1 Ağustos 2019 Perşembe

Aklı Olan Bu Kaleye Çıkmasın!

Düşmanın bile çıkmaya cesaret edemediği 701 basamaklı Afyonkarahisar Kalesine çıktım. Düşman, orada yaşayabilirseniz aşk olsun size demiş olmalı. 

Kaleye çıkarken az sayıda meraklılar gördüm. Emekleyen bir kadın da vardı. Sere serpe serpilmiş her biri. Beni gören moral buldu. Dede çıkarsa biz hayli hayli çıkarız dediler. Önlü, arkalı çıktık hep birlikte. Bayrağa ulaşan on beş kadar kişiydik. Gelin hep birlikte bir fotoğraf çekinelim. Toplam on beş kişiyiz deriz dedim. Gülmekle yetindiler. Bayrağın dışında kalede kare şeklinde bir su havuzu buldum. Birkaç da gözetleme kulesi. Zaten fazla da gözetleme kulesine ihtiyaç yok burada. Çünkü düşman, varsın burası fethedilmesin der, geri döner gider.

Kaleden ayağımın altında kalan Afyon'u çektim. Dağları delerek aşklarını ilan eden Ferhat ile Şirin misali aralarına kalp resmi yapılmış Meryem ile Sinan'ın aşkını gördüm. Az daha aşağıya geldiğimde "Kemal, seni seviyorum. Sibel" yazısını gördüm. Az daha aşağıya indiğimde "Batsın bu dünya" yazısını nakşetmişler taşa. Sanırım kalede aşklarını ilan edenler inişte dünyayı batırmaya yeltenmiş olmalılar.

İnişim esnasında kalenin zirvesine çıkmaya çalışanlara "Dönülmez bir yola girmişsiniz. Aklınız varsa dönün, Afyonluların bile hepsi çıkmamıştır" dedim. Ama kimseye dinletemedim. Hepsi benim gördüğümü görecek. Zaten insanın başına gelen hep meraktan değil mi?

İnişim esnasında çıkmaya çalışan birine "Kardeş, çıkma! Gel bu sevdadan vazgeç" dedim. Kendinden emin bir şekilde "Çıkacağım. Ben hep çıkarım" dedi. Kaç defa çıktın bugüne kadar dedim. "Yüz olmuştur" dedi. Benim gibi ilk çıkanlarda akıl noksanlığı, bunda akıl fazlalığı var dedim içimden. Kütahya'dan geliyormuş bir de. Aklından zoru var gayri, belli.

Kale deyip de geçmeyin. Dimdik bir kale. Çık çık bitmiyor. Ayaklarına kara sular iniyor. Dile kolay 701 basamak. Bir de her bir basamağın iki adım mesafede olduğu düşünülürse 1402 basamak demektir sadece çıkışı. Bunun bir de inişi var. Merak ediyorum, Hititler'den kalma bu kaleyi düşman kuşatıp çıkmaya yeltenmiş midir? Sanmam. 

Neyse merakımı giderdim. Bir güzel terlemiş oldum. Yarım saatte çıkıp yarım saatte indim. 

Tüm bunları niçin mi yazdım? Kaleyi tanıttım size. Olur ya bir gün yolunuz Afyonkarahisar'a düşer. Burada bir kale varmış deyip tırmanmaya yeltenirsiniz. Ben çektim, siz bari çekmeyin istedim. (Gerçi bu yolculuğuma 17 yaşındaki fidan gibi oğlumu da alet ettim. Çocuğun neredeyse tarihe olan sevgisi de yok olacaktı.) Afyon'a geldim, bir yerleri göreyim diyorsanız hemen karşısında Selçuklulardan kalma Ulu Camii var. Mis gibi. Görülmeye değer. Her yeri ahşap. Camide 40 sütun var. İçi loş ve serin. Gerçi koca cami öğle namazında bir safı dolduramadık ama olsun. Ölmez eser.

