13 Haziran 2018 Çarşamba

Ahlakı Olmayan Müslümanlık Bizimkisi ya da Kaporta Müslümanlığı


Kadir gecesi günü Kadıköy'de bir iş yerine hırsızlık yapmak amacıyla giren üç kişiden biri masaları karıştırırken eline gelen bir Kur'an-ı Kerim'i alnına götürüp öptükten sonra hırsızlığına kaldığı yerden devam ediyor. Bu görüntü, iş yerinin güvenlik kamerası tarafından saniye saniye görüntüleniyor. Ne dersiniz bu hırsızlık şekline? Ya bu hırsıza ne dersiniz? Hırsızlık ve Kur'an'a saygı... bağdaştırabiliyor muyuz bu durumu? Ya da "Aferin hırsıza! Müslümanmış" mı deriz?

"Güler misin yoksa ağlar mısın" deriz herhalde ilk önce.  Çünkü hırsızımız, ne emeğe saygısızlık ve haksız kazanç olan hırsızlığından vazgeçiyor, ne de Kur'an'a saygıda kusur ediyor.  Hırsızın bu yaptığına "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" demenin tam zamanı sanki! Aslında bu gördüğümüz manzarayı Ömer Hayyam:
"Bir elimizde kadeh, bir elimizde Kur'an/Bir helaldir işimiz, bir de haram,
Şu yarım yamalak dünyada/Ne tam kafiriz, ne de tam Müslüman." demek suretiyle dokuz asır öncesi yazdığı bu şiiriyle Müslümanların içinde bulunduğu çelişkisine dikkat çekmiş. Mekanı cennet olsun.

Gülünecek değil, ağlanacak halimiz bu. Zira bu, içi boşaltılmış bir Müslümanlıktır, ahlakı olmayan Müslümanlık veya şekilde, görüntüde Müslümanlık ya da kaporta Müslümanlığı da denebilir. Yine bu görüntümüz bana bir papaz hikayesini aklıma getirmiştir: “Kilisede görevli bir papaz, kilisenin çanına her gün pisleyen bir kuştan muzdariptir. Her yolu denemiş ama kuşun pislediği çanı temizlemekten kurtulamamış. Bir gün farklı bir yöntem uygulamak aklına gelmiş. ‘Çanın yanına bir şarap koyayım, kuş içkiyi içsin, çana pislemesin’ istemiş. Ertesi gün papaz çanın yanına şarabı koyar, beklemeye koyulur. Az sonra kuş gelir, önce içkiyi içer, iyice sarhoş olduktan sonra kuş, çanın üzerine konarak tekrar pisler. Bulduğu bu yöntemin de işe yaramadığını gören papaz, 'Ey kuş! Nesin, kimsin, necisin, hırlı mısın yoksa hırsız mısın? Müslüman olsan içki içmezsin, Hıristiyan olsan çana pislemezsin' demek suretiyle isyanını dile getirir.

Şimdi bu hırsızın yaptığına gelelim. Bu adamın yaptığı hırsızlık Müslümanlığa sığmaz, çünkü yasaktır. Zira hırsızlıkla İslam, ya da Kur’an bir arada bulunamaz. Hırsızın yaptığı çelişkinin onlarcasını gündelik hayatta kendini Müslüman kabul eden milyonlarımız yapmıyor muyuz? Her birimizin nezdinde “Kur’an’a saygı göstermek, belden aşağıya indirmemek, abdestsiz dokunmamak, Kur’an’ı diz çökerek okumak, Kur’an’ı evimizin en müstesna yerinde kılıfında korumaya almak…gibi hassasiyetlerimiz var. Tamam saygıya amenna! Çünkü Allah kelamıdır. Fakat çelişkimiz bundan sonra başlıyor: Şekline saygı gösterdiğimiz Kur’an’ın sayfalarını şöyle hızlı bir şekilde çevirsek orada ‘Hırsızlık yapma’ diyor; biz hırsızlık yapmaya devam ediyoruz. ‘İçki içme’ diyor; biz içki içmeye devam ediyoruz. ‘Yalan söyleme’ diyor; biz yalana ve talana devam ediyoruz. ‘Faiz yeme’ diyor; biz faiz alıp vermede bir sakınca görmüyoruz.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Bu demektir ki Kur’an’ın şekline gösterdiğimiz saygıyı içinde yapmamızı emreden ve kaçınmamızı isteyen ayetlere göstermiyoruz. Kur’an’la taban tabana zıt bir yaşantımız var. Belki de geri kalmışlığımızın, toplumlar nezdinde bir itibarımızın olmamasının nedeni de budur. Yani içeriğine “Sem’an ve tâaten” (işittik ve itaat ettik) demediğimiz “Semi’nâ ve asaynâ” (işittik ve isyan ettik” dediğimiz müddetçe inandığımız bu İslam veya şekline saygı gösterdiğimiz bu Kur’an bizi rezil etmeye devam edecektir.

