25 Ağustos 2025 Pazartesi
Sirke Dediğin Kükreyecek
5 Ağustos 2025 Salı
Blog Forum ve Kahve
Blogta yazdığım yazıları takip eden, yorumlar yazarak yazılarıma katkı sunan, zaman zaman yaptığım yazım ve imla hatalarımı düzelten, acemisi olduğum blogumun sayfa düzeni için uzaktan yardımcı olan, aynı zamanda https://degirmendenmektupvar.blogspot.com/?m=1 sayfasının sahibi, yazarı ve düzenleyici olan Recep Altun isimli kardeşimiz sayesinde, https://www.blogforum.net/ Web sayfasından haberdar oldum.
Bir yazısında, "Hocam, izniniz olursa yazılarınız 'Blog Forum' yazısında da yayımlansın. Bu Forum'da blog yazıları yayımlanıyor" dedi. Olur dedim.
Belirttiği adrese girerek Blog Forum hakkında bilgi sahibi oldum. 170 kadar birbirinden değerli blog yazarının yazılarına yer vermiş Blog Forum.
Kimdir, necidir diye sayfalara göz attım. Blog Forum, Hakkımızda bölümünde kendisini şöyle ifade etmiş: "Bünyesinde birden fazla yazarın bulunduğu blogumuz, geniş çaplı konulara değinen bir platformdur. Sohbet, tartışma, röportaj, önemli günler, blogger ipuçları, kodlama rehberleri, windows tüyoları, kitap incelemeleri, gezi yazıları, dizi ve film eleştirileri gibi pek çok farklı konuya yer veriyoruz. Her bir yazarımız, kendi uzmanlık alanında özgün ve faydalı içerikler sunarak, okuyucularımıza zengin bir bilgi ve eğlence kaynağı sunmayı hedeflemektedir."
Blog Forum, blog yazısı yayımlanan kişilerden herhangi bir ücret talep etmiyor. Kimseden bir beklentisi yok. Kendi yağıyla kavruluyor.
Kendi yağıyla kavrulduğu gibi Blog Forum, takipçilerini hareketlendirmek için herhangi bir konuda yorum sayfası da açıyor. Ödüllü kampanya da düzenliyor.
Mayıs ayı idi sanırım. "Mayıs ayı içerisinde 10 ve üzeri yorum yapanlardan, '1 kişiye Karaca marka blender seti, 1 kişiye Karaca marka Türk kahve makinesi, 1 kişiye bir aylık Premium Netflix aboneliği" kampanyası başlattı.
Kahve makinesini görür görmez, bu makineye talibim diyerek ilk yorumumu yazdım. Üzerine bir de şiir yazdım.
On yorumu geçmiş olmalıyım ki İnstagram üzerinden yapılan çekiliş sonucu hediye almaya kazanan ikinci kişi oldum.
Hediye kazandım ama hediye ne idi? Acaba kahve makinesi olabilir miydi? Bunu da soramadım.
Nasıl kullanılacağına dair kılavuzu okudum. Eşimin yardımıyla ilk kahveyi pişirdik. Afiyetle içtik.
Kahve yapmak bu kadar kolaydı da ev kadınları kahveden niye uzak dururlar bilmem. Belki de çay gibi ayağa düşmesin, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı güdülsün diye sanırım.
Benim için gecikmiş bir yazı oldu bu. Şu ana kadar bu konuda duygu ve düşüncelerimi terennüm etmeliydim. Belki de kahve yapmaktan ihmal ettim.
Kahve makinesini adresime ulaştırmada emek sarf eden Blog Forum'un kurucusu ve yöneticisi Sinan Bey'e, aynı zamanda ekibine çok teşekkür ediyorum. Bir kahvenin kırk yıl hatırı olduğu gibi yaşadığım müddetçe bu hediyenin hatırını güdeceğim. Her kahve içişimde hatırlayacağım. Zira benim için bu makinenin manevi değeri büyük. Hem emeğine sağlık hem de kesesine.
Bu arada blog yazarlarını da unutmayacağım. Fazla yorum yapmayarak bir nevi kahve makinesini almamda emekleri var. Zira bana torpil geçtiler. Sağ olsunlar, var olsunlar.
Yine bu Blog Forum'u tanımamda Recep Altun Bey'in hakkını da unutamam. Çünkü beni bu grupla Recep Bey tanıştırdı. Kahve makinesinde payı büyük. Çok sağ olsun.
Konya'ya yolu düşenleri kahve içmeye beklerim.
4 Ağustos 2025 Pazartesi
Şaşırmıyorum Artık
Geçmişten günümüze olup biten olumsuzluklara hep şaşırdım. Nicedir ve şu aşamadan itibaren olup biten hiçbir şeye şaşırmıyorum artık.
Bendeki duyarlılık mı kayboldu? Hayır. Aynı duyarlılığımı taşıyorum.
Niçin bu noktaya geldim?
Ülkede olup biten yolsuzluklara olamaz bu kadar deyip tepki gösterdim. Yapanım yanına kâr kalmaz dedim. Baktım ki yapanın yanına kâr kaldığı gibi yolsuzlukların ardı arkası kesilmiyor. Düzen böyle kurulmuş. En iyisi şaşırmayı bırakayım dedim ve bıraktım.
Şu kimse ihaleye fesat karıştırmış, malı götürmüş deniyor. Çok da umursamıyorum.
Atamalarda ehliyet ve liyakat rafa kalkmış deniyor. Kılımı kıpırdatmıyorum.
Sınavlarda kopya çekiliyormuş. Hiç umursamıyorum.
Biri haksız kazanç mı elde etmiş. Yüzümü çevirip bakmıyorum.
Sahte diploma, sahte akademisyen haberleri yazılıp çiziliyor. Kimmiş bunlar demiyorum.
Hayat pahalılığı varmış, esnaf fahiş fiyata satıyor demiyorum.
Boşanmalar artmış, ahlaksızlık diz boyu olmuş, toplumda ve kurumlarda kokuşma varmış... Hiçbirini umursamıyorum.
Bu noktaya nasıl geldim? Buna şaşıra şaşıra şaşırmamayı öğrendim, tepkisiz biri oldum diyelim.
Artık bu ülkede olumsuzluk adına her ne varsa hiçbirine şaşırmıyorum. Daha pisliği ortaya çıkmamış neler var diyorum.
Yanlışı savunanlara da şaşırmıyorum.
Şaşkınlığım tümden gitti mi? Gitmedi. Nedir seni şaşkınlığı sevk eden derseniz? Olsa olsa olumlu şeyler beni şaşkınlığı uğratır. Var mıymış, kaldı mı daha böyleleri diyorum. Bu da çok ender olur. Buna da şaşırma denmez.
Ne faydası var şaşırmamanın derseniz? Hayattan hiç beklentiniz kalmıyor. Kimseye bel bağlamıyorsun. Beklentinizin olmaması hayal kırıklığına uğratmıyor.
Başka ne yapıyorum? İç geçiriyorum sadece. O da içime zarar veriyor ama o kadar da olsun.
Bulursam kafa yapıma uygun birini. Onunla dertleşip içimi boşaltıyorum.
