti ama milyonlar yine boşta kaldı.

Lise mezunlarına iş yok. Liseyi bitirdikten sonra bari üniversite okuyalım. Atanma şansımız daha çok olsun diyerek her liseyi bitiren üniversite sınavına girdi.

Lise mezunlarını üniversite mezunu yapmak için bol üniversite ve istihdamı olmayan bölümler açmak suretiyle, gençliği geleceği olmayan bölümlerde umut aramaya ittik.

O kadar üniversite ve istihdam imkanı olmayan o kadar bölümler açtık ki 18'inde genç işsizler kadrosuna katılacak genç işsizlerin işsizliğini 4-5 sene daha uzattık.

İstihdam imkanı olmadığından çoğu bölümlerin kontenjanları dolmayınca iki ve dört yıllık fakülte tercih barajı olan 150 ve 180 barajını kaldırdık. Üstelik açılan üniversite ve fakültelere o kadar akademisyen alındı. Bunlar boş boş mu duracaktı. Bari barajı kaldıralım da bu bölümlere yolunu şaşıran gelsin ve okusun dendi.

Bu tür bölümlerden ve iyi bölümlerden mezun olanların çoğu mezuniyetin ardından atanmak için kaç yıl boyunca KPSS'ye giriyor. Sayı fazla, alınacak az olduğundan çoğu atanamıyor. Bakıyorlar ki olmayacak, çoğu mezun olduğu bölüm dışında başka alanlarda çalışmaya başlıyor.

İstihdam imkanı olan bölümleri de yok etmek için çok uğraştık. Aşağı yukarı her bölümün ikinci öğretimini açarak bir fabrikanın seri üretimi gibi mezun verdi bölümler. Sonunda tıp fakülteleri dışında fakültelerden mezun olan her bir öğrencinin on binleri bulan alternatif mezun oluşturduk.

Kısaca sonu ve istihdam imkanı olmayan her bölüm genç işsizler ordusunun sayısını artırdı.

Her işsiz kalan hayattan umudunu kesti.

Burada sanayide, şurada, burada eleman aranıyor. Gitsinler orada çalışsınlar. Bizimkiler çalışmadığı için buralarda Suriyeli ve Afganlar çalışıyor. Bizimkiler iş beğenmiyor. Çalışmak isteyene bu ülkede iş var denebilir. Sanayide eleman arandığı doğrudur. Yalnız üniversite mezunu gidip buralarda çalışmaz. Çalışmak istese de sanayici üniversite mezununu almaz. Çünkü 24-25 yaşına kadar okul sırası dışında bir şey görmeyen gençlik sanayide verimli olamaz.
Ülkede iş bulamayan onca üniversite mezunu başka ülkelere gitmenin yolunu arıyor.

Kısaca üniversite mezunu enflasyonu, istihdam yollarını neredeyse tıkadı. Bu da beyin göçünü beraberinde getirdi. Yolunu ve imkanını bulan kalifiye insanımız soluğu dışarıya gitmekte buldu.

Gelecek vadetmeyen maarif sistemimizin bu yıllarda yaptığı en güzel proje, Mesleki Eğitim Merkezlerinde okumak isteyen öğrencilere işyeri desteği vermesidir. Sanayi ve esnafın yanında ara eleman kalmayınca devlet buna mecbur kaldı. Ortaokuldan sonra okumada gözü olmayan öğrencilere imkan sundu. Teşvikle birlikte şimdilerin en gözde okulları eskinin çıraklık eğitim merkezi olan bugünün MESEM'leridir. Buralarda haftada bir gün okuyup sair günlerde işyerlerinde meslek ve zanaat öğrenen öğrenciler, sanayinin ara eleman ihtiyacını doyurdu. Bu okullarda okuyarak ustalık belgesi alan öğrenciler aynı zamanda lise mezunu oluyor. Bu öğrenciler üniversiteden mezun olan çoğu öğrenciden daha şanslı. Çünkü ileride sanayi dahil her sektörde çalışırlar ve iş bulurlar. Yalnız bu güzel projeye geç geçildi. Çok zaman kaybedildi. Dün 8 ve 12 yıllık zorunlu eğitimle köküne kibrit suyu döktüğümüz çırak ve kalfalığı yeniden diriltme için devlet üste para veriyor. Bu para da bütçeden karşılanıyor.

MESEM'ler, çocuklarımıza gelecek vadetse de liselerde okuyan milyonlarımız var ve bu milyonlar üniversiteyi bitirdikten sonra kolay kolay iş bulamıyor. Anlatmaya çalıştığım bu durum, insan kaynakları yönünden iyi bir planlama yapamadığımızın bir göstergesidir. Bu da en büyük israf kaynağımızdır. Nedense bu müsriflikten bir türlü vazgeçmiyoruz.

Unutmayalım ki gençliğine sahip çıkamayan ve insan kaynağını verimli kullanamayıp heba eden bir ülkenin iyi bir geleceği olamaz.

3 Temmuz 2025 Perşembe

Trump'ı Sizden Önce Tanıdım

Kaç yıllardır görmediğim, zamanında birlikte olduğum zaman da pek teşriki mesaim olmayan biri ile bir arkadaşın düğünümde karşılaştım.

İçini bilmem ama görüntüsü havalı bir tip idi. Konuşmasına da yansımıştır bu hava. Oldum olası içim ısınmaz böyle tepeden bakan kişilere.
Haliyle hal hatır, ne var ne yok yok türünden konuştuk. Ne yapıp ne ettiğini sordum. Kısa cevaplar aldım ama verdiği cevaplar net değildi. Hep ikircikli idi.

Bir gözümüz kızı ne zaman çıkaracağız iken diğer gözümüz de başka tanıdıklarda oldu. Ama görünen o ki ne kızın çıktığı var ne de gelen tanıdık. Mecburen konuşacağız. Daha doğrusu ben soracağım o da cevap verecek. Formatımız bu şekilde.

Yalnız konu bulmam lazım.

O değilden çoluk çocuk var mı dedim. Vara sormaz olaydım. "Neden sordun" dedi. Hiç, öylesine dedim. "Çoluk olabilir de olmayabilir de" dedi. Nasıl dedim. "Evli olabilirim de evli olmayabilirim de" dedi. Ardından "Çocuk olabilir de olmayabilir de" dedi.

Zikrettiğim kişiden makul ve mantıklı cevaplar beklemiyordum ama bu kadarına da pes doğrusu. Bir insan uğraşsa böyle cevaplar veremezdi. Ya Rabbi, nereye düştüm, bu işkenceden nasıl kurtulurum demeye başladım. Çünkü az daha devam etsek küçük dilimi yutacaktım.