Ben devletin yerinde olsam, cezaevlerinde yatan suçlularla ilgili bir proje geliştiririm. Bunları günde üç dört defa bu kaleye çıkarır, indiririm. Bak bakalım, bir daha suç işleyebilirler mi? Başlarına da bu kaleye yüz defa çıkan Kütahyalı'yı koyarım. Suç oranları düşer, hapishaneler boşalır. Buyrun size suçluyla mücadele yolu. Var mı ötesi?

Çoğumuz Birbirimizin Kopyasıyız *

Eskiden bir reklam vardı "Yok aslında birbirimizden farkımız. Ama biz Osmanlı bankasıyız" diye. İnancı ve düşüncesi ne olursa olsun bu ülkede yaşayanlar olarak birbirimizin kopyasıyız. Çünkü üzüm üzüme baka baka kararır. Her kesimde istisnalar vardır. Ama çoğunluk psikolojisi içerisinde yok hükmündedirler. Zaten böylesi istisna kişiler etkili ve yetkili yerlerde tutunamazlar. Çünkü durdurmazlar. 

Bu kısa açıklamadan sonra tıpatıp benzeyen yönlerimizin bir kısmını maddeleştirelim. Göreceksiniz ki sadece Osmanlı Bankası gibi isimlerimiz farklıdır.
*Kibirli değilim deriz ama kendimizden başka kimseyi kolay kolay beğenmeyiz.
*Toptancılıkta üstümüze yoktur. Linç girişiminde hakeza…
*Bütüne bakmayız. Parçadan bütüne gider ve bir çıkarımda bulunuruz.
*İyi birer niyet okuyucusuyuz.
*Çok dürüst olmasak da dürüst geçinmeyi ve görünmeyi çok severiz.
*Nerede bir dürüst varsa sorumlu bir makamda değildir. İmkanı olmayan herkes dürüsttür.
*Pire için yorgan yakarız.
*Sevdiğimizi ölümüne sever, nefret ettiğimizden de ölümüne nefret ederiz.
*Hiçbirimizde eleştiri kültürü gelişmemiştir. Eleştiri başkasına yapıldığı zaman hoşlanırız.
*Ben dobra bir insanım deriz. Fakat çoğu farklı yönlerimizi gizleriz.
*Bir yere getirildiğimiz zaman hak yerini buldu, emanet ehline verildi deriz. Görevden alınınca bana haksızlık yapıldı deriz.
*Hepimiz ülkeyi diğer kesime bırakılmayacak kadar severiz. Ülkeyi onlardan kurtarmaya çalışırız. 
*Yerleşmiş kurum kültürünü sevmeyiz. Her şeyimiz kişilere endekslidir. Varsa yoksa kişi…
*Bir yerin içine etsek de kolay kolay istifa yolunu seçmeyiz. Çünkü suçlu biz değiliz. Hep başkasıdır.
*Fırsatını bulan, gücü ele geçiren her kesimin ilk yaptığı iş kadrolaşmadır. Herkesin ağzından düşürmediği ehliyet ve liyakat birer edebiyattan ibarettir.
*Kadrolaşana kızar, ayıplar, eleştiririz. Elimize imkan geçti mi aynısından biz de geçeriz.
*İncinir, kırılırız. Elimize fırsat geçti mi incitir, kırarız. Bu konuda kısas sahibiyiz.
*Zayıfsak alttan alır, bir uzlaşı ararız. Gücü ele geçirince tepeden bakarız.
*Okumuşsak okul hayatında kopya çekmeyenimiz bir elin parmaklarını geçmez.
*Karşıt kesimlerin birbirine güveni yoktur. İlişkilerimiz güvensizlik üzerine yürür. Herkes kendi kesimine çok güvenir, en büyük darbeyi de kendi kesiminden yer.
*İtiraza mahal yoktur. İtaat kültürüne tabiyiz. Yoksa dışlanırız.
*Partiler yasasını değiştirmeyiz. Çünkü işimize gelmez.
*İstişare acizliktir bizde. Hayalimizde tek adam olma vardır.
*Elin gözündeki çöpü görür, kendi gözümüzdeki merteği görmeyiz.
*Torpil, adam kayırma, adamını bulma tam bizim işimiz. Yaparken de kılıfına uydururuz.
*Her şeye bir mazeret ve kılıfımız hazırdır.
*Güçlüye boynumuz kıldan incedir. Zayıfa aslan kesiliriz.
*Çok konuşur, az iş yaparız.
*Hepimiz iyi bir siyasetçi, iyi bir öğretmen, iyi bir doktoruz. Ülke meselelerini çözmede, eğitim ve öğretim işlerini halletmede, hastalık durumlarını tedavi etmede üstümüze yok. İşi, uzmanına bırakmayız. Çünkü beğenmeyiz. Önerilerimiz pek çoktur.
*Her konuda olur olmaz fikrimizi söyleriz. Sanki soran var gibi!
*Sevgi ve nefretimiz önyargıya dayalı.
*Aynı dili konuşuruz ama anlaşamayız. Sorunlarımızı şiddete başvurarak çözmeye çalışırken sorun üretiriz. Şiddete karşıyız ama sorunlarımızı şiddete başvurarak çözmeye çalışırız.
*Sorun üretmede seri üretim yapan bir fabrika gibiyiz. Belki de sürekli ürettiğimiz tek şey budur.