Allah bizi İslam ile şereflendirmiştir, onunla ölmeyi nasip etsin. Bize gönderdiği eşsiz eserinin dışına gösterdiğimiz saygıyı içine de göstermeyi nasip etsin. Hepimize samimiyet versin.



Selamlaşmaya İdeolojik Yaklaşmak

—Selamün aleyküm!
—Günaydın!
*
—Günaydın!
—Aleyküm selam!
*
—Aleyküm selam!
*
—Selamün aleyküm!
—Merhaba!
*
—Selamün aleyküm!
—Hoş geldiniz!
*
—Günaydın!
—Günaydın!
*
—İyi günler!
—İyi günler!
*
—Merhaba!
—Merhaba!
*
—Selamün aleyküm!
—Aleyküm selam!

Ülkemizde selam verme çeşitlerinden bir kısmını yukarıda yazdım. Sizce selam verme veya selam alma çeşitlerimizin bir kısmı normal mi?

Selam çeşitlerinden önce selam üzerinde durmak istiyorum. Selam, selam veren ve alan kişinin aynıyla iyi dilek temennisinde bulunmasıdır. Bu şekil selam vermede bir sorun yok. Olması gereken de bu zaten. Kişi ne şekilde selam veriyorsa asıl olan aynıyla mukabelede bulunmaktır. Çünkü selam iyi dilek ve temenninin yanında bir iletişim aracıdır.

Muhatabınla konuşma öncesi konuşmak için bir yoldur. Verdiğin selama farklı bir selam çeşidiyle karşılık vermek iletişimi baştan kapatmak veya açılışı sorunlu hale getirmek şeklinde anlıyorum. Bu şekil selamına kapalıyım demektir.

Yukarıdaki ilk beş selam şekli sorun, son dördü ise olması gereken selam şeklidir. Karşılaştığım insana "selamün aleyküm" şeklinde hitap etmeyi tercih etmekle beraber "günaydın, iyi günler, merhaba..." şeklinde söylenen sözleri de yadırgamıyorum. Amaç, iletişim kurma olunca söze ne ile başlamak çok önemli değil. Fakat bazılarımız karşılıklı iyi dilek temennisi demek olan selam çeşitlerini kullanmak suretiyle işe sloganik veya ideolojik yaklaşmayı tercih etmektedir. Bu şekil bir selamlaşmanın kime ne faydası var? Kafalarda bir soru işareti oluşturmanın ötesinde hiçbir amaca hizmet etmez. 

Hasılı, iletişimin vazgeçilmezi olan selamlaşmada günaydın diyene günaydın, iyi günler diyene iyi günler, merhaba diyene merhaba, selamün aleyküm diyene aleyküm selam demek suretiyle mukabelede bulunmak gerekir. Herkesin tercihine saygıda bulunmak ancak ayniyle mümkün olur. 

Müftünün Yediği Herzeye Bakın!

Mısır müftüsü Şevki Allam, "Vatandaşın parasını bankalara yatırmasının ekonomiye bir destek olacağını; bunun da hem dini, hem de bir vatandaşlık görevi olduğunu, bankaların vereceği faizin haram olmayacağını; çünkü bankaların tüzel bir kişilik sayıldığını, İslam'ın yasakladığı faizin gerçek kişiler arasında olduğunu" açıklayan bir fetva vermiş. 

Fetvayı okuyunca "Helal olsun sana müftü" dedim. Çünkü zaman İslam'a uymuyorsa İslam'ı zamana uydurmak gerekiyordu. Müftümüz de bunu yapmış ve bir güzel "Allah ve Rasulüne savaş açmanın" tetikçiliğini ve teşvikçiliğini yaparak kendisine yakışanı yapmış...