Bereket, diğer arkadaşlar da geldi. Bu büyük işkenceden kurtuldum.

Bu arada gelen de düğün sahibine iletilmek üzere para verdi bana. Hepsini zarfın içine koydum. Kim ne kadar verdi ise miktar ve ismini bir kağıda yazdım. Başka gelip de para veren olursa diye bekliyorum. Çünkü adetimiz düğün sahibine zarf içerisinde toplu vermek. Bu kendini beğenmiş, evli ve çocuk sahibi olup olmadığını öğrenemediğim arkadaş da az bir miktar para verdi. Zarfın içerisine onu da koydum. Ama durdurmadı. İkide bir haydi geline parayı takalım dedi durdu. Kardeş, biz geline para takmıyoruz. Düğün sahibinin cebine zarfı indiriyoruz dedim ise de döndü döndü haydi takalım, ne duruyoruz dedi durdu. Bu inada inat ettim. Parayı takmadım geline. Düğün sahibine hayırlı olsun derken takdim ettim.

Bu anekdot yıllar öncesinde başımdan geçti. Bu anekdotu bana yıllar sonra yeniden hatırlatan dostumuz Trump oldu. Hani İsrail'in İran'a saldırmasıyla başlayan, karşılıklı füzelerle 12 gün devam eden danışıklı döğüş savaşı kastediyorum. Hatırlarsanız bu savaşta Trump, "İran'a saldırabiliriz de saldırmayabiliriz de", "Savaşa girebiliriz de girmeyebiliriz de" türünden açıklamalarıyla gündeme oturmuştu. İşte dostumuz Trump'ın bu ikircikli cevapları bana bu arkadaşın "Evli olabilirim de evli olmayabilirim de. Çocuğum olabilir de olmayabilir de" sözlerini hatırlattı.

Şimdi düşünüyorum da bu ikisi de aynı familyadan. Ha bizimki ha Trump. Hava zaten ikisinde de var. Kibir zaten o biçim. Dedim kendi kendime, daha Trump ortada yokken ben Trump'ın daha doğrusu Trump familyasına dahil birini tanıyormuşum da haberim yokmuş dedim. Hem de yanı başımda imiş.

Trump’ı ekranlardan tanıyorum. Bir de yakından görmek istiyorum derseniz, bir telefon kadar yakınım. Sizi buluşturabilir, hasret gidermenize yardımcı olurum. Çünkü ha Trump ha bizimki. Adeta şıp demiş burnundan düşmüş. Tek bilemediğim, hangisi hangisinin burnundan düşmüş olduğudur. 

Enayi aranıyor

YouTube'da tefsir sohbetleri yapan bir akademisyenle karşılaştık. Yanımdaki arkadaş, "Hocam, yaptığın tefsirleri dinleyen var mı" diye bir soru sordu. Yanlış duymadı isem, "Her zaman bir enayi bulunur" dedi tefsir yapan kişi. Soruyu soran arkadaş "Eşim sizi takip ediyor bu arada" dedi.

Açıkçası böyle bir cevap beklemiyordum. Hele ki bir enayi bulunur demesi garibime gitti. Beklerdim ki "Hocam, insanımız eskisi gibi camiye gidip vaaz dinlemiyor. Ezan okunurken cumaya giriyor. Her devrin bir anlatım aracı, yol ve yöntemi olur. Bu devirde herkes sosyal medyayı kullanıyor. Biz de çağın bu iletişim aracını kullanalım istedik. Herkese oturduğu yerden cep telefonu marifetiyle Allah'ın kelamını duyurmayı yol edindik. Olur ki bir kişi de olsa belki dinleyen çıkar. En azından irşat görevimizi yapmış olurum" türünden bir şeyler söylesin ya da "Öyle deme. Bak ben Hanya'dayım. Sen ise Konya'dasın. YouTube aracılığıyla konuştuğumdan haberdarsın. Bak eşin dinliyormuş" diyebilirdi. Gel gör ki "Her zaman bir enayi bulunur" demeyi uygun buldu.

Bu yazıyı yazmaya koyulduğumda, acaba "bir enayi bulunur" derken konuşmacı olarak kendisini mi kastetti diye düşünmeye başladım. Eğer böyle ise kullandığı enayi kelimesine bir şey demem. Tevazuunu gösterdi derim. Kafamda bir tereddüt kalmasın diye teyit için soruyu sorana sordum. O da benim anladığım gibi anlamış diyemiyorum. Çünkü o da neyi kastettiğini çözememiş. Sonrasında çay içerken bu enayi kelimesini bir daha kullanmış. Neyi kastettiğini sormak istemiş ama ortam müsait olmamış. Şu var ki sorulan soru ile verilen cevabı karşılaştırdığımda siyak ve sibaktan dinleyiciyi enayi yerine koyması daha uygun gibi görünüyor. 

Akademisyenin ya da din adına tefsir türünden sohbet yapanların iç hallerini bilmem.

İçlerinde bildiğini anlatmak için çırpınanları vardır.

Bir şeyler yapmış olmak ve dostlar alışverişte görsün türünden anlatanlar vardır.

Şöhret olmak için yapanlar vardır.

Din adına ne yapıyorsunuz diyenlere Youtube'da tefsir sohbetleri yapıyorum demek için konuşanları vardır.

Her ne sebeple Youtube'da program yaparlarsa yapsınlar ama dinleyenleri enayi görmek hiç masum olmasa gerek.

Hiç kimse kendi sattığını yiyecek bir enayi aramasın.

Cevap verirken de argo bir sıfat olan enayi kelimesini ağzına almasın. Çünkü başkasına enayi yaftası yakıştırması tefsir sohbetleri yapan bir ilahiyatçıya hiç yakışmaz. Bu yola girmiş, bu yolun yolcusu olan birine daha güzel bir üslup yakışır. En azından vatandaş öyle bekler.

2 Temmuz 2025 Çarşamba

Ne Zam Ver Ne de Zam Yap

Konutlarda kullanılan doğal gaza 2 Temmuz 2025 tarihinde geçerli olmak üzere yüzde 24,6 oranında zam yapıldığı duyuruldu.

EPDK işini biliyor. Zammı ısınma giderinin olmadığı yaz dönemine denk getirerek kışa hazırlık yapıyor. Yani bizim gibi Ağustos böceği değil. Daha kış gelmeden sessiz sedasız yürütüyor bu işi. Kışın altta kalanın canı çıksın.