Yetmez mi bu kadarı? Say say bitmez birbirimize benzerliğimiz. Ne de olsa Osmanlı Bankasıyız.

* 27/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




31 Temmuz 2019 Çarşamba

Ahbap-Çavuş İlişkisinin Neresindeyiz? *

Eşimizi, dostumuzu, akrabamızı, çoluk çocuğumuzu kötülüklere karşı koruyup kollamak güzel… Bu, aynı zamanda bir sılayı rahimdir. Buna kimsenin bir itirazı olmaz. Esas itiraz kamuya eleman alımında, yüksek bir göreve atama yapıldığında bizim sorunumuz başlıyor. Çünkü bu tür atamalarda oturmuş bir kültür ve kriterimiz yok. Çoğu atamalara yakın ve tanıdıklarımızı atıyoruz. Yani gözetiyoruz. Oğul, gelin, kardeş, damat, yeğen, hemşeri vs. Sırayla nasiplenir atamalarımızdan. Halkın ve kamuoyunun itirazı da buna.

Kim yapıyor bu tür atamaları? Hemen hemen hepimiz. Yeter ki kendimiz etkili ve yetkili bir makama gelelim. Hemen o makamı veya makamdan aldığımız gücü ahbap çavuş ilişkisine döndürürüz. Kazara  “ben liyakat ve ehliyete göre alım yapacağım” desen teşkilatın, eşin, dostun, seni oraya getirenler tarafından paylanırsın. Yani kimse bu konuda dürüst kalamaz.  Dürüst bırakmazlar. Tefe koyarlar. Biricik oğul ve damadını, kızını ve gelinini, kardeş ve yeğenini ve hemşerini almayacaksın da başkasını mı alacaksın? Sonra başkası bizimkilerden daha iyi mi yapacak? Ayrıca bunun ayıp bir tarafı yok ki. Bunu herkes yapıyor. Başkası yaparken iyi de biz yapınca mı kötü oluyor? Geç bunları! Onlar zamanında bizim çocukları aldı mı? Bizim çocuklar kendi gücümüzün olduğu dönemde de mağdur mu olacaklar? Basın, çevre birkaç gün yazar, çizer, konuşur. Sonra unutulur gider.

Mahalle baskısına dayanamayıp hamili yakinim deyip işe almak zorunda kalırsın. Bir tanesini bu şekil alınca arkası gelir artık. İlkinde "Allah'ım! Günah yazma", sonrasında "yazarsan yaz" dersin. Çünkü geçer akçe bu. Yapmazsan istenmeyen adam ilan edilirsin.