Hasılı müftü! Sisi seninle gurur duyuyor. İstediğin de bu değil miydi zaten... Bu dünyan nasıl olur bilmem ama o eğip büktüğün ayet, seni mezardaki makamından şeytan çarpmış gibi kaldırsın inşallah!

Daha Beter Felaketleri Bundan Sonra Göreceğiz *

11.06.2018 Pazartesi günü akşam saatlerinde Meram bölgesinde aralıklarla bardaktan boşanırcasına yağan iki saatlik yağmur, bundan sonra bizi bekleyen daha büyük felaketlerin habercisi gibi. Çünkü birçok ev ve iş yerini su bastı. Bölge bir sel baskınına maruz kaldı.

Zaman zaman dolu şeklinde yağan yağmur bir afetti dense yeridir. Pencerelerden veren sudan tutun da, çatıdan akan suya, bodrum katlarda bulunan borulardan fışkıran suya; yıkılan duvarlar, yarılan asfaltlar, selin sürükleyip gittiği arabalar, pis ve atık suyu tahliye etsin diye döşenen rögarlardan geri tepen sular, meydana gelen trafik kazaları, alt geçitlerin göle dönüşmesi objektiflere yakalanan görüntülerdi. Telef olan sebze, meyve ve ekili arazileri söylemeye gerek yok sanırım. Öyle ki insanın ve insan eliyle yapılan teknolojinin acziyetini itiraf ettiği ve insanoğlunun seyretmekten başka bir şey yapamadığı bir manzaraydı. Ölümlerin olmadığına şükredelim.

Gökten sicim gibi yağan yağmur, yerden fışkıran su, Nuh Tufanını hatırlattı bana. Rabbim tepemizden yağan yağmura dur, yerden fışkıran suya çekil git demeseydi afetlerin afetini konuşuyor olacaktık, eğer bu tufandan sağ çıkabilseydik.  

Biz istediğimiz kadar günümüz teknolojisinden yararlanarak yerin altına bodrum katlar, yerin üzerine gökdelenler yapalım, binanın çatısına oluk, bodrum katlara giderlerin tahliyesi için birinci sınıf borular döşeyip mühendislik ve mimarlık harikamızı konuşturalım, bize bir şey olmaz diyelim, iki saatlik yağan yağmurun  tüm müktesebatımızı berhava edebileceğini hiç aklımızdan çıkarmayalım. Onun yüce kudret ve azameti karşısında bir hiç olduğumuzu unutmayalım.

Bu doğal afet, döşediğimiz sıhhi tesisatın ve yerin altına gömdüğümüz kanalizasyonun normalin ötesinde yağan yağmurlar karşısında işlevini yerine getirmeyeceğini göstermiştir. İki saatlik bu afet, aklımızı başımıza getirmesi lazım. Bundan ibret alarak nasıl tedbir alınacaksa alalım. Öyle günü kurtarmak için gelişigüzel iş yapmayalım. Küresel ısınmanın kendini iyice hissettirdiği günümüzde zaman zaman farklı vilayetlerde aniden bastıran ve su baskınlarına sebebiyet veren insanlığın eseri bu doğal afet, bundan sonra bizi sık sık yoklayacak. Tıpkı depremler gibi sel baskınlarına da hazırlıklı olmalıyız. "Bu bölgeye ortalama şu kadar yağmur yağar, şu eğim yeterli, bu büyüklükteki boru işi çözer…" gibi hesapları bir tarafa bırakalım, beterin beterinin olabileceğini hesaba katarak yapacağımız icraatlar evladiyelik olsun, bize afet olarak dönmesin, bize hizmet etsin. Eğer büyük düşünmez ve böyle yapmazsak -Allah muhafaza- bugün mala gelen yarın canlara gelir. Canların katili de büyük düşünmeyen, günü kurtarmaya çalışan, dereleri yok eden, işini doğru-dürüst yapmayan, maliyet hesabı yapan ve malzemeden kaçıran etkili ve yetkili sorumlu kişiler olur.

Konya Meram'da meydana gelen bu afetin umarım arkası gelmez. Hiçbir ilimiz ve bölgemiz böyle afetlere maruz kalmaz. Rabbim beterinden saklasın. Altından kalkamayacağımız afetlerle bizi imtihan etmesin. 