Temenni ederim ki bu zamla kışı çıkarırız. Arkasında ikinci, üçüncü fil gelmez.

Bu arada geçen yıl (2024) doğal gaza toplamda ne kadar zam geldi, bilmiyoruz. Çünkü zamları takip edemez olduk.

Şu var ki EPDK bu işi biliyor.

EPDK'nin bildiği bu işi vatandaş olarak biz de bilsek iyi olacak. Doğal gazı aldığımız ülke doğal gazın metreküpüne zam mı yaptı ya da döviz mi yükseldi? Bildiğimiz kadarıyla döviz kaç yıldır yerinde sayıyor. Bu durumda doğal gaz aldığımız ülke zam yapmış olmalı. Ki bunu da duymadık. Belki de devlet sırrı olduğu içindir.

Maliyetler artmış olmalı ki EPDK olması gerekeni yapmış demek lazım. Değilse EPDK keyfi zam yapmaz. Ki devlet de vergi koyarken keyfiyetten kaçınır.

Gel gör ki bu zam ve başka ürünlere gelecek yüksek zamlar belimizi bükecek.

Zamlar orantılı olsa yani devletin sabit gelirliye verdiği zam ile koyduğu zam orantılı olsa eh, verdiğini bu şekil alsın dersin. Ama gazın ayağı öyle değil. Her zamanki gibi kaşıkla veriyor, kepçeyle alıyor diyeceğim ama kepçeye razıyım. Çünkü kazanla alıyor artık.

Kısaca takibini yapmadığım zamlardan geçtim. İsterim ki zamlardan adalet olsun. Kaşıkla gıdım gıdım verdiğini kepçeyle pardon kazanla almasın.

Ne zam versin ne de zam yapsın.

Sabit gelirlinin maaşı adı üzerinde sabit kalsın. Buna karşılık tekelinde olan ürünlere de zam yapmasın.

Kısaca vatandaş olarak yani sabit gelirli olarak devletin zam yapacağım diye ölçüp biçmesini, kırk dereden su getirmesini yani ulufe dağıtmasını istemiyoruz. Devlet sabit gelirliye ağalık yapmaktan vazgeçsin. Buna karşı zam da yapmasın. Ne ihsanını isteriz ne de gölgesini. Çünkü vatandaş olarak sadaka cinsinden zamma karnımız tok.

Not: EPDK doğal gaza zam yapar da belediye durur mu? Çünkü kombi dediğin su ile çalışır. O zaman suya da yüklenmek lazım. Uzatmayayım, belediye de fiyatlarda güncelleme yaptı. KDV hariç 32 lira olan birinci kademe suyu 35'e, ikinci kademeyi de 49 liraya çıkardı. Bereket, belediye bunu zam olarak duyurmadı. Adına güncelleme dedi. Bir de susuz kombi çalışmayacağı için bu güncellemeyi 1 Temmuzdan başlattı. Sağ olsun, değilse susuz kombi yanardı. 

Milletin Aklıyla Dalga Geçmek

Enflasyonda dünyanın ilk beş ülkesi arasında olduğumuz, hayat pahalılığının belimizi büktüğü, faiz oranları yönünden yine dünyanın ilk sıralarını zorladığımız bir gerçek. Bu durum geçici bir durum değil, 2018 yılından beri bize musallat oldu. Bugünden yarına gideceğe de benzemiyor.

Bu vahim durumu daha iyi anlamak için kiraların en düşük emekli maaşı alanların emekli maaşını geçtiğini söylersek ekonominin ne derece vahim olduğu ortaya çıkar. (Buna bir örnek: Karşı komşumuz, dul bir kadın. Kocasından kalma maaşla geçinen biri. Emekli maaşı da en düşük emekli maaşı. Yani 14 bin küsur alıyor. Aylık 18 binden bir yıllık kiranın peşinatını damadı verdi. Kira bedeli peşin ödenince kira 22 binden 18 bine inmiş oldu. Damadı olmasa 14 bin alırken kirası 18 bin lira olan bir yerde kadının kalması mümkün değil).

Paramızın döviz karşısında eridiğini söylemeye zaten gerek yok.

Zamlar zaten durmuyor. Bir yıl önceki bir ürünün fiyatını bu yıl karşılaştırırsak aradaki uçurumu görünce bizde olduk bir Yedi Uyur dememek mümkün değil.

2 Temmuz itibariyle hanelere gelen yüzde 25 doğal gaz zammı, başka bir zam gelmese bile 2026 kışının dar ve sabit gelirlinin belini bükeceği şimdiden aşikar.

Bağımlılık yapan enflasyonist ortam yeni zenginler ortaya çıkarırken en düşük emekli maaşı alanların, asgari ücretle çalışanların, kısaca sabit gelirlilerin bu yüksek enflasyondan etkilenmemesi mümkün değil.

Durum bu iken herhangi bir devlet yetkilisinin "Sabit gelirliyi bugüne kadar enflasyona ezdirmedik. Bundan sonra da ezdirmeyeceğiz" türünden açıklama yapması,

"Biz ödedik ama halkımıza bedel ödetmedik" meyanında açıklamaya yer vermesi vs.

Milletin aklıyla dalga geçmekten başka bir şey değil. Çünkü herkesin gözü önünde cereyan eden, çoğunluğun iliklerine kadar hissettiği bir durumu bu şekil bedel ödetmedik şeklinde izah etmek, olsa olsa milletin aklıyla dalga geçmek olur.

Halbuki "Enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz", "Biz ödedik, milletimize bedel ödetmedik" deneceği yerde, "Faiz başımızın belası, enflasyon hakeza, hayat pahalılığı fiili bir durum. Toplum olarak her birimiz derinden etkileniyoruz. Az daha sabır..." dense, herkesin bildiği fiili bir durumu tespit anlamına gelir ki buna kimsenin diyeceği bir şey olmaz. Bu tür bir açıklama yerine" bedel ödetmedik" denmesinin makul bir izahı olamaz.

Enflasyon, hayat pahalılığı, yüksek faizler, zamlar er veya geç durulur. Millet bu sıkıntılı durumun altından eş dost yardımıyla kalkar. İyi günler gelir. Belki de bir gün unutur gider. Ama milletin unutmayacağı şey aklıyla dalga geçilmesi. Unutulmasın ki millet yediği kuru ayazı unutur belki. Ama aklıyla dalga geçilmesini unutmaz.