Tüm bu yazdıklarımdan yakınları işe almayı sıcak ve makul gördüğüm anlaşılmasın. Maalesef ben kendimi bildim bileli bu işler hep böyle. Sağcısı da aynı, solcusu da aynı, dindarı da aynı, milliyetçisi de aynı... Hiçbirimizin şeceresi bu konuda temiz değildir. Hepimiz yaptık, yapıyoruz, yapacağız, yapacaklar. Dün biz yaptık, bugün başkası. Herkes bu tür alımlara kızıyor, köpürüyor. Bence hiç kızmaya hakkımız yok. Biz yaptık, başkası da yapacak. Çünkü herkes görüp ayıpladığını yapar. Biz dün gördüğümüzü yaptık. Bugün de bizden gören yapıyor/yapacak.

Böyle gelmiş, böyle gitsin demiyorum. Mutlaka bir dur demek lazım. Öncelikle siyasiler bu konuda samimi olmalı. Bir araya gelip etik alım yasası çıkarmalı. Hiçbir siyasi şunu alın diye kartını göndermemeli. Hangi kuruma nasıl birinin alınacağı objektif kriterlere bağlanmalı ve bu kriterler kolay kolay değişmemeli. Birbirimizin hakkını yediğimiz bu torpil kapısı kapanmalı. Kim bir yakınını veya liyakate uygun olmayan birini aldı mı müstafi sayılmalı ve hakkında suç duyurusunda bulunulmalı ve cezasını çekmeli. Yapılan atama da iptal edilmeli.

Herkes var mı bu işe? Sözde hepimiz varız. Ya özde? Sanırım hepimiz sınıfta kalırız. Allah bizim hayrımızı versin, bildiği gibi yapsın.

Sahi, kamuya alımlarda böyleyiz de tarikat ve cemaatlerde durum nasıl? Maalesef oralarda da durum aynı… Yok aslında birbirimizden farkımız.

*24/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Linç Kampanyasında Kimse Elimize Su Dökemez ***

Adana'da çalışırken çalıştığım okula Musa isminde bir misyoner gelmiş. Müdür yardımcısı "Hocam, bir gelir misin" diye beni odasına çağırdı. Musa ile beni tanıştırdı.

Koreli olduğunu öğrendiğim, Türkçe bilen ve bizimle kendi dilimizden konuşan Musa'ya "Koreli olduğuna göre ya Konfüçyüs ya da Budist olmalısın. Nasıl Hıristiyan olduğunu sorduğumda bana "Evet, ben daha önce Konfüçyüs idim. Sonradan araştırarak Hıristiyanlığa geçtim." dedi. Neyini beğendin Hıristiyanlığın? İslam dinini de araştırdın mı dedim. "Araştırdım" dedi. İslam'ın neresini beğenmedin dediğimde bana "Muhammed'in çok evliliğini" dedi. Hz Muhammed'in niçin çok evlilik yaptığını, bu evliliklerin çoğu o günün şartlarında bir zorunluluktan kaynaklandığını, peygamberin eşi vefat etmiş bazı kadınları koruma ve kollama amaçlı evlendiğini, onun evliliklerinin birer şehvet evliliği olmadığını, Hz Muhammed 25 yaşında iken kendisinden yaşça çok büyük, daha önce iki evlilik yapmış, dul olan Hz Hatice ile vefatına kadar da tek evli kaldığını ve ondan 6 çocuğu olduğunu, Hz Hatice'nin vefatından sonra diğer evlilikleri yaptığını anlattım. Ardından çok evliliğin Arap toplumunda kadın ve erkek tarafından yadırganmadığını, hemen hemen tüm erkeklerin birden fazla evlilik yolunu tercih ettiklerini, çok evliliğin o devirde sadece Arap toplumunda yaygın olmadığını, diğer topluluklarda da var olduğunu, Hz İsa da uzun süre yaşamış olsaydı o da çok evlilik yolunu tercih edebileceğini söyledim. Anlattıklarıma biraz aklı yatar gibi oldu, makul gördü. Ama Musa, Türkiye'deki Müslümanları Hıristiyan yapmak için özel olarak hazırlanmış bir misyonerdi. Anlattıklarımı makul görse de -veya makul görür gibi davransa da- deruhte ettiği misyonunu terk etmesi mümkün değildi.

