17 Haziran 2018 Pazar

Bayramlarda Vatandaşın Ekmek İmtihanı *


Ramazan orucunu tuttuk, eşimizle dostumuzla bayramımızı yaptık. Arife günü Suruç’ta meydana gelen menfur olayı saymazsak eşimizle-dostumuzla tadında bir bayram geçirdik. Tadı damağımızda kaldı dense yeridir. Çünkü kısaydı bu bayram. İnşallah birlik, beraberlik içerisinde nice bayramlara yeniden kavuşuruz. Bugün bu bayram ve her dini bayramda karşılaştığımız bir sorunu gündemime alarak yetkililerin dikkatini çekmek istiyorum.


Bayrama bir iki gün kala gelen misafire ikram etmek amacıyla eşimiz, annemiz bayrama hazırlık yapar: Sarmasından dolmasına, yoğurt çorbasından bamyasına, böreğinden tatlısına varıncaya kadar envaiçeşit yemek hazırlar. Aşağı yukarı her ev yapar bunu. Bayram boyunca bu yemekler eşle, dostla yenir. Kimi ziyaretler ziyafete dönüşür. Çünkü yemekler enfestir. Ama bir sorun var. Nice emeklerle hazırlanan bu yemeklerin yanında sofralarımıza konan ekmeklerimiz bayattır. Çünkü arife gününden kalmadır.

O güzelim yemeklerin yanında bayat ekmek! Maalesef her bayram yaşadığımız vakayı adiyeden bir olaydır. Çünkü bayramda fırıncılar da tatil yapmaktadır. Şehrin günlük ekmeğini nöbetleşe çıkarır fırıncılar. Bunu bilen vatandaş arife gününden ekmek stoku yapar ve bayram boyunca hem kendisi yer, hem de gelen misafirine ikram eder. Bayramda bayat ekmek bulduğumuza şükrediyoruz. Çünkü kazara unutur veya nöbetçi fırın vardır diyerek önceden ekmek tedarik etmezsen ekmek ihtiyacını karşılamak için şehri enine-boyuna, yatay ve dikey epey bir turlaman gerekir. Çünkü günlük ekmek aldığın fırın, bakkal veya market kapalıdır. Açık olan çoğu yerde de ekmek bulabilmen mümkün değil. Çünkü tükenmiştir. Kazara bakkal veya markette ekmek kalmışsa önce seviniyorsun, ardından sevincin kursağında kalıyor. Çünkü ekmek bayat olmaya bayat. Bunu anladık da sert, kuru…ne ararsan var ekmekte. Silah yerine birine vursan adam yıkılır.

Bayramda karşılaştığın bu durum kulağına küpe olur, sonraki bayramın arifesinde evine bol ekmek stoku yaparsın. Bayat-mayat yendi yendi. Yenmedi mi çoğu ekmek maalesef çöpe gidiyor. Şükür! Ekmeği çöpe atanlardan değilim. Ama “Ben bayat yiyemem” deyip çöpe atanların sayısı da az değil.
Hasılı bayram öncesi arife gününden ekmek alsan da dert, almasan da. Bu durum ben kendimi bildim bileli var. Siz bu durumu sorun olarak görmeyebilirsiniz. Ama ben sorun görenlerdenim. Niçin bayat ekmek yiyelim, bunun başka çözümü olamaz mı? Burada fırıncılar tatil yapmasın demek istemiyorum. Tatil onların da hakkıdır. Ayrıca fırıncıların işi kolay değil. Ayakta sabahtan akşama veya gece boyunca her gün ekmek çıkarmak zorundalar: Hem kürek sallıyor, hem de ekmekle beraber ocağın karşısında onlar da pişiyor.