Yetkililerimiz şunu bilsin ki Hucurat süresinde kadın olsun erkek olsun bir toplulukla alay etmesin. Olur ki alaya aldığınız sizden daha hayırlı olabilir" denir mealen.

Din, insan onurunu rencide etmesi yönüyle alaya almayı ve dalga geçmeyi yasaklar.

Kısaca olan oldu. Bari milletin aklıyla dalga geçmeyelim. Unutmayalım ki alaya almak ve dalga geçmek hem haramdır hem günahtır hem vebaldir hem de kul hakkıdır. Ne insanlığa sığar ne de ahlaka.

29 Haziran 2025 Pazar

Diyanet'in Açtığı Yola Girdim

Cumaya gidenler bilir. 27 Haziran 2025 tarihli hutbe, “Kamu Malı Dokunulmazlığı” üzerine idi. Epey bir gündem oluşturan ve ses getiren bu hutbede kamu malı ihlali olan birçok örneğe yer verilmişti.

Örnekler yerinde idi. Fakat kamu malı ihlaline giren örnekler bununla sınırlı değil. Zira say say bitmez.

Diyanet madem bu hutbe ile kamu malına dair örnekler verdi. Ben de bu yazımda bu örneklere ilaveten kamu malı ihlallerine örnekler vereceğim.

Başka kamu malı ihlali neler olabilir? Mesela,

Kamu sırtından iftar yapmak,

İhalelerde yandaş gözetmek,

Kamu malını zarara uğratmak,

Paramızı pul etmek,

Enflasyon ve hayat pahalılığına çözüm üretmemek ya da üretememek,

Kişisel hata, yanlış ve hırslarımızın zararını millete ödetmek,

Mülkün temeli olan adaleti kendi emellerimize alet etmek, yargı eliyle korku yaratmak ve had bildirmek,

Yüksek faizle milleti faiz girdabına sürüklemek, milleti faizle beslenir duruma düşürmek,

Uzman ve araştırmacı adı altında kadrolar ihdas ederek binlerce insanımızı kızağa çekerek çalışmadan maaş almalarını sağlamak, yani bankamatik yöneticiliği ihdas etmek,

Devlet kadrolarına alımları mülakatla yapmak, alımlarda ahbap çavuş ilişkisine resmiyet kazandırmak ve kılıfına uydurmak,

Hazineyi zarara uğratılacağı biline biline diğer ülkelerden daha yüksek faizle borç almak,

Kur garantili TL'ye izin vermek,

Kamu-Özel İşbirliği adı altında yol, köprü, hastane, havaalanı vs. yaptırarak işletmelere yolcu ve müşteri garantisi vermek, yeterli yolcu ve müşteri gelmediği zaman bunu hazineden karşılamak, adına da bir kuruş para harcamadan yaptırmak demek suretiyle algı oluşturmak,

İstihdam üretmeyeceği ve gelecek vadetmediği bilindiği halde bol bol üniversite açarak; okumuş, genç nesillerin işsizliğini artırmak, insan kaynağını yönetememek, gençliğin geleceğini yok etmek,

Beyin göçüne bigane kalmak,

Gereksiz kamu binası, cami, Kur'an kursu vs. yapımına izin vermek,

Kamu kadrolarını ihtiyacı dışında şişirmek,

Ehliyet ve liyakat bir tarafa bırakarak sadakati öncelemek,

Suçun bireyselliğini göz ardı ederek bir grup ve camiaya mensup olanlara toptancı yaklaşmak suretiyle terörist ilan etmek, hedef göstermek ve toplumdan dışlamak,

Hizmet aracı adı altında makam araçları olarak kullanılan fiili bir duruma bir düzenleme getirmemek, ihtiyaç olmadığı halde araç kiralama yoluna gitmek,

Kamu kaynaklarını yerli yerince kullanmamak,

Her türlü denetim, şeffaflık ve hesap verebilirliği sistemleştirememek, yapanın yanına kâr kalmasına göz yummak, suçluyu korumak, suçsuza çamur atmak, kişi ve kurumlar üzerinden algı oluşturmak,

Toplumu kutuplaştırmak suretiyle korkular oluşturmak, tarafgir bakış açısını meşrulaştırmak,

Kendi menfaat ve geleceğimizi memleket yararının önüne geçirmek,

Erken emekliliğe geçit vermek, ülkeyi genç emekli cenneti haline dönüştürmek,

Kişisel hırslarımıza kamunun imkânlarını alet etmek, 

Bir kişinin birden fazla yerden maaş almasına izin vermek, 

"Huzur hakkı" adı altında kamu malını kişilere peşkeş çekmek vs. 

Gördüğünüz gibi kamu malı ihlalleri say say bitmez.

Not: Bu yazı ile amacım siyaset yapmak ya da kişiselleştirme değil. Gördüklerimden hareketle kendi çapımda bir tespitte bulunmaktır. Verdiğim örnekleri de kamu malı ihlali görmekteyim. Katılır veya katılmazsınız. Kamu malı ihlaline dair bu yolu da unutmayın ki Diyanet açtı. Ben de bu yola girdim. Gözüme çarpanları örneklendirdim. Durum bundan ibaret. Lütfen öküz altında buzağı aramayalım.

Hayatın İçinden Bir Hutbe

27 Haziran 2025 tarihli “Kamu Malı Dokunulmazdır” başlıklı cuma hutbesi halkın gündemine oturdu. Epey bir beğeni aldı. Sosyal medyada hutbe paylaşıldı. Üç beş kişi bir araya gelmişse muhabbet konusu hutbe üzerine oldu.

Ben de hutbe konusunu ağzı açık dinleyenlerdendim. Hutbeyi değerlendirmemi isteyenler oldu.

Gelen tepkilerden anladığım kadarıyla belli ki halkımız böyle hutbe konularına susamış. Ümit ederim ki halkın dertlendiği bu tür hayatın içinden hutbelerin arkası gelir ve her hafta halkın gündemine oturur.

Burada hutbede şundan, bundan bahsedildi demeyeceğim. Hutbeyi dinlemeyip merak edenler de Diyanet’in sayfasından hutbeyi indirip okuyabilir.

Açıkçası, hayatın içinden, daha doğrusu sıra dışı bir hutbe idi. Böyle bir konu seçtiği için Diyanet’i tebrik etmek lazım. Çünkü hutbe dediğin, insanımıza, suya ve sabuna dokunmalı, hayatın içinden olmalı. Problem ve dertlerimizi dile getiren ve yol gösteren olmalı. Doğrusu hutbe dediğin böyle olmalı.