Çok evlilik meselesi ve Hz Muhammed'in birden çok evlenmesi konusunda Musa'ya söylediklerime yeniden bir göz atarsak defansa çekilip savunmacı bir yol izlediğim görülecektir. Çünkü 14 asır öncesi bir sosyal vakıayı günümüz gözüyle değerlendirmeye kalkarsak bundan başka bir yol aklımıza gelmiyor.

Çok evlilik günümüz Müslümanlarının yumuşak karnı. Bize vurmak isteyen buradan vurmaya çalışıyor.

Son günlerde gündem olan ve bir linç kampanyasına dönüştürülen Mustafa İslamoğlu da geçmiş bir ramazan programında Mehmet Okuyan ile birlikte Hz Muhammed'in çok evliliği üzerine görüşlerini açıklarken sarf ettiği bir cümle tüm okları üzerine çevirtti. Programda Sayın İslamoğlu Hz Hatice ile ilgili şu cümleleri sarf ediyor: "Şehvetine düşkünü bir yana bırak, birazcık şöyle kendisini ciddîye alan bir erkek, üstelik Mekke’nin yiğidi, Mekke’nin el-Emin’i, el üstünde tutuluyor, göz bebeği, Abdülmuttalib’in de göz bebeği, vârisi  gider de üç çocuklu, iki kocadan arta kalmış kırk yaşında bir dulu yirmi beş yaşındayken alır mı? " Burada tepki çeken cümle "Üç çocuklu, iki kocadan arta kalmış, kırk yaşında bir dul" sözü. Biri videonun başını ve sonunu kesmiş, sadece bu kısmı almış. Yedi dakikalık video izlendiğinde İslamoğlu'nun Hz Hatice ile ilgili öncesinde "İki evlilik geçirmiş, çocukları var, iki evliliğinden üç çocuğu var, kırk yaşında bir hanım" dediği görülecektir. Hatta saygı ifadesi olarak Hz Hatice demiştir, çoğumuzun dediği gibi.

Video baştan sona izlendiğinde İslamoğlu'nun, "Peygamberin çok evliliğini bir yere oturtmaya çalıştığını, peygamberin bu yaptığının şehvet evliliği olmadığını, bir şefkat evliliği olduğunu irticalen anlatmaya çalıştığı açık olmasına rağmen biz "arta kalan" kısmında takılıp kaldık. Arta kalan hoş bir ifade mi? Değil elbet. Zaten bu ifade kulak tırmalıyor. Ama videonun bütününü izlediğimizde, konuşmacının hakaret amacı taşımadığı net.

O zaman bu yaygara, linç girişimi neden? "Ameller niyetlere göredir" hadisine sığıyor mu bu yaptığımız? İslamoğlu'nu yargısız infaz yaparken yıllar öncesi bir videonun sadece 30 saniyelik kısmını servis eden kimsenin maksadını niçin sorgulamıyoruz? Belli ki bunu servis eden okların İslamoğlu'na çevrilmesini istemiş. Kimse, adamı buradan tebrik ediyorum. Fazlasıyla maksadına ulaştı. Herkes bu sözünden dolayı İslamoğlu'na veryansın ediyor. Linçtir bunun adı. Maalesef çoğumuz atladı. Linç girişiminde kimse elimize su dökemez. Yazıktır, ayıptır, yargısız infazdır yaptığımız. Amacımızın üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğu aşikardır.

Burada niyetim Mustafa İslamoğlu'nu savunmak değildir. Zaten onun savunucuları yeter de artar bile. Ama bu yaptığımızın birlik ve beraberliğimize, hoşgörü ortamına ve barış iklimine hiçbir faydası yoktur. Belli ki birileri İslamoğlu'nun biletini kesmek istiyor. Zaman zaman da bunun denemesini eski konuşmalarının önünü-arkasını keserek servis ediyorlar. Bence bu oyuna gelmemek lazım. Çünkü birileri bizimle oynuyor.

