15 Şubat 2020 Cumartesi

Bir İnsan Müsveddesi *


Sosyal hayatın içinde daha önce tanışmadığınız bazı insanlarla, bir ortak tanıdığınız vasıtasıyla bir çay içimi kadar oturmuşluğunuz olur. Bu durumda ne yapılır? 

Tanışma faslından sonra birbirinize, tanışmanın memnuniyetini ifade eder, ortak tanıdıklarınız varsa onları gündeme getirir, daha iyi tanımak için sağdan soldan konu bulmaya çalışırsınız. Ya da gündeme dair konuşursunuz. Olması gereken de bu. Çünkü başka ortak noktanız yok. Yerini ve haddini bilenler böyle yapar. 

Her yeni tanıştığın böyle değildir elbet. Mevcut hali, ağırlığını ve değerini göstermiyorsa varlığını hissettirmeye çalışır. Geçmişte kiminle oturup kalktığını, kimle nasıl hovardalık yaptığını, kimlerle aşık attığını -sanki soran ve merak eden varmış gibi- anlatmaya başlar. Demek istediği “Bakmayın siz benim bugünkü halime! Beni yaşlanmış ve bir ayağı çukurda görüyor olabilirsiniz. Ben gençliğimde böyle değildim. Şunları şunları yaptım.” dercesine ne kadar kirli çamaşırı varsa bir marifetmiş gibi anlatır. 

Bugün böyle biriyle tanıştım. Bana anlatmıyor herzelerini, tanıdığıma anlatıyor. Ama aynı ortamda olduğum için maalesef dinlemek zorunda kaldım ve bu insan müsveddesi bu tipten tiksindim. Kahvemi içer içmez, tanıdığımdan müsaade alıp çıktım. Çünkü o değilden dinlediklerim tiksinti vermeyecek gibi değil.  Okuduğu okulu söylesem nutkunuz tutulur. Olur mu öyle şey dersiniz. Demek ki okuduğu okul kendisine bir şey vermemiş. Adamın mayası bozuk ise okul ne yapsın? Bu arada profiline baktım ayrıldıktan sonra. Profilinde din, iman, bayrak, hac, umre vb. konularda ne ararsan var ve her konuda bir güzel döktürmüş. Sayfası tam bir dürüstlük abidesi anlayacağınız.

Bir insanın geçmişi pislik içerisinde geçmiş, her türlü melaneti işlemiş, harama uçkur salmış olabilir. Burada ayıp olan, geçmiş pisliklerini utanmadan anlatmasıdır. Demek ki ar damarının çatlaması böyle bir şey olsa gerek. Yaptığı haramdır, günahtır demeyeceğim. Çünkü bu kavramlara riayet etmeden yaşamış belli. Zaten fayda da etmez böylesine. Allah korkusu olmayan bu tip, haliyle kuldan da utanmıyor. Geçmişe dair bir özeleştiri yapsa, pişmanlık duysa eh diyeceğim. Keşke karşımda sussaydı da kendisini adam sansaydım ya da ağızlarda bir fermuar olsaydı da ağzını kapatsaydım böylesi insan müsveddelerinin. Böyleleri için Allah ıslah etsin, bunları bildiği gibi yapsın, bunlara fırsat vermesin diyeceğim. Öbür dünyası berbat olacak böyleleri, dünyada çekebildikleri kadar çeksinler ve ölümleri de beter olsun.

Bilmeyenler için burada bir ayet mealini hatırlatayım: "Allah, zulme uğrayanlar dışında, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Allah işitendir, bilendir." (Nisa 148)

*17/02/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


14 Şubat 2020 Cuma

"Muhtelif Cami ve Kur'an Kursları" ***

Mehmet Görmez'in Diyanet İşleri Başkanlığı döneminde hazırlanan hutbeler, cami cemaatinin daha bir ilgisini çekiyor ve gündem oluşturuyordu. Çünkü hutbeler daha bir özenle hazırlanıyordu. Görmez zamanında dikkat çeken bir başka husus, cuma namazından sonra yardım toplanmasına bir sınırlama getirilmesi olmuştu. Camilerde kolay kolay para toplanmıyordu. Görmez’in ardından Başkanlığa oturan Sayın Ali Erbaş döneminde hazırlanan hutbeler ise çok ilgi çekmez oldu. Çünkü okunan hutbeler, Görmez öncesini andırmaya başladı. Yine Sayın Ali Erbaş ile birlikte camilerde yeniden para toplanır oldu. Demek ki her başkanın öncelikleri farklı olabiliyor.

