31 Ağustos 2025 Pazar

Kısa Süren Bir Hikaye

Ayasofya, uzun yıllar müze görevi yaptıktan sonra 2020 yılında cami olarak açıldı. İsmini hatırlar mısınız bilmem. İslam hukuku profesörü Mehmet Boynukalın da baş imam olarak atanmıştır.

Ayasofya'nın cami olarak açılmasına sevindim. Yalnız baş imama rezerv koydum. Buraya atanacak imam için biraz özen gerekli. Ufku geniş aynı zamanda Türkiye mozaiğini bilen biri olmalı. Boynukalın lisans eğitimimi Ezher'de yapmış. Mısır ve Suudi Arabistan'a eğitim gören zevatın dini anlayışı biraz farklı olur, bize uymaz. Bizdeki fakültelerden biri atanabilirdi türünden şeyler yazıp çizdim.

Boynukalın atandıktan sonra rahat durmadı. Sosyal medyayı çok kullandı. Ne kadar tartışmalı konular varsa onlarla ilgili Tweet paylaştı: "Laiklik Anayasadan çıkarılmalı" dedi. 8 Mart kadınlar günü münasebetiyle "Kadın cinayetleri üzerinden erkek düşmanlığı pompalanıyor" dedi. Dedi oğlu dedi.

Boynukalın attığı Tweetlerle tartışmanın odağı haline geldi. Toplum Boynukalın üzerinden destekleyen ve karşı çıkanlar olarak ikiye bölündü.

Daha önce adı sanı duyulmayan, binlerce akademik ünvanlıdan biri olan Boynukalın kısa zamanda sosyal medyada meşhur oldu. Yüzlerle ifade edilen takipçi sayısı milyonu geçti. Karşı çıkanlar Hocayı tu kaka yaptı. Kendi işine baksın. Siyasi konulara girmesin dedi. Destekleyenler ise "Böylesi daha önce gelmedi. Konuşup yazmalı ve paylaşmalı. Boynukalın'ın arkasındayız. Hoca yalnız değildir" türünden hashtagler açtı.

O vakit, hoca yanlış yapıyor. Bulunduğu görevde birleştirici olmalı. Asıl görevi Ayasofya üzerine Tweetler atmalı. Halkı kutuplaştırmamalı. Siyasi ve güncele dair yaptığı paylaşımlar onu oraya getiren iradeye zarar verir. Üslubu da din görevlisi üslubuna yakışmıyor, gerekirse susmalı dedim. Böyle dedim diye destekçi kesim beni topa tuttu. Amacımı ve niyetimi sorguladı. Hoca ile ilgili yazdığım eleştiri yazılarına karşı çıkan yorumlar yazdılar.

Beni topa tutanlara, bugün hocanın arkasındayız, hoca yalnız değildir diyorsunuz ya yarın siyasi irade hocayı görevden alırsa, hocanın yine arkasında olursanız, yanınızdayım. Ama hiçbiriniz kalmayacak ve hoca unutulup gidecek dedim.

Dediklerimi yine dinleyen olmadı.

Laik seküler kesimin dışında Ak Parti grup başkanvekili Özlem Zengin de "Bu işler hocanın işi değil, hoca kendi işine bakmalı" diyerek rahatsızlığını ifade etti.

Karşı kesim eleştirinin dozajını artırdıkça hoca da destekçilerden aldığı güçle Tweet üzerinden eleştiri yapanlara "pamuk tıkayıverdi".

Sonunda Mehmet Boynukalın'ı Ayasofya’ya baş imam olarak atayan irade, görev süresi dolmadan hocayı görevden aldı. Gerçi Boynukalın, "Akademiye daha fazla zaman ayırmak niyetiyle istifa ediyorum" dese de işin iç yüzü öyle değildi. Görevden alınmıştı. Hatta Erdoğan'a görev süresinin bitimine üç ay var. Süreyi bekleyebiliriz denmesine rağmen Erdoğan alınsın dediği konuşuldu.

Hasılı, Boynukalın'ın Ayasofya’ya baş imamlığı 9 ay gibi bir zamanda son buldu. Adı sanı da anılmaz oldu.

Şimdi büyük ihtimalle fakültesinde hocalığına devam ediyor olmalı.

Sosyal medyayı baş imamlığında olduğu gibi yine aktif kullanıyor mu bilmiyorum. Bir milyonu geçen takipçisi Mehmet hocayı yine takip ediyor mu, bunu da bilmiyorum.