Bayat ekmek yememizin sebebi olarak ben planlama eksikliği olduğunu düşünüyorum. İyi bir planlama ile vatandaş o güzelim yemeklerin yanında taze ekmek de yiyebilir. Bunu yapacak olan da fırıncılar odasıdır. İçinizden fırınlar odası, hangi fırının ne zaman tatil yapacağını, kimin açık olacağının planlamasını yapıyor diyebilirsiniz. Yapıyor yapmasına eyvallah! O zaman organizede bir sıkıntı var. İyi bir planlama ve organize ile bayramlarda da taze ekmek yiyebiliriz. Yeter ki yetkililer ve sorumlular bu işi dert edinsin. İnşallah önümüzde iki ay sonra gelecek olan kurban bayramı var, Fırıncılar Odası bu işe bir el atar.

* 18/06/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

15 Haziran 2018 Cuma

Faize Faiz Dememek İçin Kırk Takla Atmak


Faize; riba, nema, kredi gibi değişik isimler verilmiş tarih boyunca. Faiz dendi mi çoğu kimse "Hafazan Allah" deyip ürküp kaçarken günümüz faize dayalı ekonomisi, kredi adı altında kendini bize ambalajlayarak pazarlatmayı bilmiştir. "Allah ve Rasulüne savaş açmak" demek olan faiz, açtığı yaralar ve söndürdüğü ocaklara rağmen insanlığın ibret alıp azalıp yok olacağı yerde kartopu gibi artarak hayatımızın içinde bizden bir parça olmaya devam ediyor ve bilinçaltımıza durmadan "Faizsiz bir sistem olmaz" ı pompalıyor.

Dünyanın iyi insanları ekonomiyi yürütmek için faizsiz bir ekonomik model bulmak için çabalamasın ve seyretsin, bunun yerine paradan para kazanan az sayıdaki kötüler bize faizsiz bir sistemi dayatsın. Oturdukları yerden taş atmadan para kazanan bu tipler dünyayı sağacak öyle bir sistem kurmuşlar ki faizler yükselse de kendileri kazanıyor, düşse de... Elinin emeğiyle kazanıp geçim derdinde olan pasif iyiler ise kazandıklarını bu para babalarına aktarıyor durmadan. 

Adına ne derseniz deyin, bugün faize bulaşmayan yok gibidir. Hiç bulaşmadım diyen faiz sarmalından nasibini alıyor. Peygamberimiz, "Öyle bir zaman gelecek ki faize girmeyen kalmayacak, hiç girmedim diyen, tozundan nasibini alacak" dediği günler bugünler olsa gerek. Bu nasıl bir çark ki hepimizi yutup içine alıyor. Çünkü piyasa faiz verilerine göre şekilleniyor. Arz talebe göre değil. Sen istediğin kadar faizle, krediyle işim olmaz deyip övün dur.

Biz faiz bataklığının içinden kendimizi kurtarmaya çalışmayalım, yerine alternatif bir sistem koymayalım. Bu acziyetimiz yetmediği gibi kendini din adına fetva vermeye yetkili gören bazı zevat, "Faizden kaçının" diyeceği yerde "Bu, düpedüz faizdir" diyerek faizli muameleden kaçınanları "Yok bu faiz değildir. Devletin bankalarının verdiği fazlalık faiz olmaz, bunların tüzel kişiliği var, Kur'an'da yasaklanan faiz kişiler arasındaki muamelelerdir" şeklinde fetva vermek suretiyle "Tövbe bulaşmam, girmem bu savaşa" diyenleri mindere çekmeye çalışıyor. Mısır müftüsü de bu tiplerden biri. Belki de başları. Rejimin dümen suyuna girmiş bir noter dense yeridir. 

Din adına söz söyleyenlerin yüz karası. Bu tipler kendilerine bahşedilen makam karşılığında anasını da satar, babasını da. Allah bu dini bu tiplerin elinden kurtarsın. Dinini satan başka neler satmaz ki... Değer mi bir makama geleceğim ve o makamda tutunacağım diye ahretlerini mahveymeye? Bunlar makamların kendilerini yücelteceğini sanan cüce insanlardır. İmamı Azam hiçbir makama gelmeden, tüm makamları elinin tersiyle itmek suretiyle büyük imam olabilmiştir. İşkenceyle öldürülmüştür ama sistemin dayatmasına boyun eğmemiştir. Bu tipler, bu imamın hayatından haberdar değiller mi acaba? Bal gibi haberleri var ama işgal ettikleri makam kendilerine tatlı geliyor. Çünkü dünyalık yaşıyorlar, ahiret gibi bir dertleri yok. Yazıklar olsun bu tip belam kişilere! 