Cuma namazının ardından değişik adlar altında toplanan yardımların en dikkat çekeni ve en sık yapılanı “Yapımı devam etmekte olan muhtelif cami ve Kur’an Kursları inşaatlarına yardım toplanacaktır.” duyurusu. Cami, Kur’an Kursları buna bir de İmam Hatip okullarını ekleyelim. Bunlar dindar ve mütedeyyin insanların yumuşak karnıdır. Çok yakın zamanlara gelinceye kadar devlet bu kurumlara soğuk bakmış, yapımına öncülük yapmamıştır. Nereye bir cami, Kur’an Kursu ve İHL yapılması gerekiyorsa vatandaş bunu boynunun borcu bilmiş, toplanan yardımlar ve yardımseverlerin katkılarıyla bu kurumlara ait inşaatlar yapılmıştır. İhtiyaç olursa bizim insanımız bugün de bu dini kurumları yapar, devlete teslim eder.

Camilerde cami ve Kuran Kurslarına yardım toplanırken cami ve Kur'an Kursu adı zikredilmeyip "muhtelif" dendiğine göre demek ki birden çok yerde cami ve Kur'an Kursu yapımı devam etmektedir. Diyanetin 2019 istatistiğine göre Türkiye'de 84 bin 684 cami var. Nüfusu 83 milyon olan Türkiye'de yaşayan herkesi Müslüman kabul eder, çoluk çocuk herkesin camiye gittiği farz edilirse 980 kişiye bir cami düşüyor. Belli muhitlerde bulunan bazı camiler dışında çoğu camilerimizde cemaat yoğunluğu yok denecek kadar az. Nüfus yoğunluğu ve imara açılan yeni yerleşim yerleri dikkate alınırsa yeni camilere ihtiyaç olabilir diyelim.

Burada üzerinde durulması gereken yeni Kur'an Kursuna ihtiyaç var mı? Bildiğim kadarıyla 8 yıllık zorunlu öğretimle birlikte Kur'an Kursları bir darbe yedi. 12 yıllık zorunlu öğretimle beraber kapanmanın eşiğine geldi. Doluluk oranı yüzde yüze yakın Kur'an Kursları 4-6 yaş arasındaki çocuklara hitap eden kurslardır. Diğer Kur'an Kursu binaları yılda iki ay, yaz dönemi hariç öğrenci bulamıyor. Hafızlık yapan az sayıda Kur'an Kursunun dışında çoğu Kur'an Kursu atıl durumda.  Yeni Kurs binası yapmaktansa öncelikle bu binaları değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Hatta yeni kurs binası yapmaktansa beş vakit namazın dışında camiler kurs binası olarak kullanılabilir. Camilere masa, sandalye konamaz denirse müftülük talep ettiği takdirde Milli Eğitime bağlı okullarda da kurs açılabiliyor.

Anlatmak istediğim başta Diyanet olmak üzere dindar ve mütedeyyin insanlar hem cami hem de Kur'an kursu binası inşaatı yapma konusunda biraz soluklanmalılar, müteahhitlik işlerini terk etmeliler. Mevcut cami ve Kur'an Kurslarından azami ölçüde faydalanma yoluna gitmeliler. Aynı muhitteki bir cami ve Kur'an Kursu doldurulmadan yakın mesafeye ihtiyaç var diye cami ve Kur'an Kursu yapılmamalıdır. 


Bazılarınız bana kızacaktır ama yürüme mesafesinde birbirine yakın o kadar cami var ki hepsinin cemaatini toplasanız bir camiyi doldurmaz. Kur'an Kursları hakeza. Ben bu durumu israf olarak görüyorum. Lütfen israf deyince aklımıza sadece ekmek israfı gelmesin. Haddinden fazla cami ve Kur'an Kursu yapılması da bir o kadar israftır. Diyanetin ve taşra teşkilatlarının cami ve kurs yapımında mutlaka bir planlama yapması uygun olacaktır diye düşünüyorum.

***15/02/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.





12 Şubat 2020 Çarşamba

Dış Politika Hamaset Götürmez ***

Bazı değerler vardır ki çağlar geçse de değerinden bir şey kaybetmez: Vatan, millet, bayrak, din bunlardan bazılarıdır. Vatan bölünmez, millet parçalanamaz, bayrak gönderden inmez, din tartışma konusu edilmez. Bunlar bizim milli ve manevi değerlerimizdir. Yerinde, zamanında, ve kıvamında kullanıldığı, iç ve dış siyasi malzeme yapılmadığı takdirde her zaman işe yarar. Uğrunda ölünür, bedeller ödenir.