Mevcut durumları savunan ya da sessiz kalan kimseleri gördüm mü, ortam müsait ise birkaç kelam ediyorum.
Olmadı. Buraya içimi döküyorum. Bundan, şundan hoşnut değilim diyorum. Sağ olsun. Yeter, nedir senden çektiğim, ben senin dert ortağın mıyım demiyor. En vefalı dost bu sayfa.
12 Temmuz 2025 Cumartesi
Bu Trafik Canavarı Başka
Bir Yiğit Öldü Diyeler
Ekonominin başdanışmanı öldü diyeler.
Üstelik ekonomi politikaları kurul üyesiymiş.
Desene ekonomi başsız kaldı.
Desene ekonomi öksüz kaldı.
Bugünkü ekonominin baş mimarı idi.
Yürek mi dayanır buna.
Bundan sonra ne yapar ne ederiz?
Yeri doldurulamaz bilirim.
Pek de erken yaşta gitti.
Halbuki daha çok kurul üyeliği yapacaktı.
Daha ne hedefler koyacaktı.
Ama ölüm onu bizden ayırdı.
Döviz, hedeflediğinden biraz şaştı ama olsun.
Hangimiz bugüne kadar hedefi tam tutturdu?
Bu kadar hata kadı kızında bile olur.
Bilin ki ölümü ülke için büyük kayıp.
Gerçi ekonominin kitabını yazan varken
Ayrıca baş mimara ve kurul üyesine gerek yoktu.
Yine de yokluğunda yeri doldurulamayacak
Cümle alem bunu böyle bilsin.
Yaşasaydı, ekonomist olmasaydın.
Ne olurdun diye sorardım.
Ama cevap veremez artık.
Bence artistlik ona çok yakışırdı.
22 Haziran 2025 Pazar
Soğan ve Patatesin Saltanatı
12 Mart 2025 Çarşamba
Bebek Katilinden, Kurucu Öndere
8 Mart 2025 Cumartesi
Keşke Her Ay Şubat Gibi Kısa Çekse!
Aşağıdaki yazıyı 08.03.2022 yılında sosyal medyada paylaşmışım. Yazı, senesinde önüme düşünce, bloğumda yerini alsın istedim:
Yorgun argın işten geldim. Gözüme doğal gaz faturası ilişti.
Oyalanmadan miktarına baktım. 710 lira okudum.
Yanlış görmüş olabilirim diye bir daha baktım.
Bedelden emin olunca içimi bir sevinç kapladı. Çünkü beklediğimden ve geçen aydan düşüktü miktar.
Bir düşüncedir aldı beni.
Acaba neden düşük geldi?
1. Bu ay acaba tasarruf etmiş olabilir miyiz dedim. Mümkün değil. Zira itibarımdan ne ödün veririm ne de tasarruf ederim.
2. Cemre bereketi olabilir mi dedim. Değil. Çünkü cemreler de bereketli geçen kıştan yana tavır aldı.
3. Acaba devlet yüzde 18 olan KDV'yi bana söylemeden sıfırlayarak sürpriz yapmış olabilir mi dedim. İhbarnameye yeniden baktım. Gazı bedava veririm ama yüzde 18'den vazgeçmem dercesine KDV oranı yine 18 idi.
4. Kombi bana acıyıp insafa geldi de yavaş mı döndü bu ay diye hiç düşünmedim. Zira insanda kalmayan insaf kombide niye olsun dedim.
5. Tüm bunlar değilse o zaman ne derken, aklıma acaba Enerya ayı doldurmadan bu ay erken mi okudu dedim ve jeton düştü. Tabi ya. Bu ay şubat ayıydı ve şubat 28 çekmişti.
Hasılı, doğal gazın bu ay beklediğimden düşük gelmesi, şubat ayından kaynaklı olduğunu sonunda buldum. Ama bu buluş, yorgunluğumun üzerine beni daha yordu. Çünkü zihin yorgunluğu beden yorgunluğundan daha ağırdır. Ama tüm yorgunluk böyle olsun ve keşke her ay şubat gibi az çeksin. Ben yorulmaya razıyım dedim. 08.03.2022
Not: Bu yazının üzerinden üç yıl geçmiş. Doğru dürüst görmediğimiz kışın doğal gaz faturası 3000-3500 TL dolaylarında. Nereden baksak, beş katı artmış doğal gaz masrafı. Bu miktarın içinde mutfak ve sıcak su faturası dahil değil.
14 Şubat 2025 Cuma
Meğer Hava ve Civaymış!
Hava,
Civa,
Balon,
Boş transfer,
Haybeye para harcayan,
Büyük borç batağı içinde olan,
Hovarda oyun,
Kişilik ve kimliksiz oyun,
Rezil oyun,
Şımarıklık,
Oyunu okuyamayan ve kötü gidişe çözüm üretemeyen bir teknik direktör,
Ruhsuz futbol,
Acziyet,
Hayal kırıklığı,
Gözde büyütülen,
Koyunun olmadığı yerde keçi rolüne giren...
Bu özelliklere haiz bir takım mı arıyorsunuz?
Sakın bu hangi takım demeyin.
Hiç düşünmeden Az Alkmaar karşısındaki Galatasaray deyin.
Futbolcusundan teknik heyetine ve yönetime koca bir sıfır.
4 Şubat 2025 Salı
Çay Parası
Bakanlık müfettişleri rehberlik ve denetim, inceleme ve soruşturma için gruplar halinde tüm Türkiye’ye dağılırlar.
Ankara’dan bölgelerine gittikleri zaman okulları denetlerler. Bu denetimleri de iki, üç hafta falan sürer.
Konya’nın bir ilçesinin büyük bir beldesindeki endüstri meslek lisesine de denetim için bakanlık müfettişleri gelir.
Müfettişler çalışma odası olarak okul müdürünün odasını kullanırlar.
İncelenecek evrakları okul müdüründen isterler.
Okul müdürü, çay, kahve ne içersiniz diye sorar.
Derler ki “bizim prensibimizdir. Biz teftişe gittiğimiz kurumdan yemeyiz, içmeyiz”.
“Siz bilirsiniz” der okul müdürü.
Onlar hummalı bir şekilde çalışırken, okul müdürü ara sıra hizmetlisinden çay ister ve yanlarında içer.
Bir böyle iki böyle. Müdür içiyor ama kendileri çay içmiyor. Çünkü prensipleri bu.
Yalnız bu okuldaki teftiş bir hafta sürecek. Beş gün boyunca çaysız ne yapacaklar?
İçlerinden bir tanesi, “Müdür bey, çayı kendi başına içiyor. Bize söylemiyor” diyerek okul müdürüne laf dokundurur.Müdür de “Efendim, içmeyiz dediniz. Bu durumda ne yapabilirim, siz söyleyin” şeklinde cevap verir.
“Çay içeriz ama parasını vermek şartıyla” derler.
Okul müdürü de tamam der. Çaylarını söyler. Çayları getiren hizmetliye, “Gidinceye kadar müfettişler istedikçe çay getireceksin. Kaç çay içtiklerini yazacaksın. Giderken içtikleri çayın parasını verecekler. Tamam mı” diye tembihler.
