17 Nisan 2021 Cumartesi

Yasak Herkesi Bağlamalı *

Salgını en aza indirmek amacıyla devlet, belli zaman aralıklarla bir dizi yasakları uygulamaya koydu. Salgının kontrol altına alındığı bazı zamanlarda normalleşme adımları çerçevesinde yasaklara bir yumuşama getirilse de artan vakalar sebebiyle tekrar kısıtlılık ve yasaklara geri dönüyoruz. Yani bir kapanıyoruz bir açılıyoruz.


Tüm yasaklara rağmen salgın kontrol altına alınamadığı gibi hasta ve vaka sayımız her geçen gün artıyor. Vaka sayısı 60 binleri geçerken yoğun bakım ve entübe hasta sayımız çoğalıyor. Ölü sayımız 300'lü rakamlara doğru gidiyor. Ülkemizdeki hasta ve vaka sayısının Sağlık Bakanının açıkladığı verilerden çok daha fazla olduğunu düşünüyorum. Çünkü test yaptırmayıp ayakta veya evinde karantinada iken ilaç kullanmadan bu hastalığı hafif atlatan insanımızın sayısı da az değil ve bunlar kayda girmiyor. Beni düşündüren de bunca tedbir ve yasağa rağmen vakaların her gün artması ve bu durumun hiç hayra alamet olmaması. 


Ben açıkçası salgını önlemek amacıyla uygulanmakta olan kısmi kapanmanın yanında Bilim Kurulu Üyelerinin istediği tam kapanmanın da salgını önlemede çözüm olacağına inanmıyorum. Çünkü salgını ranta çevirmek isteyenler iş başında. Amaçlarına ulaşıncaya kadar bu salgın kah azalarak kah çoğalarak bizimle yaşamaya devam edecek. Ta ki devletleri ve insanımızı pes ettirinceye kadar. Doğrusu, salgın kaynaklı konan yasak ve kısıtlamaları yürürlüğe koyan devlet yetkililerinin de bunun altında bir Çapanoğlu olabilir mi diye kafa yorduklarını düşünmüyorum. Öyle zannediyorum, düşünmeye başladığımız zaman iş işten geçmiş, atı alan Üsküdar’ı geçmiş olacak, bitmiş ve tükenmişlik içerisinde biz yine biz bize kalacağız. Ne zaman bu işte var bir şey dediğimiz zaman birileri hastalığa inanmıyor musun, bu ölüleri nereye koyacağız demeye başlıyor. Kimse hastalık yok, ölümlerin de aslı yok ve ölenlerin sayısı az falan demiyor. Zira hastalık bir gerçek olduğu gibi bu hastalık aynı zamanda hızlı bulaş özelliği olan ciddi bir hastalık. Birinci derecede ölümcül değilse de ölümler de bir hak. Öyle zannediyorum, böyle giderse bizi bu hastalıktan ziyade bu hastalık korkusu öldüreceğe benziyor. Çünkü bu kadar uzun bir kapalılığa devletlerin mali gücü ve kapalı esnaf ne kadar dayanır, bunu da zaman gösterecek. Neyse bu ayrı bir konu.


Salgının önlenmemesinde vatandaş konan kısıtlama ve yasaklara uymuyor mu sorusu akla geliyor. Gördüğüm kadarıyla kahir ekseriyet devletin koyduğu kurallara uymada hassas. Hatta çoğunluk hastalık derecesinde kurallara uyuyor ve çevresindeki insanları uyarıyor. İçimizde az sayıda kural tanımayan, aymazlar yok mu? Var elbet. Bunları hizaya getirme görevi de devletin kolluk görevlilerine kalmış.  Bu tiplere gerekli ağır cezalar verildiği takdirde bu kural tanımazlığa devam edeceklerini sanmıyorum. Ceza vermeyerek ekranlarda durmadan bu tipleri göstererek insanımız kurallara uymuyor şeklinde dert yanmak hiç çözüm değil. Zira bu tipler kimseye aldırmadan yollarına devam ediyorlar. Hayat bize zehir olurken bunlar rahatlarından ödün vermeden içimizde yaşamaya devam ediyorlar.


