23 Haziran 2018 Cumartesi

Seçim Sonuçlarından Uzak Bir Yazı *


Bu yazıyı okuduğunuz zaman aylardır ne olur diye hepimizin beklediği seçim sonuçları çoktan açıklanmış, sizin gibi ben de dün akşamdan kesin olmayan geçici sonuçları öğrenmiş olacağım. Sonuçlardan haberi olmayan sadece benim bu yazı olacak. Yazımın gazetede yayınlanması için mecburen seçimden önce kaleme alınıp gönderildi. 

Günümüz teknoloji ve iletişiminin bir sonucu olarak yazılıp kaleme dökülen ve yayımlanan her yazı güncelliğini kaybediyor. Çünkü sürekli gündem değişiyor, yeni gündemin ortaya çıkmasıyla ele aldığımız gündem de güncelliğini kaybetmiş oluyor. Başka şeylerimizi kaybetmeyelim de güncelliğini kaybeden tek şey varsın gündem olsun, bizim yazı olsun.

Seçimin dün yapılmış olduğunu, bugün kazanan ve kaybedenlerin belli olduğunu farz ederek seçim sonuçları hakkında genel bir değerlendirmede bulunmak istiyorum.

Öncelikle seçimin tüm sonuçlarıyla ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Kazananları tebrik eder, kaybedenlere de geçmiş olsun diyorum. Sonucun bu şekil çıkmasının kazanan ve kaybedenler tarafından "Demek ki hayır olan bu imiş" şeklinde değerlendirilmesini ve seçmenin takdirine saygı gösterilmesini arzu ediyorum.

Umarım seçmen sandıkta net konuşmuş, hakemliğini iyi konuşturmuş, yeni bir seçimin kapısını aralamamış, ikinci tura bırakmadan bu işi ilk turda bitirmiş; haydi aranızda anlaşın, uzlaşın dememiştir. Eğer böyle derse işimiz küldür. Çünkü bu görünen kırılganlığıyla ekonomimiz yeni bir seçimi kaldırmaz. Kaldırsa bile bu ülkenin kaybedecek zamanı yoktur. Zira her yeni seçim biriken sorunların daha da ötelenmesine sebep olur. Bu ülke kah referandum, kah mahalli seçimler, kah genel seçimler, kah cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla ortalama yılda bir seçim yapmaktan bıkıp usanmış, gına gelmiştir iyice.

Kazanan zafer sarhoşluğuna kapılmasın, kaybeden ülke elden gitti tellallığı yapmaya, seçimde şaibe var demeye kalkmasın. Kimsenin seçimi tartışmaya ve kafaları karıştırmaya hakkı yoktur. 

Kazanan, millet bize yetki verdi, yükümüz ağırlaştı, bu emaneti en güzel şekilde yerine getirmemiz gerekiyor, demeli. Kaybeden de kimseyi suçlamadan, herhangi bir mazeretin arkasına sığınmadan niçin kaybettiğinin özeleştirisini yaparak sonuçları bir güzel analiz etmelidir. 

Seçimden sonra iktidar, iktidar olmanın; muhalefet de muhalefet olmanın gereği ne ise onu yapmalıdır. 

İktidar olan -kendisine oy versin/vermesin- herkese hizmet etmesi gerektiğini bilmeli, rakiplerini ezmeye çalışmamalı, kimseyi küçümseyip horlamamalı. Kaybeden de kendisine oy vermeyenleri düşman gibi görmemeli.

İktidara gelenin yapacağı ilk icraat tansiyonu düşürmek, birlik ve beraberliği sağlamak, toplumsal barışı tesis etmek ve güven ortamını sağlamak olmalıdır.

* 25/06/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






22 Haziran 2018 Cuma

24 Haziran Seçim Öncesi Piyasalar

Nasrettin Hoca, iki kızını gurbete gelin etmiş. Zaman şimdiki gibi değil, kolay kolay gidip gelme olmaz, iletişim ise olsa olsa mektupla olur o zamanlarda. Hanımı, “Hoca! Şu kızlarıma git, bir ziyaretlerini yap, ne yerler ne içerler bir bak gel” demiş. Hanımı diyecek de hoca gitmeyecek öyle mi? Bırakın hocayı hangi koca yapmaz hanımının dediğini. Zira emir demiri keser ne de olsa.