Bildiğim bir şey varsa Mehmet Hoca gündemde yok. Tweetleriyle gündem de oluşturmuyor ve tartışmanın odağında değil. Unutuldu gitti.

Aradan yıllar yılı geçmesine rağmen Boynukalın’ı bana hatırlatan ve yazı yazmaya iten sebep, “Boynukalın yalnız değildir. Arkasındayız” diye yazıp gürleyen destekçi kesimin Boynukalın’dan hiç bahsetmemesi. Mübarek unutuldu gitti. Kısa zamanda, kısa yoldan ulaşılan şöhret de birden son buldu.

Görünen o ki bir zamanlar Boynukalın’a destek veren kesim hocayı yalnız bıraktı, hoca yalnızlara oynuyor ve hoca yokluğa terk edildi.

Siz siz olun, bir tartışmanın odağı haline geldiğinizde veya getirildiğinizde, sosyal medyada sizinle ilgili destek açıklamalarına teşekkür edin ama o destekçilere pek güvenmeyin. Aynı zamanda söz ve eylemlerinizin doğruluğunu, zamanlamasını ve ortamını da sorgulayın. Hata yapmış olabilir miyim diye kendinize soru sorun. Şöyle davransaydın, daha iyi olurdu deyin. Çünkü bugün “Yalnız değilsin, arkandayız” diyen o kesimi, başınıza bir şey geldiği zaman yanınızda bulamayabilirsiniz. O yüzden söz ve eylemlerinize dikkat etmenizde fayda var. Sonra ne oldu arkamda bana çığ gibi destek verenler diyerek hayıflanır durursunuz. Bunun en güzel örneği de Sayın Mehmet Boynukalın’dır. Sonra demedi demeyin.

Eyvah, Okullar Açılıyor!

Şimdi öğrenci de şaşkın, öğretmen de.

Çünkü okullar açılıyor.

Ne çabuk geçti o upuzun tatil öyle diyor.

Şaşkınlıkları geçti. Kara kara düşünmeye başladılar.

Çekilir mi bu uzun maraton diyorlar daha okul başlamadan. Üstelik bu sıcakta olacak şey mi okula gidip gelmek. Sabah erken kalkmak. Okul yoluna düşmek.

Halbuki öğrenci, öğretmen ne çabuk alışmıştı uzun tatile. Bitmez. Bu tatil biter mi demişlerdi.

Sayılı günler çabuk geçer dedikleri bu olsa gerek.
Ne yapsın ne etsin öğrenci ve öğretmen şimdi.

Öğrencilerin daha bir haftası var. Öğretmenlere göre şanslılar. Ama öğretmenlerin ağzını bıçak açmıyor. Çünkü bir hafta öncesinden okullu olacaklar.

Hayat ne güzel gidiyordu halbuki. Genç yaşta emekli olup bir çay ocağından diğerine akşamı yapan, günlerini gün eden emekliler gibiydi öğretmenler. Şimdi o emekliler çay ocağında çaylarını yudumlarken öğretmenler; seminer, toplantı, zümre diye koşturacak.

Bununla kalsa yine iyi. Bir dizi değişiklikle okula merhaba diyecek öğrenci ve öğretmen.

Bu öğretim yılından itibaren öğrenciler için serbest kıyafet uygulamasına son verildi. Gerçi serbest kıyafet uygulaması uygulayan okul pek yoktu.

Kıyafet uygulamasından öğretmenler de nasibini aldı. Hoş, Kılık Kıyafet Yönetmeliğine rağmen öğretmen ve devlet memurları da Yönetmeliğe uymuyordu. Bakan, yayımladığı 2025/63 sayılı genelge ile "Eğitimciye yakışır" şekilde giyinilmesi talimatını verdi.

Eğitimciye yakışır şekilde giyim kuşama ve kılık kıyafete eyvallah. Ama bunun ölçüsü ne? Bunu kim belirleyecek? Bunu da zaman gösterecek.

Nicedir pasif direniş yapan devlet memurları, bakalım buna uyum sağlayabilecek mi? Bir ölçü olmalı elbet. Eğitimciye yakışan bir kılık kıyafet ve giyim kuşam olmalı. Yalnız herkesin yakıştırdığın giyim kuşam farklı olabilir. Bana yakışan bu diyebilir. Temenni ederim ki kılık kıyafet yönünden bir gerilim yaşanmaz.

