15 Ekim 2019 Salı

Suçluyla Mücadele Kadar Suç ile de Mücadele Etmek

İslam hukukunda çok hoşuma giden iki terim var. Bunlar: Fethu'z zerai ve seddu'z zerai. Fethu'z zerai, helale giden yolların açılması, seddü'z zerai ise harama giden yolların tıkanması demektir kısaca.

Bu iki terim genel geçer, her devirde ve her ortamda uygulanabilir. Yeter ki bu iki formülü hayatımıza uygulayabilelim. Uygulayabiliyor muyuz? Maalesef hayır. Zaten uygulayabilmiş olsak bugünkü kötülüklerin birçoğu olmaz. Bu iki terimi aslında devletler uygulamalıdır. Fakat devletler bir sorunu kökten çözme yoluna gitmiyor, pansuman tedbirlerle işi geçiştirmeye çalışıyor. Biraz açarsak devlet bir suç oluştuğu zaman harekete geçiyor ve suçlunun peşine düşüyor. Bu, bataklığı kurutma yerine sivri sinekle uğraşmaktır. Halbuki yapılması gereken suçu ortaya çıkaran sebeplerin üzerine eğilerek suç ile mücadele edilmesidir. Mesela içkinin üretilmesine izin veriliyor, satışına ses çıkarılmıyor, içkili yerlerin açılmasına ruhsat veriliyor. Ardından trafikte sarhoş avına çıkılıyor. Sigara için aynı şeyi söyleyebiliriz. Tütün ektiriliyor, sigara imal ettiriliyor, üzerine "Sigara sağlığa zararlıdır" yazdırılıyor, bakkal ve marketlerde satışına izin veriliyor. Sonra da şurada içemezsin, burada içemezsin yasakları konuyor. Bir de Yeşilay gibi dernekler vasıtasıyla içki ve sigara gibi zararlı alışkanlıklarla mücadele yolu seçiliyor. Eğer bu meselelerde samimiyet veya kökten çözüm isteniyorsa içki üretimine ve tütün ekimine yasak koyar, ithalatına da izin vermezsin, olur biter. Buna rağmen insanlar bir yol ile içki veya sigara bulup içme yoluna giderlerse gerekli caydırıcı cezayı verirsin.

Suç ile mücadelede de aynı yöntem etkili olur. Bir ülkede hırsızlık varsa hırsızla mücadeleden önce hırsızlığı ortaya çıkaran sebepleri yok etmek için uğraşmak gerekir. Bunun için ülkedeki sosyal adalet dengesini sağlamalı, işsiz insana iş bulmalı veya iş vermeli.

Fethu zerai kuralına gelince bu da hayır ve iyiliğin önündeki engelleri açmak demektir. Meşru bir işin var, fakat önüne engeller çıkarılıyor. Mesela hacca gitmek istiyorsun, yolda yol kesiciler. Geçişine izin vermiyorlar. Senden rüşvet istiyorlar. Ya üç da gitmeyip geri dönüp geleceksin ya da rüşveti verip yoluna devam edeceksin.

Gördüğünüz gibi bu iki kuralın biri lerde fren, diğeri de hayra kapı oluyor. Umarım yanlış anlatmamışımdır.

Kimlerin Görüşlerini Hesaba Katarım/Katmam?

Gece-gündüz, iki lafından biri birini öven, övdüğü kişiye toz kondurmayan, hatasını söylemeyen kişilerin görüşlerine hiç değer vermem. Zorunlu olmadıkça da dinlemem.

Sürekli başkasını kötüleyen, eleştiren, onun iyi yönlerini görmeyen, yaptığın iyi bir şeye bile bahane ve gerekçe üreten kişilere de aynı şekil saygı duymam, görüşlerine değer vermem. 

Kendisi ve sevdiği kişi veya grupla ilgili bir öz eleştiri yapmayan, aklını ve iradesini kullanmayan kişilerin görüşlerine de hakeza kapalıyım.

Bu saydığım üç grup insan başka fikirlere ve kişilere kulaklarını tıkamış kişilerdir. Hayata at gözlüğüyle bakarlar. Ön yargılı ve peşin hükümlü kişilerdir. Nazarımda bir saygınlıkları yoktur. Yanlarında hiç olmasam bir kaybım olmaz. Benim onlara, onların da bana verebilecekleri bir şeyleri yoktur.

İnsanlarla ilişkisi menfaat ilişkisine dayanır. Menfaati yoksa parmağını oynatmaz. Makam ve şöhret sahiplerine yaltaklanır durur. Beklentisi yüksektir. Göze girmeye çalışır. 

Çok konuşan, sözü kimseye kaptırmayan, her konuda sorulmadığı halde görüşünü söyleyen, başkasını dinlemeyen kişilerin dili açık, kulakları kapalıdır. Boş tenekedir bunlar.

Haklı olduğunu bildiği halde sesini çıkarmayan ve renk vermek istemeyip sessizliğe bürünen kişiler, cenazene katılması aleyhine olduğunu bilse cenazene bile katılmazlar.