Hoca çıkar yola. Önce büyük kızının yanına varır. Hoşbeşten sonra Hoca, “Kızım! Ne yer ne içersiniz, ekonomik durumunuz nasıl” der. Kızı, “Sorma babacığım. Yüz dönüm ekin ektik. Geçimimizin iyi olması ve mahsulün bol olması rahmete bağlı. Şimdi karı-koca durmadan gece gündüz yağmur bekliyoruz. Şayet bu süreçte yağmur yağmazsa anamız ağlar” cevabı verir. “Kızım, Allah yardımcınız olsun, inşallah yağmur yağar, size bol kazançlar” diyerek öbür kızının yanına gitmek için yola çıkar hoca.

Hal-hatırdan sonra hoca bu kızına da ne yiyip ne içtiklerini, geçimlerini nasıl sağladıklarını sorar. Kızı, “Babacığım! Biz karı-koca çömlekçilik yapıyoruz. Şu anda bir yıllık geçimimizi sağlayacak şekilde çömleği kalıba döktük, kurumasını bekliyoruz. Bu yaptığımız çanak-çömleği satıp geçimimizi sağlayacağız. Eğer bu süreçte bizim çanak ve çömlek kurumadan bir yağmur yağarsa tüm emeklerimiz boşa çıkacak. İşte o zaman ekonomik darboğaza gireriz. Dua et ki yağmur yağmasın, yoksa anamız ağlar” der. “Kızım! Allah yardımcınız olsun, umarım bu süreçte yağmur yağmaz, haydi kalın sağlıcakla” diyerek köyüne, hanımının yanına yollanır.

Dönüşte hanımı, “E bey! Haydi söyle bakalım, kızlarım nasıl? Ne yer ne içerler, geçim ve dirlikleri ne alemde” diye soru sorar. Hoca, “Hanım! Bildiğim bir şey var; yağmur yağsa da sen ağlayacaksın, yağmasa da…Çünkü kızların öyle dedi” der.

Fıkra bu. Şimdi gelelim günümüze. Daha doğrusu seçim öncesi piyasalara…

Semt pazarına gidip geldim az önce. Çoğu pazarcının gelmediği pazarda az sayıda satıcı var. Açılan tezgâhların önüne gelip fiyat soran sayılı müşteri var. Pazarın tadı yok gördüğüm kadarıyla. Çünkü patates ve soğanın başını çektiği fiyatlar çok uçuk ve kaçık. Yaprak kıpırdamıyor dense yeridir.

Marketlere gidince mutfak gibi zaruri ihtiyaçlar alınmakta sadece. Çünkü buralarda da bir durgunluk var.

Zaruri ihtiyaçlarda bile bir kesatlık varsa varın siz diğer esnafı; orta ve dar gelirli tüketici kesimi düşünün.

Alınan onca tedbire rağmen dövizin ateşi bir türlü sönmedi.

Seçim ne getirir, ne götürür bilinmez ama gördüğüm kadarıyla piyasalar seçimi okuyamıyor ve önünü göremiyor. Koma durumu sanki! Benim bu piyasaların ahvalinden anladığım piyasa mevcut hükümete rezerv koymuş ama muhalefete de güvenmiyor. Ne iktidarın gitmesini istiyor, ne de muhalefetin gelmesini. Sanki piyasa, "Ne sensiz olur, ne de sen ile" diyor. Çünkü piyasa biliyor ki iktidar yıprandı, kendini yenileyemedi, patinaj yapıyor. Yenilik istiyor. Ama yamalı bohça görünümlü muhalefeti süzüyor o değilden. Bunlarla hiç olmaz diyor. Çünkü hiçbiri ne tek başına, ne de hep birlikte iktidar alternatifi.

Niyetim şuna oy verin, buna vermeyin değil; bir durum tespiti yapmaktır. Felaket tellallığı yapmak istemiyorum ama bizi iyi günler beklemiyor. Tedirginlik ve durgunluk da bundan sanırım. Veya piyasa seçimi okuyamıyor, önünü göremiyor. Seçimi bıçak sırtında görüyor. Görüntü, 07 Haziran seçimleri öncesi görünümünde. Hatta ondan daha beter bir durumda.