Değişiklik bununla da sınırlı değil. Okullar iletişim adresi olarak WhatsApp yerine yerli ve milli olanına geçecek.

Eğer bu yerli ve milli mesaj uygulaması kendisini yenilemediyse yandık demektir. Yazışmak mesele idi gerçekten. 

Mesaj sesi de bir garip.

Nicedir bana mesaj gelip durur. Yakında tekrar iletişimi benimle sağlayacaksın diyormuş belli ki.

Hasılı, daha sıcaklar bende bu kadar deyip gitmeden okulların açılması, eğitimciye yakışır kıyafet uygulaması, yerli ve milli olan uygulama ile mesajlaşılacak olunması çekilecek gibi değil.

Ne edelim. Başa gelen çekilir. 

Allah başka dert vermesin.

İnsan Kaynağı Plansızlığımız

Bir arkadaş aradı: "Kızım şu öğretmenlik branşından birini bitirdi. Puanı yeterli gelmediğinden atanamadı. Ücretli öğretmenlik yapmak için başvuru yaptı. Ne yapabiliriz" dedi.

Arkadaşa, kızınız başvuru yaptı ise her ilçe görevlendirme kriterlerine göre ihtiyaç oldukça sırayla çağırır. Yine de kızın bilgilerini gönder. Bir de telefonun sesini aç da kızın da dinlesin diyeceklerimi dedim.

Kıza, branşının dışında girebileceğin yakın branşları da yazman daha iyi olur. Çünkü branşında açık olmayabilir. Bir de bildiğim kadarıyla maddi sıkıntınız yok. Oturup önümüzdeki senenin sınavlarına çalış. Ücretli öğretmenlik tüm günlerini alacağı için sınava hazırlanamazsın. Yine siz bilirsiniz dedim.

Kızın ataması zordu. Çünkü branşından alım çok az. Gerçi sadece bu branşta değil, bir-iki branşın dışında atanmak çok zor. Çünkü her branşın binlerce yedeği var. Hepsi de atanmayı bekliyor. Bu da bir yıl öncesine kadar her branşın ikinci öğretimlerini devam ettirmemizin, her yere üniversite ve her üniversiteye her bölümü açmamızın bir sonucu.

Bu durum her konuda olduğu gibi insan kaynağını planlama eksikliğimizin bariz bir örneği. Ben fakülte açarım. Herkesi okutur, mezun ederim. Onlara istihdam üretmem. Herkes başının çaresine bakacak demektir. Devletin bu plansızlığı, bir anne ve babanın, ben istediğim kadar çocuk doğururum. Ama bakmak zorunda değilim anlayışından farklı değil.

Arkadaşın ve kızının ilçesinde görev yapan şube müdürüne, ilçe okullarında ücretli öğretmen ihtiyacı olup olmadığını sordum. "İhtiyaç yok. Çünkü elimizde 1000 tane norm fazlası öğretmen var. Onlar görevlendirilecek" dedi.

Şube müdürüne, 1000 norm fazlası öğretmen tüm il merkezinde mi yoksa sadece sizin ilçenizde mi dedim. "Sadece bizim ilçede" dedi.

Bir ilçede bu kadar norm fazlası öğretmenin olması beni şaşırttı. Bir ilçede 1000 ihtiyaç fazlası öğretmen varsa tüm Türkiye'deki ihtiyaç fazlası öğretmen sayısını gözümüzün önüne bir getirelim. Karşımıza korkunç sayı çıkar. Bu demektir ki Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen ihtiyacını gidermek için her yıl öğretmen alımı yapsın. Diğer taraftan da bazı illerde yığılmış ihtiyaç fazlası öğretmenler olsun. Ne yaman çelişki bu.

Öğretmen fazlalığı olur da bu kadar olmaz. Okul ve derslik veremediğimiz öğretmenlere maaş vermeye devam ediyoruz. Yazık, ülkenin plansız insan kaynağına giden paraya. Bu da insan kaynağını yerinde kullanamadığımızın bir göstergesi.

Bir ilçede veya tüm Türkiye'de norm fazlası dediğimiz ihtiyaç fazlası öğretmen niçin oluşur? Öyle zannediyorum, eş durumu yani aile birliğinden kaynaklı olsa gerek. Nedense MEB, belli illerde eş durumundan kaynaklı ihtiyaç fazlası öğretmenlerin önüne bir türlü geçemedi.