İslamoğlu'nu sever veya sevmezsiniz, görüş ve üslubuna katılır veya katılmazsınız (ki arta kalan” ifadesini tasvip etmiyorum. Ama bunun yolu bu şekil vurmak değildir. Biz bu şekil vurdukça İslamoğlu, görüşlerinden ve üslubundan vazgeçecek; doğru söylüyorsunuz, ben yanılmışım diyecek değildir. Biz kantarın topuzunu kaçırdıkça o ve sevenleri önce savunmaya, arkasından saldırıya geçebilir. Bırakalım İslamoğlu'nu kendi haline. İnanın gündem bile olmaz. Çok mu zor İslamoğlu'nun Hz Hatice hakkında maksadını aşacak şekilde söylediği sözünü tasvip etmiyoruz demek? Mustafa İslamoğlu da “İrticalen yaptığım bu konuşmada tartışmalara sebebiyet verdiğim ‘arta kalan’ ifademi onaylamıyorum, demeli.

Ne olur, oyuna gelmeyelim. Birbirimizi yaralamayalım. Safları birleştirelim.

***06/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

30 Temmuz 2019 Salı

Sonunda Kaplıcanın Sıcak Suyunu Buldum

Kaplıcadan yer ayırttınız. Ödemeyi yapıp apartınıza geçtiniz. Az dinlendikten sonra suya gireyim dediniz. Havuzun içinde iki tane musluk var. İkisini de açtınız. Sol taraftakini açar açmaz soğuk, sağdakinden sıcak akıyor. Şimdi size bir soru. Hangi musluktan sıcak su akıyor? Sağ taraftaki musluktan sıcak su akıyor dediniz. Hay aklınızla bin yaşayın. Ben de öyle düşündüm. Zira aklın yolu bir.

İlk ve ikinci günün akşamına kadar havuzu doldurup içine girdim. Su ılıktı. Bu böyle olsa gerek dedim. Akşama doğru resepsiyona giderek suyunuz ılık, bu böyle mi dedim. "Arkadaş, genelde bu şekilde şikayetler geliyor. İki musluğu da açacaksın. Biraz akıtacaksın. Hangisinden sıcak su geliyorsa o musluktan dolduracaksın" dedi bana. Ben sıcak suyu buldum, zira diğerinden soğuk akıyor. Ama suyunuz ılık, herkeste böyle mi yoksa benim oda mı böyle dedim. Adam anlamadın dedi. Az önce söylediğini bir daha söyledi. Çattık dedim, üstelemeden uzaklaştım. Yolda gördüğüm müşterilerden birine aynı soruyu sordum. Sabah girdim, sıcaktı dedi.

Uzatmayayım. Yatmadan önce ve ertesi gün yani ikinci günün sabahında yine sağdaki musluğu açarak yirmişer dakika içinde durdum. 

İkindiden sonra çarşı merkezine giderek bir dostumla çay bahçesinde birer bardak çay içtikten sonra markete giderek alışveriş yaptım. Apartıma geri döndüm. Sular kesikti. Bu devirde suyun kesilmesi, olacak şey değil dedim. Diğer musluğa baktım. Oradan su akıyordu, hem de sıcak su. Üstelik ılık değil, sımsıcak. Bu duruma güler misin, ağlar mısın? Meğersem ben iki gündür kaplıca suyu diye şebeke suyundan doldurarak havuza girmişim. Dedim iyi ki sular kesilmiş, yoksa biz beş gün boyunca şebeke suyundan havuzu doldurup doldurup içine girecekmişiz ve kaplıcaya gittik diye memleketin yolunu tutacakmışız. 

İnsan, suyun kesilmesine bu kadar sevinir mi? Sevindim doğrusu. Ne de olsa sıcak suyu buldum sayesinde. Demek ki her şerde bir hayır var denilen böyle bir şey olsa gerek. 