Seçimler inşallah bu durgunluğa bir merhem olur, piyasalar yeniden coşar. Birçok vatandaşta oluşan karamsarlık yerini iyimserliğe bırakır. Yoksa yağmurun yağıp yağmamasına bağlı hocanın kızlarının mutlulukları gibi ekonomimiz bu görüntüsüyle seçimden sonra bizim epey bir canımızı acıtacağa benziyor. Umarım komaya girmiş olan ekonomi ve piyasa, seçim sonrası felce dönüşmez. Silkinip ayağa kalkar.

Gelin düğünlere bu sefer patates ve soğan götürelim...

Ramazan dolayısıyla ara verilen düğünler bayram sonrası yeniden başlıyor. Düğün demek külfet, maliyet demektir. Aynı zamanda hediye demektir. Büyük-küçük, az veya çok demeden mutlaka bir hediye götürülür. Bu düğün sezonunda düğünlere hediye olarak ne götürelim?

Altının yanına varılmaz biliyorsunuz. Gümüşse para etmiyor. En iyisi para vermek. Çünkü düğün sahibinin maliyetlerine biraz da olsa katkı olur. Ama yok bizde düğünde hediye demek kap kacak demektir. Ben küçük mutfak eşyası götüreceğim: Ya stokumda vardır, bana daha önceden gelen, ya da züccaciyeciden satın alacağım denirse o zaman kap kacağın özellikle borcamın içine biraz patates ya da soğan koyup vermek en güzeli gibi sanki. Çünkü bu iki ürünü şimdi aynı anda paraya çevirebilir düğün sahibi. Paraya çevirmese de düğün sahibi, damat ve gelin belli bir süre patates-soğan alma derdinden kurtulmuş olur. Zira şu sıralar bu muhteşem ikilinin yanına varılacak gibi değil. Altından daha değerli dense yeridir.

Alın size benden bir öneri. İster uyar, ister uymazsınız. Öneri öneridir. Beğenip beğenmeme hakkına sahipsiniz.

Cevabı Belli ya da Laf Olsun diye Sorular Sormak

Aramızda kadın yok, kız yok. İki kişi erkek erkeğe oturuyoruz. Daha doğrusu uzun oturuyorum. Yanımdaki ev sahibiyle ara ara laflıyorum. Televizyonda Arjantin-Hırvatistan maçı var. Ara ara gözümüz de televizyonda. Derken zil çaldı. Sohbetimize bir tanıdık daha dahil oldu. Hafif toparlanıp hoş geldin dedim. Ondan sonra cevabı belli sorular sordu peşi sıra.

Ne uzanın bu saatte? (Saat dediği akşam 21.00 suları. Sonra uzanmanın belli bir saati mi var? Neyse. Kocaman evin boşluklarını bıraktı. Ayağımı uzattığım yere oturdu. Sanki ev kalabalık gibi toplu bir şekilde oturdum. Sağ olsun, öteye de gitmedi.)

Spikerin sesinin yükselmesiyle birlikte gözüm ara ara maça kaydı.

Ne yapan, maça mı bakan? (Maça baktığımı biliyor, buna rağmen yüzüme bakıp cevap beklemesi yok mu? Ölür müsün, öldürür müsün? Hı deyip başımı salladım. Cevabı alınca gülmeye başladı, hem de gevrek gevrek.

Ara ara cep telefonuma gelen mesajlara bakıyorum. Mermi gibi geliyor bugünlerde. Malum seçim var pazar günü. Vatandaş sağdan soldan bulduğunu benim de haberim olsun diye gönderiyor sağ olsun. Kâh whatsappıma kâh messengerime. Bu gelen mesajları görünce bu adamlar benim bildiğim kadarıyla siyasetçi değil, aday hiç değil. Buna rağmen seçimle ilgili paylaşım veya bir bağlantı eki gönderiyorlar durmadan. Hem de aynı kişilerden. Sanki bu gönderdiklerini ben göremiyor muşum gibi gönderiyorlar. İşin garibi gönderme de diyemiyorsun. Arka arkaya gelen bu gönderileri görünce sanki seçim Türkiye’deki milyonlarca vatandaşa değil de benim için yapılıyor veya sadece ben oy kullanacağım. Ah, beni bir yola getirseler Türkiye rayına girecek ve bütün dertlerimiz bitecek. Ben kendilerine cevap vermedikçe sükut ikrardan deyip tekrar tekrar cep telefonuma misafir oluyorlar. Hiçbirini açmadığımı, okumadığımı, izlemediğimi keşke bir bilseler…