Bir diğer husus, kamu malı dokunulmazlığına dair farklı örnekler verilerek bahsedilen bu hutbeden 5-6 hutbe konusu çıkarılabilirdi. Cemaatin ilgi gösterdiği ve can kulağıyla dinlediği bu konuyu, öyle zannediyorum, Diyanet, bir defada değinmekle yetinmeyi seçti. İsterim ki bu içerikli konulara bundan sonra Diyanet belirli aralıklarla yer versin.

Bu kısa değerlendirmeden sonra hutbeyi can kulağıyla dinlerken kafama takılan bir soruyu burada sorup irdelemek isterim. Acaba bu hutbenin muhatabı kimdi? Camiye gelen cemaat mi yoksa kamu malını tasarrufunda bulunduran etkili, yetkili ve sorumlu kişiler mi? Daha doğrusu yönetilenler mi, yönetenler mi? Her ne kadar hutbenin muhatabı her ikisi olsa da kamu malına sahip çıkacak, kamu malını yetim malı bilecek kesim esas yöneticilerdir.

Ne demek istediğimi, hutbede verilen bazı örneklere yer vererek açmak isterim:

“Hiç kimse bu mallar (kamu malları) üzerinde şahsi ve keyfi bir tasarrufta bulunamaz.

Kamu imkânlarını amacı dışında kullanmak, kamuya ait işleri yavaşlatmak ya da aksatmak, verilen görevleri layıkıyla yerine getirmemek,

Kamu hizmetlerini sunarken insanlar arasında ayrım yapmak, tanıdığı kişilere öncelik vermek, çalışma saatlerinde şahsi işlerle meşgul olmak,

Bir kişinin yapabileceği bir iş için birden fazla kişiyi işe almak.

Torpil yapmak ve yaptırmak, adam kayırmak ve kollamak, gençlerimizin hayallerini çalmaktır,

Devletin; tarımda, hayvancılıkta ve ticarette verdiği destekleri amacı dışında kullanmak. Daha fazla destek almak için olmayan tarlaları varmış gibi beyan etmek ya da vasıfsız tarlaları vasıflı göstermek,

İhtiyacı olmadığı halde sosyal yardım almak, ailesinden kalan maaşı alabilmek için resmiyette boşanıp gerçekte birlikte yaşamaya devam etmek,

Naylon fatura ile vergi kaçırmak, sahte belgelerle mal beyanını düşük göstermek,

Engelli muafiyetinden yararlanılarak alınan aracı amacı dışında kullanmak, vergi imtiyazını istismar edip bunu bir rant kapısına çevirmek vs.

Tüm bunları yapmak vebaldir, günahtır, haramdır, ateşten gömlek giymektir. El hak doğrudur.

Hutbede verilen tüm bu kötü örnekler bu toplumda aynıyla vakidir. Tüm bunlara dur diyecek ve açık kapı bırakmayacak da devlettir. Daha doğrusu devlete yön veren etkili, yetkili ve de sorumlu olan kişilerdir. Çünkü yönetilen ve kamuda çalışan halk olarak bizler, bu kötü filleri işlemek istesek bile bize dur diyecek, yakamıza yapışacak, hesap soracak ve cezalandıracak bir devlet mekanizması olursa vatandaş olarak bizler bu tür cürümlere yeltenemeyiz. Bunun için her şeyiyle oturmuş, işleyen bir devlet sistemi, kamu malı ihlalini bertaraf eder.

Kısaca bu hutbe yönetilen halktan ziyade devlete yön verenlere, kamu malı tasarrufuna sahip olanlara okunmalı. Pekala, üst düzey devlet yöneticileri Kocatepe ya da Ayasofya’ya toplayıp “böyle böyle suçlar var. Bu suçlarda payın büyüğü sizde, bu cürümlerin önüne geçme sorumluluğu sizde. Önce siz kendinizi temizleyin. Siz düzelirseniz, yani boşluk bırakmayacak ve savsaklamayacak şekilde görevinizi bihakkın yerine getirirseniz, kamu malı ihlalleri bıçak gibi kesilir...” denmelidir.

Şu hususa da değinerek yazımı sonlandırayım. Kamu malı ihlaline dair verilen bu kadar örneğin içine, pekala adalet sistemi de eklenebilirdi. Çünkü adalet yönünden de bilerek ya da bilmeyerek yaptığımız hata ve yanlışlar çok. Unutmayalım ki adil yargılamamak da bir nevi kamu malı ihlalidir. Kişileri adil yargılamamak da günahtır, vebaldir, haramdır.

Kısaca, İsterim ki bu hutbe havada kalmaz. herkes üzerine düşen payı alır ve gereğini yapar. Çünkü bu hutbe “Sözün meclisten dışarı” değil, içeri bir hutbe. Hem yönetilenleri hem de yönetenleri ilgilendirmektedir. Daha çok da yönetenleri. Yönetenler doğru olursa halk da doğru olur. 

26 Haziran 2025 Perşembe

Açgöz Bir Avukatın Şantajı

Kimdir, necidir, suçlu mudur, suçu varsa ne orandadır bilmem. Bildiğim bir derbeder. Başındaki beladan kurtulmak istiyor. Anladığım kadarıyla maddi durumu da iyi değil.

Tanımadığım bu kişiden bir esnafın konu edinmesiyle birazcık vakıf oldum. Niyetim bu kişiden ziyade bir fırsatçının bu kişiye çektiği şantajı gündeme getirmek.

FETÖ'den yargılanmış yıllarca. Belki de bir müddet içeride yatmıştır.

Yargıtay bu kişinin cezasını bozmuş. İlk mahkemede yeniden yargılanacak.

Mahkeme Afyonkarahisar'da görülür.

"Avukatın yok mu" demişler.

"Hayır, yok. Avukat tutacak param da yok" demiş.

"O zaman CMUK'tan avukat isteyelim. Avukat bedeli ödemezsin" demiş mahkeme.

BARO'dan gelen avukatla birlikte mahkeme salonuna girer. Hakim beraat kararı verir.

Delikanlıda bir sevinç bir sevinç. Niye sevinmesin. Yıllardır yargılandığı davadan berat etmiş. Üstelik avukat tutmadan.

Ama sevinci fazla sürmez. BARO'dan gelen avukat peşini bırakmaz. Avukat, "Hakim yargılamadaki avukat bedelini kimden alacağımı yazmamış. Ben BARO'dan alamam. Ya avukat bedelini verirsin ya da davaya itiraz edeceğim" demiş.