Sen Çatla E mi Nefsim!

Haziranda(ramazan ayı) doğmuşum. İsim arama derdi olmamış ailemin. Ramazan demişler bana. Elli beş yaşını doldurup elli altıdan gün aldım. Yarım asrı devirdim anlayacağınız. Ailemin küçük yaşta alıştırmasıyla kendimi bildim bileli ramazan orucumu tutarım. Yeri geldiği zaman peygamberimizin "gözümün nuru" dediği namaz ibadetini ihmal ettim, hatırladığım kadarıyla mazeretimden dolayı birkaç gün yediğimin dışında oruç tutmayı ihmal etmedim. Bana bu oruç ibadetini yerine getirmem konusunda küçük yaşta bu bilinci veren aileme özellikle namaz ve oruç konusunda çok hassas olan babamı rahmet ve minnetle anmak istiyorum. Allah kendisinden razı olsun! Mekanını cennet eylesin!

Bugün ramazanın son günü. Haziran aylarında tuttuğum oruçların ikincisi sanırım. Yani sıcak ve günlerin uzun olduğu günler. Her yıl hicri takvime göre ramazan on bir gün önce geldiğine, her otuz küsur yılda bir aynı günlere denk geldiğine göre çocukluğumda tuttuğum ilk oruçların haziran-temmuz ayları olduğunu anlıyorum. Dördü bitirip beşinci sınıfa geçtiğim yılın yazında Sofu Emmi lakaplı bir ustanın yanında oruçlu oruçlu beş gün inşaatta çalışmıştım. Rahmetlinin "Haydi kuzum" demesi hala kulağımda. Tatlı diliyle çalıştırmayı iyi bilirdi. Kovayla çamur getirmiştim kendisine. Mübarek, yanında kolay kolay büyüklere yer vermezdi. Bunun yerine küçükleri çalıştırırdı. Hatta aldığım beş günlük yevmiye ile babam evimize beş kilo toz şeker almıştı. Beş gün çalışmanın karşılığı, beş kilo toz şeker ettiğine göre demek ki beni çocuğa verilen  günlük harçlığa çalıştırmış Sofu Emmi. Allah rahmet eylesin.

Her ramazan yaklaşırken içim daralır, "Bu sıcakta, bu uzun günlerde nasıl oruç tutacaksın" şeklinde nefsim beni kıskaca alır, sıkboğaz eder. Aklım, fikrim, inancım, tecrübem dinin beş temelinden biri olan oruca eyvallah, başüstüne derken nefsimi karalar bürür, neredeyse karabasan basar. Güler yüzümü güldürmez eder. İçimde bir sıkıntı meydana getirir. Derken ramazan gelir, çatar ve orucuma başlarım. Oruca başlamadan önce nefsimin kötülüğü emretmesi ve kanımda dolaşan şeytanın iğvasıyla içimde oluşan endişenin oruca bismillah dedikten sonra bu endişenin yersiz olduğunu anlarım. Bende oluşan bu heva ve hevesin, tıpkı çalışkanlardaki pazartesi sendromu gibi olduğunu, nefsin isteksizliğinin ilk bir-iki gün oruç tuttuktan sonra geçtiğini anlarım.

Bundan bir ay öncesinde isteksizce başladığım bu ibadete vücudum uyum sağladığı gibi sayılı günler çabuk geçer misali -nefsimin bitmez dediği günler- bugün itibariyle bitti. Boşuna başlamak bitirmektir denmemiş. Bakın bitti. Sonra azmin elinden ne kurtulurdu ki? Yeter ki sen azmet!