Gönderilen paylaşımların kuru, bayat, yavan olduğunu bile bile yine de kimden geldiğine bakıyorum. Çünkü olur ya düğün, cenaze vb önemli haberi atlamış olmayayım diye. İşte öylesine gelen mesajla bakarken bizimki yine sormaya başladı. Zaten televizyona da bakmadı. Yüzü hep bana dönük durdu. Hani televizyonun ilk çıktığı, Türkiye’de her evde olmadığı dönemlerde bazıları, misafirliğe gittiği zaman televizyon izlendiğini görünce televizyona sırtını dönük veya yan görecek şekilde dururdu ya, işte öyle.

Anlatıver sene, niye konuşuvermen? Ne var o telefonda?

Ne konuşalım?  İzliyoruz işte.

Bugün bir ses kaydı göndermişsin gruba.

Evet.

Bir de yazı göndermişsin cumhurbaşkanı adayı diye.

Öyle.

Seçim sonuçları ne olur? (Yahu ben ne bileyim. Ne anketçiyim ne siyasetçi ne de siyasetin nabzını tutan.)

O zaman “dilin kemiği yok” da yazdıklarından oku da dinleyelim. (Mübarek! dilinkemigiyok.blogspot.com’a yazılıp blogda paylaşılmış zaten. Ben yazdığımı ne diye okuyayım? Madem merak ediyorsun? Elinde telefon var, internetin de var, açıp okusan ya.)

Neyse bu akşam maalesef hoş bir sohbet olmadı. Cevabı belli sorular olunca tat vermedi. Hani iki kişi bir araya gelince konuşacak bir şeyleri yoksa “Da da ne var ne yok” derler ya öyle idi dense yanlış olmaz.

Bazı oturmalarda konu çıkmaz, insanlar formunda olmaz. Bunu anlarım. Ama insanların cevabı kendince belli olan ve bilinen soruları, damarına basa basa sorması yok mu? Kahrolmamak elde değil. Haydi sordu. Bir de yüzüne bakıp ciddi ciddi cevap bekliyor. Hani bir hocanın, emsallerine göre dersini ciddi ciddi dinleyen bir öğrencisi varmış. Öğrencisinin bu sessiz duruşu çok da hoşuna gidermiş. Diğer arkadaşları soru sorarken bu öğrenci soru da sormazmış. Bir gün hoca, “Yavrum, bak arkadaşların ne güzel sorular soruyorlar. Sen niye sormuyorsun,” demiş. Az sonra öğrencisi parmak kaldırıp “İftar ne zaman olacak” demiş. Hocası, “Güneş batınca yavrum,” demiş. Öğrenci ikinci defa tekrar parmak kaldırıp söz almış, “Hocam, ya Güneş batmazsa” deyince hocası, “Otur yavrum otur. Bazılarının soru sormaması sormasından daha iyi” demiş. O hesap, ah bu kimse de bana bildik sorular sormasaydı, ne güzel olurdu. Tıpkı dersi dinleyen ve soru sormayan öğrenci gibi konuşulanları dinlese dursaydı. Olur muydu? Amacı beni öldürmek olunca niye sussun ki.

 Allah hayrını versin böylelerinin.

21 Haziran 2018 Perşembe

Vekil Dediğin Böyle S.çmalı!