Bu tembihi koridora çıkıp tekrar söyler. Çünkü anlattığına göre hizmetlisinin kafası biraz kalınmış. Bir lafı hadi deyince birden anlamazmış.
Müfettişler denetimi bitirip öğretmenlerle toplantı yaparlar.
Ardından ayrılmak için bahçeye inerler. Okul müdürü de uğurlamak için onlara refakat eder.
Müfettişler arabaya binip tam giderlerken, müfettişlere çay getiren hizmetli, durun diye bağırır ve koşarak yanlarına gelir.
Hizmetlinin koşarak geldiğini gören müfettişler bekler.
Hizmetli, “Hani siz çay parasını vereceğidiniz. Vermeden nere gidiyoruz? Şu kadar çay borcunuz var” der.
Hizmetlinin bu yaptığına hepsi hem güler hem şaşırır. Başmüfettiş hiç bozuntuya vermeden, “Müdür bey, bu hizmetlinin kıymetini bil” der ve çay borçlarını kuruşu kuruşuna ödeyip ayrılırlar.
24 Ocak 2025 Cuma
Basit Horlamaymış Bendeki (3)
Ertesi günü uyku testiniz çıkmıştır. Randevu alıp doktorunuza gösterebilirsiniz mesajı geldi. E devletten, e nabıza girdim. Raporu görmeden heyecanlandım. Doğrusu merak ettim. Nedir durumum diye.
İyi de rapor baştan sona İngilizce idi. Yarım yamalak İngilizcem ile bir şeyler anlamaya çalıştım. En alta doğru gözümü kaydırdım. “Basit Horlama” yazıyordu sonuç. Hasılı çıka çıka "Basit Horlama" çıktı benim horlama sonucu.Bu sonuca üzülmeli miydim yoksa sevinmeli miydim?
Üzüldüm. Çünkü basit horlama sonucu yerine “Kaliteli Horlama” çıksın isterdim sonucun. Hoş, ömrü basit geçen birinden kalite beklemek beyhude çabaydı. Çünkü kalite kim, ben kim. Sonra kim kaybetmiş de ben bulacağım kaliteyi.
Sevindim. Çünkü önemsenmeyecek kadar küçük anlamı da çıkar bu basit horlama sonucundan. Tamam, horluyorum ama çok o kadar rahatsız eden türden bir horlama değil bendeki.
Uyku testine girince sana maske verirler. Gece uyumadan önce takman için demişti bir arkadaş. Maske denince, bu sezon Galatasaray’da top koşturan Osimen geldi gözümün önüne. O da maçlarda maske takıyor. Görüntüsü haliyle korkutuyor. Beni uyurken gören birinin de korkma ihtimali vardı. Bundan geçtim. Bir de bir yere gezip dolaşmaya gitsem, orada yatılı kalacak olsam, onca eşyanın arasında bir de maske taşıyacaktım yanımda. Sonucu doktora göstermedim ama sanırım maske önermez benim bu basit horlamaya. Bu da bir başka sevindirici yanı.
İnsan görmeyince neyin ne olduğunu bilmiyor. Bu vesileyle uyku testine girince, tam anlamasam da uyku testinin ne olduğunu genel hatlarıyla biliyorum. Bu da benim için bir tecrübe oldu. Bilgi bilgidir ve her bilgi değerlidir zira.
Üzülüp sevinmekle kalmadım. Aynı zamanda kızdım da. Çünkü oturup kalktılar; horluyorsun, amma horluyorsun, iyi horluyorsun dediler. Hem ev dedi hem yurtta kalırken hem hizmet içi seminerlerde. Ortalığı o kadar velveleye verdiler ki Sanırsın ki horlamamdan hiçbiri uyumamış. Şimdi onlara bu sonucu göstermek lazım. Buyurun uyku testi sonucum. Toru topu önemsiz basit bir horlama. Değdi mi bu kadar konu edinmeye demek lazım.
Hayıflandım. Ah vah ettim. Bir yerde yatarken önceden uyumayayım da horlamamdan başkası rahatsız olmasın diye en geç uyudum. Topluluk içerisine girmekten kaçındım. Bu sonuçtan sonra düşünüyorum da boşuna evhama girip kendimi rahatsız etmişim.
Bundan sonra horluyorsun diyenlere, elimdeki sonucu göstereceğim. Bu kadar velveleye ve abartıya gerek yok. Önemsiz ve basit horlama için bu kadar konuşmanın gereği yok. Aha bu da belgesi diyeceğim.
Hatta toplu yerlerde uyumadan önce yatağımın başına, “Dikkat, bu yatakta uyumakta olan basit horlamaktadır. Basit horlamaya katlanan bu odada yatabilir. Rahatsız olan varsa, lütfen odayı terk edip kendine horlama ortamı olmayan bir oda bulsun” şeklinde bir not yazıp iliştirmek lazım. Bundan sonrasını ben değil, yanımdakiler düşünsün.
Görevlinin, vücudunda ne hastalık varsa tespit eder bu uyku testi demişti. Çıka çıka basit horlamanın dışında bir şey çıkmayınca sağlamım diye sevinmem lazım. Bir diğer husus, dağ fare doğurdu dense yeridir. Çünkü bu testten beklentim yüksekti. Mesela uyku aparatı takıldıktan sonra telefonla oynamam testte çıkmadı. Demek ki test her şeyi ortaya koymuyormuş.
Basit Horlamaymış Bendeki (2)
Uzandım. İyi de 00.00'dan önce hiç yatağa uzanıp yatmayan ben 21.00 sularında nasıl yatıp nasıl uyuyacaktım.
Telefonda yazıp çizmemde bir sakınca olur muydu. İşte bunu sormadım. Gerçi teste dair hiçbir şey sormadım. O da söylemedi. Şuna, buna dikkat edeceksin demedi. Sadece su içme dedi.
Acaba, telefonla oynarsam, yazıp çizersem, testte telefonla oynadığım da görünür müydü? Raporu yazan, bu adam buraya uyku testine değil, telefonla oynamaya gelmiş yazar mıydı? Görevli numarasını da vermişti. Telefon açıp telefona girebilir miyim desem, amca yeri mi, zamanı mı, yat zıbar, burası uyuma yeri der mi derdi. Gerçi demezdi. Çünkü pek beyefendi biri idi.
Ortam da yazı yazmaya pek müsait idi.
Sonunda elime telefonu alıp bir on dakika birkaç mesaja cevap yazdım. Telefonu yanıma koyup uyumaya çalıştım.
Ne zaman uyudum bilmiyorum. Sırt üstü yatmıştım. Normalde sırt üstü yatmak hiç adetim değildir. Sağa veya sola yatsam, kafamın iki tarafı da kablo dolu idi. Nice sonra horlamama uyandım.
Horlayan horladığını bilmez. Horluyorsun diyenleri de pek kabul etmez. Ben horlamam der. Mesela rahmetli babam öldü gitti, horladığını hiç kabul etmedi. Ben horlamam derdi.
Horlamama uyanınca sağa dönüp yattım. Yattım ama üstüm açık uyumuştum. Hoş, örtecek olsam da üzerime örtecek bir şey yoktu. Yatarken klimanın sesi geliyordu ama bu klima beni üşütüyordu. Uyanınca yine üşüdüğümü hissettim. Hatta donuyorum. Uzanıp yattığımı gören görevli, amca soğuk olur, klimaya güvenme, üzerini ört de demedi. Ben de üşüyorum, böyle mi yatacağım demedim. Öyle ya erkekliğime halel gelirdi.