Sadece kendi görüşünü doğru kabul eden, muhataplarına tepeden bakan, onlara değer vermeyen kişinin önce kendisine hayrı olması gerekir.

Her gün bir ekranda aynı görüşlerini açıklamaktan başka bir iş yapmayan, diğer katılımcıların sözlerinin arasına giren ekran budalası kişiler, sadece ekranda kalabalık ederler. Başka da verebilecekleri bir şeyleri yoktur. Çünkü bu tipler gece boyunca tv ekranında olur, sabaha doğru evine gider, öğleye kadar yatar. Öğleden sonra işine gider, işinde öylesine görünen bu tipler akşama doğru esas işi olan ekrana çıkmaya hazırlık yapar.

Kimlerin görüşünü hesaba katarım? Bir gruba, partiye ait olduğu halde objektif tespit yapmaktan kaçınmayan; doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilen, bir şeyleri kapatmaya çalışmayan, bir makam veya mevki beklentisi olmayan kişilerin görüşlerine değer veririm. Bu tipler mevcut durumun bir fotoğrafını çektikten sonra nasıl olması gerektiği konusunda yol gösterici görevinde bulunurlar. Sayıları da pek az.

Kim Tutar Bakan Zümrüt'ü? ***


Gazetelerde yer alan "Çalışan annelere 650 TL destek" haber başlığını görünce sanırsınız ki çalışan tüm annelere bu destek verilecek. Haberin içeriğine bakınca "Ankara, Antalya, Bursa, Elazığ, İstanbul, İzmir ve Malatya illerini kapsayan sigortalı çalışan, çocuğu 0-60 ay arasında olan ve çocuğunu Bakanlığa bağlı kreş, anaokulu veya gündüz bakımevine gönderen annelere 24 ay boyunca 650 liralık maddi destek verileceği" anlaşılmaktadır. "Kurumsal Çocuk Bakım Hizmetleri Yoluyla Kadın İstihdamının Desteklenmesi Projesi" gereğince mali destekten yararlanmaya hak kazanan 13 bin anneye de tek seferlik kırtasiye yardımı yapılacakmış. SGK tarafından uygulanacak bu projenin maliyetinin 169 milyon lirayı bulacağını açıklamış Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Sayın Selçuk.

Ne diyelim? Öncelikle hayırlı olsun demek düşer bize. Babaanneye verilen toruna bakma maaşından sonra Sayın Bakan, aileyi koruma ve kadınları istihdama yöneltme projesini bir adım daha ileriye taşımış oldu.

Merak ettiğim, niçin sadece yedi ili kapsıyor bu proje? Seçilen illerde nüfus azalması var da verilecek 650 liralık destekle buralardaki çocuk nüfusu artırılmaya mı çalışıyor? Madem kadının çalışmasına destek verilecek, niçin 81 vilayet yok bu işin içerisinde? Sonra kim 650 lira için çocuk düşünür?  Ayrıca niçin çalışan işçi kadın? Memurları niçin kapsamıyor bu proje? Onların ki çalışma sayılmıyor mu?

Bakandır, bakar; nereye, nasıl ihtiyaç vardır, tespitini yapar ve bir projeyle oralara destek verir. Sonra bize ne; nereye, kime ne kadar verileceği? Haklısınız, gözümüz yok. İstediği yere, istediği kadar versin. Bizi asla alakadar etmez ama izin verirseniz züğürt misali ağzımı yoracağım.

Öncelikle bu proje, Sayın Bakan'a ait bir proje mi yoksa AB delegasyonun dayattığı bir proje midir? Üzerime vazife değil ama mademki çalışanlar teşvik edilip desteklenecek. Ben olsam şu kişilere daha öncelik verirdim:
*Yüzde 14'lere ulaşan işsizlere kaydırırdım bu 650 lirayı. Çünkü çalışan anne ve babanın evine az veya çok bir, belki de iki maaş girerken işsiz insan tek maaştan mahrum.
*Çalışan anne veya babanın aldığı çocuk veya çalışmayan kadın için verilen sembolik eş yardımını sembolik olmaktan kurtarıp artırma yoluna giderdim.
*Bu parayı asgari ücretle çalışan işçilere yansıtır, maaşlarına ilave zam verdirme/verme yoluna giderdim.
*Aynı yıl kamu işçilerine ayrı, memurlara ayrı zam oranı vermez. Her İkisine de dengeli bir zam oranı yansıtarak işçi-memur arasında ayrım yapmaz ve konuyu Kamu Hakem Kuruluna taşımazdım.
*Küçük bir kesimin sempatisini kazanma yerine, bu parayı daha geniş kesimlere yayarak daha fazla kişinin sempatisini kazanma ve hayır duasını alma yoluna giderdim. 

Anladığım kadarıyla Sayın Bakan, zam görüşmesindeki uzlaşmaz ve tavizsiz tavrını daha fazla kesimin sempatisini kazanmama  yolunda da devam ettiriyor. Bu konuda istikrar abidesi dense yeridir. Gördüğünüz gibi Bakanın daha geniş kesimler tarafından sempati kazanması derdi de bana düştü. 

***22/10/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.