7 Ağustos 2025 Perşembe

Konuşma Kahramanlarından Biriyle Yolculuk

Perşembe günü saat 75 km mesafede bulunan küçük bir ilçeye gitmek için Karatay Otobüs Terminaline geldim.

Saat 11.00'de otobüs hareket etti. Küçük otobüste fazla yolcu yoktu. Güneş görmeyen tarafta boş bulduğum bir yere oturdum.

Arkamda sürekli konuşan bir kadının konuşmasından rahatsız oldum. Kimdir bu konuşanlar derken hafif yan dönerek arka tarafa baktım. Bir kız çocuğuydu konuşan. Kız çocuğu dediysem en az 19-21 yaş aralığında vardı. Kendi kendine mi konuşuyor yoksa derken karşıda biriyle, telefonla konuştuğunu anladım.

Önce Arapça konuşuyor. Bu kız Arap olmalı diye düşündüm. Baktım Türkçe de konuşuyor. Cümlenin yarısı Arapça ise yarısı da Türkçe. Arapları yarı Arapça yarı Türkçe konuşurken hiç görmedim. Olsa olsa bu kız Kürt olmalı dedim. Çünkü çoğu Kürtler konuşmaya Kürtçe başlar, daraldığı yerde Türkçeye geçiverir. Suriye'den gelen Arapların çoğu bizim gibi Türkçe konuşur. Kendi aralarında ise hepten Arapça. 

Normal şartlarda Arapça konuşan birinin konuştuğunun hepsini anlamasam da en azından konuştuğu dil Arapça derim. Tam kulak veremediğim için tespit edemedim.

Otobüse bindikten ve yola çıktıktan bir müddet sonra ses beni rahatsız etmez oldu. Çünkü telefonla konuşma bitmişti. Oh be dünya varmış dedim. Zira otobüste ondan başka konuşan yoktu. Saate baktım. Saat 11.30 idi. Ben tam 11.00'de en son binen yolcu olduğuma göre bu kız yarım saat telefonla konuştu. Ben binmeden önce telefonu ne zaman açtı, toplam konuşma süresi ne kadardı bilmem. Bildiğim bir şey varsa kızımız kafa şişirircesine çok konuştu. Bir an için bu kız benim gideceğim yere kadar giderse, bir de oraya kadar bir saat konuşursa diye endişelenmiştim. 

Bu kadar uzun konuşma kafamı şişirince, niye Avrupa ülkeleri arasında telefonla konuşma şampiyonu olduğumuzu daha iyi anladım. İşte bizi şampiyonluğa götüren kahramanlardan biri dedim kendi kendime. 

Beni rahatsız eden tek şey sadece konuşması değildi. Dizini de arkadan benim oturağa değdirerek yol boyunca beni dürtmesi oldu. Yol boyunca dürtmesi devam etti. Birkaç defa yanımdaki boş oturağa geçeyim dedim. Hatta geçtim de. Otobüsün üstündeki havalandırmadan ayna tutuluyor gibi yüzüme vuran güneş beni rahatsız etti. Başka yere de geçemedim. Çünkü çoğunluğu kadın olan yolcular iki oturağı da işgal ederek oturaklara birer birer oturmuştu.

Gökhüyük mevkiine geldiğimizde, yine aynı kız telefonla konuşmaya başladı. Karşıdaki, İçeri Çumra'yı geçtiniz mi diye sormuş olmalı ki şoföre kalkıp şoföre kadar giderek İçeri Çumra'yı geçtik mi diye sordu. Bir an için "Ben ineceğim yeri geçmişim" diyecek sandım. Hatta telefonla o kadar geyik yaparsan, elbette geçirirsin" bile dedim içimden.

Ama böyle bir şey olmadı. Kızımız benim gideceğim yere kadar gitti ve ineceğim durakta indi. 

Önümden giderken baktım. Zayıf biri. Bu kadar zayıf biri, koltuğuma attığı dizle nasıl bu gücü gösterdi? Buna da şaşırdım.

Akşam dönüşte baktım yine o kız otobüs bekliyor. Otobüs gelince o arkadan ben ise önden bindim. Aman uzak olsun benden dedim. Otobüs sabahkinden daha tenha idi. O arkada ve ise önde yolculuk yaptık. Telefonla konuştu mu bilmiyorum. Çünkü sesi bana gelmedi. Belki de konuşa konuşa yorulmuştur. Şu var ki yorgunluğun üzerine sessizlik güzeldi.

Bunun neresini yazı konusu edindin. Hiç eme yarar bir şey yok diyebilirsiniz. Bence var. Toplu taşımalarda ihtiyacın kadar telefon konuşmak lazım. Uzun uzadıya muhabbete gerek yok. Kimsenin kimseyi rahatsız etmeye de hakkı yok. Çünkü görgü ne alınır ne de satılır. Ancak böyle yerlerde belli olur. 