Şükür ki bitti, Rabbime olan borcumu ödedim ve şimdi şu an itibariyle bayramı hak ettim. Sağlam olarak bayrama giriyorum. Nefsime galebe çaldım.

Sen çatla e mi nefsim? Sana kalsaydı,  ya da sana uysaydım kara kara günlere kalacak, ben ne yaptım deyip pişmanlık duyacaktım bugün. Şükür ki sana uyup Rabbimin emrine isyan etmedim ve tüm müminler gibi orucumu tutarak bayrama girdim. Cümlemizin tuttuğu oruçlar indi ilahide kabul olsun, nice haziranlarda sağlıklı bir şekilde oruç tutmayı nasip etsin Mevlam. Herkesin bayramı mübarek olsun.


Bu Ülkenin Yumuşak Karnı: Güneydoğu veya Arz-ı Mev'ud ***

İyice anlaşıldı ki I.Dünya Savaşının çıkış sebebi, Osmanlı dolayısıyla Ortadoğu'ya giremeyen emperyalistlerin Osmanlı'yı yok etmek suretiyle emellerine kavuşmalarından ibarettir. Osmanlı'nın toprağı olan her yeri işgal edip aralarında pay etmek için tüm Ortadoğu'yu lime lime edip miras gibi paylaşanlar, bize Türkiye'yi bırakmak suretiyle ölümü gösterip sıtmaya razı etmişler. Bize niçin Türkiye'yi bıraktılar? Öyle zannediyorum, kime kalacağı konusunda aralarında anlaşamadıkları için şimdilik kalsın, kozlarımızı ileride paylaşırız diyerek etrafımızı düşmanla çevirmek suretiyle sonraya bırakmışlar. İleride alamasak bile sürekli zayıf düşürmek suretiyle parçalarız, Türk'ü Kürt'e, Kürt'ü Türk'e kırdırırız. Böylece bellerini doğrultamaz, istediğimiz zaman aramızda pay ederiz, demişler.

Osmanlı'dan kopardıkları her bir toprak parçasına iradesi olmayan, kendilerine bağımlı küçük küçük devletler kurdururlarken nedense Kürtlere toprak vermemiş, onlara bir devlet kuruvermemişler. Niçin? İleride durmadan kaşır, Türkiye dışarıya bakamaz, kendi içiyle uğraşır. Uğraşmalı ki düşen aslan yerinden kalkamamalı.

Biz ister açık, ister kapalı konuşalım, ister sümen altı edelim: Güneydoğu bizim yumuşak karnımız. Adına ister Güneydoğu, ister Kürt sorunu diyelim. Bizim böyle bir sorunumuz var. Aslında sorun Güneydoğu ve Kürt sorunundan da öte belki de "Arz-ı Mev'ud" sorunu Güneyimizde oynanan oyun. Çünkü Kürtlerin çoğunlukta olduğu Güneydoğunun büyük bir kısmı, Yahudilerin "Allah'ın kendilerine vadettiklerine" inandığı topraklardır. 1970'li yıllardan beri bizi birbirimize kırdırıp uğraştıran gücün esas niyeti, "Kırın birbirinizi! Bana iş bırakmayın, takatiniz kalmayınca buralara ben çörekleneceğim diyor.

Batı'nın, ABD'in ve İsrail'in niyeti bu iken biz ne yapıyoruz? Pansuman tedbirlerle sorunu çözüyoruz diyerek sorunu derinleştiriyor, kendi elimizle siyonizmin arzı mev'ud hayaline odun taşıyoruz. Şu iyice anlaşıldı ki Güneydoğu, yer altı maden yataklarıyla zengin. Türk ve Kürtlerden müteşekkil burası, Türk'e ve Kürt'e bırakılmayacak kadar önemlidir. Birbirimize kız alıp verdiğimiz, akraba ve et-tırnak olduğumuz bu ülkenin iki asli unsuru olan halkın arasına yani et ile tırnağın arasına içimizden devşirdikleri PKK kıymığını koymuşlar, bizi şimdilik bununla oyalıyorlar, kıymığı çıkartmıyorlar anlayacağınız. Bizde bu oyuna alet oluyoruz.