Sağıma dönüp uyumaya çalışırken ben bu uyku testini geçerim ama vücudumun her bir tarafı tutulur, günlerce ben bunu çekerim. Hastaneye sağlam geldim, hasta çıkarım ya hayırlısı dedim.
Yarı uyur yarı uyanık uyudum. Rüya da gördüm. Zaman zaman uyanıp gözlerimi açmadan uyumaya çalıştım. Hiç solu kullanmamıştım. Sola dönüp uyudum. Bir kez daha uyandım. Vakit ne olmuş diye kolumdaki saate baktım. Üçe çeyrek vardı. Daha vardı dörde bir saatten fazla. İyi de bu soğukta bu bir saat geçer miydi.
Kafamı hafifçe kaldırdım. Üzerime örtecek bir şey var mı diye. Ayaklarımın altında ince bir nevresim gördüm. Hemen bir ayağımı nevresimin altına uzatarak nevresimi kendine çektim. Bir elimle üzerimi örttüm. Oh be, dünya varmış dedim. O kadar ince nevresim bu kadar ısıtır mıydı. İliklerime kadar ısındım. Sonrasında bir güzel uyku çekmişim. Ne kablolar rahatsız etti beni ne klima sesi. Keşke ilk yatarken akıl etseymişim.
Bu yatışla sabahı bulurdum. Ama sabahın dördü on geçe görevlinin sesine uyandım. Gözlerimi açtım ama gözlerimden uyku akıyordu.
Gözlerim yarı açık yarı kapalı yatakta otururken, görevli üzerimdeki test malzemelerini tek tek çıkardı. Geçmiş olsun, gidebilirsin dedi. Burada yatmaya devam edebilir miyim dedim. İstediğin kadar dedi. Çıkışta size uğramam gerekir mi dedim. Hayır dedi.
Görevli gider gitmez kafaya koydum. Kafayı koyup yatacağım. Artık kaçta kalkarsam. İyi de benim gece kuşu oğlana mesaj yazmıştım akşamdan. O ne olacak dedim. Bir hızla telefona baktım. Oğlan almaya geliyormuş beni. Yolu da yarılamış üstelik.
Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkamak istedim. Aynaya baktım. Yüzüm, başım mantar tarlası gibiydi. Tıbbi adını bilmiyorum ama daire şeklindeki yapışkanlardan bolca vardı. Başıma yapıştırılanların yapışkanı saçıma da bulaşmıştı.
Oğlanı bekletmeyeyim diye bir hızla giyindim. Vücudumu yokladım. Üzerimden otobüs geçmiş gibi. Her yer kuluçlamış ama o soğukta, üstü açık yatmaya göre yine iyi. Bundan iyisi can sağlığı. Bunu çekeceğim ama kaç gün çekerim bakalım. (Devam edecek)
Basit Horlamaymış Bendeki (1)
Burun ameliyatı öncesi konsültasyon için göğüs polikliniğine görünmem önerilmişti Haziran 2024'ün ortalarında.
Doktor muayene etti. Bir şikayetin görünmüyor. Var mı bir şikayetin dedi. Bildiğim bir şikayetim yok. Horladığım söylenir dedim. Aklımda kaldığı kadarıyla EKG, kan tahlili, akciğer filmi bir de SFT (Solunum Fonksiyon Testi) yaptırmamızı istemişti. Horlama için de 6.kat uyku ünitesinden randevu alın demişti.
SFT beni biraz uğraştırmıştı. Kaç defa uğraştı görevli. Şöyle böyle yapacaksın diye tane tane anlattı. Olmayınca olmamıştı. Sonunda olmuyor amca deyip beni göndermişti. Diğer istekleri yaptırdıktan sonra tekrar gidip bir kere daha deneyelim dedim. Bu sefer becerebilmiştim.
Göğüsün talep ettiği tahliller sonucuna göre konsültasyon hazırlanmıştı. Temmuzun 2.gününde burundan ameliyat olup rahatlamıştım.
2025 Ocak ayının ortası geçtikten sonra oğlan hatırlattı. Baba, 20'sinde uyku testin var, unutma dedi.
6 aydan fazla bekledim. Bari gidip şu testi yaptırayım dedim.
Belirtilen günün 20.30 sularında uyku ünitesine giriş yaptım.
Görevli kaydımı yaparken biraz lafladık. Hem işinin ehli hem de kültürlü biri idi.
21.00'i geçerekten beni yatağa oturtup her yerimi kablolar ile donatırken de sohbete devam ettik. Resmimi çekmedim ama bir nevi üzerine canlı bomba geçirilmiş biri gibi hissettim kendimi.
Öğretmen olduğumu, hala aktif çalıştığımı öğrenince babasının da öğretmen olduğunu, sınıf öğretmeni olarak görev yaptığını, emekli olalı çok olduğunu, babam emekli olduğunda emekli parasına bir ev ve bir araba aldıklarını, o zamanki emekli ile çalışanın arasında fazla fark olmadığını, şimdiki emekli parası ile ne araba ne de ev alındığını, çalışanla emekli arasında büyük uçurumun olduğunu söyledi.
Tüm bunları ve daha fazlasını hem anlattı hem de yapa yapa ezberlediği uykuya yatırma işlemini bir çırpıda bitirdi. Yani iki işi birden yaptı. Birini yaparken diğerini ihmal etmedi.
Horlamayı ölçmesi dışında bu taktığın aletin başka faydası var mı diye sordum. Her şeyi ölçer, kalp ve göğüs hastalıklarını erken teşhis eder, ne var ne yok ortaya çıkarır dedi.
Sarıp sarmalaması bittikten sonra uzan amca. Sağa, sola dönüp yatabilirsin. Bir ihtiyaç olursa şu numaradan beni ara. Sabah 04.00'de gelir, üzerindekileri çıkarırım. İster gider ister burada yatarsın deyip gitti. (Devam edecek)
21 Ocak 2025 Salı
Hem Geri Alınmaz Hem de Değiştirilmez Mal (2)
Bir önceki yazımda hem toptan hem de perakende ev tekstil işi yapan bir esnaftan, yaptığım alışverişe ve o esnada şahit olduklarıma değinmiştim. Bu yazımda da soyu tükenmeye yüz tutmuş ama yok olmamak için direnen bu esnaf türüne değineceğimi söylemiştim.
Koca dükkanda bir estetik yok. Görsellikten eser yok. Adam sadece mal yığmış dükkanına.
Dükkanda sahibi ve yıllardır yanında çalışan bir çalışanı var.
Dükkanı mal ile dolu olduğuna göre belli ki zengin. Zengin olduğu kadar tok satıcı.
İlk havlu alırken hangi renk olsun diye evi aradığıma garipsemiş. Biz niye böyle olduk demişti. Ona göre gözün kapalı havlu alıp işte havlu diyeceksin. Eve falan sormayacaksın. Müşteriyi birden başından savma düşüncesi var. Alırken de tepeden bakıyor.