Salgını önlemenin yolunun ne kısmi ne de tam kapanma olduğuna inanamamakla beraber yasak ve kural koyucuların yürürlüğe koydukları bazı kuralları gereksiz bulup garipsesem de çevremdeki insanlara saygımdan ve vatandaşlık görevim icabı, konan kurallara azami gayret gösteriyorum. Aynı şekilde çoğunluğun da bu yasaklara riayet ettiğine inanıyorum. Ben ve çoğunluk salgın kaynaklı kurallara azami derecede gayret gösteriyorsak aynı hassasiyeti yasak koyuculardan da beklemek hakkımızdır. Örnek olarak ramazan dolayısıyla insanımız toplu iftar yapmasın ve birbirlerine gidip gelmesin diye 21.00 yasağını 19.00’a çekerken etkili ve yetkili sorumlu yöneticilerimizin de bu yasaktan azade olmaması lazım. Bunu bir vatandaş olarak hassaten istiyorum. Bize bu konuda talkın verilirken üzümlerin salkım salkım götürülmesi vatandaş nezdinde dikkat çekiyor. İstiyorum ki bu yasak herkes için bağlayıcı olsun. Herkes için bağlayıcı olan bu yasağa rağmen sorumlu kişilerimiz toplu iftarlara katılıyorsa, devletin kolluk kuvvetlerine düşen bu yasağı çiğneyenlere ceza yazmasıdır. Kendilerine ceza yazılan sorumlular da biz bunu hak ettik diyerek cezayı özümsemeleri gerekir. Bu ülkenin normalleşmesi için bu gerekiyor. Burada devlet 24 saat çalışıyor ve iş başında. Sorumlu kişiler iftar dolayısıyla yerinde denetim görevi yapıyorlar ve birlikte iftar yaptıklarına moral depoluyorlar denirse, bu durumda, iftar sofralarının görüntüsü basına servis edilmemeli diye düşünüyorum. Çünkü basına servis edilen bu tip her bir fotoğraf, vatandaşa “yasaklar sadece bizi mi bağlıyor” dedirtiyor. Bence kendimizi muaf tutacak ve uygulamayacağımız yasaklara hiç kapı aralamayalım ve yapamayacağımız şeyleri söylemeyelim. Çünkü bu durum devletle vatandaş arasında güven problemine yol açtığını düşünüyorum.   

*19/04/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

15 Nisan 2021 Perşembe

Ya Sabır!

—Ramazanla aran nasıl?

—Ramazan'ın ramazanla arası hiç olmadığı kadar iyidir. Ne açlık var ne de susuzluk. 

—Nasıl gidiyor, nasıl vakit geçiriyorsun? 

—Yeme ve içmeye vakit ayırmayınca iş yapmak için bolca zaman kalıyor. Yeter ki iş yapmak iste. İşimi yapıyorum. 

—Herhalde yürüyüş yapmıyorsundur. Ne de olsa ramazandayız. 

—Ramazan başta yürüyüş olmak üzere hiçbir şeye engel değildir. Yeter ki yürüyüşe vakit bulayım. Koyduğum hedefi ramazanda da yürüyorum. 

—Aç aç gitmez herhalde. 

—Niye gitmesin. Esas yürüyüş aç karna yapılan yürüyüştür. 

—Ramazanda çekilmez bir durumla karşılamıyor musun? 

—Var bir durum. 

—Nedir o?

—Biri beni kendi halime bırakmıyor. Ramazanı ağzımın tadıyla geçirmemi istemiyor. Günde günün belirli saatlerinde durmadan rahatsız ediyor. Nasıl anlatılır bilmem. Bildiğim, anamdan emdiğim sütü fitil fitil burnumdan getiriyor. 

—Ne yapıyor? 

—Ne yapmıyor ki... Kah whatsappla kah mesaj yoluyla mesaj bombardımanına tutuyor. 

—Ne gönderiyor? 

—Bana dönüp dönüp orucun önemini anlatan mesajlar gönderiyor. 