Nihayet ikinci günün akşamında hakiki kaplıca suyu ile doldurduğum havuza girebileceğim. Soğumasını bekliyorum şimdilik. Çünkü yakacak kadar sıcak. Bu da benim kulağıma küpe olsun. Açar açmaz sıcak bu dememek gerekiyormuş. Adamın iki musluğu da açıp dene sözünü de yabana atmamalıymışım. Geç de olsa anladığım bu durumda hala anlayamadığım açar açmaz şebeke suyunun ılık, kaplıca suyunun soğuk akması. Gel de Ramazan'a anlatın bu durumu. Ramazan israf olur, boşa akmadın diye iki musluğu da açar mı?

Termal sahibi! Alacağın olsun senin! Bana sıcak suyun hangisi olduğunu anlatmak için hem kendini hem de beni yoracağına su vanası şeklinde yaptırdığın iki ayrı musluğun üzerine "sıcaktır", "soğuktur" yazdırsaydın olmaz mıydı? Sanırım sana bugüne kadar benim gibi kaplıca tecrübesi olmayan biri gelmedi. Nasıl ki ben geç de olsa bunu öğrendiğime göre sen de benim gibi müşterilerin olacağını hesaba katarak daha önceden tedbirini almalısın bundan sonra. Bu daha senin iyi günlerin...

Siz yeni müşteriler! Benim gibi acemi kaplıca müşterisi iseniz her gördüğünüz sakallıya amca demeyin. Açın muslukları, bir güzel aksın. Kararı ondan sonra verin. Benim gibi erken karar vermeyin. Yoksa şebeke suyuyla kaplıcalı olursunuz. Demedi demeyin. Burada tecrübe konuşuyor. Bu anlattığım da aramızda kalsın.

Gazlıgöl'de Bir Öğle Namazı

Kaplıca'nın ikinci gününde 1985 yılında yapılmış, apartıma on adımlık mesafede bulunan camiye öğle namazını eda etmek için gittim.

Camiye girerken bahçesinde, girdikten sonra caminin arka mahallinde ve caminin içindeki çocuklar dikkatimi çekti. Elli kadar büyüğün saf tuttuğu camide, çoğunluğu geride olmak üzere yirmi kadar çocuk da vardı. 

Caminin girişinde büyük puntolarla yazılıp asılmış "Bu camideki çocukların dokunulmazlığı vardır. Cemaatimize duyurulur" yazısı dikkatimi çekti. Bu işi cemaat ciddiye alsın diye "dokunulmazlığı" kısmını sarı fosforlu kalemle çizmiş cami imamı. Gel de kız bu yazıdan sonra camiye gelen çocuklara.

Kıldığım öğle namazı, hafta içi cuma dışında bir vakit olmasına rağmen camiye girdiğimde imam, vaaz veriyordu. Ezanın bitimiyle birlikte saf düzenine geçerek namazımızı kıldık. Namaz esnasında dokunulmazlığı olan çocuklardan bir rahatsızlık duymadım. Küçücük yaşlarına rağmen bizimle birlikte namazlarını kıldılar. Sessiz sessiz yanındaki arkadaşıyla konuşanlar vardı. Görülmeye değer. Çocuklar için böylesi konuşmanın yeri ayrı.

Tespih çekmeden önce bize karşı yüzünü dönen imama baktım. Kırk yaşlarında ya vardı ya da yoktu. Müezzin "...Velâ havle velâ guvvete illâ billahi'l azîm" dedikten sonra Ayet'el Kürsi'yi okumama fırsat vermeden imam, besmele çekerek bizim yerimize Ayet'el Kürsi'yi de okuyuverdi. Ardından müezzinin komutuyla birlikte sırayla "Sübhanallâh... Elhamdülillâh... Allâhü ekber" dedik. Bereket imam 33'er defa okuduğumuz tesbihatı bize bıraktı. 

Duanın ardından hocamız Kureyş süresini okudu. Ardından müezzin, süre hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra sürenin anlamını verdi. "Fatihah" sözüyle birlikte cemaat teker teker çıkmaya başladı. 