Toptan fiyatla perakende fiyat farklı olmasına rağmen perakende aldığında, sana toptan fiyattan yazayım diyor. Arada fark da sadece 10 lira. Takdir edersiniz ki toptan alışveriş yapan on lira ilavesiyle perakendecilik yapmaz.
Kadın müşteriye az önce 160 lira dediğine az sonra 170 yazması ilginç.
Değiştirmek istediğim havlulara kaçtan yazmıştık, bu öncekileri de kaçtan almıştın demesi de bir o kadar ilginç. Demek ki oturmuş bir fiyat yok. Tutturabildiğine. Hakkını yemeyeyim. Kaçtan aldığımı söylediğime o fiyata hiç vermedik demedi. İnandı. Buna da şükür.
Kadın müşterinin sizde kredi kartı yoktu değil mi sorusuna evet, yok demişti. Halbuki cumartesi ben kredi kartı ile ödeme yapmıştım. Post makinesi varken yok demesi, müdavimi olan müşterilerinin gözünün içine baka baka yalan söylemesi hiç hoş değil. Daha önceki alışverişlerimde sahibi olduğunu düşündüğüm yaşlı biri vardı. Ona kart dediğimde, var ama nakidin varsa iyi olur demişti. Ben de hep nakit vermiştim.
Bugün küçük iş yapan esnafta bile post cihazı varken koca toptan işi yapanda post cihazının olmaması mümkün değil. Belli ki devletten vergi kaçırıyor. Hem de bu kadar zenginliğin içerisinde. Tek kelimeyle ayıp.
Esnafın bir diğer ve en önemli ayıbı, “Satılan mal geri alınmaz ve değiştirilmez” yazısı. Hala bu devirde böyle esnaf kalmış mı demeyin. Var maalesef.
Bu esnaf zengin ve büyük de olsa hala küçük kalmaya mahkum belli ki. Eskiden çoktu çoğu dükkanların girişinde böyle yazı. Çoğu bu hastalığı terk ederken türünün son örneği olarak bu büyük esnaf küçük kalmaya devam ediyor.
Bu tür küçük esnaf, satılan mal geri iade alınmaz ve değiştirilmez yazarken sonra da müşterimin niçin büyük firmalara yöneldiğinden dert yanar. Halbuki o dert yandıkları büyük esnaflarda hem kredi kartı var hem aldığın ürüne göre taksit imkanı var hem de beğenmediğin zaman geri iade edebiliyorsun. İade ederken de surat asma falan yok. Sadece beyefendi, niçin geri iade ediyorsunuz şeklinde bir soru soruyor. Bunu da iade evrakına iade sebebini yazmak için soruyor. İhtiyaç fazlası desen bile sesini çıkarmıyor, geri iade alıyor. Bizim büyümeye niyeti olmayan küçük esnaf ise baştan kestirip atıyor. İade almam ve değiştiremem diyor. Halbuki günübirlik esnaflıktan ve ne satarsam kâr mantığından ziyade müşteri memnuniyeti esas alınmalı. Gerçi bizim bu tür küçük kalmaya mahkum esnafımıza ne desen boş. Hatta bu huylarından vazgeçmedikleri gibi yazdığınız yazıya “Değiştirilmesi dahi teklif edilemez” önerisi götürsen, hiç utanmadan bunu da eklerler.
Hasılı, dükkan ve işletmesinde “Satılan mal geri alınmaz, değiştirilir”, “Satılan mal geri alınmaz ve değiştirilmez”, “Satılan mal geri alınmaz ve değiştirilmez. Lütfen ısrar etmeyin” yazan esnaftan hiç alışveriş yapmamak lazım. Alışveriş yapmadığın gibi uğramayacaksın. Uğramadığın gibi selam vermeyeceksin. Selam verse de almayacaksın vesselam.
Ha üründe değişiklik yapılmışsa, üzerinden epey bir zaman geçmişse elbette geri alınmaz ve değiştirilmez. Kastım da bunlar değil. Ki böyle yapanlara da selam verip selamını almayacaksın. Hatta dükkana koymayacaksın.
30 Aralık 2024 Pazartesi
Bir Başarı Hikayesi (4)
Hülasa, sermaye ile başladığı ticaret hayatında büyüdü de büyüdü. Holding sahibi oldu. Çoğu sektörlerde var. Bu noktaya, tırnaklarıyla kazıyarak geldi. Bildim bileli çalışır. Çoğu geceler plan yapmaktan, iş koşturmaktan uyumamıştır. Pandemide yurtlar kapalı olmasına rağmen ayakta kalmayı becermiştir.
İşler nasıl diye sorsam, her defasında şükür der.
Geldiği noktayı, gözü karalığını, başarısını, merdivenleri basamak basamak çıkmasını hep takdir etmişimdir.
Acı tatlı hayatını yaz yaz bitmez. Çünkü bu ömrüne çok şey sığdırdı.
İşte tüm bunlar gözümün önüne sinema şeridi gibi geldi.
Ama o kadar yükün altından alnının akıyla kalkan, anasından doğduğu andan itibaren koşuşturan, gücüne güç katan bu arkadaş, annesinin beklenmedik ölümünü unutamadı. Nasıl unutsun ki. Ana gibi yar olmaz dedikleri bu olsa gerek.
Anasıyla birlikte çıktı bu yola. Her türlü sıkıntıyı birlikte göğüslediler. Duasını hep arkasında hissetti. Tabir yerinde ise çıktığı bu yolda yol arkadaşı idi annesi.
Ama annesi, çok çektin. Artık her şeyi yoluna koydun, gözüm arkada kalmayacak. Benden bu kadar deyip çekip gitti.
Annesinin bu ani ölümüne belli ki hazır değildi. Yanına gidip onu teselli etmek istedim. Sonra da rahatsız etmeyeyim deyip oturup şu metni yazıp kendisine gönderdim:
“Kardeş, kayınvalidem beş yıldır yatalak. Bakım ve her şeyini beş yıldır beş çocuğu günlük sıra ile nöbet tutarak yerine getirir.
Dile kolay beş yıl. Yatan için de zor bakan için de.
Zaman zaman bakımda sıkıntı olsa da güç bela devam ediyor nöbet.
Ölüm temenni edilmez ama kayınvalidemin kurtuluşu ölümdür. Çünkü ayağa kalkacak durumu yok. Mama ile beslenir. Yatağa bağlı olarak odadan dışarı çıkmadığı için geleni gideni tanıyamaz oldu. Hasılı ölü bir ceset gibi.
Çocukları dile getirmese de ölüme sevinilmese de annelerinin ölümüne en fazla çocukları ve kocası sevinecek.
*
Annemin resmi yaşı 85 ama beş altı yaş küçük yazılmış. 90 yaşında var. Aşırı kilo var. Oturduğu yerden tuvalete güç bela gider gelir. Çoğu zaman düşer. Son düşüşünde burnuna beş altı dikiş atıldı.
Hareketsiz olduğu için kabızlık sorunu var. Nefes almada zorlanır, tansiyon, şeker var. Vücudunun her yeri, kemikleri sızlar. Durmadan ağrı kesici iğne yaptırır, krem sürer vücuduna. Günlük bir poşet ilaç kullanır. Sabahtan akşama oturduğu için sıkılıyor. Sıkıldığı için memnun da edemiyoruz.