—Ne sakıncası var? Varsın göndersin. 

—Kardeşim, öneminden dolayı oruç tutan birine orucun öneminden bahsetmek abesle iştigaldir. Onun öneminden bahsettiği orucu, kendimi bildim bileli tutarım. İlla yapacaksa, bunu bana değil, oruç tutmayan birine yapmalı. 

—Tekrarın ne zararı var? 

—Zararı, kabak tadı vermesi. Faydadan hali bir durumdur bu. Bu, ders çalışan birine dersine çalış, demek gibi bir şey. 

—O zaman amacı ne bunun? 

—Amacını bilmem. Bildiğim, eli boş. Sabahtan akşama elinde telefon, kendinden bir şey koymadan kendisine geleni iletiyor. Kendisine geleni okuyor mu, çok emin değilim. Aklı sıra tebliğ yapıyor. İyilik yaptığını sanıyor. Aslında tereciye yere satıyor ve vakit geçiriyor. Keşke mesaj yönetimine önem verdiği kadar vaktini daha faydalı işlere ayırsa. 

—Mesela? 

—Onu ben bilemem. Yalnız dinden, oruçtan ne anlıyorsa onu yapsın. İşi varsa işini en iyi şekilde yapsın. Bunu da mı ben söyleyeyim. Ne yapacaksa yapsın ama beni rahat bıraksın. Beni bana bıraksın. Herhalde bu dünyaya dair tek görevi bana mesaj göndermek değildir. Diyelim ki kendisine vazife çıkardı. Mutlaka bana mesaj gönderecek. Günlük bir mesajla yetinsin. Sabahtan akşama aynı mesajı hem mesaj hem whatsapp yoluyla gönderip durmasın. Günde birkaç mesajın hangi birini yerine getireyim, öyle değil mi? En büyük endişem bu kadar mesajın ardından yani ev ödevinin ardından beni bir gün sınava tabi tutması. 

—O kadar da değil. Çok rahatsızsan engelle gitsin. 

—Onu da yaptım zamanın behrinde. Engellemek istedim. Telefonumun engelleme özelliği yokmuş. Kurtulmak için ihtiyaç yokken engelleme özelliği olan yeni bir telefon bile aldım. Epey böyle gitti. Epey de rahat ettim. Sonra telefonum yeni sürümlere uyumlu olmayınca yeni bir telefon daha aldım. Baktım, bizimki yine pes etmemiş, peşimde. Şimdilik sessize aldım. Beni rahatsız etmeden o, mesajlar göndermeye devam ediyor. O değilsen gelen önemli bir mesaj var mı diye göz gezdirince aynı kişiden gönderilen mesajların yığıldığını görüyorum. Belki önemli bir şey vardır bu sefer diyorum. Açıyorum mesajlarını. Kırk yıllık kani, değişir mi? Aynı yol, yöntem ve içerikle yine iş başında bizim bu davetsiz misafir. 

—Bu durumda ne yapmayı düşünüyorsun? 

—Dört gözle ramazanın bitmesini bekliyorum. Belki bayram gelince bayram ederim diye düşünüyorum. Allah başka keder vermesin ama bıktırdı, bezdirdi, illallah dedirtti. Neredesin insaf, feraset, basiret diyorum ve fesübhanallah diyorum, ya sabır çekiyorum. Bana bu mesajların tek katkısı da bu. Sanırım onun istediği de bu: Ağzımı duaya alıştırmak. Görüyorum ki bir yerlerde bir samimiyet eksiğim olmalı ki duam kabul olmuyor ve bizimki hala peşimde. 

—Senin için ne yapabilirim? 

—Benim için bir iyilik yapmak istiyorsan, senin telefonunu benim tebliğciye vereyim, sana da göndersin. O zaman beni daha iyi anlarsın. 