Türk'üyle, Kürt'üyle Güneydoğumuzda oynanan bu büyük oyunu bozmak zorundayız. Özellikle Kürtler bu oyuna gelmemeli. Kürtler şunu iyice düşünmeli ki sizi bizden kopararak size kurmanızı vaadettikleri devlet, asla sizin devletiniz olmayacaktır. Ortadoğu'da yüz yıl öncesi kurdurdukları devletler Arapların olmadığı gibi Güneydoğu'da da siz olmayacaksınız. Gelin bu oyunu birlikte bozalım. Biz bir ve beraber olursak asla içimize giremezler. Arzı Mev'ud hayalleri de ütopya olarak kalır. Yeter ki siz hayır deyin. 

Bugün devletler güçlerini birleştirerek bir araya gelip tek devlet olmaya çabalarken devlet kurma hayaliyle parçalanmayalım, birlikte iyi bir sinerji meydana getirelim, birbirimizi kırıp dökerek sadece emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmüş oluruz. Eğer aklımızı başımıza almaz, ülkenin üzerine oynanan oyunları birlikte bozmazsak bu ülke elden gittikten sonra  dökeceğimiz gözyaşının ve keşkelerin hiç faydası olmaz. 

Not: Burada Kürtler derken tüm Kürtlerin bölünmeyi istediği anlamı çıkmasın. PKK'nın arkasına takılan ve bölünmeyi isteyen Kürtleri kastediyorum. Genelleme hakkaniyete uygun düşmez. Çünkü nice Kürtler bilirim benimle aynı düşünen. 

*** 19/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

14 Haziran 2018 Perşembe

Samsun Belediyesi Ne Yaptığının Farkında mı?

İnternethaber sitesinin "Rus kadın bloggerler el attı. Türkiye'nin o ili ihya olacak" başlığıyla verdiği habere göre "Samsun Büyükşehir Belediyesinin özel davetlisi olarak kente gelen Rus kadın bloggerler, (ne demekse?) kaldıkları otellerde ve gezdikleri mekanlarda çekindikleri fotoğrafları sosyal medya hesaplarından paylaşarak kentin tanıtımını yapıyor." Haberin devamında Türkiye, geçen yıllara oranla bu yıl gelen turistten oldukça memnunmuş. Çünkü gelen turistler gündüz plajlarda, geceleri eğlence yerlerinde eğlenmek suretiyle ülkeye döviz bırakıp gidiyorlarmış.

Site, ballandıra ballandıra anlattığı bu olaya uzunca bir bölüm ayırmış, ardından Rus kadın bloggerlerin neredeyse anadan üryan çekinip paylaştıkları boy boy pozlarını sayfasına bir güzel yerleştirmiş.

Bacasız fabrika dedikleri şey malumunuz yurt dışından ülkeye gelen turistleri ve onların giderken ülkeye bıraktığı dövizi anlatmak için söylenir. Bu habere ne denir hayırlı olsun demekten başka. Bu arada ilgili belediye başkanını da "Kedi olalı bir fare tuttu" diye tebrik etmek lazım. Verilen habere göre iyi iş çıkarmış. Rusya'dan Rus kadın bloggerlere reklam yapsınlar, ülkenin tanıtımına katkı versinler, bunları görünce yurt dışındaki turistler ülkeye akın edip döviz bıraksınlar diye para vererek ülkeye getirtmek hangi belediye başkanının aklına gelir? Sonra ülkeye turist çekmek bizde memleket meselesi değil mi ayrıca? Bence yaptığı hizmetin unutulmaması için şehrin en işlek meydanına başkanı hep hatırlatacak bir kedinin fareyi tutuşunu temsil eden bir anıtını yaptırmakta fayda var. Memleketini bu kadar düşünen bu başkana bu ülkenin vefa borcu var. İlgililere duyurulur. 