Elbette aile birliği önemli. Eşler aynı yerde çalışmalı. Ama aynı yerde çalışacak diye ihtiyaç fazlası atama yapmanın da bir gereği yok. Atamalarda oportünist davranmanın bir sonucu. MEB eşleri birleştirmezsem, kafam ağrır düşüncesiyle ihtiyaç yok diyemiyor. Al değerlendir diye valilik emrine atamayı yapıveriyor.

Halbuki mevzuatta eşlerin birleştirilmesine dair çözüm var. Mevzuat uygulanırsa norm fazlası öğretmen diye bir şey olmaz. Diyelim ki eşlerden biri Mardin'de, diğeri Konya'da. Mevzuat der ki "Aileyi Mardin ya da Konya'da birleştireyim. İhtiyaç Konya'da ise Konya'da, Mardin'de ihtiyaç varsa Mardin'de birleştireyim. Eğer iki yerde de ihtiyaç yoksa eşleri başka bir ilde birleştireyim". Bence yerinde bir mevzuat. Ama uygulama böyle değil. Mardin'deki eş, ihtiyaç olmadığı halde Konya'ya tayin istiyor. Konya'daki eş Mardin'de kendisine ihtiyaç olduğu halde tayin istemiyor. Bu durumda eşler nasıl birleştirilecek? Bakanlık Mardin'deki eşi Konya Valiliği emrine vermek suretiyle meseleyi çözüm yoluna gidiyor. Eşler birleşti ama norm fazlası olarak.

Valilik norm fazlası öğretmenleri ne yapıyor? Bunlara il sınırları içerisinde boş olan okullara tayin istemelerini söylüyor. Öğretmen ise il merkezindeki okulları yazdığı için ataması yapılmıyor. İl Milli eğitimler bu öğretmenleri değerlendirin diye ilçe MEM'lere görevlendiriyor. İlçe MEM'ler ise doğum vb. sebeplerle boşalan yerlere geçici görevlendirme yapıyor. Olmadı, büyük okullara vererek alın bu öğretmene 15 saat ders verin diyor. Yani bir öğretmenin gidereceği ihtiyacı iki kişi gideriyor.

Norm fazlası atamalarda ihtiyaç olan yerler dolmazsa resen atama yapılacak denmesine rağmen belediye sınırları dışında ihtiyaç olduğu halde yine atama yapılamıyor. Atama yapılsa bile sendikalar devreye giriyor. Bu yüzden il merkezinde birikmiş ama ilçe, belde veya köylerde ihtiyaç olan yerlere öğretmen gönderilemiyor. Gönderilmeyen öğretmenin yerine ücretli öğretmen görevlendirmesi yapılıyor.

Hasılı, ortada göz ardı edilmemesi gereken büyük bir sorun var. Ama sorun çözülmüyor ya da çözülmez istenmiyor. Bu da insan kaynağını yerinde kullanamama ve ülkenin parasını heba etme sonucunu doğuruyor. Para kimsenin cebinden çıkmadığı için herkes bu durumdan memnun. Gel gör ki bu plansızlığın parası hepimizin cebinden çıkıyor.

Bu demek değildir ki norm fazlası öğretmenler değerlendirilmiyor. Bir şekil değerlendiriliyor. Ama branşından ama branş dışı. Yani işe kişiden ziyade kişiye iş bulunmuş oluyor.

İnsan kaynağını yerinde kullanamadığımız durumu sadece bahsettiğimden ibaret değil. İl MEM’ler kitap yazma, kitap inceleme, formatörlük vs. gibi gerekçelerle her yıl okullardan geçici öğretmen görevlendiriyor. Yerlerine başka geçici öğretmen gönderiliyor ya da okul başının çaresine bakıyor. Bunun dışında uzman ya da araştırmacı kadrosunda olan çalışanlar da var ama bilfiil çalışmıyor.

Bu ve benzer insan kaynağı plansızlığımızı göz önüne getirirsek, bunca plansızlık ve her birine harcanan maaş ve özlük haklar ile bu devlet iyi ayakta kalıyor. Bu durum yani insan kaynağı plansızlığı durumu sadece MEB’de değil, hemen hemen her kurumda şu ya da bu şekilde var.

Şu bir gerçek ki insan kaynağı planlamasında sınıfta kaldık. Tek kelimeyle yazık...