Seçim sathı mailine girildikten sonra siyasi partiler veya adaylar hakkında çıkan video, ses kaydı ve haberlere pek itibar etmem. Çünkü algı amaçlı olduğuna inanırım. Fakat bugün whatsappıma bir milletvekiline ait olduğu söylenen bir telefon konuşması düştü. Bu şekil gönderileri çoğu zaman açıp da seyredip dinlemem. Nedense bugün açasım geldi. Açtığıma açacağıma pişman oldum. 1,5 dakikalık konuşma yenilir yutulur cinsten değildi. Ağza alınmayacak hakaret ve küfür doluydu konuşma. Dinlerken utandım. Buyurun beraber okuyalım: (eğer okuyabilirseniz)

—Beşiktaş mı?
—Evet efendim buyrun!
—Yav benim korumayı bıraktırmayan sen misin?
---Tamam efendim, şey onay geldi.
---Senin ağzına s.çacağım ulan! Ulan it…
---Benimle alakası yok sayın vekilim.
---Senin ağzına s.çacağım, it oğlu it. Lan sen kimsin lan bana böyle pislik yapıyorsun.
---Sayın vekilim! Ben sizi çok seviyorum efendim. Yapmayın bana böyle…
---Senin ağzına s.çarım ben. Eşşek oğlu eşek. Seni var ya yarın seni bütün işim gücüm seninle uğraşmak olacak.
---Yapmayın sayın vekilim! Ben sizin çok hayranınızım…
---Sen nasıl bıraktırmıyorsun lan orda.
---Sayın vekilim valla benimle alakası yok. Saygılar sunarım.
---İt oğlu it! Lan seni kimsin? Lan oğlum o polis memuru Meclisin polisi…
---Ben bilmez olur muyum sayın vekilim?
---Niye bıraktırmıyorsun lan?
---Sayın vekilim vallahi benimle alakası yok…Sayın vekilim.
--- Ben sana söyledim değil mi telefonda. Değil mi?
---Tamam vekilim onay geldi, buyursun gelsin…
---Niye bıraktırmıyorsun lan sen. Sen kimsin ulan. İt oğlu it. Sen kendini ne zannediyorsun lan?
---Sayın vekilim biz kimiz ki burada bir emir kuluyuz sayın vekilim!
---S.çarım senin ağzına. Ara lan o polisi oradan.
---Tamam sayın vekilim!
---Ara lan!
---Hemen arıyorum sayın vekilim!
---S.çarım senin ağzına. Eşşek oğlu eşeğe bak ya!

Telefonda kendisine hakaretler yağdırılan bir polisin nezaket ve edebine bakın, bir de vekilin ağza alınmayacak küfürlerine. Takdir sizin!

Yazıyı buraya aktarmak için nezaket timsali vekilimizin sesini defalarca dinlemiş oldum. Kısa bir şoktan sonra muziplik ya, “vekil dediğin böyle olmalı, asıla küfretmeli, s.çmalı…” dedim. O koskoca vekil. S.çmak için illa tuvalet mi arayacak? İstediği yere, istediği kişiye pisler. Yediği önünde, yemediği ardında olan bir kimse o kadar yediğini nereye boşaltacak? Demek ki ağza pislemek hobileri arasında! Bunu da bu vesileyle öğrenmiş olduk. Allah karşılaştırmasın, eğer karşılaşırsak en azından ağzımızı kapatırız. Çünkü böyle birinin ne yapacağı, ne edeceği belli olmaz. Korumasını almayan polis memuru da hak etmiş anlayacağınız. Sen kim oluyorsun da onun korumasına yer bulmazsın. Çünkü o, koskoca bir vekil.

Böyle bir konuşmayı buraya yazdığım için hepinizden özür diliyorum. Zira bu tür konuşma paylaşılacak gibi değil. Siyasetimizde çamur atma, algı oluşturma olduğunu biliyordum da seviyesinin bu kadar düştüğünü bilmiyordum. Vekilimiz arka arkaya, ağzını doldura doldura küfrettiğine göre bu işte epey tecrübeli görünüyor. Bugüne kadar kaç kişinin ağzına bu şekil s.çtı kim bilir?

Meydanlarda ne kadar centilmen, ne kadar nazik ve kibar konuşan bu kişi, telefonda su koyvermekle kalmıyor, s.ıçıyor. Bu milletvekilinin halen vekil olduğu ve ülke yönetmek için en üst perdeden aday olduğu  ve meydan meydan gezip miting yaptığı söyleniyor. Yazıklar olsun! Bulunduğu makamı bu şekil kötüye kullanan edebin "e"sinden nasibi olmayan böylelerine bırakın ülke yönetmesini; Allah vekillik, muhtarlık… bile nasip etmesin. Maazallah ülke pislikten geçilmezdi, her yer kokardı.