Üç oğlanın arasında yaşar annem.
Şu anda banyo dışında kendi işini kendi halletse de düşe düşe bir gün annemin de kalkamayacağı beni endişelendiriyor.
Ölümünü temenni etmesem de her fani gibi kayınvalidem de annem de vefat edecek. Ama gönül ister ki yatağa bağlı kalmadan, kimseye yük olmadan, hayattan bezmeden emanetin alınması.
Ben yatağa mahkum olmadan ve kimseye yük olmadan darı bekaya gitmeyi ömrün ve ölümün hayırlı olanı görürüm.
Niyetim sana vaaz vermek değil. Ama toparlanman gerek. Çünkü ölenle ölünmez. Ki annen hayırlı ölümle vefat etti. Daha ayakta iken kimseye yük olmadan gitti. Bir düşün yatağa mahkum olmasını.
Sen, her zaman yanında olan annenin duasını bol bol aldın ki Allah sana yürü ya kulum dedi. Elindeki imkanlar dolayısıyla annen de hiç maddi sıkıntı çekmedi. Evlatlık görevini en iyi şekilde yerine getirdin. Annen senin başarılarını gördükçe seninle hep gurur duymuştur. Nereden nereye demiştir.
Giderken de gözü arkada gitmemiştir. Çünkü oğlu işinde gücünde. Çoluk çocuk sahibi oldu. Sizin mutluluklarınıza şahit oldu.
Şimdi dönse, senin kendi ölümünü atlatamadığını görse annen bu duruma çok üzülür. Onu üzmemek için kendini toparlaman ve işine yoğunlaşman gerek.
Geçen telefonla görüştükten sonra durumun beni üzmüştür. Bu yazdıklarımı yüzüne sohbet arasında söylemek isterdim. Rahatsız etmemek için yazmaya karar verdim. Hangi konuda ihtiyaç duyarsan, elimden geleni yaparım.
Toparlaman, hem anneni hem de beni memnun edecektir.
Bir piknik dönüşü sizin evde kalmıştım. Fatma Teyze mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlamış., birlikte kahvaltı yapmıştık. Hiç unutamam. Ellerine sağlık.
Allah, annene rahmet eylesin. Size sabırlar versin.
Baki selam”.
Bir Başarı Hikayesi (3)
Kayseri'den Konya'ya geçiş yaptım. Konya'da okula devam ediyorum. Babasının gelip benden aylık 50 lira alacaksın vebaline rağmen arkadaşımın evine bir daha gitmedim. Aylar sonra arkadaşım beni buldu. Şu kadar aylık paran birikti. Babam bana verdi deyip söz verilen burs toplamını vermişti.
Arkadaşın annesiyle babası ayrıldı. Babası arkadaşıma, "Annen mi, ben mi? Tercihini yap" demiş. Arkadaş da annem diyerek ceketini alıp evden çıkar.
Bir hafta kadar annesiyle birlikte bir arkadaşının evinde misafir olur. Daha fazla kalamaz.
Güç bela bir ev tutar kiralık. Ev tutmakla iş bitmez. Eve eşya lazım. Bir şekilde halledilir. Bir hafta on gün kadar perde yerine camları yer sofrasıyla kapatırlar. Bu kadar zor durumda olduğunu bilmiyordum. Çünkü belli etmezdi. Taziyede fırsat bulup anlatmıştı.
Ev tutmakla iş bitmez. İş de lazım. Birinden bin mark borç alır. Bu paraya bir Anadol satın alır. Bunun arkasını açtırarak pikap yapar. Pazarların girişine, çıkışına birer eleman bulmak suretiyle yumurta satmaya başlar.
Araba eski olduğu için çoğu zaman yolda kalmıştır.
Ticarete bu şekil yumurta satma işiyle atılır. Bu işi de tek kuruş sermayesi olmadan yapar. Çünkü babadan tek kuruş faydalanmadı. Bir ara babamın bana faydası, "Yumurtacı arkadaşlarından toptan veresiye yumurta aldım. Bunları sattıktan sonra borçlarımı ödedim" demişti.
Pazarlarda yumurta satmakla başladığı ticaretini geliştirir. İthalat ve ihracat işine de girer.
Doksanlı yıllar sanırım. Askeriyenin kuru bakliyat ihalesine girer. Her yıl bu ihaleye bir kişi girer, ihale de onda kalırmış. Arkadaşı çekil diye tehdit ederler. Çekilmezsen ihale sende kalsa bile teminatı yaktırırız denir. Arkadaş, buna pabuç bırakmaz. İhalede en uygun teklifi verir ama dendiği gibi ihalesi iptal edilir, teminat olarak yatırdığı 90 bin de (milyon da olabilir. 90'lı yıllar) yanar.
Bir ara yurtdışından ikinci el araba getirip piyasaya sürdü. Tüp beyni getirtti.
Yüksek öğretim kız ve erkek öğrenci sektörüne girdi. Konya, Ankara, Aksaray, İstanbul olmak üzere 30’a yakın yurt işletiyor.
Pandemide temizlik ve sağlık sektörüne de girdi.
Pazar hariç Konya, Aksaray ve Karaman bölge gazetesi çıkarmakta.
Bir ara evin nerede, nerede oturuyorsun diye sordum. Hangisini soruyorsun dedi.
Çoğu yıl aramızda yaptığımız sınıf toplantısına ev sahipliği yapmakta.
Her ramazan ayında Konya eşrafına, çalışanlarına, eş ve dostuna iftar vermekte.
2005 yılında Adana'dan Konya'ya dönüş yaptığımda bir arkadaş, "Kirada oturmaktansa sana bir ev satın alalım" dedi. Ben bir ev buldum. Arkadaş, diğer sınıf arkadaşlarından 1, 2, 3 biner lira borç buldu. Bu arkadaştan da istemiş. 2000 lira vermiş. Bin lirası ev hediyem demiş.
Gazetesinde, kendisinin ısrarıyla 2009'dan beri haftada 3-4 gün yazıyorum. Bir gün aradı, gazeteciler için Bakan bey, TOKİ evleri yapacak. Bir tanesi de senin dedi. 2+1 evim çıktı. Ödemesini yapıp tapusunu aldım. Sayesinde ikinci bir evim oldu.
Yaptığı dokunuşlarını ve desteklerini unutamam. (Devam edecek)
Bir Başarı Hikayesi (2)
4-5 yıllık sıra arkadaşlığının ardından lise bitince yollarımız ayrıldı. O açık öğretim okumayı tercih etti, bana ise Kayseri yolu görünmüştü.
O açık öğretimle birlikte tavuk çiftliği olan babasının işlerini yürüttü. Ben ise Kayseri'de iki yıl okudum. Okurken de zaman zaman Talas'a giderek iş buldukça inşaatlarda çalışırdım. Çalışmaya mecburdum. Çünkü paraya ihtiyacım vardı. Memleketten para gelmezdi. Nasıl göndersinler. Çünkü evde yok ki bana göndersinler. Kredi yurtlardan üç ayda bir 18 bin lira alırdım. O da çok sembolik bir para idi. Bir aylık ihtiyacımı bile karşılamazdı. Bir de Bekir Doğanay sayesinde Türk Anadolu Vakfı burs veridi. Miktarını hatırlamıyorum ama üç aylık krediden daha iyiydi bildiğim kadarıyla.