Kadın bloggerlerin örf, adet ve geleneklerimize uymayan tarzda giyim ve kuşamlarıyla Samsun caddelerinde verdikleri pozları görünce ne demek istediğim daha iyi anlaşılır sanırım. Bu arada blogger diye kime dendiğini benim gibi bilmeyenlere kısaca tanımını vereyim: "Moda, yaşam vs alanlarında lider olan ve takipçilerine bir şeyler katmayı hedefleyen kişinin tam zamanlı işi... Yaratıcı ve lider özelliği olan..." Bir şeyin tanıtımı için birçok firma bloggerlerden faydalanma yoluna gidiyormuş. Başkana bir teşekkür de buradan ben gönderiyorum. Çünkü sayesinde bloggerin ne olduğunu öğrenmiş ve kelime dağarcığıma bir kelime daha katmış oldum.

Tanımdan anladığıma göre bloggerler takipçilerine bir şeyler katıyormuş. Başkanın sayesinde Samsun'a ayak basan bu Rus kadınları umarım aldıkları reklam parasını bir yılda Samsun'a geri kazandırırlar da en azından sıfır sıfır berabere oluruz. Ederinden fazla giderin olduğu düşünülen bu şeyler için bizde "Hakı b.kunu kurtarmaz" denir. İnşallah ben yanılmış olurum. Dilerim başta Samsun olmak üzere ülkemiz imha değil, ihya olur.

Turist gelsin elbet, bu ülkeye döviz bıraksın. Başkanın bu yaptığı tanıtımla ülke belki turiste doyacak, paraya para demeyeceğiz. Ama her şey para mı? Bu ülkeye turist gelmesi için tanıtımda illaki birilerinin soyunması mı gerekiyor? Bu iş sonucunda uğrayacağımız ahlâki erozyon acaba sayın başkan tarafından hesaba katıldı mı? Haydi diyelim ki ülke ekonomik bir darboğazda. Turizm gelirleri önemli. Buna da tamam diyelim. Peki bu işi bir belediye mi üstlenmeli idi? Turizm acenteleri veya özel firmalar ne güne duruyor?

Sonunun hayır olmayacağı işin başında kullanılan Rus kadın bloggerlerden belli olan icraatlarından dolayı bu işe ön ayak olan ve para döken belediye başkanını kınıyorum. Zira bayram arifesinde mübarek ramazan ayının manevi iklimine de ters bu icraat hiç yakışık almamıştır. Unutmayalım ki bir şeyi yaparken bir şeyler yıkılmaz. Kemalat, kem âlât ile hiç olmaz. 14.06.2018


Allah Rızası İçin Bana Özel Bir Bağlantı Gönderme!

Bazıları işi-gücü bıraktı, Messenger aracılığıyla bir bağlantı gönderiyor. Amaçları, niyetleri nedir bilmiyorum. Çünkü bağlantımız sanal. Özelde yüz yüze gelip iki kelam etmiyoruz. Ama her gün, hatta bazı günler günün her saatinde benimle beraber. İkiye bir telefonumun ekranına "Falan sana bir bağlantı gönderdi" şeklinde bir uyarı alıyorum.

Bana gelen bu bağlantı öyle zannediyorum çoğunuza da geliyordur. Çünkü bu tip kişiler kopyalayıp profilinde kayıtlı olan herkese bir tuş ile gönderiyor. Bana gelen bu tip gönderilerin hemen hemen hiçbirini açmıyorum. Hatta bu yüzden telefonumdaki messenger uygulamasını kaç defa kaldırdım. Ne zaman ki bende cep telefonu  kaydı bulunmayan biriyle özel bir iletişime geçmek zorunda kaldığım zaman mecburen yeniden yükledim. Ama gel gör ki özel iletişim için telefonumda yüklü bulundurduğum bu sanal iletişim, bağlantı göndermeyi  kendine meslek edinmiş kişilerin yol geçen hanına döndü. İşin garibi bu şekil iletişime dönüş de yapmıyorum. Yani benim bu tip arkadaşlarla iletişimim kapalı veya kör bir iletişimden ibaret. Fakat gel gör ki vatandaşın bana gönderdiği tek taraflı iletişim bitmiyor. Ses çıkarmadıkça, tepki vermedikçe daha bir iştaha geliyor. Bu tip gelen mesajların çoğu da "Allah rızası için paylaş...Müslümansan zaten paylaşırsın...Bu mesajı şu kadar kişiye yayalım...Bana da tekrar gönder ki sevdiğin anlaşılsın...Paylaş ki herkes gerçeği görsün..." başlıklarını taşıyor. 