Foseptik Patladı

Görünen o ki burnumuza kadar gelen pis kokuların sebebi foseptiğin patlamasıymış. Şimdi bu pis kokulara katlan da göreyim.

Aslında bu lağım çukuru, patlayınca kadar yüzeye sızıntı verdi. Şakam yok, patlayacağım dedi. Önemsenmedi. Yok bir şey diyerek foseptiğin üzerine toprak atıldı.

Sonra tekrar sızıntı verdi. Bu sefer üzerine asfalt döküldü.

Gel zaman git zaman lağım çukurundan dayanılmaz pis kokular tekrar gelmeye başladı. En iyisi beton atalım. Bir daha ne sızıntı ne koku. Tek çözüm bu dendi.

Yine kokular geliyor şikayetlerine, lağım çukurundan sorumlu kişisi, "Zinhar yalan. Bu, düpedüz iftira. Bu foseptik pislik yaymasın diye o kadar beton ve asfalt döktük. Asfaltın üzeri yalansa yeridir. Hâlâ koku geliyor diyen, burnuna, akıl ve vicdanına baktırsın. Çünkü bunun iyi niyetle bağdaşır bir tarafı yok. Bu insanlara iyilik de yaramıyor. Bu yaptıkları düpedüz hainlik ve nankörlük" türünden şeyler söyler. Hatta aba altından sopa gösterilir. Birkaçını da içeri alırlar. Böylece kulaklara kadar gelen şikayetler kapalı kapılar ardına taşınır.

Bir zaman gelir ki üzerine dökülen beton ve asfalt da fayda vermez. Çünkü her bir yerinden sızıntı yapan lağım çukuru istiap haddinden fazla dökülen pisliğe dayanamaz ve patlar. Koku her bir yere yayılır. Herkes foseptikten çıkan pisliği gözüyle görür.

Çevreye yayılan pis kokular gözle görülür şekilde iyice artar. Foseptikten sorumlu kişi "Tüm bunlar dezenformasyon" açıklamasına yer verir. Fakat kimse bu açıklamaya inanmaz. Çünkü herkes burnuna gelen pis kokuyu hakkalyakin biliyor. Sağır sultana kadar giden bu pis kokulardan sonra açıklamayı yapan sessizliğe bürünür.

Durum bu iken foseptik savunucuları meydanı boş bırakmaz. "Bu lağım çukuru patlamasını biz ortaya çıkardık. Buradan size ekmek çıkmaz" demeye başlar.

Bazıları da mevcut kokuyu savunma adına, "Sosyal medyada öyle bir algı oluşturuldu ki bu ülkede her şey çok kötü, her geçen gün daha da kötüleşiyor. Eğitim, sağlık, ekonomi vs. her şey kötü. Dolayısıyla bu ülke yaşanmaz bir yer. Bu "algı" maalesef tutmuş durumda. Bunun ardından umutsuz kitleler oluşur ve bu ülkeden bir şey çıkmaz. Bu oyuna gelmeyip daha dikkatli olmak gerekir diye düşünüyorum" türünden savunmaya geçti bile.

Görünen o ki buruna gelen pis kokuların adını algı koymuş böyleleri. Gerçekler ne zamandan beri algı oldu, hiç anlamış değilim. Bu tipler çevreye pis kokular yayan foseptiğin kokusundan burun ve gözlerini kaçırıp foseptiğin üzerindeki betonun güzelliğine dikkat çekedursun. Şu var ki patlayan foseptik dikiş tutmaz, yama kabul etmez.

Yazıda bahsettiğim lağım çukuru patlaması aslında lağım çukuru patlaması değil. Çünkü patlayan foseptiği boşaltır, temizlersin. Bol su ile kokuyu giderirsin. Yeni bir foseptik yaparsın. Koku giderici kullanırsın. Kısaca lağım çukuru patlamasının çözümü var.

Görünen o ki gelen pis kokuların sebebi toplumsal yozlaşma, çürüme, kokma ve kokuşmadır. Her şeyin çözümü olur ama yozlaşma ve çürümenin tedavisi yoktur. Hele günü kurtarma adına pansuman tedbirlerle işi geçiştirmek, hazırında problemi büyütmek demektir.

Kim ne derse desin, yaşadığımız, görüp izlediklerimiz bundan ibarettir. Bu kokuşma tek taraflı olmasa da kokuşmanın en büyük müsebbibi, tabiat boşluk kabul etmez dendiği gibi zamanında boşlukları doldurmayan, problemi görmeyen ya da görmezden gelen, halının altına süpüren, zamanında tedbir almayan, tedbir ve denetimi ahbap çavuş ilişkisi ile yürütendir. Zamanında ortaya çıkan iddialara yok diyen iradedir. Gözünün içine baka baka yalan söyleyendir, gerçekleri gizleyendir.