Kayseri'de iken şimdilerde Kayseri Öğrenci Yurdu olan Talas Erkek Öğrenci Yurdunda kalırdım. ASTAŞ diye bir yemek firması yemek getirirdi yurda. Herkes her akşam değişik yemek yerken ben fiyatı uygun diye her gün ya nohut ya da kuru yerdim. O kadar çok yemişim ki bu iki yemekten bıkıp usanmışım. Evlendikten sonra uzun yıllar kuru ve nohut yahni yemedim.
Bir gün okul dönüşü girişteki cama iliştirilmiş nota baktım. İsmime yer verilmiş, açıklama kısmına da havale yazmışlardı. Yanlışlık olmalı. Kim bana havale gönderecekti. Havaleyi istedim görevliden. Kimden diye baktım. Bu arkadaştandı not. Benim için iyi bir paraydı. Sevinçten gözlerim yaşardı.
87-88 yılında evlerine gidip ziyaret etmiştim. Bu vesileyle babasını da tanıma imkanım oldu. Hatta giderken hediye olarak Rasim Özdenören'in yeni çıkan "Ruhun Malzemeleri" isimli kitabını da hediye olarak götürmüştüm. Rahmetli babası, "Çok teşekkür ederim. Ben bu kitabı okumam. Tam sana göre bu kitap. Aldım kabul ettim. Benim yerime sen oku" deyip kitabı bana geri verdi.
Aslında babası ile ilk tanışmam değildi. İlk defa lisede yurtta kalırken yurda gelmişti bir akşam. Arkadaşı sormaya gelmiş, “evde değil, nerede biliyor musun” diye. Gelmedi yanıma demiştim. “Başka kime gidebilir” diye sordu. Bir arkadaşın evini biliyordum. Onların evine gidip arkadaşı sormuştuk. Yoktu.
Sonrasında neredeydin diye sorduğumda, aklımda kaldığı kadarıyla otelde kaldım demişti. İkinci taziyeye gittiğimde bu konu açılınca, “ne oteli. O zaman otogarda sabahladım demişti. Evi terk edecek kadar artık aralarında ne olduysa. Yine taziyede söz babasından açılınca, pek konuşmadı. Sadece "Babam gaddar biriydi" demekle yetindi.
Üniversitede iken ev ziyaretime tekrar dönersem, babası fazlasıyla ilgi gösterdi bana. Babamın geçimini sordu. Çiftçilik yapıyor, inşaat olursa çalışıyor dedim. Kaç dönüm tarlamız olduğunu sordu. Sanırım 7 dönüm demiştim. Bu iş ve parayla geçinilmez. Okulu nasıl okuduğumu, gurbette nasıl geçindiğimi sordu. Kredi, bir de Anadolu Vakfından burs alıyorum dedim. Miktarlarını sordu. Bunlarla da geçinilmez dedi.
Laf lafı açtı. Yatay geçişe müracaat ettim. İnşallah SÜ'ye geçiş yapacağım dedim. Bana, yanlış anlama. Ben sana burs vermek istiyorum. Yalnız ben çarşıya çıkmam. Havale gönderemem. Madem Konya'ya gelecekmişsin. Bundan sonra her ay gelip benden 50 lira (50 bin de olabilir.) alacaksın dedi. Olmaz dedim ise de vebal verdirdi. Tamam dedim.
Sorgum bitmedi. Mevsim kış. Sen üşümüyor musun? Niye üzerinde pardösün yok dedi. Üşümüyorum. Üzerimdeki yeterli dedim.
Üzerimde de yazlığa benzer, kahverengi renkli, dar ve kısa ceketim olduğunu hatırlıyorum.
Sonra müsaade alıp gideceğimden, arkadaşıma benden habersiz söylemiş. “Çarşıya birlikte gidin. Pardösü ve kaşkol alın” diye. Olurdu, olmazdı, ben istemem dedim ise de arkadaşım beni bir mağazaya götürdü. Hangi mağaza olduğunu bilmiyorum. Bu arada ilk mağazaya girişim. Üzerime uygun güzel bir pardösü beğendi benim için. Boynuma da bir atkı.
Mahcup olsam da dünyalar benim olmuştu. Isınıvermiştim. İlk defa bir atkım ve pardösüm olmuştu. Kış boyunca hiç üzerimden çıkarmadım. Sonradan atkıyı düşürüp kaybetsem de pardösüyü uzun yıllar giydim. (Devam edecek)
Bir Başarı Hikayesi (1)
Annesi vefat eden bir arkadaşın cenazesine katıldım. Birkaç gün sonrasında da taziyeye gittim.
İki üç gün sonra bir arkadaşla birlikte ikinci defa taziyeye gittiğimde, annesinin nasıl öldüğünden bahsetmiş ve ağlamıştı. Onu ilk defa ağlarken görmüştüm.
Annesi, hastane dönüşünde abdest alırken vefat etmiş. Sanırım beyin kanamasından olsa gerek.
Birkaç ay sonra sesini duymak için telefonla aradım.
Sesi iyi gelmiyordu.
Hayırdır, hasta mısın dedim.
Hasta değilim. Ama ben atlatamadım daha dedi.
Bir an için neyi atlatamadığını hatırlayamadım.
Sonra öğrendim ki annesinin vefatını atlatamamış.
İşe gidip gitmediğini sordum.
Gidiyorum ama öğleye kadar durup eve geçiyorum dedi.
Ömrünü işe adamış biri olarak bildiğim bu arkadaşın işine bile ara vermesini öğrenince, durumun ciddi olduğunu anladım. Ne diyeceğimi bilemedim. Annen senin her şeyin idi. Unutulması zor ama ölenle ölünmez. Hayatın cilvesi bu. Bu süreci atlatmak için işine yoğunlaş türünden bir şeyler söyledim.
Birkaç gün sonra yanına uğrayıp yüz yüze görüşeyim, destek olayım diye düşündüm.
Evde otururken arkadaşın bu hâletiruhiyesi beni etkiledi.
Yaşantısı gözümün önüne bir film şeridi gibi geldi:
İlk 1979 yılında orta 1.sınıfta okurken tanımıştım kendisini.
Çok asosyal olduğum yıllardı. Yanıma gelir benimle muhabbet ederdi.
Sonraki yıllar hukukumuz biraz daha ilerledi. Lise boyunca da aynı sırada sıra arkadaşı olduk.
İmkanı yerindeydi. Her zil çaldığında özellikle sabahki derslerin teneffüsünde kantine giderdi. Beni de yanında birlikte götürürdü. Olmaz dedimse de bensiz gitmezdi. Her defasında da çay ve tost alırdı. Sayesinde çokça tostunu yedim. Buram buram tüterdi tost. Yemesi de çok güzeldi. Mahcubiyetten, istemem, ben tokum desem de bayılırdım tosta. Nasıl bir tostsa, doyurmazdı beni. Yedikçe acıktırırdı.