Sana da yuh olsun polis! Adam sana ağzına geleni söylüyor, küfrediyor, s.çıp sıvıyor. Sen hala ona hayran olduğundan bahsediyorsun. Yağmur yağıyor mu sandın adam sana bir bir küfürler sıralarken? Yazık sana da.








Yapanın Yanına Kar Kaldığı Dünya


Başka ülkeleri bilmem, bizim ülkemizde hemen hemen her seçim öncesi değişik adlar verilse de vatandaşa af gelir. Kah imar affı, kah vergi borçlarını yapılandırma, borçların faizlerini silme, kah taksitlendirme, kah trafik cezalarının ana parasını yatırma vb aflar gelir. Örneklerini verdiğim bir kısım bu aflara dikkat edersek görevini yapmayan, kurallara uymayan kişilere af var, onları koruyup kollama var. Farkındaysanız zamanında borcunu ödeyen, vergisini veren, evini-barkını belediyesinden izin almak suretiyle yapan, aracını trafik kurallarına göre süren, ceza aldığı zaman zamanında yatıran vatandaş yok bu aflarda.

Benim bu aflardan anladığım günümüz devletleri, en azından kendi devletim kanun ve kural tanımayanları koruma görevi yapıyor. Vatandaş olarak zamanında yapması gerekenleri yapmayan kişileri koruyup kolluyor. Sanki dürüst vatandaşa, “Sende kural tanımasaydın, bugün seni de gözetirdim, bir daha sen de böyle yap. Vergini zamanında yatırma, evini kaçak yap, otobandan para ödemeden kaç…senin de yanında olurum” demek istiyor. Çünkü bunun Türkçesi bu.

Toplumsal barış veya vatandaşa kolaylık olsun diye yapılan bu tür aflar bırakın toplumsal barışı sağlamayı, dürüst vatandaşı kaybetmeye namzettir. Bu, devletin şanına, adalet anlayışına terstir, kötüyü korumaktır. Zamanında görevini yapmayan bir devlet anlayışını göstermektedir. Verenden alan, vermeyenden almayan devlettir bu. Devletin bu yaptığını görünce “Kimsenin yaptığı yanına kar kalmaz” sözünün havada kaldığını görüyorum ben. Maalesef kim ne yapmışsa yanına kar kaldığı gibi ödüllendiriyor. Sanırım bu söz “Sen bu dünyada ne yaparsan yap, istersen bunu kar say, öbür dünyada görürsün gününü” anlamında öbür dünya için söylenir. Adaleti olmayan bu dünyada gördüğüm, bu dünyada yapanın  yanına kar kaldığı şeklinde…

Siyasilerimiz seçimlere giderken verecekleri affı versin, bir defa da kurallara uyan, ceza almayan, vergisini zamanında veren, devlete borcu olmayan vatandaşlar için bir şeyler yapsalar onların alınlarından öpeceğim, helal olsun size diyeceğim. Bir tanesi çıkıp dese ki “Vergi borcu olmayan vatandaşa şu kadar ödül veriyorum, onlara önümüzdeki yıl ödeyecekleri vergiden yüzde şu kadar indirim yapıyorum…” dese işte benim devletim, işte benim siyasim, işte bizim adalet anlayışımız diyeceğim. Maalesef bugüne kadar böyle bir şey ne duydum, ne işittim, ne de olacağa benziyor.

Gönlümdeki devlet; devleti kandırmayan, devlete karşı yükümlülüklerini yerine getiren iyi vatandaşı koruması, nefesini kural tanımazların ensesinde hissettirmesidir. Böyle yapmazsa insanların adalete olan güvenleri sarsılır. Devleti veya devleti yöneten siyasilerimizde bu duyarlılığı görür müyüz bir gün? Ancak balık kavağa çıkarsa belki… Biz yine “Adaletin bu mu dünya?” demeye devam edeceğiz bu gidiş ve bu anlayışımızla...


20 Haziran 2018 Çarşamba

Dünya Mülteciler Günü mü yoksa Utanç Günü mü?