Anlaşılan bu tipler boş ve avare. Kendilerine eğlence veya vakit geçirecek birini arıyor. Boşluktan sıkılıyor, kendini sanal iletişime veriyor. Allah kimseyi yalnızlıkla imtihan etmesin, gece-gündüz birilerini rahatsız etmemeyi öğrenme feraset ve basireti versin.

Diyelim ki bu arkadaşlar samimi. El hak  samimiyetlerinden şüphem yok. Bir şeyleri dert edinmiş belli. Gönderdikleri de önemlidir. İyi de bu arkadaşlar, önemli gördüğü bu tip paylaşımları twitter, facebook gibi sayfalarında paylaşsalar, herkes görse, istifade etse daha iyi olmaz mı? Niçin bu kadar bencil düşünüyorlar? Eğer gerçekten amaçları üzüm yemek, bağcıyı dövmemek ise yapmaları gereken de bu. Yoksa bu yaptıklarını bire bir tebliğ vazifesi mi görüyorlar? Haydi her şeyden geçtim, bıkıp usanmadan gönderdikleri, kendi emeklerinin mahsulü olsa gam yemeyeceğim. Gönderilenlerin tamamı sosyal medyadan veya sanal alemden kes-kopyala-yapıştır ve gönder butonuna basmaktan ibaret. Yani üreten değil, iyi bir nakilci. Hazır yiyici de denebilir. Hatta tüketici. Hele bir de "Allah rızası için paylaş, Müslüman isen zaten paylaşırsın" demek, yaptığı işe Allah'ı alet etmek ve Müslümanlığımı sorgulamak anlamına da gelir. Çünkü bu tür paylaşımın mefhumu muhalifini düşünürsek "Paylaşmadığım takdirde Allah'ın rızasını gözetmediğim ve hatta Müslüman olmadığım veya Müslümanlığımın sorgulandığı anlamına da gelir. Buna kimsenin hakkı olmadığını düşünüyorum. Mübarek madem önemli gördün, paylaşıyorsun; işine Allah'ı niçin karıştırıyorsun? Gönder; isteyen okusun, isteyen paylaşsın. Burada "İşine Allah'ı niçin karıştırıyorsun" sözüm yanlış anlaşılmasın. Allah elbette her şeyimize karışacak. Allah'ı alet etmeyelim demek istiyorum.

Sözün özü, bana messenger vasıtasıyla klasik, bayat ve bildik mesajları gönderenlere  kendi üsluplarınca "Arkadaş! Allah'ını seversen...Müslüman isen...Allah rızası için...ne olur, bana böyle mesajlar, bağlantılar gönderme!" demek istiyorum. Tekraren: Allah rızası için bana özel bir bağlantı gönderme! Nokta...

13 Haziran 2018 Çarşamba

Bundan Sonrasını Bu Çocuğun Gittiği Okul Düşünsün!