* 20/06/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Ramazana Veda, Bayrama Merhaba! ***

Recep, şaban derken üç ayların sonuncusu, on bir ayın sultanı ramazanı uğurluyoruz bugün. Yarın da bayrama merhaba diyeceğiz.

Nefsimiz, "Bu uzun, sıcak yaz döneminde yaklaşık on yedi saat nasıl oruç tutacaksın? Üstelik bu yıl yirmi dokuz değil, otuz tutacaksın, açlık ve susuzluğa nasıl dayanacaksın? Zor mu zor!" şeklinde içimize bir iğva düşürürken, bazıları "Ramazanı eylül veya aralık ayına sabitleyelim" diye bir tartışma başlatırken inananlar, "Ne olursa olsun, bu ibadeti yerine getireceğiz, doymak bilmeyen nefsimizi dizginleyeceğiz, zira Rabbimizin bir emridir. Biz hele bir tutmaya başlayalım. Zira bu emri veren mutlaka bize bir kolaylık gösterecektir" diyerek bundan bir ay önce 'Allah'ım! Senin için oruç tuttum, sana inandım, sana tevekkül ettim ve senin vereceğin rızıkla iftar edeceğim' diyerek "bismillah" demişti oruca. Sayılı günler çabuk geçer derler ya...işte öyle oldu. İşte bugün otuzuncu, yani son günü orucun.

Nefsin isteksizliğe ve "Ne yapar, ne edersin" şeklindeki felaket tellallığına rağmen "Semi'nâ ve a'taynâ" yani "İşittik ve itaat ettik" diyen inanan milyonlar, nefsin heva ve hevesine bir set çekmek suretiyle oruç ibadetlerini yerine getirdi. Kur'an'ını okudu, fitre ve zekatını verdi, eşiyle-dostuyla iftarını açtı. Sonunda nefse galebe çalmanın ve sabretmenin bir sonucu olarak yarın bayram yapmaya hazırlanıyor. Doğrusu hak ettiler de.  Üstelik içinde bir ömrü barındıran "bin aydan daha hayırlı Kadir gecesini" de ihya ederek Kur'an ayı ramazanı değerlendirdi. Ne mutlu onlara ki imtihanın zorunu başardılar. Analarının ak sütü gibi helaldir onlara bayram yapmak.

Zoru başarıp ramazana elveda deyip bayramı yaşayacak olan milyonların yanında hiçbir mazereti olmadığı halde namazda ve oruçta gözü olmayan ve güpegündüz herkesin gözü önünde, aleni bir şekilde, göstere göstere oruç yiyenler de hak etmedikleri halde bizimle birlikte bayram edecekler. Oruç tutmadık, bayramı hak etmedik deyip karalar bağlayacak değiller elbet! Elbette onlar da bayram edecekler. Ama onların bayramı buruk bir bayram olacak inanın. Onlar günlük on yedi saat oruç tutup bayrama girenlerin arasında "Biz ne yaptık, keşke tutsaydık, baksana tutanlardan hiçbiri açlık ve susuzluktan dolayı ölmedi, vah bize!” diyecek içinden, hem de derinden bir of ve ah çekerek.

Sabredince "Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennem azabından kurtuluş" olan ramazanı alnımızın akıyla uğurladığımıza göre bir imtihan dünyası olan bu dünyada altından kalkamayacağımız hiçbir yükün altında kalmayız evelallah! Yeter ki ramazanda oruç tutmada gösterdiğimiz irademizi diğer alanlarda da gösterelim. Zira azmin zaferinden hiçbir şey kurtulamaz. Yeter ki cüzi irademizle sebepleri işleyelim. Ramazanda yaşadığımız manevi iklimi, yardımlaşmayı, kötülüklerden uzak durmayı diğer aylarda da samimiyetle yerine getirelim. Sonunda gülen mutlaka bizler olacağız. 

Bu vesileyle ramazanı uğurlarken ve bayrama merhaba derken Rab Teala; tuttuğumuz oruçlarımızı, kıldığımız namazlarımızı, yaptığımız yardımlarımızı kabul etsin. Okuduğumuz Kur'anla amel etmeyi nasip etsin. Nice oruç ve bayramlara huzur, mutluluk ve sağlık içerisinde girmeyi göstersin. Bayramın başta ülkemiz olmak üzere tüm İslam alemine birlik ve beraberlik getirmesini ve her şeyin bayram tadında olmasını niyaz ederim. Tüm Müslümanların bayramı mübarek olsun! Nice bayramlara inşallah!