Camiden çıkarken farzı kıldıktan sonra caminin arka mahalline geçip vızıltı şeklinde sesleri gelen çocukları gördüm. On beş kadar çocuk, önlerine rahlelerini almışlar, üzerlerine Kur'an-ı Kerim'leri koymuşlar. Diz çökmüş bir halde sorumlu oldukları sayfaları okumaya çalışıyorlardı. Anlaşılan namazdan sonra hoca onları okutacaktı. Benim onlara gıpta ile baktığımı gören benden yaşlı bir amca yanıma yaklaşarak "Bu çocuklar, böyle okuyup bizim yerimizi alacaklar ve bu camiler onlar sayesinde boş kalmayacak" dedi. İnşallah dedim kendisine.

Anladığım kadarıyla imam gayretli biri. Kendi çapında işini yapıyor. Çocuklara da sevdirmiş kendini. Çocuklar dört gözle heyecanlı bir şekilde hocalarının gelip kendilerini okutmasını bekliyorlar. Mutlulukları gözlerinden okunuyor. Sanırım bu işi bisikletsiz halletmiş hoca. Afyon Karahisar Müftülüğünün bir talimatı mı yoksa kendi inisiyatifi mi? Namazdan sonra küçük sürelerden birini aşır olarak okuyor, müezzini de anlamını veriyor. Zannımca cemaatinin okunan sürelerin anlamlarından haberdar olmasını istiyor. 

Allah işine samimiyetle sarılanlardan, işini dört dörtlük yapanlardan eylesin.






Şükrü Özüdoğru*

Şükrü Özüdoğru, Konya İHL'nin emekli meslek dersleri öğretmenlerinden. Öğrencilik hayatım boyunca dersimize girmesi nasip olmadı. Başka sınıflardan sorumlu müdür yardımcısı idi. Kendisini her gördüğümde beni etkileyen heybetli bir görüntüsü gözüme çarpardı. Hiç karşı karşıya gelmemekle beraber çekinirdim kendisinden. 

1992 yılında Nizip İHL'de öğretmenliğe başladığımda "Kuruluşundan Bugüne Türkiye'deki İmam Hatip Liseleri ve Konya İmam Hatip Lisesi" başlıklı kitabı elime geçti. Güzel bir emek sarf edilerek hazırlanan kitaba bir göz attığımda kitapta her dönem mezun olan öğrencilere de yer verildiğini gördüm. Kendi mezun olduğum döneme bakarak ismimi, okul ve diploma numaramı buldum. İsmimi ve dönem arkadaşlarımı alt alta yazılmış görünce çok mutlu oldum. Defalarca güncellenerek baskısı yapılan kitap, İHL'lerin geçmişi için temel bir kaynak niteliğinde. Hocamızın donanım ve birikimini o zaman fark ettim. Telif edilmiş başka kitapları da var kendisinin. 

75 yıllık hayatında binlerce öğrenci yetiştirmiş olan hocamız, aynı zamanda sayısız eserler armağan ederek darı bekaya uçtu. Sevenlerini öksüz bıraktı. Gördüğüm kadarıyla dopdolu bir hayat yaşamış. İnşallah yetiştirdiği öğrencileri ve bıraktığı eserleri kendisi için bir sadakayı cariye olur.

30 Temmuz 2019 Salı günü Hacıveyis Camiinden öğleyin kılınan cenaze namazından sonra Üçler Mezarlığına defnedilen Hocamızın soyadına dikkat çekeceğim burada. Kendisini yaptıklarıyla tanımakla birlikte çok güzel bir soyada sahip olduğunu fark ettim. Doğru, sözüdoğru soyadlarını sıkça duymakla birlikte Özüdoğru soyadını nadiren duydum. İnşallah soyadı gibi özü doğrudur. Çünkü özü doğru olan sözünde, işinde, hayatın her alanında doğru olur. Bu doğruluklar kendisini iyiliğe, iyilik de kendisini cennete götürür.

Umarım özüdoğru biridir. Allah mekanını cennet eylesin. İmam Hatip camiasının ve sevenlerinin başı sağ olsun. Allah cümlemizi özü, sözü, işi düzgün ve doğru olanlardan eylesin.

*31/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.