Tam berat ettim, temize çıktım sevincini yaşarken avukat bedeli ile karşı karşıya kalır. Çünkü elde yok, avuçta yok. Berat ettiği davaya itiraz edilse dava sil baştan yeniden görülecek. Bunu da göze alamaz.

Yeniden yargılamayı göze alamadığı için avukat bedelini sorar. "Normalde 30 bin alırım ama sen 20 bin ver" der. İn çık derken avukat 15 bine fit olur. Bulur buluşturur verir avukatın parasını.

Bu durumu esnaftan öğrenince şaşırdım ve olamaz böyle şey. Avukat müvekkilinin talebi olmadan böyle bir itirazda bulunamaz. Avukat bedelini de devlet öder. Ayrıca müvekkilinden para alamaz. Çünkü avukatın BARO'dan geldiği belli. Adam düpedüz şantaj yapmış. Garibim de açgözlü avukatın bu şantajına maalesef boyun eğmiş dedim.

Yanımızda oturan bir arkadaş da akrabası bir avukatı aradı. BARO'dan gelen avukatın, hakimin verdiği karara itiraz edip İstinafa götürüp götüremeyeceğini ve aldığı paranın doğru olup olmadığını sordu. Tecrübeli avukat da avukatın karara itiraz edemeyeceğini ve aldığı paranın doğru olmadığını söyledi.

Anlaşılan avukat bir mağdurun mağduriyetinden faydalanmış, fırsatı ganimete çevirmiş. Hem devletten alacak hem de şahıstan. Bir taşla iki kuş denir buna. Yargılamanın içeriğinden bile haberi olmadan misafir gibi mahkeme salonuna cübbesiyle girip çıkmanın ve “Beratını talep ediyorum” demenin dışında, bir iş yapmadan hakkı olmayan bir parayı talep etmesi ne insanlığa ne vicdana ne dine ne ahlaka ne de etik değerlere sığar. Halbuki yargılanan kişi berat sevinciyle para teklif etse bile bu avukatın “Ben paramı devletten alacağım. Kat o parayı cebine. Haydi sana geçmiş olsun” demesi daha şık olurdu.

CMUK aracılığıyla gelen avukatlara sanık ya da zanlı yakınlarının "Bizim çocuğu iyi savun" deyip cebine para koyduklarını duymuştum da avukat bedeli isteyen ve bedeli pazarlık yapan böyle yüzsüzü ilk defa duydum. Ne diyeyim, burnundan fitil fitil gelsin.

25 Haziran 2025 Çarşamba

Bahtıma Yanayım

Çarşıda tanıdığım bir esnaf var. Zaman zaman uğrayıp çayını içerim. Ben uğramayı uzatırsam, sağ olsun, neredesin, haydi gel, bekliyorum diye telefon açar.

Bir başka esnafın yanında iken dün yine aradı, neredesin diye. Hem esnafı hem de birlikte buluşup çay içtiğim arkadaşı da alarak esnafın yanına uğradık.

Çaylarımızı içtik.

Birlikte geldiğimiz esnaf, çayın ardından müsaade alıp gitti. Biz iki arkadaş oturmaya devam ettik.

Laf lafı açtı. Kalkalım derken ikindi ezanı okundu.

Ezan okununca işini bırakıp camiye giden esnaf, “şu önümdeki işi bitireyim de namazı birlikte kılalım” dedi.

İkindi namazı kılındıktan ve cemaat dağıldıktan sonra esnaf işini bitirdi. “Haydi namazımızı kılalım” dedi. Birlikte çarşı içindeki mescide girdik.

Abdesti taze olan arkadaş imamlığa geçti. Biz iki kişi arkasında saf tutarken aynı çarşıda çalışan bir esnaf da katıldı cemaate.

Tekbir almadan önce alnımı koyacağım halının temiz olmadığı gözüme ilişti. Kaç gündür ya da kaç haftadır temizlenmiyorsa artık.

Halının temiz yerlerine alnımı koymama rağmen halıdaki küllük alnıma yapıştı.

Namaz kıldığımız yer imam odasının ön tarafı idi. Biz namaz kılarken yanındaki biriyle konuşarak imam çıkıp gitti.

Tesbihatı yaptıktan sonra yanımdaki çarşı esnafına, caminiz çok kirli. Şu halıya bakar mısın? Hiç bakan eden yok mu dedim. Sadece ben değil, o anda bulunan dört kişi de caminin kirli olduğu konusunda hemfikirdi.

Esnaf, "İmam gitti az önce. Caminin temizliğinden biz de şikayetçiyiz. Çarşı esnafı olarak camiyi temizleyecek birini bulduk. İmama, şu gün saat 09.00'da gelip temizlikçinin başında duruver" dedik. "Erken olur, o saatte kalkıp gelemem dedi beyefendi. Hasılı caminin temizlik işi kaldı" dedi.

Garip bir durum vardı orta yerde. Hem caminin temiz olmaması garip hem de imamın "O saatte kalkıp gelemem" demesi garip. Beyefendi o vakitte kalkıp gelemezmiş.

Gelemem diyen kişi fahri olarak görev yapan biri değil. Diyanet'in kadrolu imamı.

Gariplik bu kadarla sınırlı değil. Tarihi çarşıdaki mescide kadrolu birinin verilmesi. Burada tek garip olmayan, esnafın ya da müşterilerin namazlarını kılacağı bir yerin mescit olarak tahsis edilmesi.

Ben bir camide özellikle bu çarşı camiinde görevli olacağım. Mahalleli ya da çarşı esnafı bir temizlikçi bulacak. Ben gelmeyeceğim. Camide yatarım temizlikçi gelecek, camim tertemiz ve pırıl pırıl olacak diye. İmamın böylesine de pes doğrusu.

Bahsettiğim çarşı mescidinde öğle ve ikindi olmak üzere günde iki vakit namaz kılınıyor. Belki kışın kısa günlerinde akşam namazı da kılınıyordur. Ama yazın sadece öğle ve ikindi namazları kılınıyor. Yani iki vakit kıldırması için Diyanet buraya kadrolu birini görevli atıyor. Ben böyle bir camide görev yapacağım. İnanın, bırakın temizlikçi bulmayı camiyi kendim temizlerim.

İki vakit mesai yapan bu görevli, emsal meslektaşlarından daha düşük bir maaş mı alıyor? Bildiğim kadarıyla beş vakit namaz kıldıran diğer imamlarla aynı maaşı alıyor.