12 Nisan 2021 Pazartesi

Çatlattığı Ayın Düşman Çatlatan Cinsten *

Bir imamın ikinci defa cuma hutbesi dinledim ve ardında cuma namazı kıldım. İlkinde okuduğu hutbeyi öylesine dinlemiş olmalıyım ki pek dikkatimi çekmemişti. İkincisinde tam karşısında saf tutmuşum. O, hutbe irat ederken ben de can kulağıyla hem dinledim hem okuyuşuna hem de jest ve mimiklerini izledim. İzledikçe imama olan hayranlığım arttı. Hutbeyi irat ederken harf ve kelimeleri yutmadan tane tane telaffuz etmesi, yeri geldiği zaman bazı kelimelerde vurgu yapması, vurgu yaparken söylediği kelime ve cümleye uygun bir şekilde sağ elini sağa, sola, aşağı ve yukarıya doğru oynatması, elindeki metnin cümlesine bakar bakmaz cemaate göz gezdirerek cümleyi devam ettirmesi takdire şayandı. Biraz ders alırsa bu genç imamın iyi bir hatip olacağına dair kanaatim pekişti.

Her ne kadar önemli olan içerik olsa da bu içeriği sunmak ve dinleyicilere dinlettirmek de bir o kadar önemlidir. Çünkü satıcılık da ayrı bir sanattır. Nice önemli konular, kötü satıcıların elinde heba olurken nice önemsiz konular satıcı sayesinde etkili olabiliyor.

Arkasında cuma kıldığım hatibin, hitabeti mükemmel miydi? Hangi birimiz mükemmeliz ki bu imam da mükemmel olsun. Her hatipte, konuşanda ve çoğu din görevlilerinde olan eksiklik bu görevlide de vardı. Kendim iyi bir hatip olmasam da bir izleyici ve dinleyici olarak bu eksikliklere işaret etmek istiyorum.

Eksikliklere işaret etmeden önce hutbe ve hatibin tanımına yer vermek istiyorum. Hutbe, "Bir topluluk karşısında yapılan etkileyici konuşma" anlamına gelmektedir. Dinî literatürde, başta cuma ve bayram namazları olmak üzere belirli ibadetlerin icrası esnasında gerçekleşen, genelde vaaz ve nasihati içeren konuşmayı ifade eder. Konuşmayı yapan kimseye de hatip denir.

Hatibin irat ettiği Türkçe kısmında pek sorun yoktu. Yukarıda da değindiğim gibi Türkçe metnine daha önce çalışmış, neredeyse metni ezberleme noktasına gelmiş. Zaten bundandır ki teklemeden ve kekelemeden sanki irticalen konuşuyormuş gibi yarı kağıttan yarı metinden, bir insicam içerisinde okudu. Tespit ettiğim hatalar çoğu imamın yaptığı gibi Arapça okuduğu kısımlardaydı.

Nedense çoğu imamımız Arapça metni görünce hatipliği unutuyor sanki Kur’an okur moduna geçiyor. Sanırsın ki cemaate aşırı şerif okuyor. Kur’an okurken uygulanması gereken tecvit kaideleri olan ihfa ve idgamları usulüne uygun yapıyor. Uzatma işaretleri meddi tabii ve daha fazla uzatılması gerekenleri dört elif miktarı çekiyor. Dat harfini çıkarırken harfin mahrecinden hiç ödün vermiyor. Hele bir ayın çatlatışı var ki düşman çatlatan cinsten. Yani hutbenin Arapça kısımlarını Kur’an okur gibi tecvit kurallarından taviz vermeden okuyor. Halbuki metin Arapça da olsa irat ettiği metin bir hutbe metnidir. Mahreçlerine dikkat etse bile ihfa ve idgama yer vermemeli diye düşünüyorum. Hutbenin Türkçe kısmını nasıl hitap eder gibi okuyorsa Arapça kısımlarını da hitap eder gibi irat etmeliydi.

İmamları özellikle ardında namaz kıldığım imamı, okuduğu hutbe üzerinden yaptığım eleştirileri burada noktalıyorum. Son olarak imamın bir iyi yönüne daha değinip yazımı nihayete erdirmek istiyorum. Hutbeyi bitirirken bekledim ki bu hafta nereye yardım duyurusu yapacak ama yapmadı. Yani yardım talebinde bulunmadı. Bu da imama verdiğim artı puan oldu.

*26/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.