İki yıldır dersine girdiğim bir öğrencinin annesini her gün okulda gördüm. Çocuğuyla haftada bir derste karşı karşıya geldim. Annesiyle ise hemen hemen her gün.  Veliyi her gün gördüm okulda. Her gördüğümde bir öğretmenle görüşür buldum. Beni gördüğü zaman da sağ olsun beni hiç es geçmedi. Ya çocuğunun durumunu anlattı, ya çocuğunun durumunu sordu. Zaman zaman çocuğunun dersimle ilgili soru çözmediğini, bunun için ne yapması gerektiğini hatta bazen daha da ileriye gidip derste soru çözmem ve  eba’ya soru göndermem gerektiğini de hissettirdi. Bazen de hangi test kitabını kaynak olarak alması gerektiğini sordu. Sınav tarihiyle ilgili kendince bir sıkıntı görmüşse oğlundan önce kadın beni buldu: “Hocam sınav tarihini şu güne alsak, çocukların o gün şu dersten sınavı var, üstelik o gün okul deneme yapacakmış, çocuklar için puan önemli biliyorsunuz” gibi taleplerde bulundu. Beni öğretmen odasına bulamamışsa dışarıdan buldu. Önümde çocuğu mu okudu, kadın mı bilemedim gitti.

Kendisine ne okul ne şahsım bugüne kadar hiç kusur işlemedik. Ne sorduysa cevap verdik, ne istediyse yerine getirmeye ya da izah etmeye çalıştık. Ah keşke annede olan bu okuma azim ve gayretinin milyonda biri üzerinde titrediği oğlunda olsaydı. Göremedim hiç. Çocuk dersimde ya uyudu, ya da etkisiz bir eleman gibi durdu ders boyunca.

Şükür ki çocuk bizden mezun oldu. Aslında karneyi çocuğa değil, annesine vermek lazımdı. Çünkü çocuk okumadı, anne okudu. Maşallah ne hastalandı, ne de işi çıktı. Ömrünü çocuğuna hasretmiş bir veliydi benim gözümde. Çünkü okula, okulun bir personeliymiş gibi geldi durdu. Ne bıktı, ne usandı. Nazik ve kibardı üstelik. Ama fazla naz veya ilgi aşığı usandırıyorsa beni de usandırdı. Sadece bana mı bu ilgi diye dersine giren öğretmenlerden bazılarına sordum. Çocuğu söyler söylemez adını duyan dişleri görünürcesine gülümsedi. Tüm öğretmenler aynı durumdan muzdaripti. Üstelik onlar benden bir ileri derecedeydi, velinin adını da biliyorlardı. Ben nedense iki yıldır adını sormayı düşünememişim.

Gelelim bundan sonrasına…Çünkü biz bu çocuğu mezun ettik. Çocuğu LGS’de ne yapar ne eder bilmiyorum ama her halükarda bu çocuk lisenin birine devam edecek. Ama sınavlı ama kayıt alanına göre bir lisede. Bundan sonrasını biz değil, çocuğun kayıt yaptırdığı lisenin müdürü, yardımcısı, güvenliği ve öğretmeni düşünsün. Dile kolay dört yıl onların öğrencisi olacak, pardon velisi. Allah çocuğun gittiği lisenin iç paydaşlarına yardım etsin...

Annenin tek çocuğuymuş öğrendiğime göre. Duyunca “Keşke bu kadının birkaç çocuğu olsaydı en azından okula birkaç günde bir gelirdi” dedim. Çünkü her bir çocuğuna bir gün ayırsa bize birkaç günde bir sıra gelirdi. Belki de yeterince ilgi gösteremem diye birden fazla çocuğun olmasını istemedi.

Bu kadının durumunu görünce Aytaç AÇIKALIN’ın anlattığı bir anekdot geldi aklıma. Bir seminerinde, “Arkadaşlar! Velinin ne işi var okulun içinde? Siz hiç ameliyata giren bir hastanın yanında hasta yakınının da girdiğini gördünüz mü? Nasıl ki doktor hastayı aldıktan sonra hasta doktora emanet ise ve ameliyathaneye hasta yakını giremiyorsa okullarda da böyle olması gerekir. Yani veli, çocuğunu okula teslim ettikten sonra olur olmaz her şeye karışmaması gerekir” demişti.

Kulakları çınlasın Aytaç AÇIKALIN hocamın…