Burada eğri oturup doğru konuşmak lazım. Yirmişer dakikadan ibaret toplamda kırk dakikalık bir mesai için dünyanın hiçbir yerinde kadrolu bir görevli ataması yapılmaz. Eğer iki vakit namaz için bir görevli atanıyorsa, bu görev kebap bir görev olur.

Devletin kırk dakikalık bir mesai için sair imam ve müezzinlere verdiği kadar maaş vermesi hiç hakkaniyete sığmaz. Ki bu çarşı camiine görevli atamaya bile gerek yok. Namazını cemaatle kılmak isteyen çarşı esnafı pekala çarşıya yakın camilere gidip cemaatle namazınu kılabilir. Namazını cemaatle kılmak isteyip diğer camilere gitmek istemeyen esnaf arasından biri de imam olabilir. Çünkü eskisi gibi değil, şu anda namaz kıldırmayı bilen insanımızın sayısı az değil. Cemaatle namaz için illa kadrolu ve resmi bir görevlinin olması şart değil. Devlet kadroları şişirerek ihtiyaç veya değil, herkese, her yere böyle kadro tahsis etmesi gibi bir lüksü olmamalı. İlla bir görevli verecekse, çarşılarda dahi görevli atayacaksa pekala böyle yerlere iki vakit namaz kıldıracak ücretli imam görevlendirebilir.

Bu arada yanlış meslek seçmişim. Bugünkü aklım olsaydı, bu çarşı veya iki vakit mesaisi olan herhangi bir camide görev almak ve burada emekli olmak isterdim. Öğleye kadar yatar, öğle namazına doğru çarşıya çıkar, öğle namazını kıldırır, namaz sonrası ikindiye kadar çarşıdaki işlerimi halleder, eşle dostla çayımı içer, ikindi namazından sonra ertesi gün öğleye kadar haydi bana eyvallah deyip evimin yolunu tutardım. Emekli olduktan sonra da şu kadar yıl hizmet ettim derdim. Vay be! Ne görevler varmış da benim haberim yokmuş. Bahtıma yanayım.

Kaldırım Canavarı BinBinler

Millet Bahçesinin önünden Anıt'a doğru kaldırımdan yürüyorum.

Kaldırım geniş ve insan yoğunluğu bakımından seyrek bir yer. Tek tük gelip geçen insanlar oluyor.

Larende Caddesine doğru mu yürüyeyim yoksa Zafer tarafına mı derken Zafer'e doğru yöneleyim dedim.

Ardımdan gelen ses yok. Kimsenin önünü de kesmeyeceğim. Yoldan karşıya geçeyim diye içimden geçirdim.

Daha yönelmeden jet hızıyla solumdan bir Scooter, namı diğer BinBin geçti.

Sesten eser yoktu BinBin'de. Adeta sessiz tayyare.

Yanımdan rüzgar gibi geçen de bir çocuk falan değil, basbayağı büyük biri.

Kaldırım tenha, nasılsa arkamda kimse yok diye yöneliverseymişim, o hızla sol ayağımı kırdığı gibi iki seksen uzanıp yüzü koyun yere kapaklanmam hiçten değildi. Yüzüm ve kafamı taşlara çarparak kan ter içinde kalmam garanti idi.

Gencin de bana çarpmamak için altındaki zıkkımı sağa sola kırarak manevra yapması mümkün değildi.

Hiç bozuntuya vermeden yürümeye devam ettim ama gelin onu siz bana sorun. Adeta dizlerimin bağı çözüldü. Koku almayan burnum ölüm kokusunu aldı desem abartmış olmam. Ölmesem de beni süründürmek için epey yatağa mahkum ederdi.

Bu Scooter zıkkımı kaç km hızla gider diye İnternete baktım. Saatte 25 km'ye kadar hız yapabiliyormuş.

Kıl payı kurtulduğum bu kaza riskinin ardından, gideceğim menzile varıncaya kadar kaldırım boyu içimden şunlar geçti:

Bulacak bir şey bulamamışlar gibi bu BinBin'i icat edeni, yapıp piyasaya süreni, satış ve dağıtımına onay vereni, satışını yapanı, inip bineni, kaza riskine rağmen bu BinBinlere bir şey yapmayanı, bizi Scooter sürücüsüyle burun buruna getireni vb. Allah bildiği gibi yapsın.

Şu bir gerçek ki bu Binbin canavarlarından dolayı kaldırımlarda yürüyen yayaların hiçbirinin can emniyeti yok. Canımız Allah'a emanet ve Binbin sürücüsünün insafına kalmış bir şekilde kaldırımlarda arzıendam ediyoruz.

Hiçbir kural tanımayan, yayaların canını tehlikeye atarak yol, kaldırım, sokak, yaya yolu vs. her yerden biten bu Scooter canavarlarına dur diyecek bir merci yok mu şu âlemde? Bu canavarların nereden, nasıl, ne şekilde, kaç süratle çıkacağını bilmeden kelle koltukta kaldırımlarda yürümeye devam mı edeceğiz? Yetkililerin harekete geçmesi için kaldırımlarda kaç insanın Scooter sevdasına kurban gitmesi gerekiyor?

Bu Binbinlerin denetimi var mı? Varsa kim yapıyor? Bugüne kadar kaç Binbinciye ceza kesildi? Bunları bilmiyorum ama herhalde trafik polisini ilgilendirmesi gerek. Trafik polisi de yukarıdan talimat gelmeden Scooter avına çıkmaz.

Bu durumda kelle koltukta yürümeye devam.

Aşağı yukarı her yol ve caddeye belirli aralıklarla radar koyarak hız kontrolü yaptıran ve hız sınırını ihlal ettin diye ceza yazdırmak suretiyle sürücülere göz açtırmayan devlet, bu Scooterler için herhangi bir tedbir ve önlemi niçin düşünmez?

Vatandaş olarak devletten acil önlem ve tedbir almasını bekliyoruz.

23 Haziran 2025 Pazartesi

Hayal Kırıklığı

İçimizde, istediği veya umduğu gerçekleşmediği için üzülen, bu üzüntüyü bir türlü üzerinden atamayan insanların sayısı çoktur. Buna hayal kırıklığı deniyor. Eski tabirlerle ifade edersek, inkisarıhayal ve sukutuhayale uğramak demektir.