Ben pek kantine gitmezdim. Çünkü cebimde harçlığım pek olmazdı. Ne kadar sevsem de yedikçe bıkmadan usanmadan zevk ve iştahla yesem de benim için tost yemek lüks kaçardı.
Çok nadir yemişimdir. Ama hem yurtta hem de okulda kantinin yakınından geçerken sucuklu tostun kokusu bana kadar gelir. Ah param olsa da bir yesem derdim.
Evlendikten sonra imkanım oldu. Bir tost makinesi aldım. Zaman zaman tost yaparım evde. Ama yediğim hiçbir tost öğrenci iken yediğim ve kokusunu aldığım tostun hazzını vermedi. Demek ki yoklukmuş o lezzeti veren bana. Varlıkmış eski tadı vermeyen bana.
Neyse arkadaşımın kesesine bereket. Sayesinde tost özlemimi giderdim.
Sınavlarda hiç kopya çekmişliğim yok. Ama yardım etmişliğim var. Çoğu meslek derslerinde yardım isterdi. Öğretmenler hep A ve B grubuna ayırırdı. Ben kendiminkini yapmadan onun cevaplarını kağıdımın üzerinde yazar, o da oradan yan gözüyle çekerdi. Bunu da her ziyaretine vardığımda tanıştırdığı insanlara anlatır, sayesinde şu şu dersleri geçerdim der. (Devam edecek)
22 Aralık 2024 Pazar
Bir Çıktı Pir Çıktı
10 Aralık 2024 Salı
Küflü Çıkı
Haftalık oturmalarımızdan birine, bir arkadaş aracılığıyla gelen bir esnaf var. Bir geldikten sonra bizde ne bulduysa peşimizi bırakmadı. Haftalık her oturmamıza gelmeye devam etti. Çok sosyal biri olduğu için grubumuzdan herkesle diyaloğu var. Kısa zamanda içimizden biri oldu.
Tanışıklığımızdan dolayı çarşıya çıktıkça zaman zaman yanına uğrarız. Küçük dükkanı müşteri yönünden hareketli. Buna rağmen girer, uygun bir yere oturur, çayımızı içeriz.
Baba parasıyla dükkan açmış biri değil. Tırnaklarıyla kazıyarak gelmiş bu noktaya. Gördüğüm kadarıyla tutulan bir esnaf. Giren boş çıkmaz. İstenen, dükkanında yoksa müşterinin o malı nereden bulacağını da yol gösteren biri.
Ne zamandır bu esnaflığı yapıyor bilmem ama gördüğüm kadarıyla Allah ona yürü ya kulum demiş. İmkanı var, ikramı da fakir ve fukaraya el uzatması da.
Yaptığı onca yardımın yanında giymediği bir ayakkabıyı da bir ihtiyaç sahibine vermek ister. Ayakkabı hem ayakkabılık hem vestiyer olarak kullanılan yere konmuş, yeni sahibine vermek için.
Gün gelir, eşi tanıdığı bir ihtiyaç sahibine ayakkabıyı verir.
Ayakkabıyı götüren ihtiyaç sahibi evine vardıktan sonra hayırseveri arar. “Abla, ayakkabının içine bir miktar da para koymuşsunuz. Çok memnun kaldık, teşekkür ederiz” der.
Paradan haberi olmadığı için eşi bu duruma şaşırır. Öyle ya ayakkabının içinde paranın ne işi var. Ayakkabının içine başkası ve hırsız görmesin, ev halkından biri eve geldiği zaman anahtar aramasın ve dışarıda kalmasın diye eskiden taşın altına veya ayakkabının içine anahtar konurdu. Herhalde ayakkabının içine para koymanın mucidi bu esnaf olsa gerek.
Çok geçmeden merakını gidermek için bizim esnafı arar, ayakkabının içindeki bu para ne diye. Sadece eşi değil, ben de merak ettim doğrusu. Öyle ya kim merak etmez.
Bu merakımı sağ olsun esnaf arkadaş giderdi. Çünkü akşamında bir oturmaya gidiyorduk birlikte. Eşi de o esnada aradı. Eşiyle konuşurken kulak misafiri oldum. Meğerse bizim esnaf akşam dükkanı kapatmadan önce o günkü hasılat ve ciro ne ise kasayı boşaltıp eve getiriyormuş ve ayakkabının içine koyuyormuş. Bundan da ne eşinin haberi var ne de çocuklarının. Şimdilik bu kadarını öğrenebildim. Hırsızın bile aklına gelmez, kullanılmayan ayakkabının içine para koymak. Hırsız eve girse para ve kıymetli eşya için herhalde bakmayacağı tek yer ayakkabıların içi olur. Öyle görünüyor ki bu esnaftan öğreneceğim daha çok şey var.
Hasılı bizim esnafın bu sırrı yani para koyma yeri bu şekilde deşifre oldu. Para gani ve TL de çok kabarık olduğu için cepte taşınamayacağına göre bu arkadaş, para koymak için şeytanın bile aklına gelmeyecek başka zula yerler bulacaktır. Tekrar karşılaştığım da, kendisine, demek ki evin her bir yerini parayla doldurdun. En son dolacak yer olarak sadece vestiyer ve ayakkabıların içi kaldı. Sen ne küflü çıkı imişsin de haberimiz yokmuş diyeceğim.
Küflü çıkı, Konya'da çok parası olduğu halde belli etmeyenler için yaygın kullanılan bir tabirdir. Bu tabiri yerli yerinde kullanıp kullanmadığımı öğrenmek için TDK'ye baktım. TDK, küflü çıkı yerine kirli çıkı deyimini kullanmayı yeğlemiş. TDK kendi bilir ama küflü çıkı kullanımı daha uygun olurdu.
Tekrar ayakkabı içindeki paraya gelirsek, ihtiyaç sahibi sayesinde ayakkabının içinde para olduğunu öğrenen aileyi bundan sonra bir merak sarar. Acaba ayakkabının içinde ne kadar para vardı? Gideni almayacaklar. Çünkü giden gitmiştir. İstenmez. Hesapta yokken bu vesileyle ihtiyaç sahibini sevindirmiş oldular. Hatta bu vesileyle sağ elin verdiğini sol el görmeyecek şekilde ayakkabının içinde takdim etmiş oldular. Merakları, ayakkabının içinde ne kadar para olduğunu öğrenmek olmuş. Çünkü bizim küflü çıkı, cebindekini saymadan eve girerken ayakkabının içine atıyormuş. Öyle zannediyorum, esnaf ve ailesi kadar ayakkabının içinde ne kadar para olduğunu siz de merak ettiniz. Ne kadar olduğunu ben de öğrenemedim ama miktar çok da yüksek değilmiş.
Bizim küflü çıkının parası çenemi yorsa da gördüğümde, kardeş, giymediğin ayakkabı, elbise, çorap vs. ne eskin varsa talibim diyeceğim.
Siz de bu vesileyle fazla ve artan paranızı nereye koyacağınızı veya saklayacağınızı öğrenmiş oldunuz. Bu verdiğim aklı kullanacaksanız, bilin ki sizlerin de ayakkabı dahil eski ve püskülerine talibim. Bu garibanı sevindirmiş olursunuz. Haydi göreyim sizi...