6 Ağustos 2025 Çarşamba

Dedim, Dedi

Hiç yapmadığımı yaptım. Laf arasında oğlana sizin için çalışıyorum dedim.

Sen misin bunu diyen.

Ne yaptın dedi.

Yemedim, yedirdim. Giymedim, giydirdim dedim.

Bunu herkes yapar. Bunu başa mı kakıyorsun. Bu mu babalıktan anladığın dedi.

Daha ne yapacaktım. Onu söyle. Şu dilinin altındaki baklayı çıkar dedim.

Sen daha iyi bilirsin. Lütfen bilmez gibi davranma dedi.

Oğlum, okuttum iş güç sahibi olasın diye. Daha ne yapabilirdim dedim.

Sorun da burada. Vara okutmayaydın dedi.

Okutmanın neresi sorun dedim.

Okutma, başlı başına bir sorun. Okusun diye dört duvar arasına hapsettin. Bu yetmediği gibi iyi yer kazansın diye etüt merkezine gönderdin. Orası da dört duvardı. Yetmedi. Eve geldikten sonra test çözmem için odama hapsoldum. Hafta içi okul, hafta sonu etüt merkezi. Akşamları da test çözerek ne oyun oynadım ne gezip dolaştım. Okuyup iş güç sahibi olacak diye yarış atı gibi koşturdun beni. Haliyle ne çocukluğumu yaşadım ne gençliğimi. Onca koştur koştur. Aha üniversiteyi bitirdim. İşsizler ordusuna katıldım. Dediğini yaptım. Okudum, didindim. İyi de ne işe yaradı şimdi dedi.

Oğlum, herkes öyle yaptı. Başka ne yapabilirdim dedim.

Herkes öyle yapmamış. Aynı işlevi görecek pekala sahte diploma temin edebilirdin dedi.

Dedi ama aklım çıkıverdi. Ne diyon oğlum sen. Ne dediğini kulağın duyuyor mu, kendinde misin dedim.

Evet, ne dediğimi biliyorum. Böyle yapsaydın, bir fare tutmuş olurdun. Nasılsa hakikisi de sahtesi de aynı işlevi görüyor. En azından ömrümün üçte birini okul, etüt ve evde hapis geçirmezdim. Çünkü gerçek hayat okuldan çok farklı. Zaten eme yarar bırakacağın miras da yok. Sahte diplomalar ile bana en güzel mirası bırakmış olurdun dedi.

Ciddi olamazsın. Bunun şakası da olmaz dedim.

Hiç olmadığı kadar ciddiyim. Baksana, sahtesiyle niceleri malı götürmüş, gemisini yürütmüş ve yürütüyor dedi.

Ya yakalanırsan, bir gün foyan ortaya çıkarsa dedim.

Ooo, ölme eşeğim ölme. O zamana kadar yükümü tutardım. Ondan sonra da varsın alsınlar elimden diplomayı. Sonra yakalanan kaç kişi. Bunlar da şikayet üzere ortaya çıkanlar. Kimse beni şikayet etmediği müddetçe yoluma devam ederdim. Üstelik ortaya çıkanlar belki de devede kulak misali. Senin, ya yakalanırsan dediğin, ya çıkarsa denilen Milli Piyango bileti gibi. Kaç kişiye piyango vuruyor sanki dedi.

Ya vicdanın, vicdanın rahat edecek miydi sahte diploma, sahte akademisyenliğe dedim.

Vicdan yapma baba. Bana gelince mi vicdan aklına geliyor. Sonra bu vicdan sadece bende mi var? Bu sahte diploma alanlarda ve verenlerde vicdan yok mu dedi.

Oğlum, bu dediklerini ne ara, nerede öğrendin. Maşallah her şeye cevabın var. Bu arada dilin pabuç gibi dedim.

Beğenmedin mi? Yaşadıklarım, gördüklerim, yaşadığım hayat öğretti bana bunu dedi.

Ne diyeceğimi bilemedim. Sustum kaldım. Daha doğrusu küçük dilimi yuttum. Gecenin geri kalan kısmını somurtarak geçirdim. İrade dışı burun çekmeyi de ihmal etmedim. Bundan sonrası benim için hayıflanmak. Çocuğuma bir babalık bile yapamadım demek. Başka da elimden bir şey gelmiyor diye içimden geçirdim.

Zamanında bu işlerin sahtesine girsem miydi dedim ama gel de sen onu bana anlat.

Not: Hayal ürünü bir yazı. Daha doğrusu senaryo yazdım. Oğlumu da bu senaryoya alet ettim. Allah beni affetsin. Siz siz olun, bendeki bu kafa karışıklığı sizin kafanızı da karıştırmasın. Aklınıza ve vicdanınıza mukayyet olun. Doğruluk ve dürüstlükten ayırmasın.

Şimdi bu yazıyı oğlana okusam, bir sahte diploma ayarlamadın, yazına bari beni alet etme der mi? Diyebilir. Zira hiç şakası yok.