*** 14/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros ismiyle yayımlanmıştır.

12 Haziran 2018 Salı

Bir Baba Düşünün ki...

Hangi bir baba evladı için bir şey yapmaz. Yemez yedirir; giymez giydirir; saçını süperge eder. O yüzden babanın hakkı ödenmez, tıpkı annenin hakkının ödenmediği gibi. Devlet de böyledir bizde.

Nasıl ki bir baba, evladının okumasından tutun da iş sahibi olmasına, mal-mülk edinmesine varıncaya kadar çocuklarına açık çek verir, onların huzur ve mutluluğu için çırpınır durur.

Çocukları için didinen ve onlara çok şey veren baba, her takdiri hak etmiştir. Evlat da bunu kabul eder ve minnet duyar devamlı. Çünkü başının tacıdır. Ama bu baba, bir müddet sonra durmadan yaptığını sayar, evlatlarını kadir kıymet bilmemekle suçlamaya, onları nankörlükle itham etmeye kalkar, durmadan başa kakar, "Ben olmasaydım siz bunların hiçbirini göremezdiniz, o yüzden benim değerimi bilin, beni takdir etmez, el üstünde tutmazsanız bilin ki benden sonrası tufandır" der durursa, evladı; yaptıysan yaptın, söyleyip durma, bu kadar da başa kakılmaz, yetti gayri" demeye başlar. Çünkü evlat rahata alışmış, babası marifetiyle hizmetin her türlüsünü görmüş, doyuma ulaşmıştır: Toktur. Toku doyurmak zordur. Tok yeni ve farklı şeyler ister. Eski yapılanların temcit pilavı gibi önüne ısıtılıp ısıtılıp konmasını istemez. Çünkü hedef yükseltilmiştir. Kardeşler arasında adil davranılsın, hakça paylaşım olsun, değer verilsin ister. Her şeye olur olmaz kızmasın, bağırıp çağırmasın, benim onurum her şeyin üstündedir" demeye başlar. İşte bu an, babanın kaybetmeye, gözden düşmeye başladığı andır.

Eskiden baba ile evladı arasında bir gönül köprüsü oluşmuşken babanın kendini yenileyememesi, tekerleme gibi kendini tekrarlamaya başlaması, evladın da bitmez tükenmez istekleri bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaya devam ederse baba ile evladı arasındaki gönül köprüsü yıkılır. Birbirine karşı körler ve sağırlara oynamaya başlar. Aralarında aşılmaz bir duvar vardır artık. Ne baba evladını anlar, ne de evlat babasını. Bu durumda babanın saltanatı sallanmaya başlar. Baba, yaptığı onca iyiliğe rağmen statüsünün yavaş yavaş kaymakta olduğunu görür. Görür görmesine ama nasıl düzelteceğini bilemez. Bildiği tek şey, eski sermayesidir. Onları birer birer ortaya döker. Ama alıcısı yoktur eskisi gibi. Çünkü "Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağar" sözünü de unutmuştur baba. Bu durumda babaya yol gösterecek kimse de olmaz. Çünkü zamanında hatırı sayılır kardeşlerini bir bir öbür mahalleye göndermiştir veya kardeşler gitmiştir. Kardeşler gittikçe her işi kendi yapmaya çalışır. Efor sarf ettikçe yorgun düşer. Ama dinlenmeye zamanı yoktur. Çünkü inisiyatifi tekrar ele alması gerekir. Bir oraya bir buraya koşar. Koştukça yorulur. Ama yorgunluğunun farkında değildir. Takadinin üstünde efor sarf ettikçe işleri düzelteceği yerde hata üstüne hata yapar. Birini düzelteceğim derken diğer bir hatanın kapısını aralar ardına kadar. İşin garibi hatasını kabul etmeyen bir baba vardır artık evladının karşısında. Baba evladını yorgunlukla suçlar. Bu durumda evladı, "Baba, sen de yorgunsun" demez. Daha doğrusu diyemez. Çünkü karşısında makul eleştiriyi bile kabul etmeyen bir baba vardır.

Şimdi soralım, ne olacak babanın evladıyla arasındaki durum? Nasıl düzelecek araları? Bu soruları soralım. Soru sormakla kalmayalım. Taşın altına elimizi koyup baba ile evladın arasını düzeltmeye çalışalım. Tıpkı ne olacak bu memleketin hali dediğimiz gibi. Çünkü bizde devlet de babadır.