Belirli gün ve haftaların sayısını bilmiyorum. Zira her güne mahsus bir gün var. Bazı gün ve haftaların kutlanmasını ve anılmasını anlıyorum.  Bazılarının ismini duyunca böyle de gün mü olur diyesi geliyor insanın. En azından ben öyle diyorum. Mesela Dünya Mülteciler Günü. Bugün haberleri izlerken kulağıma çaldı böyle bir gün. Cehaletime verin. 2001 yılından beri her yıl 20 Haziran gününün Dünya Mülteciler Günü olarak anılmakta olduğunu bu vesileyle öğrenmiş oldum. Az bir araştırmayla daha ne günlerimiz olduğunu -şayet siz de benim gibi bilmiyorsanız- öğrenmiş olursunuz. Neyse konum tüm günler değil. Gelelim mülteciler gününe…

“Dünyadaki mültecilerin durumunu, problemlerini kamuoyuyla paylaşmak ve bu konuda bir bilinç oluşturmak için 20 Haziran gününün Dünya Mülteciler Günü olarak belirlenmiş. Zira BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verilerine göre dünyada mülteci sayısı 65,3 milyona ulaşmış. Rakama bakıp hizaya gelelim. Birçok ülkenin nüfusundan daha fazla bir nüfus dünyanın değişik ülkelerinde memleketlerinden uzak mülteci durumunda.

Merak ediyorum bugüne mülteciler günü mü denmeli, yoksa utanç günü mü? Bence utanç günü daha uygun, eğer böyle bir gün olacak ve anılacaksa. Sonra neyin bilinci oluşturulacak böyle bir gün vesilesiyle? Kiminle paylaşılacak mültecilerin durumu? 65 milyon insanı mülteci durumuna düşüren egemen güçler “Biz savaş vb nedenlerle bu kadar kişiyi mülteci durumuna düşürdük, daha fazlasına gücümüz yetmedi. Haydi böyle bir durumu anın” demektir bu. Eğer bir bilinç oluşacaksa bu savaşları çıkartanların, ülkeleri kaos ve iç savaşa sürükleyen egemen güçlerde böyle bir bilinç oluşturmak lazım. Çünkü halkların ne suçu var? Sonra halk bilinçlenince ne olacak? Halkların elince mültecilerin durumunu çözmek için sihirli değnek yok: Ne imkanları var, ne de güçleri! Bu işi çözecekse yine dünyayı modern kavimler göçü haline getiren süper devletler çözecek.

Ne ala dünyada yaşıyoruz. Önce ülkelerde savaş çıkartıp insanları mülteci haline getiriyor, ardından onları anmak için gün ihdas ediyoruz. İsterseniz diğer bazı gün ve haftalara da bir göz atalım. İnanın bugünden farklı değil.

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Gününü ele alalım. Bugün de mülteciler günü gibi. Önce insanlara eziyet ve işkence yapıyoruz. Sonra günlerini icat ediyoruz. Tütün ve sigarayı piyasaya sürüyor, insanları bağımlı hale getiriyoruz. Sonra gelsin 31 Mayıs Dünya Sigarasız Günü. 4 Ekim’de de Dünya Hayvanları Koruma Günü olarak anılıyor. Örnekleri çoğaltabiliriz. Verdiğim birkaç örnekten anlaşılacağı gibi her türlü eziyet ve kötülüğün elebaşı insanın kendisi. Önce kendi eliyle sorun üretiyor. Sonra ihdas ettiği günler dolayısıyla laf olsun diye anma programları yapıyor, beyanatlar veriyor.

Bir an için diyelim ki bugünler vasıtasıyla kötülük ve işkence yapan insanoğlu hatalarıyla yüzleşiyor, pişmanlık duyuyor. Eğer böyle bir niyet varsa buna eyvallah derim. Ama gördüğüm kadarıyla kendi ellerimizle ürettiğimiz problemleri çözmekten ziyade sadece anıyoruz. Eğer devletler samimi ise 2001’den beri Dünya Mültecileri anlıyormuş. Bugüne kadar kaç tane mülteciyi memleketine geri gönderdik? Maalesef gönderilmediği gibi her yıl mülteci durumuna düşen insanların sayısı kartopu gibi artıyor. O yüzden bugüne bırakalım Mülteciler Günü değil de Utanç Günü denmeli…