Bir milleti millet yapan milli ve manevi değerlerimizin çiğnenmemesi, ayaklar altına alınmaması olmazsa olmazımızdır. Buna kırmızıçizgimiz de diyebiliriz. Bu değerler iç politika malzemesi yapılamaz. Bu değerlerin gözden düşmemesi ve topyekûn bir milletin bu değerler altında toplanması için yeri geldiği zaman hamasete de ihtiyaç vardır. Hamaset yapmak suretiyle kitleleri arkamızda sürükleyebiliriz. Ama hamaset bir yere kadardır. Fazlası bize zarar da verebilir. Çünkü hamaset bir şeyi, bir mevzii kazanmak için tek başına yeterli değildir. Özellikle dış politikada hamasete yer yoktur. Ayaklar yere basılarak siyaset yapılır. Ayaklar havada iken yapılan siyaset ile her defasında sadece havamızı alırız. Havamızı almakla kalmayız, bedelleri de ağır olur. Hamasetin en büyüğünü ve fazlasını Osmanlı’yı I.Dünya Savaşına sokan Talat, Enver ve Cemal paşalar yapmıştır.  

Dış politikada yapacağın hamle kadar rakiplerinin hamle ve taktiklerini de sonuçları itibariyle göz önünde bulundurmak gerek. Çünkü dış politikada tek doğru yoktur. Doğruya ve sonuca giden birden fazla yollar vardır. Bu yüzden tek hamle ile yola çıkılmaz. Bir taktiğimiz işe yaramazsa diğerini devreye sokarız veya revize ederiz. Baştan “Bu bizim kırmızıçizgimizdir” denerek kestirip atılırsa hamlemiz ölü doğar, pazarlık konusu edilmez, masadan elimiz boş kalkarız.

İnsanların birbirine dostluğu olur ama ülkelerin dostluğu olmaz. Ülke devlet başkanlarından da dost olmaz. Varsa da çıkarı sona erinceye kadardır. Çünkü dış politikada kazan-kazan prensibi işler.

Devletlerarası oluşturulan masalarda güçlü olabilmek, yumruğunu masaya vurabilmek için oyun kurucu olmak gerekiyor. Ekonomide dışa bağımlı isen, savunma ve harp sanayin başka ülkelerin ürettiğine dayalı ise asla oyun kurucu olamazsın. Bu masada yer verirlerse bilelim ki bu masanın en zayıf halkasıyız. Zayıf halkalar pastadan pay alamazlar. Buradan sadece iş yükü çıkar. Her yönüyle dışa bağımlı bir ülke, ben oyun kurucu olacağım veya oyun kurucuyum diyorsa sadece kendini kandırmış olur.

Dış politikada ve masalarda elimizin güçlü olmasında tüm yetki ve sorumluluğun tek elde toplanmaması esas olmalıdır. Aldım, verdim demek devlet aklına uymaz. Alınan kararların ve yapılan görüşmelerin kabul veya reddi için belirli kurum ve kurullara, Meclise topu atmak, sorumluluğu paylaştırmak pazarlığı kızıştırır ve zaman kazandırır. ABD’yi büyük yapan ve güçlü kılan belki de budur. Başkanları ne zaman sıkışsa senatolarını devreye sokar: Bak, ben senin istediğini kabul ediyorum ama senatomuz reddetti, gerekçesinin arkasına sığınır.

Dış politikanın iç politikaya etkisi ve katkısı vardır ama asla dış politika iç siyaset malzemesi yapılmaz. Hele başka ülke, meydanlarda ve ekran karşısında kıyasıya eleştirilemez. Çünkü insanların kadar ülkelerin de onurları vardır.  Bu şekil eleştiri ile olacak işimiz de olmaz. Dış politikada biraz ketum olmak iyidir. Ulu orta her yerde konuşulmaz. Susacaksın ki rakiplerin ne yapacak diye merak edecek…  

Dış politikada kızgınlığa, meydan okumaya ve duygusallığa da yer yoktur. Kızan kızdığıyla, meydan okuyan meydan okumayla kalır. Duygusallık sağlıklı adım atmanın önünde en büyük engeldir. Soğukkanlılık esas olmalıdır.

İç politikada kazanmak için nasıl ki ittifaklara yer veriliyorsa aynı ittifak dış politikada da geçerli olur. Çıkarı örtüşen ülkelerle masalara güçlü oturmak ve işbirliği yapmak gerekir, başına buyruk hareket edilmez. Öyle ittifaklar yapılmalı ki bir cephede başka ülke ile diğer cephede veya masada başka ülke ile olabilmeli gerekirse…

***18/02/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.