Babanın kıymetini bilelim, baba da evladının. Aralarında yeniden gönül köprüleri kurulsun, tıpkı eskiden olduğu gibi...

Partilerimiz Birbirinin Kötü Bir Kopyasıdır

Seçim çalışmasındaki gözlemlerime göre irili-ufaklı tüm partilerimize sandık öncesi bir karne düzenleyecek olursak hepsini birbirinin kopyası görmemiz mümkün. Neredeyse biri ne yapıyorsa diğeri de onu yapmak için yarışıyor. Orijinal ve yeni bir şey ara ki bulasın. Sanki aynı usta elinde yetişmiş gibi her biri. İsterseniz biraz örneklendirme yapalım:
* Her birinde parti liderinin tam bir ağırlığı var. Lider kimi, nereden vekil adayı gösterirse dönem-dürüst itiraz yok. Partililerde mutlak itaat söz konusu. Parti liderinin astığı astık, kestiği kestik dense yeridir. Parti başarılı da olsa başarısız da olsa yeri sağlam okan tek kişi parti lideridir. Bu yönüyle cemaat ve tarikat liderlerine benzerler. Bu görüntüleriyle bu ülkeye demokrasi vadediyor hepsi.
* Meydanlarda kalabalık toplayabileceğine inanan miting yapıyor, diğerleri salon toplantısını tercih ediyor.
* Her biri için ülke şartları önemli değil. Keseyi açmış durumda hepsi. Vaat üzerine vaat sunuyor. Hiç acı reçete sunan yok.
* İktidardan olsun, muhalefetten olsun; ister belediye başkanı, ister encümen, ister vekil her nereden seçilirse seçilsin neredeyse ekonomik yönden ihya olmayan yok gibidir. Belki de bundandır; ucundan kıyısından tutan siyaseti bırakmıyor kolay kolay.
* Mikrofonu gören, ekrana çıkan, miting alanlarında boy gösteren kendi yapacağını Anlatmaktan ziyade kendisine rakip gördüğünü eleştiriyor durmadan. Bazen eleştiri boyutunu da aşıp işi hakaret boyutuna taşıyor.
* Benim partimin şu eksikliği var diyeni görmedim. Hepsi yunmuş yıkanmış görüntüsü veriyor.
* Hepsi seçimde kullanacağı müzik yaptırıyor. Müzikten kaç kişi bize oy verir, çaldığımız müzikle insanları rahatsız eder miyiz demeden müziğin sesini sonuna kadar açarak seçim boyunca cadde-sokak dolaşıp ensemizde boza pişiriyor.
* Hepsinde lider ön plandadır, ekip ve kurum kültürü yoktur.
* Parti, liderle doğar ve liderle mevta olur. Liderden sonra parti tabela partisine döner.
* Her biri iyi bir demagogtur. Aynı zamanda manevra kabiliyetleri yüksektir. Dünkü söyledikleri fikirlerini toplumun gözünün içine bana baka bugün 180 derece değiştirebiliyor. Hiçbiri, "Ben dün şöyle düşünüyordum, yanlışmış, doğrusu bu imiş, düzeltiyorum" demez. 
* Her biri hangi miting meydanına giderse gitsin temcit pilavı gibi aynı şeyi söyler.
* Rakiplerine karşı nazik ve centilmen değildirler.
* Her biri kutuplaştırıcı ve toplumu geren bir siyaset izler.
* Kendilerini zorlayan bir soru ile muhatap olduklarında aynı anda hırçınlaşabiliyor, hoşlarına giden bir soru sorulduğu zaman coştukça coşarlar.
* Seçim sonuçlarını değerlendirirken hiçbiri mağlubiyeti kabul etmez, öz eleştiri yapmaz, başarılı olamadık demez, istifayı düşünmez, seçim sonuçlarına bin bir gerekçe bulur. "Tüm olumsuzluklara rağmen başarılıyız" derler. 
* Her biri cadde, sokak, miting meydanı nereyi bulursa afiş ve parti bayraklarıyla donatır...

Gördüğünüz gibi örneklendirmelerin sonu gelmez. Anlayacağınız her biri yek diğerinin kötü bir kopyasıdır.