Hayal kırıklığı tek taraflı olmaz. Eğer bir kişi hayal kırıklığına uğruyorsa o kişiyi hayal kırıklığına uğratan vardır. TDK bunu hayal kırıklığı yaratmak şeklinde ifade etmiştir.

İçimizde ne kadar sukutuhayale uğrayan vardır? Bunu bilmek mümkün değil ama bu durumu yaşayan insanımızın sayısının az olduğunu düşünmüyorum.

İnsan niçin inkisarıhayal yaşar ya da bunu ne oranda yaşar? Tüm mesele beklentilerden ibaret. Bu beklenti ne kadar yüksek tutulursa, beklenti gerçekleşmediği oranda hayal kırıklığı da yüksek olur.

Mesela, çocuklarından büyük beklenti içerisinde olan aile, umduğunu bulamayınca,

Destek verdiği, adına dava dediği siyasi partisi kırıp döktüğünde, zararı faydasından daha çok olmaya başlayınca,

Gittiği cemaati beklentilerini karşılamaktan uzak kalınca,

İnandığı ideolojinin mensupları yaptıkları ve yapmadıklarıyla tel tel dökülünce,

Dürüst bildiği ve kendine güvendiği, "kendime güvenmem buna güvenirim" dediği birinin ihanetiyle karşılaşınca,

Zor duruma düşüp "bu işimi şu halleder" diye kapısını çaldığı evden eli boş dönünce,

Yaşı ilerlemiş, bakıma muhtaç duruma düşünce ve hayatın kocaman bir hiç ve boş olduğunu anlayınca vs.

Kişiyi hayal kırıklığına uğratan örnekleri çoğaltabilir isem de bu kadarla yetiniyorum.

Hayal kırıklığına uğrayanlar tek düze değil. Kimisi içine kapanır Kimisi hep eleştirmeye ve dert yanmaya yönelir. İster sussun ister konuşsun. Her iki tip de farklılaşır, fikri ve zikri değişmeye başlar, ayrışır. Hele birden fazla hayal kırıklığına uğrarsa, insanlara yabancılaşır, hayattan ve kimseden bir beklentisi kalmaz. Çünkü tuttuğu hep elinde kalmıştır. Bu tipler insanlar tarafından fark edilir ve "Çok değişti" denir.

Hayal kırıklığının çözümü ya da tedavisi var mı? Belki bazıları üzerinden atabilir ama çoğunun atlatabileceğini sanmıyorum. Bildiğim kadarıyla tedavisi olmayan bir hal. Adı üzerinde sukutuhayal durumu söz konusu.

Çoğu hayal kırıklıkları neyse de özellikle beraber yol yürüdüğü zihniyetinin, yaptığı yanlışlardan dolayı her geçen gün, gözü önünde gözden düştüğünü gördüğü için hayal kırıklığına uğradığından eleştiri yolunu seçen kişilere, fikirlerine katılmasa bile çevresindekilerin, eski günlerin hatırına saygı duymasında yarar görüyorum. En azından eski dostlarına ve yol arkadaşlarına içini boşaltmış ve rahatlamış olur. Der ki "Eleştirmeme rağmen mahallem beni dinledi, dışlamadı" der. Mahallesinde kendini yabancı hissetmez ve aidiyet duygusunu koparma. Bu durum o kişiyi anlamak demektir. Böyle yapılmayıp hain, nankör, muhalif muamelesi yapmak o kişiyi tamamen kendilerinden uzaklaştırmak demektir. Genelde de bu yapılıyor maalesef.

Bu arada hayal kırıklığına uğramayan yok mu? Uğrasa da dert edinmeyen yok mu? Var ve bunların sayısı da çoktur. Bu tiplerin çoğu düne göre bugünkü hallerine şükredenlerdir. Olup bitenlere vardır bir hikmeti, vardır bir bildiği diyenlerdir. Bir de korkudan dolayı sığındıkları limandır. Bu liman gidip başka bir liman gelirse halleri nice olur değil mi?

22 Haziran 2025 Pazar

Soğan ve Patatesin Saltanatı

Pul olmuş paramıza rağmen geçen yıldan bu yana soğan ve patates fiyatları diğer sebze ve meyveye göre dip yapmış durumda. Soğan bu günlerde 8-11 lira fiyat aralığında. Patates ise 12-19 arasında inip çıkıyor.

Soğan ve patates önceki yıllara göre az mı yetişiyor? Soğanı bilmem ama önceki yıllara göre patatesin rokeltosu yüzde elli azalmasına rağmen patatesin fiyatlarında bir yükselme durumu söz konusu değil.

Merak ettiğim, diğer ürünlerdeki maliyet ve girdi fiyatları patates ve soğana niçin yansımıyor?

Bu iki ürünün çok düşük miktarda seyretmeyi, tüketici olarak benim hoşuma gidiyor. Yalnız tek başına tüketicinin yüzünün gülmesi bir şey ifade etmiyor. Aynı zamanda üreticinin de yüzünün gülmesi gerekiyor.

Hasılı patates ve soğanın fiyatlanmasında bir gariplik olduğu besbelli. Bu durumu da anlamak mümkün değil. Hele rekoltesu düşmesine rağmen bu fiyat normal değil.

Halbuki kaç yıl boyunca bu ülkede patates ve soğan zam şampiyonu idi. Ne patatesin ne de soğanın yanına varılabiliyordu. Cep yakıyordu adeta. Ülke gündemine oturmuş, siyasetin konusu olmuştu. Bu iki ürün stoklanıyor diye çoğu yerlere baskın bile yapılmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam ihtiyacı karşılamak için patates ve soğan bile ithal edilmişti.

Soğan ve patatesin zam şampiyonluğu sadece bir yıldan ibaret değildi. Kaç yıl devam etti bu şampiyonluk.

Öyle zannediyorum bu iki ürün zam şampiyonu olunca zevkten dört köşe olmuştur yıllar yılı. Uzun yıllar zirvede olmanın ardından, iki yıldır yerlerde sürünen patates ve soğanın dili olsa biz bu duruma düşecek biri miydik derdi.

Patates ve soğanın uzun yıllar zirvede olup ardından düşmesi hali sadece bu iki ürüne mahsus değil. Firmalarda da oluyor, insanlarda da oluyor. Bir bakmışsın zirvedeler. Bu saltanat sona ermez havası oluşur. Sonra bir bakmışsın diplere inmiş. Ne idik ne olduk denir bu duruma.

Soğan ve patatesin inişi çıkışı neyse de firmaların ve insanların zirveden sonra inişi pek tasvip edilmez. Çünkü zor bir durum.